20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

BİLİM İNSANLARI POLİTİK BİLİM Aykut Göker http://www.ınovasyon.org Türkiye’nin bugün geldiği noktayı ancak 2000’li yıllarda uyanıp hızlı tren işine başlamamız ve Türkiye’nin ilk hızlı trenini İspanyol CAF firmasına sipariş etmemizden daha iyi hiçbir şey anlatamaz. TARİHİ BİR DÖNEMİN SONU Türkiye’nin İlk Hızlı Treni (3) TCDD’nin hızlı tren siparişini verdiği İspanyol firması CAF’ın 1892’de demiryolu ulaşım araçları sanayii ile de ilgilenerek vagon aksâmı yapmaya başladığını söylemiştim. CAF bu alanda kararlı bir gelişme göstermiş ve 1905’te adını ‘Beassain Vagon Fabrikası’ biçiminde değiştirerek bütünüyle vagon yapımına yönelmiştir. I. Dünya Savaşı sırasında çok miktarda vagon siparişi alan ve yük vagonu yapımında uzmanlaşan CAF, 1917’de, artık 1600 kişi çalıştıran bir şirkettir. İç Savaş sonrasında CAF’ın, İspanyada demiryolu sistemini ayağa kaldırma çabalarına vagon yapımcısı olarak katıldığını; 1958’de her türlü demiryolu aracının imaline yönelerek faaliyet alanını genişlettiğini; 1969’da da kendi ARGE birimini kurduğunu görüyoruz. CAF, 1990’da MadridBarcelona hattında çalışacak AVE trenleri için aldığı siparişlerle yüksek hız treni aksâmı yapımına da başlamıştır. Yazmıştım, ama yineleyeyim: CAF’ın tarihçesindeki son kilometretaşında 2005 tarihinin ve altında da şunların yazılı olduğunu görürüz: “Türk Demiryolu Şirketi, CAF’a Ankaraİstanbul hattı için 10 Yüksek Hız Treni ihale etti. Bu, Yüksek Hız Demiryolu taşımacılığı tarihinde İspanyol teknolojisi ile yapılan ilk ihracattır.” Şimdi dönüp, bizim TÜLOMSAŞ’ımızın gelişim çizgisine göz atalım: 1894’te Almanların lokomotif ve vagon tamiri için Eskişehir’de kurduğu küçük atölyenin TÜLOMSAŞ’ın nüvesini oluşturduğuna değinmiştim. Bu atölyenin Kurtuluş Savaşı’mızda önemli bir yeri vardır. İsmet Paşa, işgâl kuvvetlerinin topladığı top kamalarının yerine yenilerini bu atölyede yaptırmıştır. 1923 sonrasında burası artık, Türkiye’nin vagon ve lokomotif tamir ihtiyacını karşılayan Cer Atölyesi’dir. Talihin garip cilvesine bakın ki, bu atölye, 1958’de, Türkiye’nin, o kararlı demiryolu politikasını terk ettiği bir dönemde, Eskişehir Demiryolu Fabrikası adıyla, “yeni ve büyük hedefler için organize edilir.” Bu hedeflerden birisi ilk yerli lokomotifi imal etmektir ve 1915 beygir gücünde, 97 ton ağırlığında, saatte 70 km hız yapabilen ilk Türk buharlı lokomotifi Karakurt, demiryolcuların deyimiyle, 1961 yılında “istim tutar” . Aynı yıl fabrikanın onurlu bir serüvenine, ilk Türk otomobili Devrim’in yapımına tanık oluruz. Bu konuda olumluolumsuz çok şey yazıldı. Benim açımdan o otomobil, fabrikanın o dönemdeki mühendis ve ustalarına egemen olan yapma/yaratma heyecanının ve fabrikadaki yetenek birikiminin çarpıcı bir göstergesidir ve önemli olan nokta bu heyecanın, birikimin varlığıdır. Bu heyecan dalgasının üzerine daha sonra ne inşa edilmiştir? 1960’lı yılların sonunda Alman ve Fransız firmalarıyla yapılan lisans anlaşmalarıyla dizel manevra lokomotiflerinin; 1971’de başka bir Fransız firmasının lisansıyla dizelelektrikli anahat lokomotiflerinin üretimine geçildiğini görüyoruz. 1986’da TÜLOMSAŞ adını alan işletme, o yıldan başlayarak Alman, ABD ve Japon firmalarından aldığı lisanslarla elektrikli lokomotif üretimine yönelir. Şirketin, 1990’lı yıllarda, tasarımını kendisinin geliştirdiği dizel hidrolik manevra ve anahat lokomotifi üretme açılımları da olmuştur; ama esas itibariyle, teknolojisini dışarıdan satın aldığı dizel elektrikli anahat lokomotifi üretimine devam etmektedir. Sonuçta TÜLOMSAŞ’ın bugün geldiği noktayı ki bu Türkiye’nin geldiği noktadır ancak 2000’li yıllarda uyanıp hızlı tren işine başlamamız ve Türkiye’nin ilk hızlı trenini İspanyol CAF firmasına sipariş etmemizden daha iyi hiçbir şey anlatamaz. Tabiî, bu noktada insanın içinden, yahu biz geri zekâlı mıyız, diyesi geliyor ama bu doğru bir serzeniş olmaz. Ne var ki, Genç Cumhuriyet’in yokluk yıllarında, demiryollarında, son derece bilinçli bir atılım politikası uygulayabilen o siyasî kadroları ya da 1960’larda gözlerini kırpmadan imalât yeteneklerinin sınırlarını zorlayabilen, Eskişehir’deki Demiryolu Fabrikası’nın o teknik kadrolarını yetiştirebilen bir ülke, demiryolu ulaşımında niçin bu duruma düştü, sorusunun yanıtını da vermek zorundayız. Büyük kimyacımız Ali Rıza Berkem’i kaybettik Profesör Doktor Ali Rıza Berkem, 22 Mayıs 2007 günü vefat etti. Berkem, yaşayan en eski kimyacımızdı. Ayrıca o, 1933 üniversite reformunda yeni kurulan İstanbul Üniversitesi’nde göreve başlamış bir bilim insanıydı. Böylece onun ölümüyle, Cumhuriyet’in kuruluş döneminde üniversitenin ilk açılışında görev yapan bilim insanlarından aramızda kimse kalmamış oldu. Osman Bahadır P rof. Dr. Ali Rıza Berkem, 1908 yılında Seferihisar’da doğdu. Orta öğrenimini İzmir Erkek Lisesi’nde yaptı ve 1928’de bu okuldan mezun oldu. Aynı yıl Milli Eğitim Bakanlığı’nın açtığı sınavı kazanarak Fransa’nın Montpellier Üniversitesi’ne gönderildi. Berkem hatıralarında Avrupa’ya gidiş öyküsünü şöyle anlatıyor; “1926 yılında henüz lise 1. sınıf öğrencisi iken derslerin bittiği ama henüz etütlerin başTürkiye’nin daha lamadığı bir sırada, müdür odasının hemen hızlı bir tempoda karşısında olan bizim sınıfın kapısında bir kaynaşma oldu. İçeriye birkaç kişiyle birlikte kalkınabilmesi, külGazi Mustafa Kemal Paşa’nın girdiğini gördük türel ve ekonomik ve ayağa kalktık. Paşa ‘Günaydın Çocuklar’ alanlarda büyük bir diyerek bizleri selamladı. Gazi Paşa sınıfta göz gezdirirken tahtaya yazılı bir yazıya gözleri taatılım yapabilmesi kıldı. Yazı şuydu; ‘Dans la nature rien ne se için politika anlayıperd, rien ne se cré’ Fransız olan hocamızdan şında köklü bir devbu sözün Lavoisier’ye ait olduğunu öğrenmişrime ihtiyacı vardır. tik. Gazi Paşa, ön sırada ben oturduğum için bana tahtadaki yazıyı okuyup Türkçeye çevirO da: Ulu Önder’in memi emretti. Ben de yazıyı yüksek sesle okuvecizesini daima dum ve ‘Tabiatta ne bir şey kaybolur ne de rehber alıp, politikayoktan var olur’ diye karşılığını söyledim. Gazi Paşa, kimin tarafından söylendiğini sordu , yı bilimin buyruğu ben de Lavoisier cevabını verdim. Gazi Paşa, altına sokmaktır. ‘Kimya, zamanımızda da çok önemlidir; ama gelecekte kişi ve toplum hayatında çok daha önemli bir yer alacağına şüphe yoktur. Bu itibarla kimyacılara ilerde büyük görevler düşecektir. Buna göre kimya dersine çok önem verip çalışmalısınız’ deyip sınıftan ayrıldılar... İki yıl sonra liseyi birincilikle bitirdim. Milli Eğitim Bakanlığı’ndan burslu olarak Avrupa’da öğrenim görmek üzere aday gösterildim.” 1 YAŞAMININ YÖNÜNÜ DEĞİŞTİREN MEKTUP Berkem, Montpellier Üniversitesi’nde fizik bilimleri devlet doktorası ile kimya yüksek mühendisliği diplomalarını aldı. Kimya mühendisliğini pekiyi derece ile ve birincilikle başardığı için ilk Coulouma ödülünü kazandı. 1932’de yurda döndü ve mezun olduğu İzmir Atatürk Lisesi’nde fizik öğretmenliğine atandı. Bu görevini bir yıl sürdürebildi. Bir yıl sonra zamanın Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’ten aldığı bir mektup yaşamının yönünü değiştirdi. “Fiziki Kimya Profesör Muavini Ali Rıza Bey’e, Muhterem Efendim, Maarif Vekâleti, 31 Temmuz 1933 tarih ve 2252 numaralı kanun mucibince 1 Ağustos 1933 tarihinden itibaren yeni İstanbul Üniversitesi’ni kurmaya memur edilmiştir... Bu şartlar dahilinde, 19331934 ders yılı için İstanbul Üniversitesi’nde 45 lira asli maaşla fiziki kimya namzet profesör muavinliğine atanmış bulunuyorsunuz. Cumhuriyet idaresi, yeni üniversitede çalışanlardan, bu müesseseyi en kısa zamanda asri ihtiyaçlara uygun hakiki bir kültür ocağı haline sokmalarını bekliyor. Bu uğurda CBT 1054/6 1 Haziran 2007
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle