20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK BİLİM HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz [email protected] Sorunlu bir kurum : Adli Tıp Kurumu Yargı önüne gelen her uyuşmazlıkta, iki sorun söz konusudur: Hukuk ve olgu/olay. Karar vermekle yükümlü yargıç, ne denli hukuk ve genel bilgiyle, ekinle donatılmış olursa olsun: yaşam olayı ile ilgili olgu sorunlarını çözmede “özel, teknik ve bilimsel bilgilere” gereksinim duyacaktır. Çetin Aşçıoğlu Yargıtay Onursal Üyesi [email protected] Türkiye'nin kalbini bir yandan bilgili, bilinçli, cesur, kararlı bir yargıyla, öte yandan tam demokratik ve özgür bir iletişim kültürüyle böylesine küresel bir suç devletine karşı koruyamaz mıyız? Anadolu Kağnısı “ Suç örgütleri dünya çapında 1300 milyar dolar kazanıyor. Bu Alman bütçesinin neredeyse dört katıdır.” “Dünya ticaret hasılasının yüzde iki ila üçü suçsal işlerle kazanılmaktadır.” “En kapsamlı iş konusu, uyuşturucu ve insan ticaretiyle marka korsanlığıdır.” “Silah, insan organları, zehirli atık, çalıntı sanat eserleri ve antika eserler, hatta havyar ve değerli ahşap ticareti ile internet yoluyla işlenen suçlar (online dolandırıcılık, şantaj ve hırsızlık) bu iktisadi etkinliğin iştigal alanını oluşturmaktadır.” “Küreselleşmeyle örgütlü suçlar ve meblağlar katbekat arttı.” “Ticaretin liberalleşmesi bu örgütlere tüm sınırları açtı. Finans piyasalarının deregülasyonu bunların gelirlerinin aklanmasını çocuk oyunu kadar kolaylaştırdı.” Bu sözler 28 Haziran 2007 tarihli “Die Zeit” gazetesinde yer alıyordu. Chr. Tenbrock'un “Küreselleşmiş Suç” başlıklı bu kapsamlı yazısından burada uzun zamandan beri söz etmek istiyordum. Bugün, bu sosyal gerçekliğin bana düşündürdüklerini ve çağrıştırdıklarını yazacağım. Dört Alman devleti gücünde olan, yüz milyonlarca müşterisi (sanki halkı) bulunan, dinamik, hiyerarşik ve oldukça kabarık bir iş ve yönetim (teknokrat, bürokrat, eylemci ve işçi) kadrosunu çalıştıran, tüm yerkürede hükmeden, ulusal ve uluslararası ticaret alanında öteki iktisadi kurumlar ve kuruluşlar kadar rasyonel davranan, onların hedeflerine yönelmiş ve onların başarı araçlarını kullanan bir “Küresel Ağ Devleti” ile karşı karşıyayız. Bu devletin damarlarında uyuşturucu kadar, petrol ve silah da tüm hızıyla deveran etmektedir. Bu örgütler güçlerini konusu meşru olan iştigal alanlarında da tüm gayri meşru girişimleriyle gösteriyorlar. Bu durum karşısında temiz kaldığını iddia eden küresel ve ulusal kuruluşların bunlarla birlikte karardıklarını düşünmemek zorlaşıyor. Her yurttaşım gibi ben de çocukluğumdan beri Ankara'ya türlü vesilelerle, kısa sürelerle gider gelirim. Orada yaşayanlardan ayrı olarak, gelişmeler bizim gibilerin gözüne daha kolay çarpar.Uzun bir aradan sonra, birkaç yıl önce tekrar gittiğimde bu kentin zenginleştiğine işaret eden bir ihtişama büründüğünü görmüştüm: Pahalı arabalar, sayısız lüks villalar, pahalı tüketim mallarıyla tıka basa dolu alışveriş merkezleri ve daha neler! Halkın davranış modellerinde de bir değişim gözleniyordu. Geçenlerde bir uzmandan da, borsada Ankara'nın payının dikkate değer bir düzeye ulaştığını duydum. Bu kentin tarımı, sanayii, turizmi, olası gelir kaynakları tüm bunlara nasıl elveriyordu, doğrusu hâlâ bilmiyorum. Mütevazı ve vakur bir memur kenti olan bu anlamlı başkent bu duruma nasıl düşmüş olabilirdi? Yukarıda sözünü ettiğim Küresel Suç Devleti'inin ağına mı düşmüştü? Hepimiz biliriz, bazen uykularımızda davranmak isteriz de, hiçbir şey yapamayız.. Bizi dehşet içinde bırakan şeyden bir türlü kurtulamayız.Uyandığımızdaysa, şaşkınlık içerisinde bir ferahlama yaşarız. Ankara'da bir karabasan mı var? Doruklarından derinliklerine böylesine bir ağa tutsaklık mıdır bu? Bir uyanabilsek! “Yalnızca polislere değil, öğretmenlere de bel bağladım. Savcıları ve basını güçlendirdim. Yargıçları ve rahipleri de… Sicilya Kağnısı benzetmesini kullanıyorum. Bunun iki tekerleği vardır. İlki yargı, ikincisi kültür. Her ikisi de aynı hızda dönmelidir. Kusurları olsa da demokratik bir kültürü iyice yerleştirmelidir. Corleone’da uzun zamandan beri normal bir suçlu yoktu. Güvenlikli bir şehirdi. Mafya kendi yanında başka bir suçluya hayat hakkı tanımıyordu. Geçenlerde bir polisi tebrik ettim. Corleone'de nihayet bir hırsız yakalanmıştı.” (Die Zeit, 23.8.2007,s.20) Palermo'nun eski Belediye Başkanı ve bugün İtalyan Parlamentosu'nda milletvekili L.Orlando, kendi küçük çaplı ama büyük başarısında bize önemli bir ip ucu veriyor: Yargı ve Kültür! Bizim de bir Anadolu Kağnımız yok mu? Türkiye'nin kalbini bir yandan bilgili, bilinçli, cesur, kararlı bir yargıyla, öte yandan tam demokratik ve özgür bir iletişim kültürüyle böylesine küresel bir suç devletine karşı koruyamaz mıyız? U ÇARPICI İKİ ÖRNEK: Akıl hastalığı, “ tıp açısından geniş”, “hukuk açısından dar” yorumlanabilen bir kav CBT1076/15 2 Kasım 2007 sul yasalarında “yargıcın doğal bilgi eksikliğinin giderilmesine yardımcı olacak bilirkişi kurumuna“ yer verilmiştir. Bu bağlamda; yargının bu gereksinimi karşılamak amacıyla, Adalet Bakanlığı'na bağlı Adli Tıp Kurumu (ATK) kurulmuştur. Kurumun ana görevi, Yargı orunlarına, adli tıpla ilgili konularda “bilimsel ve teknik görüş” bildirmektir. Kurum, bu görevini, “adli tıp ihtisas kurulları“ ve “trafik, fizik gibi ihtisas daireleri” ile yerine getirir. Başka ülkelerde, bu nitelikte bir kurum olduğuna dair bir bilgiye ulaşmış değilim. Birçok ülkede aynı işlevi üniversiteler ve enstitüler yerine getirmektedir. Yargıya bilgi sunan bir kurumun Adalet Bakanlığı'na bağlı olmasının, özellikle yozlaşmış politik yapı gözetildiğinde; bu düzenin savunulması kolay değildir. Kurumun yapısal sorunlarını en iyi bilecek adli tıp mesleğine gönül vermiş uzman hekimlerimizdir. Ancak, yeniden yapılandırmanın adli tıp ve yargı açısından yararlı olacağını düşünüyorum. ATK'nin, yargıyı doğrudan ilgilendiren sorunu işlevseldir. Kurum çalışma yöntemi ve açıkladığı görüşlerle “bireyin doğru ve güvenli yargılanma hakkı” karşısında gizil bir tehlike oluşturmakta. Bu durumu irdelemeden önce kısa bir özeleştiri yapmakta yarar var: Usul hukuku ilkelerine göre; uyuşmazlık konusu olgu sorunlarının ikinci bir bilirkişi incelemesine gerek olmadan çözümlenmesi gerekir. ATK yasasında da, “kanaatbaş olmayan ya da çelişkili görüşlerin söz konusu olduğu durumlarda” kurumdan görüş istenebileceği kabul edilmiştir. Ayrıca; ATK, zorunlu bilirkişi kurumu da değildir; yasal öncelik “resmi kurumlarındır”. Bu nedenle üniversitelerimizdeki anabilim dalları da resmi kurum olarak aynı görevi öncelikle yapmakla yetkili ve yükümlüdür. Yargı orunları, çoğunlukla, ilke ve yöntemleri göz ardı ederek, hemen her konuda ATK'nin görüşünü almayı gelenek durumuna getirdi. Daha önemlisi “olgu sorunuyla ilgili sorular sorulmadan genel görevlendirmeyle” dosyalar kuruma gönderilmektedir. Bu durum; kurumu yargıçlaştırmakta ve çalışmalarını olumsuz etkilemektedir. ATK'nin, bilirkişi olarak işlevi, sadece olgu sorunlarıyla sınırlı teknik ve bilimsel görüş bildirmektir. Ancak; uygulamada, yargıç gibi kanıtları değerlendirerek ve yorumlar yaparak hukuki konularda görüş bildiriyor. Oysa yasa, hukuki konularda görüş bildirmeyi yasaklamıştır. ramdır. Akıl hastalığını saptamak hekimin işidir. Kişinin “ayırt etme (temyiz) gücünde” olup olmadığı, bir hukuk sorunudur. Yargı, olay anındaki tüm durum koşullarla ilgili kanıtları bilirkişi görüşüyle birlikte değerlendirerek sorunu çözmek zorundadır. Oysa ATK yazanaklarında, çoğun, yargının yetkileri kullanılarak görüş açıklanmakta. Kusur, bir hukuk kavramı olmasına karşın; ATK, kusur konusunda da görüş açıklıyor. Zaman zaman eylemin hangi suçu oluşturduğu yolunda saptamalar bile yaparak yargıç görevi üstleniyor. Bilirkişi olarak, hukuksal yorumlar yapılması yasanın açık buyruğuna aykırı olduğu kadar “görevi kötüye kullanma suçunu da” gündeme getirebilir. Kaldı ki; yargıç yetkisine, bilgisine ve sorumluluğuna sahip olmayan kişilerin kanıtları değerlendirerek, yorum yaparak görüş açıklaması hataları da birlikte getirir. Sonuçta; hak arayanların, kurumu “özensizlikle” veya “ önyargılı olmakla” suçlaması güven yitimine neden olmaktadır. ATK'nin en çok eleştirilen bölümü “Trafik Dairesi”dir. Bu yıl içinde incelediğim onlarca yazanağın büyük kısmında hatalı eksik görüş açıkladığından yargının hatalı karar verdiğini saptadım. Bunun temel nedeni, Kurumun “yargıcın, kanıtları değerlendirme ve sonuç çıkarma yetkisini kullanarak hukuk alanına girmesi”dir. Teknik ve bilimsel bilgi bile çoğu kez tartışmalıdır. Çok ilginçtir, “Trafik Dairesi'nde “anayasa hukuku profesörü” üye olarak görev yapıyor. ATK'nun bilirkişi olarak öncelikli görevi, teknik saptamalar yapmaktır. Ancak; özel ve teknik bilgiler kullanarak uyuşmazlık konusu olguya “değer biçilmesi“de söz konusu olabilir. Bu, teknik saptamanın boyutlarını aşan riskli çalışmadır. Çünkü yorum, değer biçme kişiden kişiye değişebilen göreceli bir değerlendirmedir. Örneğin: “Yaralanan kişinin hayati tehlike geçirip geçirmediği”, “kaç gün iş ve gücünden kaldığı; “kişinin işlediği eylemle ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin önemli ölçüde azalmış olup olmadığı”, “sürücüsünün karşıdan gelen aracın kendi şeridine kazayı önleyip önleyemeyeceği” gibi durumlar teknik bir saptama değil, bir değer biçmedir. Bu gibi durumlarda kesin saptamalar nedenle çelişik görüşler ortaya çıkmaktadır. Kurum, bilirkişi olarak, kesin saptamalar yerine “...güçlü olasılıktır” ya da “..olduğu kabul edilebilir” biçiminde görüş açıklanmalıdır. Sonrasında değerlendirme yargının işidir. Bir önemli konu da, yazanakların sanığın bile anlayabileceği terim ve sözcüklerle yazılmasıdır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle