Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
neden olmuş olabilir”, “bu sonu hazırlamış olmalıdır..” biçimindeki cümle kuruluşlarıyla “olgusalbelgesel tarihçilik” yapmaktadır! SİYASAL TARİH YORUMCULUĞU Bu nokta önemlidir, çünkü bu çıkarımlar, tarihçimizin, ana tartışma konumuz olan “Atatürkçülük siyasi felsefe olarak otoriterliğin dışında asla tanımlanamaz. Atatürkçülük çağdaş demokrasiye izin verir mi? Korkarım vermez” düşüncesinin dayanağıdır! Ama bunun dışında, kaynak zenginliği bakımından iyi bir çalışma ortaya çıkarmıştır Koçak. Ben yararlandım! Ama Koçak, bu değerlendirmeleriyle, belgesel tarihçilik değil sadece “siyasal tarih yorumculuğu” yapıyor. Koçak resmi görüşü eleştireceğim diye, ileri sürülen bütün argümanları “çürütmeye” kalkışıyor. Burada ana hedefi de, Maurice Duverger'in tek parti iktidarını açıkladığı (demokrasiye geçişi hazırlayan) “vesayetçi tek parti rejimi” teorisi. Duverger, Demokrat Parti'nin kuruluşuyla birlikte çok partili rejime geçilmesini, teorisinin doğrulanması olarak görüyor. Koçak ise, hayır, CHP İkinci Dünya Savaşı sonrası koşullarda çoğulcu sisteme geçmek durumunda kaldı, diyor. Duverger'in tezini çürütmek için, bu teze göre, “bütün sosyalizm modeli de aslında çoğulcu demokrasi öncesinde yaşanan vesayetçi tek parti rejimi olduğu söylenebilir...”, çünkü bu ülkelerin çoğu çok partili sisteme geçtiler, diyor. Doğu Bloku'nun Berlin Duvarı’nın altında kaldığı, Batı kapitalizmi karşısında sistemin ekonomik ve teknolojik savaşı kaybederek tam anlamıyla çöktüğü büyük sosyolojik olayı görmek istemiyor! Ayrıca bu ülkelerdeki sosyalist partilerin hepsi, çok partili sistemleri reddetme temelinde kurulmuştu! Öyle bir niyetleri hiç olmamıştı! Türkiye ile Doğu Bloku'nun çökmesi ve demokrasiye geçilmesi arasında bir benzerlik kurulabilmesi için CHP iktidarının 1945'te en azından savaşın sonucu olarak çöktüğünü ileri sürmesi gerekir! Koçak'ın, Atatürk dönemi CHP'sinin “vesayetçi tek parti rejimi” olmadığına ilişkin en önemli savlarından biri de şu: CHP tek parti iktidarının geçici olduğunu, ileride çok partili rejime geçmeyi amaçladığını halka ilan etmedi ki! Belgeci tarihçimiz verilmiş bir söz bulamıyor! Bulsaydı eğer, belki de bu kitabı yazmayacaktı! CHP söz vermediğine göre, demek, demokrasiye geçmek gibi bir niyeti de yoktu veya olamazdı! Demek toplumsal ve siyasal tarihi birtakım sözler ve vaatler yönetiyor!!! Koçak'ın kitabındaki belgelere ve içeriğine gelince: Bunlar, Koçak'ın tezini çürütecek belgelerdir aslında! Hepsi, CHP iktidarının yeni bir parti ve bu partinin iktidar alternatifi olma olasılığına karşı doğal tepkisinin bir yansımasıdır! CHP iktidarı, Fethi Okyar'ın partisinin gelişme ve büyümesini engelleme girişimlerine başlıyor... Devlet gücünü ve otoritesini de kullanarak... nasıl etkileyecektir, bunlar Koçak'ın ve kitabın sorunu değil! Toplumların, rejimlerin gelişimini, Koçak gibi açıklamaya kalkışsaydı bilim, herhalde hiç bir şeyi izah edemezdi! Atatürk'ün SCF'yi kendine bağlı ve Meclis'te ikinci bir elit parti niyetiyle kurdurmuş olabileceği, Koçak'ın mesela üzerinde durduğu tezlerden biri. Ama bu tezini de kendisi “çürüterek” reddediyor! Koçak sonuçta ikinci bir elit parti kurma niyetinin bile, önemli sosyolojik ve siyasal sonuçlarını görmüyor. Bu girişimde bile, Mustafa Kemal'in bir şeyler aradığını, siyasal durumdan memnuniyetsizliğini, tek