20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

için öğrencinin kendisine olduğu kadar, öğretmen, yöneticiler ve ailelere de hizmet verir. Ancak, rehberlik ve psikolojik danışmanlık lisans programı mezunları, Sağlık, Adalet, Çalışma Bakanlıkları, sivil toplum örgütleri, endüstri kurum/kuruluşlarında önleyici ve koruyucu, geliştirici, yönlendirici hizmetlerde görev alabiliyor. PDR alanının, alttan gelen bir hareketle, çeşitli araştırmalara dayandırılmış olarak, anabilim dallarının temsilcilerinin bulunduğu geniş katılımlı bir dizi toplantıdan sonra yapılandırılmış ve 2004–2005 öğretim yılından beri uygulanmakta olan "Yeni PDR Lisans Programı" var iken, YÖK’ün, bunca çaba, bilimsel birikim ve ürünü görmezden gelerek, 2007–2008 öğretim yılından itibaren 1. ve 2. sınıflarda uygulanmak üzere, öğretmenlik programına dönüştürülmüş bir rehberlik ve psikolojik danışmanlık lisans programı yapılandırması, en azından bu alanda çaba gösteren akademisyenlere haksızlıktır. Bir bilim alanının, bilim olarak dünyadaki geçerli adı ne ise lisans programının adı da odur. Bu bağlamda, YÖK’ün PDR alanını bir öğretmenlik alanı veya programı olarak değil; felsefe, sosyoloji ve psikoloji bilim alanları gibi bir bilim alanı olarak algılaması beklenir. YOK, örneğin Elektrik ve Elektronik Mühendisliği alanının adını tersine çevirmeyi veya Kamu Yönetimi alanının adını değiştirmeyi nasıl aklından geçirmiyorsa, bunu rehberlik ve psikolojik danışmanlık alanı için de düşünmemesi gerekir. Oysa YÖK bu müdahalesi ile kendine özgü kuramı, uygulaması ve literatürü olan bir bilim alanının adının ve eğitim programının ancak o alandaki bilim insanları tarafından belirlenebileceği evrensel bir olgusuna ters düşmüştür. Biz alan uzmanları, bir uzmanlık alanının merkezi bir kurumun istekleri ve düzenlemeleriyle yapılandırlamayacağını, yapılmaya çalışılan ulgulamanın hem felsefi temeli hem de yapılış tarzı açısından son derece sakıncalı olduğunu düşünüyoruz. YÖK’ün, bu kararından vazgeçeceğini umuyoruz. Zorunlu dersler verimli mi? CBT’nin 1042. sayısında Prof. Dr. Tahir Balcı’nın "Yükseköğretimde zorunlu dersler verimli mi?" yazısına ilişkin... Prof. Dr. Sebahattin Bektaş, [email protected] 2 547 sayılı YÖK Yasası’nın 5/i maddesinde Atatürk ilkeleri ve inkılap tarihi, Türk dili ve yabancı dil dersleri zorunlu ders olarak sayılmıştır. Bu nedenle bu dersler bütün ön lisans ve lisans bölümlerinde en az haftada 2 saat olmak üzere 1 yıl süreyle okutulur. Sn. Balcı nın bu zorunlu derslerden özel de Türk dili dersinin amacına hizmet etmediği ve neden verimli olmadığı yönündeki tespiti doğrudur. Aynı durum diğer ortak zorunlu derslerden Atatürk ilkeleri ve inkılap aarihi ve yabancı dil dersleri için de geçerlidir. Tabi ki bu zorunlu dersler 12 Eylül darbesinin yükseköğretim sistemimize armağanıdır. Kenan Evren, o dönem Devlet Başkanı sıfatıyla yapmış olduğu memleket gezilerinde, kürsülerden ayetler okuyarak laiklikle Müslümanlığın nasıl bir arada olabileceğini yurdum insanına anlattığı konuşmalarının bir tanesinde de, 1980 ve öncesi dönemdeki anarşi ve terörün bir sebebi olarak gençlerimizin tarihlerini ve dillerini yeterince bilemeyişlerini neden olarak göstermişti. 1982’den bu yana bu dersler bütün üniversitelerimizde sürekli olarak verilmekte, ancak bu süreç içinde gençlerimizin Atatürk ilke ve inkılap tarihi bilgilerinde anlamlı bir ilerleme görülmüyor, hatta tamamen karşı ideolojide olanların sayısında artış bile gözlendi denebilir. Zira o dönem üniversitelere Türkİslam sentezi kadrolarının egemen kılınması çalışmaları kapsamında Atatürkçülüğü benimsemeyen kafa yapısına sahip kişiler bile bu dersleri okutmak için atanmıştı. Bu kişiler de "Tarih bir bütündür" diyerek Osmanlı’nın faziletlerinden ayrıntısıyla bahseder, sıra Atatürkçülük, Atatürk ilke ve devrimleri konusuna gelince dönem bitiverirdi. Çoğunun dil seviyesi arzulanan düzeyde olmayan ya bancı dil okutmanlarınca verilen haftalık 2 saatlik zorunlu yabancı dil derslerinin de ne kadar amaca hizmet ettiği ortadadır. Ortak zorunlu derslerin sadece okutmanlarca verilmesi konusuna gelince; üniversitelerde bütün derslerin öğretim üyelerince (Profesör, Doçent, Yardımcı Doçent) verilmesi genel kuraldır. YÖK Yasası’na göre hangi dersi kimin vermesi gerektiği birim yönetim kurulları kararı ile belirlenir. Ancak yeterli öğretim üyesi bulunmayan alanlarda kendilerini bilimsel çalışmalarıyla kanıtlamış, mesleklerinde tanınmış fakat öğretim üyesi ünvanına haiz olmayan kişilerin, ilgili kurulların kararıyla, söz konusu alana öğretim üyesi atanıncaya kadar, öğretim görevlisi unvanıyla kadrolu ya da ders başına saat ücretli olarak ders verebilecekleri YÖK Yasası’nda yer almaktadır. Ve yine yasaya baktığımızda okutmanlık unvanı için sadece "ilgili kurumların görüşü alınarak fakültelerde ve fakülteye bağlı birimlerde dekanların, rektörlüğe bağlı enstitü veya yüksekokullarda müdürün önerisi ve rektörün onayı ile süreli veya sürekli olarak atanırlar" ibaresi yer alır. Pratikte bu kadrolara ortaöğretimden öğretmenlerin atandığını görmekteyiz. Ayrıca okutman sayısı yetersiz diye, alandan öğretim üyeleri mevcut ve istekliyken üniversite dışından ortaöğretimden öğretmen görevlendirilebilmesi de açıklanmaya muhtaç bir durumdur. Sayın Balcı’nın da şikâyet ettiği "söz konusu ortak derslerin sadece okutmanlar tarafından verileceği o alanda öğretim üyesi unvanlı kişilerin bile bu dersleri veremeyeceği" konusu hukuki ve bilimsel dayanaktan yoksundur. Eğer YÖK’ün bu konuda bir dayatması varsa bu karara karşı yasal itiraz yollarına başvurulabilir. Hükümet Bilim ve Teknoloji politikalarını görüştü T TOPLANTıDA ALıNAN KARARLAR * Ulusal Kamu Araştırma Programları Hazırlık Ça CBT1045/21 30 Mart 2007 ürkiye’nin bilim ve teknoloji politikalarının belirlendiği Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu’nun (BTYK) 15. toplantısı, Başbakan Erdoğan’ın başkanlığında 7 Mart Çarşamba günü yapıldı. TÜBİTAK Başkan Vekilliği bile hukuken tartışmalı olan Prof. Dr. Nüket Yetiş TÜBİTAK’ın büyük bir atılım içinde olduğunu ileri sürerek şu bilgileri verdi: * TÜBİTAK’ın ödenek kullanımı 19642003 yılları arasında 1 milyar 834 milyon YTL iken, bu rakam 20042007 yılları arasında 2 milyar 300 milyon YTL’ye çıkarak, 4 yılda 40 yıldakinin 1.2 katına ulaştı. * TÜBİTAK Bilim İnsanı Destekleme Daire Başkanlığı (BİDEB) tarafından desteklenen bilim insanı sayısı 2003 yılında 989 iken, bu rakam büyük bir artış göstererek 2005 yılında 2124’e ve 2006 yılında da 5425’e ulaştı. Sağlanan destek miktarı ise 2003 yılında 3,67 milyon YTL iken, bu rakam 2006 yılında 18,57 milyon YTL’ye yükseldi. * TÜBİTAK Araştırma Destek Programları Daire Başkanlığı (ARDEB) tarafından yürütülen Akademik ArGe Destek Programı ile üniversitelere verilen ArGe destekleri de büyük artış gösterdi. Buna göre, yürürlükteki projelerin destek bütçesi 2003 yılında 28,8 milyon YTL iken, bu rakam 2006 yılında 272,7 milyon YTL’ye; yürürlükte olan proje sayısı da 2003 yılında 1227 iken, 2006 yılında 3091’e yükseldi. * TÜBİTAK Teknoloji Yenilik ve Destek Programları Başkanlığı (TEYDEB) tarafından yürütülen Sanayi ArGe Projeleri Destekleme Programı kapsamında desteklenen proje sayısı 2003 yılında 279 iken, bu sayı 2004 ylında 374’e, 2006 yılında da 534’e yükseldi. Bu program kapsamında sağlanan destek miktarı ise, 2003 yılında 38,2 milyon dolar iken, 2006 yılında 128,1 milyon $’a çıktı. Genel bir değerlendirme yapılırsa, sanayiye sağlanan destek 19962003 yılları arasındaki tutarın 2.2 katına çıkarak, 20042007 yılları arasındaki dönem için 662 milyon YTL’ye ulaştı. * TÜBİTAK Kamu Araştırmaları Programı kapsamında 31 Mayıs 2005 tarihinden beri yürütülen 56 projenin toplam bütçesi 141 milyon YTL, Savunma Araştırmaları Programı kapsamında yürütülen 25 projenin toplam bütçesi de 165 milyon YTL olarak açıklandı. * 6. ÇP’nin bütçesinin 17.5 milyar iken, 7. ÇP’nin bütçesi 54.4 milyar oldu ve buna karşılık, müzakerelerde gelinen aşamada ülkemiz öngürülenin çok altında bir katılım payı ödeyecek. lışmaları: 2005 yılında alınan bu karar ile, kamu kuruluşlarının kısa veya orta vadeli ArGe’ye dayalı ihtiyaçlarının karşılanması ve toplumsal düzeyde ArGe talebi oluşturulması amaçlandı. Ulusal Yenilik Strateji ve Eylem Planının Hazırlanması: "Yenilikçiliğe odaklanarak, istihdamı gelişmiş, katma değeri yüksek ürünler üreten, bu sayede verimliliği, rekabetçiliği artmış bir Türkiye" vizyonuyla başlatılan Ulusal Yenilik Stratejisi’nin (20082010) misyonu, "ülkemizin uluslararası rekabet gücünü artırmak için; ithalat bağımlılığını azaltacak, ihracatı yükseltecek yenilik yekinliğini geliştirmek ve dünyadaki gelişmelere uygun altyapı ve ortamları oluşturmak olarak sıralandı. Uluslararası Bilim, Teknoloji ve Yenilik (BTY) Stratejisi (20072010): Uluslararası BTY Stratejisi’nin misyonu, "ülkemizin uluslararası ilişkiler perspektifi içinde BTY yeteneğimizi geliştirmek ve dünya düzeyinde öne çıkarmak için stratejiler ve politikalar geliştirmek, araçlar tasarlamak, ilişkiler kurmak ve bu sayede ülkemizin ulusal gücüne katkı sağlamak"tır. Onaylanan Uluslararası BTY Stratejisi’nin öncelikli eylem alanları: Uluslararası ilişkilerin etkinleştirilmesi, Bilim insanı bağlantılarının geliştirilmesi, Yönetişim ve eşgüdümün güçlendirilmesi, Bilgilendirme, yayılım ve izleme TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle