17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

EDİTÖRE MEKTUP HUKUK BİLİMİ Hayrettin Ökçesiz [email protected] 0,0066 Avşar Sabiti üzerine! İTÜ bile öğrencinin eğitim gördüğü konuda ünlü bir bilim adamının yaptığı konuşmaya gösterdiği "ilgi" hemen hemen sıfırdır. Bu olağanüstü üzücü bir durumudur. Celal Tüzün [email protected] ayın Bursalı, CBT 999. sayısında yayımlanan Sayın Tınaz Titiz’in "Bu Yolun Dönüşü Var mı? Avşar Sabiti: 0,0066…" yazısı hakkında: İTÜ’ye davet edilen ünlü bir bilim adamını izleyen 4 öğrenci olmasına karşı aynı saatte üniversiteye çağrılan şarkıcı Hülya Avşar’ı dinleyen öğrenci sayısının 600 olması ele alınarak, bunlar oranlamak suretiyle, 4/600 = 0,0066… sayısı "Avşar Sabiti" olarak tanımlanmıştır. Bana göre bu sayı Avşar sabiti olmayıp "ünlü bilim adamı"nın sabitidir. Avşar sabiti ise bu sayının tersi olan 600/4 = 150 dir. Bunlar işin biraz da kara mizah yönüdür. Burada temel sorun, yazarın belirttiği "Elit Dayanışması" değil, çarpık eğitim sistemimizin bir sonucudur. Şöyle ki: İTÜ, ülkemizin saygın mühendislik eğitimi veren üniversitelerimizden birisidir. Burada bile öğrencinin eğitim gördüğü konuda ünlü bir bilim adamının yaptığı konuşmaya gösterdiği "ilgi" hemen hemen sıfırdır. Bu olağanüstü üzücü bir durumudur. Çünkü gerçek öğrenme (öğrenim) sadece ‘ilgi ve meraka’ bağlıdır. İTÜ’de öğrenciler bilime karşı ilgisizler ise, orada öğrenim yok demektir, bunun yerine ‘öğretim’ vardır. İkinci binin ilk sayısında bu satırlarda “Cumhuriyet BilimTeknik’in kendi açımdan taşıdığı anlama değinmek istiyorum. S MERAKSIZ ÖĞRENME Öğretim, merak olmadan öğretmektir, yani bir tür zorlama ile ezberletmektir ve bilgiler beynin alt bölgelerine inmediğinden yüzeyde kalır ve oldukça kısa bir sürede (örneğin diplomayı aldıktan birkaç yıl sonra) uçar gider. Bunun tipik örneğini, yine CBT’nin aynı sayısındaki "Gündem"de ‘Celal Şengör Ortalığı Karıştırdı!’ yazısında görüyoruz: Oldukça başarılı ve ihracat yapan bir firmanın yöneticisi, kurumundaki mühendis gereksinmesini karşılamak için, duyuru yapıyor, başvuran yüzlerce mühendisi basit bir sınavdan geçiriyor ve hiç birisinin en basit fizik bilgisinden bile haberi olmadığı ortaya çıkıyor. Çok acı bir gerçek! Diğer üniversitelerin, ilköğretimin ve orta öğretimin de bundan farklı olduğu söylenemez. Aslında adı Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) olan kurumun yaptığı işin ‘eğitim’ ile hiçbir ilgisi yoktur. Eğitim (talim, terbiye) demek, öğrenilen bilginin uygulamayla pekiştirilmesi veya uygulamayla birlikte öğrenim yapmak demektir. MEB sadece ‘öğretim’ yapmaktadır, bu ise öğrenim değildir. Bakanlığın adı "Milli Öğretim Bakanlığı" olsa daha çok yaraşır. Her zaman, ama özellikle çağımızda öğrenim ve eğitim çok önemli bir husustur ve ulusların geleceği kesinlikle buna bağlıdır. Ülkemizin eğitim dizgesi uzun süreden beri, herkes tarafından bilindiği gibi, evrensel ölçütlerin çok altındadır ve yetersizdir, dolayısı ile a’dan z’ye kadar (yüksek öğretim dahil ) eleştirel akla dayalı olarak yeniden düzenlenmesi ivedilikle gereklidir. Bence, 60 yıldır süregelen bütün sıkıntılarımızın nedenini, ekonomik olsun, sosyal olsun, siyasal olsun, burada aramak gerekir. Böyle önemli bir reformun sonucunun en az 1015 yılda alınabileceği bilindiğinden kanımca, şimdiye kadarki ve şimdiki iktidardaki politikacıların hiç biri böyle önemli bir işe girişmemişlerdir; aksine çok yanlış olarak, belki de işlerine öyle geldiği için, dinsel eğitime (İHL ve kuran kursları) ağırlık vererek sayıları pek de az olmayan dogmatik kafa yapılı insanların yetişmesine yol açmışlardır. Aklını kullanamayan böyle kimseler dayatmacı, baskıcı, sonunda da saldırgan olurlar. Bunların örneklerini daha önceleri, Hizbullah’ın cinayetlerinde, sinagog, İngiltere konsolosluk bombalamalarında ve başkalarında görmüştük. Son günlerde Cumhuriyet gazetesinin bahçesine konulan bombalar ve Danıştay’a yapılan menfur ve cüretkâr saldırı bu işin ne boyutlara geldiğini açık seçik gözler önüne sermiştir. Kutlama: Bugün CBT’nin 1000. sayısını gördüm. Çağdaş bir şekil almış, çok beğendiğimi ifade etmek isterim. Nice üç sıfırlı sayılara erişmeniz dileğimle sizi ve çalışma arkadaşlarınızı yürekten kutlarım. Ayrıca, s. 40’ta, "Celal Şengör’den Öğrencilere" konulu yazısında Sayın Prof. Şengör’ün tespitlerine aynen katılıyorum. CBT1001/21 26 Mayıs 2006 Başarıyla geçmiş yirmi yılın ardından yayımlayanları, çalışanları kadar okurları da aynı sevinci aynı yoğunlukta aynı umutla yaşıyorlar: CBT yine her Cumartesi bizimle beraber olacak, herbirimize bir şeyler sunacak! Ülkemizin yayın hayatının koşullarını düşündüğümde bu umudun ne denli kırılgan olduğunu biliyorum. Umudun ekmeği eylem. Onu eyleyerek güçlendirebiliriz. CBT Ülkemizin bilim politikasının oluşumunda ve gelişiminde, eleştiri, öneri ve bilgilendirme yoğunluğuyla belirleyici olmuştur. Bilim ahlakının olgunlaşmasına da aynı katkıyla önemli derecede yardım etmiştir. Aynı konularda zaman zaman yayın yapan diğer gazete ve dergilerden onu ayıran şeyler arasında bu yazılara sürekli ve kapsamlı biçimde yer vererek bir "arşiv"e dönüşmüş olması da yeralır. Bu özelliği ile ciddi yazıların ve yazarların kendisine yönelmesini sağlamıştır. Öyle ki, bu yarıyıl "Bilim Hukuku Felsefesi"ni konu edinen yüksek lisans derslerimde CBT’nin bu arşiv olma özelliği "Bilim Hukuku Politikası" üzerine düşünebilmek ve tartışabilmek için çalışma grubumuza olağanüstü bir kaynak zenginliği sağladı.1998 yılından itibaren internet yoluyla elektronik ortamda ulaşılabilir olması, içerdiği bilginin grubumuzca daha kolay işlenmesine imkan verdi. Bu taramadan ilginç sonuçlar çıktı: İlk önce ülkemizin bilim ve üniversite sorunlarının bir haritasını ana hatlarıyla da olsa – ortaya koyabildik. Yüzlerce yazarın temel savlarını, eleştirilerini, önerlerini ve aktardıkları bilgileri bu haritada yerlerine yerleştirerek bir genel bakışa ulaşabildik. Daha ayrıntılı çalışmalara kapılar aralayabildik. Bu küçük grup çalışması dahi, bilim ve üniversite sorunlarımızın kavranmasında ve çözülmesinde disiplinlerarası görgül araştırmaların ne denli gerekli ve önemli olduğunu bize bir kez daha gösterdi. Bilim ve üniversite sorunlarımızı parti siyasetçilerinin ideolojik yahut çıkarsal hedeflerine ulaşmalarının bir aracı olmaya mahkum bırakmak yerine, onları yukarıda sözünü ettiğim yöntemle kurgulayabileceğimiz özerk bir bilim politikasının rehberliğinde çözmeyi düşünebiliriz. Dümen sularına kapılmaması için benim buradan YÖK’e bir kez daha yapmak istediğim öneri, bu çerçevede bir "Bilim Hukuku Disiplinlerarası Görgül Araştırmalar Enstitüsü"nün kurulmasını sağlayarak, (kendi varlığını ve koşullarını da sorgulayan) uzun soluklu çalışmalara başlamasıdır. Karar verenlerin kendi amiyane bilgileri veya ideolojik yargılarıyla bilim ve üniversitenin geleceğini belirleyebilme keyfiliğine, sözünü ettiğim yolla ulaşabileceğimiz bilimsel bilgiyle bir ciddiyet ve sorumluluk getirerek, set çekmelidir. Bu keyfilikten ne yazık ki, hiçbir kurum azade değildir. CBT’nin kendisinden yararlandığım bir başka özelliği ülkemizde bilim ve teknolojinin ulaştığı düzeyi bir "bülten" kimliği ile "epistemik cemaate" (H. Arslan) düzenli biçimde rapor etmesidir. Hangi sularda yüzdüğümüzü bize etkili ve yeterli biçimde göstermektedir. Bunu yaparken yansızlığı ve tartışmaya açık duruşu ile olası yanlışların giderilmesine olanak sağlamaktadır. CBT’nin doğa bilimleri ve teknoloji ağırlıklı seyri, bunun dışındaki bilimsel bilgi alanının temsilinde çekinser duruşu dikkati çekmekle birlikte bu durumu doğuran nedenlerin doğrudan CBT’nin seçiminden kaynaklanamayacağını düşünüyorum. Tinsel ve sosyal bilimcilerin ve bilimlerinin azınlıkla yer bulabilmesi, bu kimselerin konu ve ilgi alanı bakımından CBT uyumlu yazılarıyla bu topluluğa katılmakta isteksiz davranmalarına bağlanabilir. Diğer bir azınlık kümesi bilimci kadınlardır. Yukarıdaki tarama alanımızda elde ettiğimiz sonuca göre, üniversitelerdeki temsil oranına uygun bir sayıyla CBT’de yer almamaktadırlar. Asistanlar ve öğrenciler daha küçük bir azınlığa işaret etmektedir. Ülkemizde bilimin ne denli erkek ve unvan egemen bir etkinlik alanı olduğu sonucunu düşündüren göstergelerdir bunlar. Bilimin ve üniversitelerin sorunlarını CBT’de araştırırken karşılaştığımız bu veriler çoğulcu demokratik zihniyet yapılanmasının da araştırılması gerektiğini göstermektedir. Organları ve üyeleriyle, oyların tartılmayacağı ve argümanların sayılmayacağı bir bilimsel topluluğa ulaşmada her alandan tüm bilimcilerin öğrencileriyle birlikte (CBT’de ve ülkemizde) bir yarış içerisinde olduğu kanısını uyandıracak verilere kavuşmayı diliyorum. Son olarak, CBT’siz bir bilim ve üniversite yaşamı nasıl görünür? diye sorduğumda doğrusu bu eksikliğin bu çevrede kesinlikle hissedilebileceğini, bilimsel topluluğun buna izin vermekle gözünü, kulağını ve aklını yitirmiş olacağını düşünüyorum. CBT varolmak zorundadır. Bu saptamanın nesnelliği CBT’nin içerik ve işlevlerinden çıkarsanabilir. Binbir CBT
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle