Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
KÖK HÜCRE ARAŞTIRMALARI POLİTİK BİLİM Aykut Göker http://www.ınovasyon.org Kök hücreler kalp hastalıklarını nasıl tedavi ediyor? Bir ülkede yürütülen ekonomik faaliyetlerde stratejik denetim ağırlıklı olarak yabancıların eline geçiyorsa, o ülkede 'ulusal bir strateji' uygulamanın koşulları da ortadan kalkıyor demektir; özellikle de bilim ve teknoloji alanında Laboratuvarda geliştirilen kalp dokusu parçaları kalbe yerleştiriliyor. Böylece yaşam süresi uzuyor ve kalp nakli ihtiyacı azalıyor Karamsarlığın Nedeni (4) Karamsarlığımın iki nedenini söyledim: İlki, ulusal stratejiden yoksunluk; ikincisi de bilim, teknoloji ve inovasyon alanında izlenecek ulusal politika ve stratejilerden (özellikle bunların tasarlanmasından) sorumlu kurumlarımızın bu alanda birbirlerini etkisizleştiren tutumlarıydı... Diyelim, bir gün bu iki sorun çözüldü. Ama, çok daha derinde başka bir sorun daha var: Bu gidişle Türkiye'de ulusal bir strateji uygulama imkânının kalmayacak olması... Bu da ne demek? Önce, gidişata ilişkin birkaç fotoğraf: "Türkiye'nin 500 büyük sanayi firmasının 158'i yabancı sermayeli. Bu 158 firmanın 97'sinin sermayesinde yabancı ortağın payı %50'nin üzerinde... 158 yabancı sermayeli şirketin satışlardaki payı %42,5 oranında..." (Güngör Uras; Milliyet, 28. 07.2005.) Uras, bunları yazdıktan beş ay sonra şöyle bir başlık atmış: "Yabancılar ne var ne yok alıyor (Biz de satıyoruz)" (Milliyet, 02.01.2006); ve bu alım satımın çarpıcı bir dökümünü vermiş. Yaklaşık sekiz ay sonra, Yiğit Bulut, bu alım satımın bankacılık cephesindeki dökümünü yapmış (Radikal, 24.08.2006): "Türk Bankacılığı bitiyor... Anlatmak istediğim, 'Türk sermayesinin sahip olduğu bankalar' dönemi kapanıyor... Peki bu gelişme bizler için iyi mi? Cevabı ben vereyim... Yabancıların gelişmiş AB ülkelerindeki payları şöyle: Avusturya %19, Fransa %19, Danimarka %17, İspanya %10, İtalya %8; Almanya %5, hâttâ Yunanistan'da bile %20... Bankaların toptan yabancılara satılması iyi bir şey ise, Almanya başta olmak üzere 'gelişmiş Avrupa' dediğim ülkeler çok mu aptallar ki, bankalarının millî sermaye elinde kalması için uğraşıyorlar." (Hemen belirteyim; Türkiye'de, "bankacılık sektöründe şimdiden %30'luk bir yabancı payı var." [Oğuz Oyan; Dünya, 09.02.2007]) Uras'ın 2006'nın 2 Ekim'indeki başlığı gelinen durumu özetliyor (Milliyet): "Ekonominin kaderini yabancılar belirliyor. Türkiye'de ekonomi üretime dayanmıyor, piyasaya dayanıyor. Piyasanın ipi ise yabancıların elinde." Uras, bu genel tabloyu tamamlayan tespitlerini sürdürmekte; örneğin, 20 Şubat'taki (2007, Milliyet) başlığı şöyle: "Yabancılar 'yapmaya' değil 'almaya' geliyor." Ve açıklıyor: "Bize son yıllarda gelen yabancı sermaye yatırım yapmaya değil, satın almaya geliyor. Ernst&Young'un 23.01.2007 tarihinde Milliyet Ekonomi'de yayımlanan raporunda, 2006 yılında Türkiye'de toplam 18,3 milyar dolarlık birleşme ve satın alma işleminin gerçekleştiği, bu işlemlerin %90'ının yabancılarca gerçekleştirildiği belirtiliyordu." Acaba, bu yazarlar mı çok pimpirikli yoksa Devlet Bakanı Ali Babacan'ın ileri sürdüğü gibi, "yabancı sermayeye tepki paranoya mı?" Sorunun yanıtını yine bir ekonomi yazarından; ama, bu kez fevkalâde temkinli bir yazardan alalım: "Yabancı sermayeye karşı gösterilen milliyetçi tepkiyi 'paranoya' olarak nitelemek kolay ama bu tür tepkilerin günümüzün dünyasında önem kazandığını da göz ardı etmemek gerekiyor." (Osman Ulagay; Milliyet, 07.02.2007.) Ulagay yazısında İngiltere, ABD, Fransa, İspanya, Rusya ve Venezüella'daki tepkilere ilişkin örnekler sıralamış. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Aslında, ABD, İngiltere gibi, küreselleşmenin başını çeken ülkelerde yabancı sermayeye karşı çıkılması hiç de garip değil. Çünkü, mimarı oldukları küreselleşmenin yabancı sermayenin önündeki sınırları kaldırmayı hedeflediğini; ancak, kaldırılacak sınırların kendi ulusal sınırları olmadığını en iyi onlar bilir. Garip olan, küreselleşmenin güçlülerin ulusal çıkar motifleriyle örüldüğünü ve geçerli kuralın 'âleme verir talkını kendi yutar salkımı' olduğunu cümle âlemin bildiği bir dünyada, Türkiye'nin talkını yutup varını yoğunu yabancılara satıyor olmasıdır. İyi de, bütün bu söylenenlerin, bu köşenin konusuyla ilgisi ne? İlgisi basit: Bir ülkede yürütülen ekonomik faaliyetlerde stratejik denetim ağırlıklı olarak yabancıların eline geçiyorsa, o ülkede 'ulusal bir strateji' uygulamanın koşulları da ortadan kalkıyor demektir; özellikle de bilim ve teknoloji alanında... Kök hücrelerinden üç çeşit, olgunlaşmamış kalp hücresi geliştiriliyor. Bu hücreler eriyeek doğaya karışan süngerimsi bir çatı üzerine yerleştiriliyor. Burada bir araya gelerek birleşen hücreler atmakta olan kalp dokusuna dönüşüyor Embriyonik kök hücreden kalp dokusu üretildi İsrailli bilim adamları, laboratuvar ortamında embriyonik kök hücrelerinden kan damarları içeren kalp dokusu üretmeyi başardılar. Bu teknik geliştirildiğinde, kalp krizine bağlı kalp yetmezliği çeken hastaların tedavisinde kullanılabilecek. 16 Mart tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilen "Transplantİst" toplantısına katılan organ nakli uzmanları bu projeyle ilgili sorularımızı yanıtladı. Reyhan Oksay T echnionİsrail Teknoloji Enstitüsü Biyomedikal Mühendislik Fakültesi ve Rappaport Tıp Fakültesi’nden bilim adamları, insan embriyonik kök hücrelerinden kalp dokusu ürettiler. Dokunun en önemli özelliği kalp gibi atabilmesi. Projenin liderlerleri Dr. Shulamit Levenberg ve Prof. Lior Gepstein dokunun içinde minik kan damarlarının oluşmasını sağladılar. Böylece dokunun insan kalbine implant edilebilecek özelliklere sahip olması sağlanmış oldu. Technion ekibi, doktora öğrencileri Oren Caspi ve Ayelet Lassman’ın desteği ile geliştirdikleri kalp dokusu ile ilgili şu bilgileri verdiler: "Dokunun içinde kan damarları olmasaydı doku hızla ölebilirdi. Çalışmamızda endotelyal hücrelerinin (kalp ve damarların içini kaplayan tek sıra hücrelerden oluşan epitel tabakası) önemini ortaya çıkarttık. Bu hücrelerin sayesinde kök hücreleri başkalaşım geçirerek kalp hücresi oluşturdu; aralarında organize olarak dokuyu yarattı ve hücrelerin çoğalmasını sağladı. Kaldı ki kalp dokusunun, kendisini oluşturan tüm hücreler ile birlikte yaratılması gerekir. Bu çalışmamızda üç çeşit hücre üzerine odaklandık. Bunlar endoteliyel hücreler, kalp hücreleri ve kan damarlarını destekleyen hücrelerdi (fibroblast)." HASTA KALBİ ONARMA OLASILIĞI Çalışmalarını Circulation Research isimli internet dergisinde yayımlanan bilim adamları, kalp dokusunu kendi laboratuarlarında yarattılar. Bunun için önce insan embriyonik kök hücrelerini ayıkladılar. Kalp kası hücrelerine dönüşen hücreler, endotelyal hücreleri ve embriyonik fibroblast’lar ile birlikte gelişti. Bu kültür, bilim adamlarının kendi laboratuarlarında geliştirdikleri biyolojik yapıda, süngerimsi bir malzemeden ürettikleri çatı üzerinde, büyüklüğü bir santimetre kare dolayında üç boyutlu bir doku haline geldi. Gelecekte bu dokuyu insan kalbine implant etme olasılıklarını araştıracak olan bilim adamları, dokuda kan damarlarının bulunmasının kan sistemine entegrasyonu kolaylaştıracağına inanıyor. Bu tekniğin ileride kalp krizine bağlı kalp yetersizliği çeken hastaların tedavisinde kullanılması düşünülüyor. Levenberg’in araştırma ekibi benzer bir tekniği 2005’te iskelet kasları geliştirmekte kullanmıştı. Levenberg bu eski çalışmasından elde ettiği bilgilerin, kalp dokusu geliştirme çalışmalarında büyük yardımı olduğuna dikkat çekiyor. Prof. Gebstein, bu gelişmenin yaşamsal bir ihtiyaç olan kalp nakillerini azalacağına inanıyor. Ayrıca yeni bir ilacın ilk kez insanlarda denenmesi durumunda, ilaç önce dokuya enjekte edilip kalp üzerindeki yan etkileri incelenebilecek Yazının devamı 9. sayfada CBT 1044/6 23 Mart 2007