23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http://www.ınovasyon.org; hagoker@ttnet.net.tr “Artık tartışılması gereken soru, 'bir sanayi politikası olsun mu olmasın mı' değil, 'nasıl bir sanayi politikası olsun'dur.” Dani Rodrik, Uluslararası Ekonomi Politikası Profesörü (Harvard Üniversitesi). Sanayi Stratejisi Tartışmaları Sanayi için ulusal bir strateji ihtiyacı, nihayet 2007'nin sonlarına doğru iş çevrelerimizce de dile getirilip tartışılmasına başlanan bir konu oldu. TÜSİADKoç Üniversitesi Ekonomik Araştırma Forumu'nun, 25 Aralık 2007'de düzenlediği “Uluslararası Uygulamalar Işığında Türkiye için Sanayi Stratejisi Arayışları” başlıklı konferansta söylenenler; özellikle de, Harvard Üniversitesi'nden, Uluslararası Ekonomi Politikası Profesörü Sayın Dani Rodrik'in söyledikleri, bu tartışmalar bağlamında epeyce yankı buldu. Ben de bugün, Prof. Rodrik'in sunuşunun gazetelere nispeten az yansıyan bir bölümünü dikkatlerinize sunmak istiyorum. Prof. Rodrik “Neden bir sanayi politikası?” sorusuna yanıt ararken bu tür politikaları gereksiz gören klâsik neoliberal düşünce tarzını şöyle özetlemektedir: • Sanayileşme için gerekli olan sâdece piyasa mekanizmalarının iyi çalışmasıdır. • Piyasa mekanizmalarının iyi çalışması, hem piyasaların serbest işlemesinin önündeki engellerin kalkmasını, hem de piyasayı destekleyen kurumların iyileştirilmesini gerektirir. • Bunun dışında, özellikle sanayi sektörüne öncelik veren destek ve teşvik politikalarına ihtiyaç yoktur. • Zâten devlet müdahalesi, pratikte yolsuzluk ve istismara yol açtığı için, çözmeye çalıştığı sorunlardan daha büyüklerini yaratacaktır. “Ancak”, diyor, Rodrik, “yakın geçmişteki tecrübeler neoliberal anlayışla çelişmektedir: • Genel anlamda piyasayı destekleyen kurumların iyi çalışması ile sanayi sektörünün performansı arasındaki ilişki çok zayıftır. • Hızlı büyüme ve sanayileşmeyi gerçekleştirebilmiş neredeyse her ülke bir çeşit sanayi politikası uygulamıştır. • Neoliberal anlayışı uygulamaya koyan ülkeler geçmişteki performanslarına oranla başarısız kalmıştır. • Piyasa sistemi, iyi çalıştığı ortamlarda dahi yapısal dönüşümü yeteri kadar özendirmez.” Rodrik'e göre, Türkiye'de “verimliliği ve istihdamı artırmak için yapısal dönüşüm şarttır.” Bu da ancak sanayi politikasıyla sağlanabilir. Onun için, “Artık tartışılması gereken soru, 'bir sanayi politikası olsun mu olmasın mı' değil, 'nasıl bir sanayi politikası olsun'dur.” Tabiî, 'sanayi politikası' denilince 'kamunun müdahalesi' işin içine girmekte ve bu noktada Prof. Rodrik, 'kamu yönetiminin etkinliği', 'düzenlemelerdeki [regülâsyonlardaki] yeterlilik, 'yasal düzen', 'yolsuzlukların önlenmesi' ve “siyasî istikrar' gibi kıstaslar açısından OECD ile Türkiye arasında bir karşılaştırma yapıldığında, Türkiye'de kamunun durumunun hiç de iç açıcı olmadığı ve “genel anlamda kurumların etkinliğinin düşük” olduğu gerçeğini de açık kâlplilikle dile getirmektedir. “Ancak”, Rodrik'e göre, “sanayinin önündeki en önemli kısıtın bu olduğu şüphelidir.” Çünkü, Çin ve Hindistan'ın durumu da Türkiye'den pek farklı değildir; hâttâ bazı kıstaslar açısından Türkiye daha iyi durumdadır. Ama onlar belli bir sanayi politikasını uygulayabilmekte ve başarılı da olmaktadırlar. Eğer Türkiye'de, “kamu doğru tercihleri yapmak için yeterli bilgiye sahip değildir” ve “kamu bu politikaları rant ve yolsuzluklara yol vermeden uygulayamaz” deniyor ve bunlar, “sanayi politikalarının önündeki iki önemli engel” olarak görülüyorsa, buna Prof. Rodrik'in yanıtı şudur: “Aslında bu engeller kamunun el attığı her alanda (eğitim, sağlık, altyapı, vb.) vardır. Bu engeller karşısında alınması gereken tutum, sanayi politikalarını göz ardı etmek değil; uygulandıkları kurumsal ortamı iyi kurmaktır.” Prof. Rodrik'in işaret ettiği hususlar, sanıyorum ek bir yorumu gerektirmeyecek kadar açıktır. Burada kendimize sormamız gereken soru, iş çevrelerimizin ve destekledikleri siyasî iktidarların ulusal bir sanayi politikasına bunca yıldır niçin uzak durduklarıdır. Gelecek hafta, Prof. Rodrik'in “yapısal dönüşüm”le ilgili yaklaşımı üzerinde duracağım. Nanoteknoloji ile marka yaratabilmek için doğru model küme oluşturmaktır Dünya ile rekabet edebilmek ve Nanoteknolojinin ülkemizdeki her sektöre girebilmesi için milli seferberlik ilan edilmelidir Yüksek teknolojiye ve yüksek ekonomik güce sahip olmak ulusal güvenliğin teminatıdır. Prof.Dr. Ziya Burhanettin Güvenç, Çankaya Üniversitesi Rektörü “N ano” ön takısı, bilimsel terminolojide uzunluk, hacim ve zaman ölçümlerinde kullanılmaktadır ve anlamı “milyarda bir”dir. Bu boyutlardaki bilimsel araştırmalarda, fizik, kimya, malzeme, elektronik, bilişim, moleküler biyoloji gibi pek çok alan birbiri ile iç içe geçmeye başlamaktadır. Yakın gelecekte insanlığın günlük yaşamının her evresini etkileyecek gelişmeler meydana gelecektir. İyi gelişmelerin yanı sıra “kötü” ellerde de potansiyel tehdit ve silaha dönüşebileceğinden sadece sivil değil askeri alanda da pek çok gelişmeler gözlemlenecektir. Önümüzdeki 10 yıl içerisinde nano ekonominin büyüklüğünün 1 trilyon dolar olması tahmin edilmekte ve gelecekteki her 10 yıl içinde de yüzde 50'ye kadar büyüyeceği öngörülmektedir. Söz konusu alandaki bu baş döndürücü gelişmeler de gösteriyor ki nanoteknolojiye sahip olmayan ülkeler yakın gelecekte pek çok sektörde ürün satamayacak hale gelecektir. Nanobilimde ileri olan ülkelerin temel yapı taşlarını rahatça tutup istedikleri tasarımı yapabileceklerini bir an düşündüğümüzde, önlerinde sınırsız fırsatlar olduğunu görmek hiç de abartı olmaz. Bu ülkeler kendi tasarımları ile kendi Nanoteknolojilerini geliştireceklerdir. GÜÇ BİRLİĞİ ŞART Üretim planlaması ve verimlilik, üretim için gerekli kaynakların ve bütün faaliyetlerin zamana yönelik olarak planlanması ve yönetimini içerir. Bu sürecin hedefi; elbette verimlilik ve kaliteli ürünün elde edilmesidir. İş hayatında bu çerçevede karşılaşılaşılan zorluklar; • Kaynak yetersizliği (yetişmiş insan gücü eksikliği, mali yetersizlik ve arge yapılamaması) • İş hayatı ve ülkenin ekonomik durumundaki belirsizliklerdir. İçinde bulunduğumuz koşulların oluşturduğu risklerden korunmanın ve rekabet gücünü artırmanın en doğru yolu, kaliteli ürün elde etmenin hedeflenmesidir. Bu da ancak ARGE ile mümkündür. Ülkemizde maalesef küçük ve orta boy işletmelerin ARGE'ye kaynak ayırmaları da mümkün olamamaktadır. Öyleyse bizler ne yapmalıyız? Nasıl bir model geliştirmeliyiz? Neden bir Sektörler bazında ARGE harcamaları* CBT 1087/6 18 Ocak 2008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle