16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKİSLER A.M. Celal Şengör aksiyon gösteriyorlar. İklim değişimi tam da bu mevsimlerde daha etkili olmakta. Kuzey yarımkürede son yirmi yıl içinde sonbahardaki ortalama sıcaklık yaklaşık olarak 1.1 derece, ilkbaharda ise 0.8 derece arttı. Uluslararası bir araştırma ekibi şimdi karbondioksit artışının karadaki ekosistemler üzerindeki etkisini inceledi. Ağaçların taç kısmından alınan ölçüm verileri ve uydu verileri bir bilgisayar programına yüklendikten sonra ilkve sonbahardaki sıcaklık artışının bitkilerin büyümesi üzerine farklı sonuçlar doğurduğu ortaya çıkmış. Sıcak geçen ilkbahar, bitkilerin büyümesi üzerinde daha etkili olduğu için karbondioksit alızegen bulundu. Ancak gezegenler parlak bir yıldızın yanında mum ışığı gibi göründükleri için varlıkları daha çok dolaylı yollardan kanıtlanmakta. Büyük gezegenler yıldızının etrafında dönerken kütle çekimleriyle sürüklüyorlar, bu şekilde yıldız ileri geri sallanıyor. İşte astronomlar bu hareketi ölçüyorlar. 'Hiç kimsenin yapamadığı bir işi yapmak!' işte yaratıcılığın ilk ve son kuralı. Kendi sözlüümüzde meraklıyı “kendisini ilgilendirmeyen bir konuda bilgi sahibi olmaya çalışan kimse' olarak tanımlayan bir kültür, bir Everest, bir Pratt, bir Airy, bir Hilary yetiştiremez. Sir Edmund Hilary’nin Ardından: Teşebbüs YokKazanç Yok Felsefesi Yeni Zelândalı arıcı Sir Edmund Hilary, 11 Ocak 2008'de 88 yaşında vefat etti. Kendi saçma sapan sorunlarına gömülmüş Türkiye dışında, bir arıcının ölümü niçin dünyayı bu kadar ilgilendirdi? Çünkü, 1953 yılında yeni Kraliçe II. Elisabeth tarafından şövalyelik payesiyle onurlandırılan bu mütevâzi adam pek çok meşhur dağcının başaramadığını başarmış, dünyanın en yüksek tepesi olan 8848 metrelik Everest'e tırmanmıştı. Tırmandığı tepe, kendisiyle aynı imparatorluğun bir üyesi olan Albay Sir George Everest'in (17901866) adını taşıyordu. Çünkü Albay Everest, 1805'de başlatılan Hindistan'ın topoğrafik ölçümü işini, basit bir ölçmenin üzerine çıkararak, bilimsel bir deney haline getirmişti. 1847 yılında Sir George, Kalianpur ile Kaliana arasındaki mesafenin ölçümünde trigonometrik yöntemlerle mesafeyi açı cinsinden 5°23'42”,294 olarak bulmuştu. Halbuki aynı mesafe astronomik yöntemlerle 5°23'37”,058 olarak tesbit edilebiliyordu. Dolayısıyla iki yöntem arasında 5”,236'lık bir hatâ olduğu görülüyordu ki bu, 603.750 metrelik bir mesafede (yani altıyüz küsur kilometrede) yaklaşık 154 metrelik bir yanılma demekti. Albay Everest'in üstleri için bu kadarlık bir yanılma payı hiç önemli değildi. Hükumet yapılan işten memnundu. Gel gör ki Albay Everest değildi. Yazdığı kitabında bu nokta üzerinde uzun uzun durdu ve yanılgının herhalde kendi trigonometrik hesaplarına temel olan düşey tesbitinde olduğuna karar verdi. Halbuki o mesafe ölçümleri ne hassasiyetle yapılmıştı. O kadar ki, mesafe ölçümünde kullanılan zincirlerin ısıl genleşme katsayıları bilindiğinden onları belli bir sıcaklık aralığı içinde tutabilmek için kilometrelerce uzanan özel çadırlar inşa edilmişti. Hindistan bu yöntemlerle en güney ucundan Himalayalara kadar geçilirken doğru ölçüm uğruna ölen topoğraf sayısı, 1857 isyanında ölen asker sayısından fazla olmuştu. Everest'in kitabı yayınlanır yayınlanmaz, Cambridge matematikçilerinden papaz John Henry Pratt (18091871) hatanın düşey tesbitinde olamayacağını gösterdi. Çünkü hatâ düşeyde olabilecek hatânın karesinin bir fonksiyonuydu. Halbuki astronomik hatâ doğrudan iki düşey arasındaki farkın bir fonksiyonuydu. Bu basit gözlemden şu çıkıyordu: Çeküller, sanıldığı gibi düşeyi göstermiyordu! Pratt bunun basit bir nedeni olduğunu düşündü: Kuzeydeki dev Himalaya dağlarının kütlesi çekülü kendine çektiğinden düşeyi saptırıyordu. Ancak bunun hesabını yapınca kendisini şoke eden bir sonuçla karşılaştı: Himalayaların kütlesi gerekenden çok daha az gibi görünüyordu. Bu nasıl olabilirdi? Pratt bu sorunu halledemedi. Ancak sorunun çözümü aynı 1855 yılında Kraliyet astronomu George B. Airy'den (18011892) geldi. Airy, Himalaya'nın dünyanın derinliklerine uzanan ve bir buzdağınınkine benzeyen derin kökleri olması gerektiğini gösterdi. İşte merhum Sir Edmund Hilary, bir sorunu çözmedikçe mutlu olmayan bir kültürün, Everestleri, Prattleri, Airyleri yetiştiren bir kültürün arıcısıydı. Bir spor olarak yaptığı dağcılığın kendi zamanındaki en önemli sorunu Everest'in henüz fethedilmemiş olmasıydı. 29 Mayıs 1953 sabahı, Şerpa Tenzing Norgay ile Edmund Hilary bu güçlüğü nihayet yenerek zirveye ulaştılar ve İngiliz İmparatorluğunun aslında bir bilim adamı olan bir albayının adını şerefle taşıyan o muhteşem dağın tepesine gene İngiliz İmparatorluğunun bayrağını diktiler. 'Hiç kimsenin yapamadığı bir işi yapmak!' İşte yaratıcılığın ilk ve son kuralı. İşte kültürümüzde olmayan en önemli bileşen. Muhterem Hocam ve aziz dostum Prof. Dr. Erdoğan Şuhubi bir gün merhum Erdal İnönü'nün kendisine Türkçe bir sözlükte merak kelimesinin karşılığının 'kendisini ilgilendirmeyen bir konuda bilgi sahibi olmaya çalışan kimse' olarak tanımlandığını söylediğini anlatmıştı bana. Bunun peşine düştüm ve Türk Dil kurumu sözlüğünde bahsi geçen tanımın merakın tanımlarından biri olarak verildiğini gördüm. Bir insanı 'ilgilendirmeyen' bir şeyin olacağını kabul edebilen bir kültür, bir Everest, bir Pratt, bir Airy, bir Hilary yetiştiremez. İnsan aklı evrende bildiğimiz en yüce güçtür. Büyük matematikçi ve fizikçi Pascal'in (16231662) dediği gibi 'insan aklında evren kendini tefekkür eder'. Ama, tabiî, 'insan' aklında; her iki ayaklının aklında değil. 100 MİLYON YILLIK ETÇİL MANTARLAR BULUNDU Dinozorlar çağında bile etle beslenen minik mantarlar yaşıyordu. Bu mantarlar, ürettikleri yapışkan halkaları bir tür kement gibi kullanarak solucan ve benzer hayvanları avlıyorlardı. Bu tür mantarların birkaç örneğini şimdi Fransız ve Alman bilim insanları dört kehribar parçasında buldular. Henüz isimlendirilmeyen etçil mantar türü yaklaşık olarak 100 yıllık ve bugüne kadar bilinenlerin en eskisi. Berlin Humboldt Üniversitesi'nden Alexander Schmidt'in Science dergisindeki yazısına göre yeni mantar türünün günümüzde benzer şekilde avlanan etçil mantarlarla hiçbir akrabalığı bulunmamakta. Yapışkan halka tek bir hücreden oluşmakta ve iç çapı sekiz ile on iki mikrometre arasında değişmekte. Günümüzdeki mantarların halkası ise genelde üç hücreden oluşur ve iç çapı küçülebiliyor. Analizler sırasında ilkel mantarın diğer bir özelliği daha keşfedilmiş. Yalnızca ip biçiminde olmay a n mantar, mayamsı kültürler de oluşturabiliyordu. Schmidt bu özelliğe göre mantarın yaşam biçimi hakkında tahminler yürütmekte. Nitekim günümüzdeki mayamsı yapılar, sıvı ortamda yaşayan mantarlar için tipiktir. Kehribar içinde bulunan mantar türleri anlaşıldığı üzere iki ortamda da yaşayabiliyordu ki bu da sudan karaya geçiş evresini göstermekte. İlkel mantarların günümüzdeki etçil mantarlarla ilişkisi olmaması doğanın benzer sistemleri birbirinden bağımsız olarak geliştirdiğini göstermekte, diyor bilim insanları. Nilgün Özbaşaran Dede mı da artıyor. Ancak sonbahardaki sıcak hava bu olumlu etkiyi zararlı hale getirebiliyor. Çünkü bu mevsimdeki sıcak hava bitkilerin ve bakterilerin işini zorlaştırdığı gibi, bitkiyle birleşen karbondioksitin daha fazla açığa çıkmasına yol açmakta. Yapraklar kuruyup dökülmeye başladığı için de karbondioksit alımı azalmakta. İşte bu nedenle kuzey yarımkürede ilkbaharda bitkiler tarafından emilen karbondioksitin %90'ı sonbaharda yeniden açığa çıkıyor diye açıklıyor bilim insanları. GÜNEŞ SİSTEMİ DIŞINDAKİ EN GENÇ GEZEGEN Alman araştırmacılar, Güneş sistemimizin dışındaki en genç gezeni keşfettiler. MaxPlanck Astronomi Enstitüsü'nden yapılan açıklamaya göre, gezegenin merkezi yıldızı henüz yeni doğduğu için etrafında ne gaz ne de toz diski bulunuyor. TW Hydrae b olarak adlandırılan gezegenin kütlesi, Güneş sistemimizin en büyük gezegeni olan Jüpiter'den on misli fazla. Gezegen, merkezi yıldızının çevresini 6 milyon kilometre mesafeden sadece 3.56 günde tamamlıyor. Dünyamız, Güneş’ten 120 milyon kilometre, Jüpiter ise 780 milyon kilometre uzaklıkta yer almakta. Kısa bir süre önce Nature dergisinde yayımlanan gözlem bilgileri, gezegen oluşumunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı oldu. Mesela bilim insanları artık bir gezegenin ne kadar sürede oluştuğunu hesapladılar. Gelişimin sekiz ila on milyon yıldan daha uzun sürmediğini söyleyen astronomlar, TW Hydrae b gezegenine ait merkezi yıldızın on milyon yıl yaşında olduğuna inanıyorlar. Oysa bizim Güneşimiz 500 misli eski. Güneşötesi gezegenlerin sistematik olarak araştırılması 1990'lı yıllarda başladı ve o zamandan bu yana 250'yi aşkın güneşötesi ge CBT 1087/5 18 Ocak 2008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle