27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÖNÜLDEN BİLİME ten öte, aynı eğitimden geçen, dilde, dinde, ahlakta ve estetikte aynı kabulleri olan bir topluluktu. Bu Fransızların ‘citoyen’ tanımına yakın gözüküyor. Fakat 1923 Anadolusunda bir soyutlamadır. İngiltere’de ‘ulus’ ülkenin tarihi ile birlikte oluşur. Macaulay İngiliz’i Magna Carta’ya kadar, Michelet ‘Fransız’ı ortaçağa kadar götürür. Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere İmparatorluğu’ndan bağımsızlık isteyenlerin savaşı ile kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti emperyalist saldırılardan kurtulmak isteyenlerin savaşıyla kuruldu. İlk Cumhuriyet ulus bilinci olmadığı için varlığını dile getirmeyen Türk’ü Türkiye’nin temel verisi olarak saptadı. Bu E. Hobswam gibi tarihçilerin ‘imagined community’ tanımına yakın sayılabilir. Fransa ‘aristokrasi’yi alt ettiği zaman Fransa oldu. Yunanlılar ve Bulgarlar Osmanlı İmparatorluğu ile savaşarak, Hindistan ve Çin Batılı emperyalistlerle savaşarak ulus devlet oldular. İlginç olan, her biri başka nitelikteki bu savaşlarda, ulus devleti kuran saf, karışmamış bir toplum olmadı. Almanların, Germanya ormanlarındaki Germen aşiretlerine kadar dayanan ırkçı bir ‘Alman’ tanımları var. Fakat böyle bir saf ulus dünya tarihinin eski topraklarında söz konusu olmadı. Yine de toplumsal yapıların bütün heterojenliğine karşın bugün sadece ulus devletler var. Ahmet İnam ainam@metu.edu.tr Bakın sağlık dediğimizde, beden sağlığı aklımıza geliyor; “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.” Buradaki sıhhat, herhalde bedensel, somatik sağlıktır. Ama sağlığınızın sadece bedensel olduğunu sanmak büyük bir yanılgıdır. Bedenimizin bizi biz yapan diğer bileşenlerden ayrı olduğunu düşünmek bizi gaflet içinde bırakır. Anlam Sağlığımız Sağlığımızın Neresinde? Biz sadece bedenden ibaret değiliz. Dolayısıyla sağlığımız da sadece bedensel sağlıktan ibaret değildir. Benim dişlerime bakabilirsiniz, röntgenimi çekebilirsiniz, bir sürü test yapabilirsiniz, “maşallah hiçbir şeyiniz yok turp gibisiniz,” diyebilirsiniz. Ama bu testleriniz, benim noeziyatrik açıdan, anlam sağlığı açısından sağlıklı olduğumu gösteremeyebilir. Nice anlam sağlığı bozuk, “turp gibi insan” etrafta dolaşıyor. Şimdi dikkat edin burada sağlık sorununu ahlak sorunu ile birleştirmeye çalışıyorum. Çünkü, sağlıklı olabilmek sırf bedene indirgenecek bir şey değil, bir şey değil derken galiba başka türlü sağlıkları da kastediyorum. Örneğin duygusal sağlık, isterseniz psikolojik sağlık da diyebilirsiniz. Duygularımla yaşamımda büyük sorunlarım var mı? Açıklayamadığım korkularım, uykumu kaçıran kaygılarım, beni çalışmaktan alıkoyan kimseye söyleyemediğim dertlerim sıkıntılarım var mı? Duygusal sağlığımın ölçütleri, belirtileri bu sorularla ortaya çıkıyor... Bir başka sağlık, düşünsel sağlık: Acaba ben düşünürken, bir yargıdan, bir varsayımdan, bir dayanaktan yola çıkarak başka bir düşünceye, önermeye ve fikirlere giderken, bu düşünce zincirini gereği gibi kurup kurmadığım, düşünme sağlığımı gösteren belirtiler. Düşünme sağlığım yerinde midir? Ben yıllardan beri mantık dersi veren biri olarak hem Batıdaki hem ülkemizdeki kitaplarda şöyle bir şey ile karşılaşırım: “Mantık doğru düşünmeyi öğretir.” Mantık düşünme sağlığı gibi bir şey oluyor. Birçok mantıkçı biliyorum, düşünce sağlıkları son derece bozuk. Hiçbir insanın da mantık kitabı okuya okuya sağlıklı düşündüğünü de göremedim. Bizim insanımız, ilginç insandır aslında muhterem insandır ve dünyaya kıymetini duyuramadığımız insandır ama tuhaflıkları da vardır. Her şeyin pragmatik çözümü olduğunu düşünür. Pragmacı kültürden geliyoruz biz. Çoğunun öyle laf dinleyecek sabrı yok. Her şeyin basit bir formülü olması gerek diye düşünür. Gazete köşelerinde de “ne yiyeceğiz, ne içeceğiz, hangi vitaminleri almak lazım”sorusunun yanıtı bol bol yer alıyor. Anlam sağlığı derken; somatik, teknik bir deyimle duygusal (thumotik) sağlığı ve düşünce sağlığı ile iç içe olan ve onları da içine alan ama onlara indirgenemeyecek bir başka sağlığı kastediyorum. Demek ki anlam sağlığı en azından dört bileşeni içeren bir bileşke kavramdır. Bunlar; beden sağlığı, duygu sağılığı, düşünsel sağlık ve insanlarla ilişkilerimizi içeren, çevremizle ilgili çevresel sağlık diyebileceğimiz bir sağlığı da içine alıyor. Anlam sağlığımızın bozukluğundan dolayı çok acı çekiyoruz. Sanıyoruz ki bu çektiğimiz acılar hayatın karşımıza çıkardığı gerçeklerin doğurduğu acılardır. “Gerçek” diye değiştirilemez, başka türlü olamaz bir varlığın olduğunu sanıyoruz. Ne ise hep öyle kalan ve onun da ne olduğunu ustalar, üstatlar, köşe yazarları, din âlimleri, psikologlar, psikiyatristler, filozoflar, ukalalar vb.’nin bildiği, bir gerçek. Ben başlıyorum kurmaya ve anlam dünyamı buna göre düzenlemeye. Fakat yaptığım işin anlamlarla ilgili olduğunun farkında değilim. Psikologlar da böyle anlatmıyorlar. Belki bazıları öyle anlatıyor olabilirler ama psikologlar da psikiyatristler de bu konularda benim anlattığım terimleri kullanmasalar da “gestalt therapy”, “logotherapy”, “cognitive therapy” gibi deyimler kullanıyorlar. Benim söylediğim anlam sağlığı onların söylediğinden kökten çok da farklı değil ama yine de farklı olduğunu düşünüyorum. Çünkü anlam sağlığının yaşanabilmesi, bilinç düzeyi ile ilgili bir şey. Sorunumun anlamlarla ilişkimden kaynaklandığını fark etmem gerekiyor. Böyle bir bilinçlilik içinde değilsem yaşadığım sorunların bir anlam sorunu olduğunu veya anlam hastalıkları ile ilgili olduğunun farkında değilimdir ve bana da bu açıdan yardım edilme şansı hemen hemen yoktur.(“Olmaya devlet cihanda bir küçük mânâ gibi” sözünü hiç anlayamayacağım.) MİLLİYET DÜŞMANLARINA SORU Bizdeki garip milliyet düşmanları hiç olmazsa aşağıdaki soruyu yanıtladıktan sonra tartışmaya başlamalılar: Yunanlılar ve müttefikler Anadolu’yu işgal ettikleri zaman Anadolu toplumu hangi politik çerçevede kurulabilirdi? Sevr’den sonra, İstanbul ve Anadolu işgal altında iken, imparatorluk ve halifelik mi olacaktık? Türkiye ulus devlet olmayan , sömürge ya da Amerikan mandası mı olacaktı? O zaman ulus devlete alternatif bir şey yoktu. Ve 20. yüzyıl tarihi olamayacağını kanıtlamıştır. Yakın tarihimizin uluslaşma aşamaları iyi incelenmiştir. Fakat bu konudaki aydınlanma köylüye intikal etmedi. Bizim köylünün Türklüğünün aklına gelmesi için bir Arap’la karşılaşması Tek politik gerçek, gerekir. dünyada sadece Avrupa’da ve Amerika’da toplumun ulusal bilincini çok güçlü olarak açığa vuran pek çok olgu her dakiulus devletlerin ka karşınıza çıkar. Fransa’da 1997’de “Les Lieux de var olduğudur. Mémoire” adı altında Pierre Nora’nın yürütücülüğünde, Milliyet düşmanı pek çok tanınmış yazar ve tarihçinin kaleme aldığı 3 ciltlik, 5000 sayfalık ilginç bir kitap Gallimard Kitabevi taköşe yazarlarının rafından yayımlanmıştı. Ancak Fransız düşüncesinin yaönce, bu olgunun ratacağı bir programla yayımlanan bu kitap ‘Cumhuriyet’, varlığını görmeleri ‘Ulus’ ve ‘Fransa’ temalarını işler. gerekir. Bir bakıma Fransız’ın Fransızlığını belgelemek için ulusal belleğin anımsadığı fiziksel, düşünsel, doğrudan insana ya da bir yapıta, bir anıta bağlı ‘yer’leri anlatır. Örneğin tarihçi Lavisse’i anlatır, kitaplıkları anlatır, Fransa turunu anlatır, manastırları anlatır, Alsace’i anlatır. Aynı şeyi Türkiye’de aynı nitelikte gerçekleştirmek olanaksız olabilir. Fakat kendisini diliyle Türk olarak tanımlayan ve kendisine ‘Türk’ demeyi ‘yüzü buruşmadan’ iftiharla söyleyen herkes, eğer tarih okumasını biliyorsa, bizim tarihimizin oluştuğu fiziksel ortamlar, kendisini Türk olarak bilen insanların ortak anıları ve bugün Türkiye dediğimiz ülkenin her köşesinin, Fransa gibi bir ulus tanımlayacak olgularla dolu olduğunu görecektir. Bu da ortaçağa kadar gider. Aslında göçer yerleşikten daha fazla kendine dönük olmak zorundaydı. Ama yazılı belge bırakmamıştır. Bizde bugün Cumhuriyete yapılan saldırılar köylü ile birlikte kendini aydın sayanların da henüz belirli bir kimlik sahibi olmadıklarını kanıtlamaktadır. Türkiye’nin aydını içinde yaşadığı entelektüel boşluğun, bir yere ait olamama hissinin bilgisizlikle başladığını henüz idrak etmemiş görünüyor. Türk’ü tanımlarken göçer kökenli tarihle, yerleşik düzen kökenli tarih arasında büyük farklar olduğunu, Hıristiyan kilisesinin örgütlediği Avrupa ile İslamı sonradan kabul etmiş Türklerin inanç uygulamaları arasındaki farkları, kiliseli dinle kilisesiz din farklarını, Avrupa tarihi coğrafyası ile Yakındoğu coğrafyası farkını ve ortaçağda İslam’ı kabul eden Türklerin, bilimsiz, felsefesiz bir düşünce dünyasına ortak olduklarını anımsamak gerekiyor. ULUS, YARATILACAK BİR KAVRAMDIR Tarihin fiziksel, düşünsel, imgesel yerlerini Türk tarihinin içinde aydınlatıp ‘Türk denilen bir kimlik tanımladığını anlatan bir yapıt hazırlamak bu kimliğe sahip kişilerin varlığını gerektiriyor. Kuşkusuz insanın çeşitli kimlikleri içinde hangisinin çağdaş toplumu gerçekleştirebileceğini seçebilmek önemli bir sorundur. Ulus var olandan çok yaratılacak bir kavramdır. Bu sürecin politik olarak tanımlanmış olması, düşünsel, ideolojik olarak tamamlandığını göstermez. Birtakım kısır düşünceli bitmemiş bir uluslaşma sürecini, Batıdan ithal edilmiş kavramların tartısında eleştirirken, önceden saptanmış bir amaca uygun olarak (bu amacın politik nedenlerle Türkiye dışından saptandığı da gösterilebilir) İslam dünyasının en gelişmiş politik yapısının çatısını sökmeye çalışıyor. DEVAMI 22. SAYFADA CBT 1124/ 11 3 Ekim 2008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle