Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAĞLIKKALP GÖNÜLDEN BİLİME Ahmet İnam Kalp hastalıkları önlenebilir! Kalp hastalarına iş işten geçtikten sonra, yaşam biçimlerini değiştirmeleri için “nafile öğütler” verilmektedir. Yılların alışkanlıklarını değiştirmek mümkün olmadığı gibi, kalp ve damarlarda meydana gelmiş olan değişikliklerin geri dönüşü de mümkün değildir. Sağlıklı yaşam alışkanlıklarının kazanılması için çocukluk dönemine müdahale etmek gerekir. İlköğretim okulları bunun için uygun yerler olabilir. Prof. Dr. Ferit Koçoğlu, Cumhuriyet Üniversitesi, fkocoglu@cumhuriyet.edu.tr Bir başkasının benim çevremi düzenleme hakkı var mıdır? İnsanın Mekânı Elinde midir? Acaba geleceğin dünyasında, insanların öyle bir çevre duyarlılığı, öyle bir olanağı olacak mı ki, (belki herkesin olmayabilir, ama gönül herkesin olsun istiyor; hani “kendin pişir, kendin ye” gibi!) kendi çevreni düzenleyebileceksin; yaşam, siyasal ve toplumsal düzen ona izin verecek. Bu belki de olanaklı değildir, çünkü arada büyük çatışmalar çıkabilir. İktidarlar çevre düzenlemesinde söz sahibi çoğunlukla. Ekonomik gücü olanlar gidiyor, kentin dışında bir yerde arsa alıp, orada belki gönlünce bir mekân düzenlemesi yapmaya çalışıyor. Çevre düzenlemelerinde o çevrede yaşayacak insanların onayını, görüşünü, katkısını almak gerek. Oysa, çoğunlukla çevre bize buyruluyor, dayatılıyor. Belki de böylesi dayatmalara alıştığımız için, içinde kendimizi hazır bulduğumuz çevreninin dışında farklı çevreler olabileceği konusunda bir fikrimiz yoktur, çünkü biz çevrenin nasıl bir şey olduğunu, yüzlerce yahut da binlerce yıldır atalarımızdan, geçmişimizden devraldık. Ev dediğin böyle bir şey olur, tavanı olur, duvarları olur, penceresi olur, bir zemini olur diye düşünüyoruz, ama bunların dışında ne gibi mekân düzenlemeleri olabilir? (Bunları düşünemiyor, yaşadığımız mekânı sorgulayamıyorsak, böyle bir mekânda yaşamayı hak etmişiz demektir!) Böyle bir sorgulama, elbette mimarların, şehir plancılarının uğraştığı bir alanda müthiş çalışmalar isteyen araştırmalar gerektirir. İnsan dediğimiz varlığa en yakışan, olabildiğince sıkıntılardan, kaygılardan arınabileceği, insanın insan olarak içinde özgür, özerk biçimde kendini gerçekleştirip yaratıcı olabileceği, tarihiyle, geçmişiyle, geleneğiyle de bağlantı kurabileceği mekân düzenlemeleri nasıl olmalı? Burada olağan ki, siyasal sorunlar da var: Kim düzenleyecek benim mekânımı ve ne hakla? Mekânım düzenlenirken bana fikrim soruluyor mu? Uzmanlar diyebilir ki, “senin fikrin sorulamaz, sen anlamazsın mekândan, uzmanı anlar”. Uzman gelir, düzenler, sen de oturursun. Gerçekten yaşadığımız mekânların nasıl düzenleneceği konusunda bizim hiç bir fikrimiz olmayabilir mi? Diyelim ki fikrimiz var, peki gücümüz var mıdır? Kim şu anda yaşadığı mekândan memnundur, kim gönlünce bir mekânda yaşayabiliyor? Gönlünce bir mekânda yaşamak ne demektir? Bütün bu soruları sorduğum zaman, güdümlü mekân sorusu gerçekten içinde büyük siyasal, ekonomik, toplumsal problemler çıkarıyor karşımıza. En azından Foucault'nun çalışmalarından biliyoruz ki, iktidarlar iktidarlarını, güçlerini mekânlar aracılığıyla da insanlara dayatıyorlar. Yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra bunları anladık: İşte bir hapishane düzeni var örneğin, hastane düzeni var, oraya girdiğiniz zaman gücü hissediyorsunuz, o mekân içerisinde bulunmuş olmak, siyasal iktidara boyun eğmeyi gerektiriyor. Böyle insanı ezen bir tarafı var, mekânın. İnsanı ezmeyen,canından bezdirmeyen bir mekân düzenlemesi yapılabilir mi? Herkes kendine göre bir mekân düzenlemesi yapabildiği bir dünyada yaşanır mı? Çünkü bir arada yaşadığımıza göre, bunlar arasında bir uyum olması lazım. Mekân sınırlıdır, herkes kendine göre bir köşede bir yaşam alanı oluşturamayacak. Birliktelikler gerekiyor, ama o birlikteliği kim düzenleyecek ve ne hakla düzenleyecek? İnsanlara mekân sunduğunuz zaman, bunu hangi hakla sunacaksınız, mekân düzenleme hakları insan hakları arasında önemsenen haklar mıdır? “Hiçbir insana zorla bir mekân dayatılamaz, mekân düzenlenmesi özgürce diğer insanların bağımsızlıklarına saygılı olarak yapılmalıdır” deniliyor mu? Yoksa bu mekânların düzenlenmesiyle ilgili insanlarda bir bilinç eksikliği mi var? Çok mu abartıyoruz bu mekân düzenlemeyi? “Mekân önemli değil kardeşim, hangi mekânda olursa olsun, ben yaşarım ha çadır olmuş ha taş olmuş, gönlümüz hoş ise her yer saray” mı demeli? Yoksa dünyanın şu hâli içinde mekân sorunu çok mu lüks kaçıyor? İnsanların açlıktan, terörden, türlü zulümden öldüğü bir dünyada, nasıl bir mekân düzenlemesine lâyıktır insan? S osyal hekimlik anlayışına göre, toplum sağlığı açısından en önemli hastalıklar en çok öldüren, en çok sakat bırakan ve en çok görülen hastalıklardır. Bu bakış açısıyla ülkemizde en önemli hastalıklar kalpdamar hastalıklarıdır. Çünkü kalpdamar hastalıklarından ölümler bir yıldaki tüm ölümlerin neredeyse yarısını (% 48) oluşturmaktadır(1) ve yetişkin nüfusun yarısından fazlası ya bu hastalıklara yakalanmış ya da risk altındadır. Kalpdamar hastalıklarının temelinde % 2125 genetik faktörler, % 922'sinde çevresel faktörler ve % 5054'ünde de kötü yaşam biçimleri yatmaktadır(2). Kötü yaşam şekillerinin başında ise sigara, şişmanlık, hareketsizlik ve sebzemeyve tüketimin azlığı gibi birbirini destekleyen ama kontrol edilebilir şeyler gelmektedir. Genetik yatkınlığı olan kimselerin hastalanmasında da belirleyici etken yaşam biçimidir. Ülkemizde koruyucu hekimlik anlayışı pek gelişmediğinden, hastalıkların önlenmesinden ziyade tanı ve tedavisine ağırlık verilmektedir. Durmadan yeni kalp merkezleri açılmakta, hastaneler sürekli yeni tanı ve tedavi teknolojileri ile donatılmaktadır. Tamamen ticari bir hüviyete “dönüşen” sağlık sektörü için, kalp hastalıkları altın yumurtlayan bir tavuk gibidir. Bir sürü tetkik, ilaç ve cerrahi girişimden ve iş işten geçtikten sonra, hastalara yaşam biçimlerini değiştirmeleri için “nafile öğütler” verilmektedir. Oysa yılların alışkanlıklarını değiştirmek kolay olmadığı gibi, kalp ve damarlarda meydana gelmiş olan değişikliklerin geri dönüşü de mümkün değildir. Sağlıklı yaşam alışkanlıklarının kazanılması için çocukluk dönemine müdahale etmek gerekir ve ilköğretim okulları bu müdahale için ideal yerler olabilir. İlkokullardaki “Hayat Bilgisi” dersinin öncelikli hedefi de uygulamalı bir şekilde sağlıklı yaşam alışkanlıklarını kazandırmak olmalıdır. NELER YAPILABİLİR? Örneğin “beden eğitimi ve spor” dersleri her gün yapılabilir. Öğrencilere sütten başka her gün iki defa ücretsiz meyve yedirilebilir. Okul kantinlerinde zararlı yiyecek ve içecekler bulundurulmaz, kepekli un ürünleri, ayran, meyve vb yararlı yiyecekler bulundurulur. Öğretmenler okulda kesinlikle sigara içmezler. Bunların yanı sıra, el temizliği, diş fırçalama vb birçok başka sağlıklı yaşam davranışları geliştirilebilir, temel sağlık bilgileri öğretilebilir. Okul dışında da, sağlıklı yaşam davranışlarının devlet tarafından ekonomik yaptırım, teşvikler ve eğitsel kampanyalarla desteklenmesi gerekir. Örneğin, sebzemeyve, kepekli tahıl ürünleri, zeytinyağı, yağsız süt ürünleri vb sağlıklı yiyeceklerin fiyatları, subvansiyonlarla, en fakir kimselerin bile alabileceği kadar ucuzlatılabilir, zararlı şeylerin fiyatları ise caydırıcı olacak şekilde vergi, zam vb. yöntemlerle artırılabilir. Kapalı alanlarda sigara yasağı katı bir şekilde uygulanabilir. Her mahalleye spor tesisleri yapılabilir, çocuklara, gençlere spor giysi ve gereçleri ücretsiz dağıtılabilir, bütün TV kanallarında zorunlu “sağlıklı yaşam programları” yayınlanabilir, vs vs.. Devletin teşvikler için yapacağı harcamalar, bir süre sonra kalp hastalıkları için yapacağı harcamalardan fazlasıyla tasarruf edilecektir. Kalp hastalıklarını önlemeyi benimseyen “karar vericiler” doğal olarak sağlık hizmetlerinin organizasyonunu ve tıp eğitimini de gözden geçireceklerdir. Bunun ayrıntıları başka bir yazının konusu olabilir. KAYNAKLAR 1 Türkiye Hastalık Yükü Araştırması 2004. Sağlık Bakanlığı RSHMHıfzıssıhha Mektebi Müdürlüğü, Ankara, 2006. CBT 1063/11 3 Ağustos 2007