parti rejimini aşma düşüncesini görürüz. Ama olaya “katakulli” aramak için bakanlar, görmez! Bu girişimin nitekim, kalıcı ve ileriye yönelik sonuçları olur. En önemlilerinden biri de, Atatürk'ün SCF deneyiminden sonra, ülke inşasına daha temel olarak yönelmesidir. nu, Danıştay kuruluşu; 28'de Yeni Türkçe alfabe hazırlıkları başlamış, ilk kadın avukat işe başlamış, Latin harfleri kabul edilmiş; 29'da Millet Mektepleri açılmış, Çocuk Bayramı kabul edilmiş; Dış ülkelere Türk öğrencileri gönderme yasası… SCF DENEYİNDEN SONRASI SÜRECİN BÜTÜNÜNE BAKMALI SİYASİ İLİŞKİLER TARİHÇİLİĞİ Koçak'ın tarihçiliği, 19231938 arasındaki sürecin bütününü göz ardı ediyor. Çünkü kendisi bir “siyasi ilişkiler tarihçisi”! Aslında bunu da doğal karşılamak gerekir. Çünkü toplumbilimcilik başka bir kategorik bakış getirir. Hatta bir sosyolog için “yüksek siyaset”teki ilişkiler, belirleyici değildir. Toplumsal gelişmenin, süreçlerin, “üst ve altyapıyı” nereye götüreceği önemlidir! Koçak'ın temel açmazı, tek parti rejimini, uygulamalarını ve gelişmesini “siyasal ilişkiler tarihçiliği” ile açıklamaya kalkışmasıdır! Yani mümkün olmayan bir işe kalkışıyor! Bu rejimin toplum katmanlarını etkileyecek temel süreçler ne doğuracaktır ve üstyapı olarak siyaseti Şimdi, 1930'lardan sonra, aslında “siyasal felsefe” olarak “demokrasiye açık sonuçlar” doğurması kaçınılmaz olan sosyolojik sürece ilişkin olgular anımsatacağım. Nei yazık ki bunları Koçak da görüyor, ama yorumlamaktan kaçınıyor! Koçak, SCF olayından sonra, Atatürk'ün “ekonomik sosyal ve mali sorunlara esas ağırlığı tanımak ihtiyacını” (s.680) hissettiğini belirtiyor. “Yönetimin izlediği ekonomik politikanın da kökten değişiklik geçirdiği bilinmektedir” diyor (.s684) Bunu da SCF'nin yaptığı eleştirilerin sonucuna bağlıyor... Güzel, demek Atatürk Laboratuvar deneyinden yaptığı çıkarsamaları pratikte ele alıyor. Ama Koçak 1930'lardan sonraki bu dönüşümü bile “rejimini sağlamlaştırmak ihtiyacı” (Yani tek parti diktatörlüğü) olarak değerlendiriyor! Oysa Atatürk büyük bir toplumsal dönüştürücü. Ortada bir Devrim İktidarı var! Devrimci, amaçlarını geçekleştirmek istemektedir! Yeni bir ülke, bir millet plan programı var! Bu programının asgarisini bile gerçekleştirmeden, iktidarı başkalarına, eski rejim kalıntılarına devretmesini ve bir geri dünüşün yaşanmasını göze almasını beklemek, eşyanın doğasına aykırıdır. (Ama şüphesiz eleştirilmez değildir!) Bir askeri deha olarak Kurtuluş Savaşı'nı (Koçak'a göre pırıltılı olmasa da!) kazanmış. Emperyalist işgalcileri (Koçak'a göre öyle ahım şahım bir işgal olmasa da!) kovalamış! Arkasından, toplumsal her alanda, hukukta, bilimde, ticarette, sanayide, eğitimde.. yeni ve modern bir ülkede yapılacak ne varsa birer birer gerçekleştirmeye girişmiş: 1923'te: Cumhuriyet'i ilan etmiş. İzmir İktisat Kongresi'ni toplamış. Türkiye Cumhuriyeti'nin uluslararası belgesi Lozan'ı cebine koymuş. Ziya Gökalp'i Telif ve Tercüme Heyeti Başkanlığına atamış! Sonrasında: Milli Türk Ticaret Birliği Kongresini toplamış. En büyük iki devrim olan, Hilafet ve Şeriye ve Evkaf Bakanlığı kaldırılmış ve Tevhidi Tedrisat Kanunu kabul edilmiş. Şeriye mahkemeleri kapatılmış. Teşkilatı Esasiye Kanunu kabul edilmiş. 1925'te Şeker fabrikaları, İş Bankası kurulması, Ticaret ve Sanayi Odaları ve Kadastro Kanunu kabul edilmiş. Ankara'da Birinci Türk Tıp Kongresi toplanmış. 1926'da Ticaret Kanunu çıkartılmış. 27'de Sanayinin Teşviki Kanu CBT1066/21 24 Ağustos 2007 Şimdi de Koçak'ın, SCF'nin kapanmasından sonra fazla bir anlam veremediği, Atatürk'ün veya tek parti yönetiminin yönelişlerine bakalım, çünkü bütün bunlar “siyasi felsefe olarak” modern devletin ve demokrasiye geçişin alt yapı hazırlıklarıdır: 1930: Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu, kadınlara belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanıyan Belediyeler Kanunu, Umumi Hıfzısıhha Kanunu, Merkez Bankası kurulması… 1931: Ziraat Kongresi, Türk İktisatçıları Cemiyeti ilk toplantısı, İlköğrenimi zorunlu kılan kanun, Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti, Yüksek Sağlık Şurası, Halkevleri açılışı, İlk kadın hâkim Mürüvvet Hanım’ın göreve başlaması.. 1932 büyük Üniversite Reformuna doğru: Prof. Albert Malche'in “Darülfünun Raporu”nu Milli Eğitim Bakanlıağı'na sunması; 1933: Darülfünun yerine İstanbul Üniversitesi kurulması; Çoğu Alman kökenli seçkin bilim adamlarını ülkeye getiren anlaşma; Atatürk'ün Einstein'ı da daveti; İlk iki kadın mühendis Melek ve Sabiha hanımların mezun olması; Sümerbank, Halk Bankası, Anıtları Koruma Kanunu; Yüksek Ziraat Enstitüsü, Özel mektep ve hastahane yasaları… 1934: Kayseri Uçak Fabrikası'nda yapılan ilk 6 avcı uçağı; Bursa Belediye Meclisi Zehra Hanım'ı ilk kadın başkan yardımcılığına seçmesi; Bazı kisvelerin giyilemeyeceğine dair kaKoçak, kitabında, nun; Kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı.. 1935: hafta sonu bir sürü belge tatilinin kabulü... sunuyor, bu Ve 1935: Türkiye'de ikinci genel nüfus sayımı: Nüfus 16.158.018 belgeler o zamanki kişi. Dikkat: 1935'te ülkede okur siyasi atmosfer yazar oranı % 19,2. 1927'de % 11 hakkında bilgi idi! Nüfusun % 79'u tarım, % 7,8'i sanayi, % 12,3'ü ise hizmet sektö veriyor; ama ana ründe çalışıyor. 1936: Sanayi Kong tezini resinde İkinci Beş Yıllık Kalkınma destekleyecek tek Planı kabulü... Nüfusun ancak yüzde 19'unun bir belge yok! okuma yazma bildiği bir ülkede, de Kitabında ele alıp mokrasiye ve çok partili sisteme geçilebilmesi, Cumhuriyet ve laiklik özetlediği, SCF'nin gibi kurumsallığın yerleşebilmesi kuruluşunun bir için yapılacak çok şey var demektir. demokrasi Ülkede sık sık isyanlar çıkmakta, kıyafet yasasını bile dinciler ve eski denemesi rejim artıkları bir dizi bölgede ayak olabileceğine lanmak için fırsat olarak değerlendirmekte. Unutmayalım ki, 1930 ilişkin bütün Aralığında Menemen dinci ayak anıları, lanması, Devrim yönetimine, alına araştırmaları, cak daha çok yol olduğunu gösteren kitapları vs. “resmi bir dönüm noktasıdır! Yani Atatürk'ün ülkede başlattı tarih tezi” diye ğı modernleşmeyi içeren çok yönlü reddediyor. derin sosyolojik süreç, acaba daha güçlü bir otoriter ve tek parti rejimini mi beslerdi, yoksa, daha çok demokratik parlamenter sisteme, demokrasiye mi yol açardı! Bunun yanıtını ne ben ne de siyasi ilişkiler tarihçisi Koçak versin! Soruyu sosyologlara havale edelim! Sadece, Medeni Kanun'un kabulü bile, başlı başına demokrasiye yol açacak süreçleri tetikleyici niteliktedir! Öte yandan 1923 İzmir İktisat Kongresi de, bir kapitalist özel sektöre ve dolayısıyla onun üst yapısı olacak demokratik parlamenter sistem hazırlıklarının nüvesini taşır! Koçak, sadece bu iki olguyu, savunduğu tezle ilgili ola TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP