Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
AYLAK BİLGİ Tahir M. Ceylan tmceylan@superonline.com korunagelmiştir. Bulunan heykelcikler arasında en çok mamut tasvirlerinin bulunması, buz devri insanının bu hayvana büyük bir ilgi gösterdiğini ortaya koymakta. Chauvet mağarasının ilk dönemlerine ait duvar resimlerinde de genelde mamutlar var. Aslında bu pek de şaşılacak bir şey değil. Sonuçta mamut buz devri tundrasının en büyük hayvanıydı ve bol miktarda besin demekti. Erkekte değil kadında, dağda ormanda dolaşmış değil ama, apartmandan çıkmamış kızda yılan korkusu olur. Bunun, insanın ilk yıllarına dayanan, ormanda çocuğunu yılandan koruma içgüdüsüyle ilişkili genetik bir iz olduğu düşünülür. Korkudan Zevk Almak Korkudan korktuğunuz zaman korkak olursunuz. 360 derece dönen ray kızakları üzerinde hızla gitmek mesela korku yaratır insanda. Hızlı dönüş sırasında merkezkaç kuvvetinin etkisiyle kalpten kan hızla çevre damarlara yayılır, kalp kansız bomboş kalır; bu da korkuyla birlikte ilginç biçimde gevşeme sağlar. Araştırıcılar, kıvrılıp giden bir ray üzerinde fır fır dönen bu alete karşı korkusunu yenenlerle konuştuklarında, onların bu işten ölümüne korktuğunu, buna rağmen korkmaya karşı mazohistik bir duyguyla bağımlılık yaşadıklarını, bundan bahsederken de ağızlarını yayarak güldüklerini fark etmişler. Korkmayı önleyemeyiz ama ondan zevk almayı öğrenebiliriz. Tehlikeli oyunlara bağımlılık geliştiren herkeste vardır bu zevk. Kalpten kan boşaltmak... Kalbin boşken ve fakat kolun bacağın capcanlıyken otuz saniyelik bir ölüm yaşamak, yaşama ölümü ya da ölüme can katarak varolmak... Zevk budur. Kimse gevşeyerek, tatile çıkarak, eğlenceye dalarak yani korkudan kaçarak korkusunu yenemez, ancak ondan zevk alarak yenebilir. Beynimizin limbik bölgesi (beynin eski bölgelerinden) cahildir, buna karşılık beyin kabuğu (yeni bir bölge) akıllıdır. Cahil bölge enerjik olmasına rağmen öğrenemez, örneğin bir kadına yılanın zehrinin alındığını söyleseniz de laf anlatamazsınız, o korkmaya devam eder, çünkü limbik bölge mantık kuramaz. O, bir hayvan gibi ya korkar ya da zevk alır. Onun lisanıyla konuşmamız gerekirse: Korkudan korkmak işimize gelmediğine, limbik bölge de başka yol bilmediğine göre korkudan zevk almayı öğrenmek akıllıca olur. 1563 Eylül’ünde İstanbul'da görülmemiş bir sel olmuştu. O sırada Çekmece taraflarında avda olan Sultan Süleyman korkmuş ve irikıyım bir adamın omzunda çatıya tırmanarak ancak kurtulmuştu. Selden sonra ama Çekmece'ye bugünkü o zarif köprüyü yaptırıp, sık sık üzerinden geçerek korkusunu zevke dönüştürmüştü. Bir çocuk basit şemalarla doğar. “Acıysa uzaklaş, tatlıysa yaklaş” gibi basit, şartlı, tek emirli reçetelerdir bunlar. Zamanla değişirler, “acıysa kaç” emri, “acıya dayanmak tatlı şeyleri elde etmenin yolu olabilir” diyen bir bilgiyle yer değiştirir mesela. Çocuğun bunu öğrenmesi için deney yapması şarttır. Piaget (İsviçreli bir psikolog) bunun için çocuklara, “Onlar deney adamıdır” demişti. Bir çocuk ne kadar deney yapar ve şemalarını ne ölçüde değiştirirse o kadar hızlı gelişir. Şema değiştirme gücü insanın uyum gücüdür. Yeniye uyum, şemanın bağlayıcı katılığından uzaklaşmakla mümkündür. Bunu yapamazsa çocuk, şemasını kırmamak için, sonraki yıllarda bir dogmaya sarılmak zorunda kalır. Bu durumda dogması olanların gerçekte iddiaları değil, korkuları olduğunu söyleyebiliriz. Yılandan korkmak kadar yılan korkusundan korkmak da bir dogmadır, onun için yılan korkusundan hoşnut olmak, yılana karşı atılacak çığlıktan zevk almak korkuyu bitiren asıl anahtardır. Mahler'in hayatı acı ve ölümle geçmişti, kardeşinin intiharı, kızının kızıldan ölümü, her şeyin üzerine tuz biber ekmişti. Ölümün yanında öyle mesleki acılar da duymuştu ki, eğer Mahler, konser salonunda tavandan akan suyu temizlemezse, Barok dönemin ağır parçalarını orkestrası, bir karış suyun içinde çalardı. Freud psikoterapiyle onu, ölüme ve acıya karşı zevke değilse bile aldırmazlığa alıştırmıştı. O da bu huzurla dogma yıkmak peşine düşüp işi din değiştirmeye kadar götürmüş, Musevilikten İseviliğe dönmüştü. Psikologlar korkulu işe girişeceğinizde “Bir şey olmaz” diyerek kendinizi teselli etmeyin, korkarmış gibi çığlık atın, sonra da ondan zevk alın derler. Limbik bölge yeryüzünün en cahil yapısıdır, cahiller öğretilerek değil, cezalandırılarak ya da zevk verilerek, yani şartlandırılarak eğitilebilir. Silah taşıyanları da, gerçek ya da hayali korkusu olanlar olarak görebiliriz. Ülkemizde silah isteyenlerin üçte birinin kuşkucu, onda birinin de bencil olduğu tespit edilmiş (Özalp, Anadolu Psik. Derg, 7:3, ek sayı). II. Abdülhamid, meşrutiyetin ilanından sonraki ilk cuma selamlığa çıkacağı an Yıldız Sarayı'nın etrafını saran mahşeri kalabalıktan korkmuş ve ne kadar silah varsa üzerine kuşanmıştı. Abdülhamid korkuyu zevke dönüştüremediği için ondan kurtulamamıştı. Rockefeller'in bir sözüyle bitirelim: Hiçbir şeye sahip olmak istemem, ama her şeyi kontrol etmek isterim. Ve son söz: Korkmak kontrol edilmekse, zevk duymak kontrol etmektir. www.crsm.net CEPTEKİ MUSKA MI? Fakat bu büyüklükteki hayvanı avlamak elbette ki çok zor ve tehlikeliydi. Oysa arkeologların buldukları mamut heykelcikleri ne kadar da masum görünüyorlar. İnsanoğlu yaratıcılığıyla dev yaratığın ruhuna ulaşmak için cebe sığacak kadar küçülterek bir muskaya dönüştürmüştü. Mamut avcılığı öte yandan çok sayıda kurban alıyordu. Tarihöncesi avcılar işte bu nedenle büyüden medet ummaya başlamışlardı. Aslında bu teori buluntularla da doğrulanabiliyor. Buz devri insanı genelde hep büyük ve yırtıcı hayvanları tasvir etmiş. Çok sayıda yumuşakça kabuğu bulunmasına rağmen, bugüne kadar örneğin bir salyangoz resmi veya heykelciği bulunmadı. Hatta çiçekler ve diğer bitkilerle ilgili tasvirler de yok. Yırtıcı hayvanlar her zaman en önemli motif olarak kullanılmıştır geçmişte. Örneğin aslan modern zamanlara kadar kralların sembolleri olmaya devam etmiştir. Arkeologların çoğu Prehistorik döneme ait insan/aslan figürünün de bir şamanın tasviri olduğuna inanıyorlar. Bu tür hibrit heykelcikler Orinyasyen döneminde de bol miktarda üretilmiştir. Tabii bunların şaman olup olmadığı kesin olarak bilinemiyor ama Taş devrindeki Venüs heykelcikleri: Anatanrıça mı, seks sembolleri mi? son Paleolitik döneminde bile heykelciklerle vahşi doğaya karşı koymaya çalışan “büyücülerin” yaşadığı bir gerçek. Fakat yaklaşık olarak 12.000 yıl önce buz devri “sanatçıları” arasında yeni bir akım yayılıyor: çıplaklık ve cinsel organlarının abartılarak betimlenmesi. Bu tür heykelcikler Pireneler'den Rusya'ya kadar görülmekte. Heykelciklerde memeler, cinsel organ ve kalçalar dikkat çekici bir şekilde tasvir ediliyordu, bedenin diğer bölgeleri önemsizdi. ANA TANRIÇA TEZİ Bunlardan en ünlüleri olan “Willendorf” heykelciliğinin bulunmasından sonra uzmanlar arasında bir “ana tanrıça” tezi atıldı ortaya. Şişman kadın heykelcikleri doğurganlığı simgeliyordu. Fakat heykelcikler aslında hamile kadından ziyade şişman kadınlara benziyorlar. Bazı arkeologlar bu yüzden venüs veya ana tanrıça heykelciklerinin doğurganlığı simgelemediğini düşünüyorlar. Sonuçta buz devri insanı çok zor koşullar altında yaşıyordu ve her yeni bebek annenin sırtında bir yük demekti. Dolayısıyla da buz devri dünyasının bir seks cenneti olduğu düşünülemez diyor uzmanlar. O halde bu heykelcikler daha çok cinsel içgüdünün bastırılması sonucunda doğmuş olabilirler. Eskiçağda cinsel içgüdünün kontrol edilmediği topluluk neredeyse yok gibidir. Mesela İştar'ın onuru için gerçekleştirilen karnaval günlerce sürerken tüm tabular yıkılıyordu ama insanlar yılın diğer zamanlarında yine “edepli” davranmak zorundaydılar. İşte arkeologlar buz devrinde de buna benzer bir geleneğin yaşandığını düşünüyorlar. Bakalım bu teori hangi yeni buluntuya kadar geçerliliğini koruyacak? Derleyen Nilgün Özbaşaran Dede CBT 1063/10 3 Ağustos 2007