Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP İnönü Üniversitesi, Aydınlanma ve Evrim Prof. Dr. Haluk Ertan İ.Ü. Fen Fakültesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü Biz protein robotları Ruşen Dora D CBT1053/20 25 Mayıs 2007 ylar önce İnönü Üniversitesi Biyoloji Bölüm Başkanı Sayın Prof. Dr. Murat Özmen’den aldığım eposta beni hem şaşırtmış hem de sevindirmişti. Şaşırmıştım çünkü Anadolu’daki bir üniversite, “Biyoloji Eğitiminde Evrim Sempozyumu” gibi, günümüz Türkiye’sinde birçok kişi için cesaret isteyen, bir etkinlik düzenliyordu. Nisan ayı içinde Malatya’da işlenen korkunç, dinci cinayetler, oraya hem de evrim konulu bir etkinlik için gitmeyi, ateşten gömlek giymekle eşdeğer bir iş haline getirmişti. Fakat 3 Mayıs 2007 perşembe günü üniversiteye varıldığında görüldü ki, bir konuşmacının sağlık problemi nedeniyle katılamaması dışında herkes oradaydı. Celal Şengör’den Mehmet Sakınç’a, Osman Demircan’dan Aykut Kence’ye, Ali Demirsoy’dan Mustafa Kuru’ya, Nihat Bozcuk’tan Sema Ergezen’e, Deniz Özsoy’dan Battal Çıplak’a, İslam Gündüz’den Fevzi Bardakçı’ya, Meral Kence’den Tuğrul Giray’a kadar tüm doğa biÜniversite limciler ve aydınlık yüzlü diğer birçok insan, ülkeaydınlanmanın nin dört bir yanından gemenkezi, ama lerek etkinliğe destek şehre inince vermek üzere Malatya’da gericiliğin ve toplanmışlardı. Sempozyumun bilimsel boyutuytarikatların la ilgili düzenleme komikaranlığını tesinin yazılı bir değergörüyorsunuz lendirme yapacağını umarak ben sizlerle, diğer izlenimlerimi paylaşmak istiyorum. Öncelikle söylemek gerekir ki İnönü Üniversitesi’ne varıldığı andan, ayrılana kadar, katılımcılarla yakından ilgilenen Sayın Rektör Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, kararlı ve dinamik kişiliğiyle bizleri oldukça etkiledi. Rektör Hilmioğlu Evrim Sempozyumu için çevresinde, ateş parçası bir ekip oluşturmuş. Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Hasan Küçükbay, FenEdebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Özfer Yeşilada, Prof. Dr. Murat Özmen, Dr. Hüseyin Kahraman ve kızlıerkekli, pırıl pırıl nice genç. İyi bir iş yapmanın heyecanını yüzlerinden, içtenliklerinden okuduk... Sayın rektör ve ekibi Malatya’da enfes bir yerleşke kurmuşlar. Tertemiz ve yemyeşil. Üniversitenin kalbinde onbinlerce elektronik dergiye ulaşımı sağlayan harika bir kütüphane yer alıyor. Kongre ve Kültür Merkezindeki Salonlar, her türlü elektronik donanıma sahip, imrenilecek mekanlar haline getirilmiş. Aynı yerdeki restoran ise çok güzel bir yemek ve dinlenme ortamına sahip. Yerleşkede merkezi bir araştırma laboratuarı oluşturulmuş. İçinde yok yok; Kütle Spektrometresi, Yüksek Basınçlı Sıvı Kro A matografisi, Nükleer Manyetik Rezonans cihazı, en gelişmiş spektrofotometreler, her hızdan santirifüjler, taramalı ve transmisyon elektron mikroskopları, çevre analiz, mikrobiyoloji ve hayvan laboratuvarları, gaz kromatografisi cihazı gördüklerimizin sadece bazıları. Anadolu’nun bağrında, birçok gelişmiş ülke araştırmacısını imrendirecek bir araştırma birimi kurulmuş. Rektör Hilmioğlu göreve geldikten sonra araştırma ve yayın faaliyetlerinde İnönü Üniversitesi’nin büyük atılım yaptığını öğrendik. Nitelikli araştırmacı sayısını daha da artırmak için ciddi çaba sarf ettikleri görülüyor. Laboratuvar olanaklarının, mevcudun iki katı araştırmacıya hizmet verebilecek kapasitede olduğu açık. Türk üniversitelerinin başından eksik edilmeyen genç araştırmacı kadro kısıtlaması ortadan kalktığında, İnönü Üniversitesi’nin kendinden çok daha önce kurulmuş birçok üniversitenin önüne geçeceğini söylemek herhalde kehanet olmayacaktır. Sempozyuma katılan ve üniversitede karşılaştığımız yüzlerce öğrencinin, çağdaş bir üniversiteye yaraşır görünüm, olgunluk ve heyecanına tanık olmak bizleri çok mutlu etti. Üniversite gerçektende bir aydınlanma merkezinin niteliklerine sahip. Fakat şehre inildiğinde karşılaşılan kimi görüntüler, gericiliğin ve tarikatların Anadolu kentlerini nasıl bir karanlığa boğduklarının açık bir göstergesi olarak karşımıza çıktı. Ortaokul ve lise öğrencisi oldukları anlaşılan yüzlerce türbanlı kız öğrencinin yanında, kara çarşaflı, hatta peçeli kadınları ibretle izledik. İbretle diyorum çünkü bunların, geleneksel şekilde örtünen Anadolu kadınıyla bir ilgileri yoktu. Büyük kentlerin varoşlarında etkili olan tarikat, cemaat ve onlara ait yurtların buralarda da rahat çalıştıkları anlaşılıyor. Zaten Malatya’daki soğukkanlı cinayetleri işleyen gençler de, böyle bir yurtta eğitilmiş. Üniversitede onlarca kültürel, sanatsal ve bilimsel etkinlik düzenlenmiş ve hâlâ düzenleniyor. 2005 yılında üniversitede düzenlenen “Laik Eğitim Sisteminde Sosyal Bilim Olarak Din Öğretimi Kurultayı” başlıklı toplantının bildiriler kitabını hâlâ elimden bırakamadım. Birkaç ay sonra aynı yerde, bu kez, “Ulusal Ekoloji ve Çevre Kongresi” yapılacak. Fakat üniversiteden yayılan ışığın kente yeterince ulaşamadığı da bir gerçek. AKP hükümetinin dümen suyundaki yerel yöneticilerin bu konuda temel engeli oluşturduğu kanısındayım. Şehri örtmeye çalışan karabasandan üniversiteyi korumayı başaran İnönü’deki bu vatansever ve Atatürkçü ekibe bir kez daha sevgi ve selamlarımızı göndermek istiyorum. Yolları açık olsun... ünya yaşamının temel kurgusu proteinlermiş. Kimine göre hiç değişmeden canlanmışız. Başka kurgularda da; baştan sonralara evrilmişiz. Yoksa Tanrılar bizi klonlayıp dünyaya mı bırakmışlar? Bizde kendimize insanız mı demişiz? Gözleri, dili, elleri ayakları tüm organları az ya da çok benzesede dışımızdakilerin tümüne hayvan, bitki demişiz de pek üstün mü olmuşuz? Kendini yineleme tüm canlı dediğimiz örneklerdeki gibi bizde de eş özellikli kurallara bağlanmamış mı? Boyaları, kalemleri; taşlara, ağaç ve topraklara, mağara ve çevreye sürünce beliren şekillere sanat ve yapanına da sanatçı mı demişiz? Hayvanların konuşamadığını, çizdiklerinin sanat olamayacağını, sevgi, dostluk, vefadan yoksun olduklarını mı sanmışız. Çıkardığımız sesler ile konuşur mu olmuşuz? Korkup aklımızın ermediği olayları Tanrı’dan mı saymışız? Bir artı bir”in ayırdı ile teknloji dediğimiz ürünler mi üretmişiz? Sesler, ışıklar, renklerden maddeye ve onun atomlarına el atmışız? Uzayın derinliklerinden, denizlerin dipleri, dağların tepelerine ve tüm gizemli ulaşılmazlara mı merak duymuşuz? Şinanaylı eğlencelikler ile darenlikli kurguları kimimiz ayırabilirken çoğumuza kolay yollardan vazgeçmek zor mu gelmiş? Kültür diye bir söz bulmuşuz da mikropların yaşam ortamlarına da aynı deyişi uygulamış saymışız? Tüm, iyi da kötü özellikleri hep gen sayımız ile sağlamışız. Bizim hiçbir çabamız olmamış mı? Bu gen ??? ile insandan sayılırken biriki gen eksiğini asıp kesme hakkını nasıl da elde etmişiz? Oysa ya laboratuvar deneylerinden kaçarak ya da bugün uzayda rastlayarak karşılaşabileceğimiz birkaç gen fazlalıklı “üstün insan” karşısında ne yapacağımızı hiç düşünür de olmamışız. Her şeyin bir başı ve de sonu var mıdır? Öyleyse biz bu aralığın neresindeyiz? Biz neyiz? Civata, somunsuz, kesintisiz, süreklilik içinde kurgulanmış “protein” robotları mıyız? Geni fazla başka proteinliler bir yana bildik bilmedik başka maddeli yaşamlara hayvandan sayılmamak için ne yapmalıyız? Üstün insanmış gibi; “keh, keh, keh!” diye zalim böğürtülerle mi gülmeliyiz? Beğenmediğimiz hayvan boynuzları takarak, iki köpek dişimizi dışarı mı uzatmalıyız? Yoksa yüksek bir tahta çıkıp onun bunun kelesini mi kestirtmeliyiz? Bir dudağı yerde öteki havada masal cini “Bağdat hırsızı” gibi Alaaddin’in Lambasından mı çıkmalıyız? Herhalde kendimize insan deyince insan mı olmuşuz da gözümüz üstün insan olmak da kalmış? Şu “üstün insan” hep korkutucu sunuldu. Acaba üstünlük birkaç gen çokluklu olmak mı idi? Böylesi neden zalimdi? Gülmesi; böğürme, sözleri gürlemi, sevgisiz, yalnız, zavallılığını sopası ile gizleyen. Böyle ise üstünlük bu üstün insanlara, “HAYIR”. Bu tür sapkın beyinlere ve onlardan oluşan topluluklara da “HAYIR”. O tür üstünler; topu, tüfeği, füzesi, yalan dolanı ile sizi ezmek yok etmek isteyeceklerdir. Sonra da “pardon” da diyebilirler. O da nezaketi bile ben bilirim anlamınadır. Asıl üstünlük; insan değer yargıları, özveri, alınteri, acıma, sevgi, zayıfa elverme, zalim olmama gibi özlerde midir? Bu anlayışlar yanında olan sahici insanlar hâlâ çoktur. Protein, gen ya da başka kurgulu da olsalar bu yaşamlarda ve gerçek insan değerlerinde olanlar birbirlerini tanıyıp anlayacaklardır. Tusculenus; “kimilerince kutsal ormanlar sadece odun” demiş. Horavetuis ise; “ Erdemlerki anlamasalar da ona uymak zorundalar...” diye eklemiş. Sanat ve bilim mi, vatan ve insan sevgisi mi? Sadece adam gibi adamların işi. Ey dostlar! Ona buna, insanlık ülke değer yargılarını atıp satanlar robot bile olamazlar.