Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP rak, sosyologlarla tartışsın! CUMHURİYET+ LAİKLİK! Koçak, sadece Cumhuriyetçi olmanın, rejimi demokrat hale getirmeye yeterli olamayacağını belirtirken (s.642), Atatürk Cumhuriyeti'nin Cumhuriyet kadar önemli diğer bir niteliğinin de laiklik olduğunu dikkate almıyor. Bu nitelik, Koçak'ın değerlendirmelerinde hiç yok! Cumhuriyet ve laikliğin ortak süreçte nasıl bir toplum modeli yaratabileceği konusuna, siyasal ilişkiler tarihçiliğinin dışında kalsa gerek, girmemeyi tercih ediyor! Şimdi son bir önemli noktaya daha değineceğim ve kapatacağım: Duverger otoriter ve totaliter tek parti rejimleri arasında ayırım yapıyor ve CHF'yi (Cumhuriyet Halk Fırkası'nı, CHP) birinci kategoride görüyor. Koçak'a göre ise bunlar arasında fark yok. Ona göre Duverger bu ayrımı şunun için yapıyor: Batı Avrupalı ülkeler, otoriter ülkelerle işbirliği yapabilmek için, otoriter/totaliter ayırımı yapmaya ihtiyaç duyuyorlardı, Duverger bu ayrımı yaparak, Avrupalı ülkelerin vicdanlarını rahatlatıcı görev yaptı! Koçak siyahbeyaz görüyor! Bunu söylemesine rağmen, Koçak, CHF klasik anlamda tam totaliter parti olamamıştır, bunu örgütsel olarak sağlayamamıştır, rejim içindeki siyasi rolü bakımından olamamıştır, diyor ve bu noktada rejimin “idelolojik zayıflık” gösterdiğini yazıyor. Ama, CHP'nin, totaliterliğin diğer bütün özelliklerini de koruduğunu dile getiriyor. “İdeolojik zayıflık göstermeyi ve totaliter parti olmamayı”, Atatürk ve CHF'nin bir tercihi olarak değerlendirmek, daha “bilimsel bir usavurum”dur ve çıkarımdır! Çünkü bu bir olgudur! Ama Koçak olgudan çok, kendi sübjektif değerlendirmesine sığınıyor. Çünkü, bu olguyu kabul etmesi CHF'nin demokratik eğilimleri içinde barındırdığını da söylemiş olacaktır! Ayrıca Atatürk ve CHF, 1938'e kadar, tek parti rejiminin sürekliliğini yasallaştırmadı! 1938'de yasallaştırdı! Neden? Koçak, bu yasallaştırmayı CHF'nin totaliterliğine ve kendi tezine kanıt olarak sunuyor! Burada da yanlış bir çıkarım yapacağına, daha doğru bir gerçeği görmeşye çalışmalı, 1938 gibi çok tarihsel bir aşamada hükümetin neden buna gerek duyduğunu araştırmalı. Atatürk'ün durumuna (1938'de vefat etti) ve kapıda bekleyen İkinci Dünya Savaşı'na bakmalı! Dr. İnce’nin başarısı Prof. Dr. Taner Derbentli, İTÜ Makina Fa T KİTAPTAKİ BELGELER NE? Koçak'ın kitabındaki belgelere ve içeriğine gelince: Bunlar, Koçak'ın tezini çürütecek belgelerdir aslında! Hepsi, CHP iktidarının yeni bir parti ve bu partinin iktidar alternatifi olma olasılığına karşı doğal tepkisinin bir yansımasıdır! CHP iktidarı, Fethi Okyar'ın partisinin gelişme ve büyümesini engelleme girişimlerine başlıyor... Devlet gücünü ve otoritesini de kullanarak... Bu belgeler rekabetin belgeleridir! Şüphesiz, CHP ana eğilim olarak, tek parti olma avantajını kaybetmek istememektedir! Atatürk'ün; 1) CHP'nin bütün ülkede örgütlü bu tutumunu değiştirecek gücünün belki de olmadığını söylemek; ve/veya 2) Fethi Okyar'ın tetiklediği kitlelerin niteliğinin de devrimleri ilerletecek ve ülkeyi çağdaş olarak daha ileriye taşıyacak bir içerikten yoksun olduğunu saptaması ile, Serbest Cumhuriyet Fırkası deneyimine son vermek gerektiğini düşündüğünü ileri sürmek gerçeklere uygun düşer... Mustafa Kemal Paşa, henüz çok partili sisteme geçmek için yapılacak çok şey ve alınacak daha çok yol olduğu gerçeğini gördü ve gelecekte demokrasinin sağlıklı inşası için hemen kolları sıvadı!... Bence, iyi de yaptı! Özetlersek: Atatürkçülük bir siyasi felsefe olarak demokrasiyi doğurabilecek, çok partili rejime geçebilecek olguları içinde taşıyordu. Koçak'ın bundan “korkması” gerekmiyor! kültesi Dekanı, mkndekan@itu.edu.tr ürkiye'de bilimsel araştırmanın bir takım oyunu olduğunun ayırdında değiliz. Birbirimizi kırmadan karşılıklı eleştiri yapabildiğimiz, kaynakları, yeni düşünceleri ve araştırma yükünü paylaşabildiğimiz, birlikte taktik ve stratejiler uygulayabildiğimiz ortamları oluşturamıyoruz. Sayın Bursalı, Cumhuriyet Bilim Teknoloji Dergisi'nin 1065. sayısında yer alan ve Dr. Tan İnce'nin kanser kök hücreleri üzerindeki başarılı çalışmalarını konu eden yazınızı sevinçle okudum. Konu ile ilgisi olmasa da, Dr. İnce' nin, şair, yazar ve sanırım öğretim üyesi Özdemir İnce'nin oğlu olmasından dolayı ayrı bir mutluluk duydum. Bir makina mühendisi olduğum için konu üzerinde bilimsel görüş belirtemem, ancak yazıyı okuduktan sonra aklıma takılan bir iki noktayı sizle paylaşmak istedim: Yazıda Dr. İnce'nin Türkiye'de tıp okuduktan sonra doktora çalışmalarını ABD'de sürdürdüğünden söz ediliyordu. Keşke Dr. İnce'nin okuduğu Tıp Fakültesinin adı da burada yer alsaydı. Kuşkum yok ki Dr. İnce bu fakültede sağlam temel bilgiler almıştır. Türkiye'de birçok üniversitede ve birçok alanda lisans eğitimi oldukça iyidir. Programlarımızı bitiren çok sayıda öğrencimiz lisansüstü çalışmalar için ABD'nin önde gelen üniversitelerine kolaylıkla kabul edilirler hatta burs bulurlar. Ne yazık ki lisans eğitiminde gösterdiğimiz başarıyı lisansüstü eğitimde gösteremiyoruz. Bunun birçok nedeni var. Parasal kaynakların kısıtlılığı, var olan paranın rahat kullanılamaması, üniversite sanayi ilişkilerinin zayıflığı neden olarak gösterilebilir. Ancak kanımca daha önemli iki neden daha var. Birincisi, başarılı lisans öğrencilerimi zin büyük bir bölümü lisansüstü çalışmalarını yapmak için yurtdışına gidiyorlar. Büyük ölçüde haklılar da. Ama biz Türkiye ve Türk bilim insanları olarak bu değerli kaynaktan yoksun kalıyoruz. İkincisi, bilimsel araştırmanın bir takım oyunu olduğunun ayırdında değiliz. Birbirimizi kırmadan karşılıklı eleştiri yapabildiğimiz, kaynakları, yeni düşünceleri ve araştırma yükünü paylaşabildiğimiz, birlikte taktik ve stratejiler uygulayabildiğimiz ortamları oluşturamıyoruz. Başarılarımız genellikle bireysel başarılar. Oysa Dr. İnce'nin birlikte çalıştığı ekip R. Weinberg, A. Richardson, G. Bell, M. Saitoh, S. Godar ve J. İglehart olarak belirtiliyor. Sayın Bursalı, sizin de yakından bildiğiniz gibi bu ülkede yetişmiş birçok insan yurt dışında büyük başarılara imza atmıştır. Bu insanların yetişmesinde ilk, orta, lise ve üniversite öğretmenlerinin önemli katkıları olmuştur. Haziran ayı başında İTÜ ile Mardin Valiliği ve Belediyesi arasında hazırlanan bir bilimsel işbirliği protokolünün imza töreni için, İTÜ Yönetim Kurulu olarak Mardin' e gittik. Savur ilçesini ziyaretimiz sırasında da güzel bir rastlantı olarak Aziz Sancar' ın bir kaç gün önce Koç Topluluğunun verdiği bir bilimsel ödülü kazandığını öğrendik. Sancar, ilk ve ortaokulu Savur' da, liseyi ise Mardin' de okumuştur. Bize eşlik eden İTÜ öğretim üyesi Y. Doç. Dr. Yüksel Demir'in verdiği bir bilgi beni hem düşündürdü, hem de hüzünlendirdi. Aziz Sancar'ın Mardin'de okuduğu yıllarda Köy Enstitülerinden yetişip de, orada görev yapan değerli öğretmenler varmış. Bu kişilerin orada okuyan öğrencilerin gelişmelerine büyük katkıları olmuş. Kim bilir Aziz Sancar'ı bilimsel araştırma heyecanı ile tanıştıranlardan biri de belki bu öğretmenlerdendir. Bataklık ve Kemalizm İbrahim Gedik, (Jeoloji Y.Müh.) Sayın Bursalı, CBT'deki (3 Ağustos) seçim sonuçlarıyla ilgili görüşlerinize katılmamak mümkün değil. Ancak, Celâl Hocanın da belirttiği gibi, dine dayalı cehaletin bu sonucun elde edilmesinde çok büyük bir payı olduğuna inanmaktayım... Bizim çocukluk ve gençlik yıllarımızda (1950 doğumluyum) bırakın başı örtülü kız çocuğu, başı örtülü genç kız dahi yoktu. Nereden türedi bunlar? Atatürk'ün ilkeleri adına yapılan bir darbenin anayasasında din dersi zorunlu hâle getirilirse sonucun bu olacağı kaçınılmaz. Anayasa ve imamhatip desteğiyle oluşan dinsel iklimde, bu durumdan başka neyin yeşermesi ve yetişmesi beklenebilirdi ki? Bu ortamın nasıl yaratıldığını, on yıllardır Keçiören'de (Ankara) adım adım izlemekteyim. Sadaka kültürü tek yönlü değil, iki yönlü işliyor. Çevremdeki kapalı kadınlar hergün bir evde toplanıp yardımlaşmayı ve beyin yıkamayı canlı tutuyorlar. Öğrencilere (kendi görüşlerindeki) "sevap olur" söylemiyle gerek parasal ve gerekse de eşya olarak yardım topluyor; yani dileniyor; çünkü, başkaları da kendi çocukları için yardım istiyor. Fetullah Gülenci abiliablalı ışık evlerinde de çocuklar bataklıkta yetişen sivrisinekler gibi yetişiyorlar. Böyle bir ortamda hangi halktan sözediyor AKP'liler? Başka bir konu, "Kemalizm". Bana göre, Kemalizm sadece CHP'nin amblemindeki altı oktan ibaret değil. Eğer Kemalizm bu ise, bu dogmatikliği temsil eder. Böyle bir durum ise, Mustafa Kemal Atatürk'ün ruhuna, yani CBT'de 1000. sayıdan buyana yer alan "Manevi Mirasım Akıl ve Bilimdir!" düsturuna aykırıdır. Asıl Kemalizm, bu düsturdur. Altı ok, bu düstur doğrultusunda zamanla değişebilir ilkelerdir. CBT1066/22 24 Ağustos 2007