Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
kitap ARSLAN KAYNARDAĞ’A ARMAĞAN Türkiye’de Felsefenin Kurumlaşması Yayına hazırlayan: Mustafa Günay Ülkemiz kültürünün gelişimine katkıda bulunmuş kişiler için hazırlanması artık gelenek haline gelmiş bulunan armağan kitapların sonuncusu, geçtiğimiz günlerde, ülkemizin değerli felsefecisi ve düşünce tarihçisi Arslan Kaynardağ için hazırlandı. Editörlüğünü Yrd. Doç. Dr. Mustafa Günay’ın yaptığı kitap, aynı zamanda Kaynardağ’ın 83. yaşında sunulmuş bir armağan oldu. Türk düşünce dünyasında önemli bir yeri olan Arslan Kaynardağ, yaptığı çalışmalarla ülkemizde felsefenin kurumsallaşmasında büyük bir rol oynamıştır. Onun ülkemizde felsefenin kurumsallaşmasına yönelik çalışmaları ve katkıları çok yönlüdür. Kaynardağ, yalnızca yazıları, söyleşileri ve kitaplarıyla değil, felsefe etkinliklerinin düzenlenmesinde ve felsefe dünyasındaki gelişmelerin tanıtılması konusunda da önemli hizmetlerde bulunmuştur. Türkiye Felsefe Kurumu’nun düzenlediği İstanbul Seminerleri’nin gerçekleştirilmesinde önemli rol oynayan Kaynardağ’ın, bu kurumun yayınladığı bültene de katkıları olmuştur. Cumhuriyet gazetesinde 70’li yıllardan beri yayımlanan yazılarıyla da felsefenin sesini geniş bir okur çevresine duyurmaya çalışmaktadır. Kaynardağ, Türkiye’deki felsefenin kurumlaşmasına ve bu kurumlaşmanın tarihsel açıdan araştırılmasına büyük önem vererek, düşünce dünyamızdaki ilklere imzasını atmıştır. Felsefecilerimizle yaptığı söyleşiler ve kadın felsefecilerimize yönelik kitabı, bu ilkler arasında sayılabilir. "Felsefe Dünyamızda Neler Oldu?" başlıklı konuşmalar dizisi de bir ilktir. Ülkemizde felsefi düşüncenin gelişme serüveninin tanıklığını yapan Kaynardağ, pek çok batılı filozofun Türk düşünce dünyasında nasıl anlaşıldığını ve kendileriyle ilgili hangi çalışmaların yapıldığını eserlerinde dile getirmiştir. Bu nedenle Kaynardağ’ın felsefe çalışmaları, düşünce tarihimizi araştırma konusunda zengin bir kaynak değerindedir. O, felsefi düşüncenin gelişimini ve felsefecilerimizin çalışmalarını yalnızca betimleyici bir tarzda değil, eleştirel bir yaklaşımla da ele almaktadır. Sık sık vurguladığı ve dile getirdiği şeylerden biri, bizdeki felsefi eleştiri geleneğinin yeterince gelişmemiş olmasıdır. Kaynardağ’ın felsefi eleştiri kadar, felsefi eğitim konusuna da önem verdiğini unutmamak gerekiyor. İlk sayısı 1960’ta yayınlanan ve bir bibliyografya dergisi olan Kitap Belleten dergisini yayınlayan Kaynardağ, felsefe dergilerini sürekli desteklemiş, dergilerin ülkemizde düşünce yaşamındaki gerekliliğini vurgulamış ve felsefecilerimizin dergi yayınlamalarının gerekli olduğuna dikkati çekmiştir. Kaynardağ’a armağan olarak hazırlanan kitap üç bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde Kaynardağ’ın yaşamı, eserleri hakkındaki bilgilere ve kendisiyle yapılan bir söyleşiyle birlikte kendisinin bazı yazılarına yer verilmektedir. İkinci bölümde Kaynardağ üzerine kaleme alınmış yazılar bulunuyor. Bu yazılarda insan olarak Kaynardağ ile felsefeci Kaynardağ ele alınmakta, eserleri incelenerek düşünce ve kültür dünyamıza getirdiği katkılar değerlendirilmektedir. Üçüncü bölümde ise çeşitli felsefecilerimizin Kay nardağ’a Armağan için kaleme aldıkları makalelere yer verilmiştir. İsteme: Felsefe Dizisiİlya İzmir Yayınevi GÜNCEL TIP Dr. Mustafa Çetiner çetiner.m@superonline.com “Bir yabancı dille elde edilen bilgi anadile mal edilmedikçe, o dilin konuşulduğu ülkede gerçek bir ilerleme, bir kalkınma gerçekleştirilemez” CBT 1001/15 26 Mayıs 2006 Lise eğitimini tamamlayıp tıp fakültesine başlayan, zaten tamamen yabancısı olduğu bir teknik disiplinin Latince ağırlıklı terminolojisini anlamaya ve öğrenmeye çalışan bir gencin, bunu yaparken ana dili dışında bir dil kullanmak zorunda olduğunu düşünün. Buna bir de öğretim üyelerinin bu hekim adaylarını kendi ana dilleri dışında bir dil ile eğitmeye çalışmasının güçlüğünü ekleyin. Ülkemizin yabancı dil ile eğitim yapmak konusunda ısrarcı olan tıp fakültelerinde eğitilen bu öğrencilerin işleri hiç kolay değil. Tıp eğitiminde yabancı dil bilmenin gerekliliği, yabancı dil kullanmanın zorunluluğu yadsınamaz. Ancak, öğrenme ile ilgili, yukarıda sözünü ettiğim bu teknik sorunun tek başına varlığı bile yabancı dil ile eğitim konusunun tartışılması için iyi bir gerekçedir. Ayrıca, tıp eğitimi sırasında kendi diline yabancılaşan bir hekimin meslek yaşantısında hastalar ile olan ilişkisinde de zorluklar yaşayacağını düşünüyorum. Ülkemizde yaşanan tıbbi terminoloji kargaşası da önemli bir dil sorunudur. Bu kargaşa tıbbın evrensel dilinin Latince ağırlıklı olmasıyla çoğu kez ilgisizdir. Örneğin, sağlık kontrolü yerine "check up", bebek yerine "infant", şişmanlık yerine "obezite", kalıtsal yerine "herediter" birincil yerine "primer" sözcüklerini kullanmak genellikle yeğlenir. Haddimi aşmak veya kendimi dışında tutmak istemem, ancak bu yabancı sözcük kullanma isteğinin bir tür "üstünlük duygusu" yaratma ile ilgili olabileceği kanısındayım. Daha da kötüsü, bu garip terminolojinin, kullananı giderek Türkçe’ye, Türk insanına ve Türkiye’ye yabancılaştırabileceğini düşünüyorum . Buraya kadar tartıştıklarım işin bir yönü, bir de "dil" ile bilim üretme süreci" arasındaki sıkı ilişkiye değinmek gerekir. Ankara Üniversitesi DTCF öğretim üyesi Prof. Dr. İclal Ergenç’in 2001 yılında Bilim ve Ütopya dergisine yazdıkları son derece önemlidir. "Hiçbir dil dizgesi, doğasından bilim dili değildir. Bir dilin Bilim dili olmasının ön koşulu o dilin konuşulduğu toplumda bilim üretiminin varolmasıdır. " Türk Hematoloji Derneği son aylarda tüm yazışmalarının altına şu notu ekliyor. "Türk Hematoloji Derneği’nin önerisi daha çok Türkçe, daha güzel Türkçe". Derneğin genel sekreteri, sevgili arkadaşım Doç. Dr. Mutlu Arat, önümüzdeki dönemde bir kurul oluşturup en azından kan hastalıkları ile ilgili terimlerin Türkçe karşılıkları için dil bilimcilerin de katkısı ile bir sözlük oluşturacaklarını ve bu terimleri kullanmayı özendireceklerini söyledi. Türk Hematoloji Derneği’nin bu çabasının uluslararası alanda daha çok söz sahibi olmaya başladığı, ulusal toplantılarının bile Avrupa Hematoloji Derneği gibi kuruluşlar tarafından kredilendirildiği, Balkan Hematoloji Derneği’nin oluşma sürecinde öncü rol üstlendiği, üyelerinin uluslararası organizasyonlarda aktif görevler almaya başladığı ve uluslararası yayın sayılarının hızla arttığı bir döneme rastlaması kanımca bir rastlantı değildir. Bu saptama sayın Ergenç’in söyledikleri ile örtüşmektedir. Benim de katıldığım ve Türkiye Bilimler Akademisi tarafından 2627 Aralık 2003 tarihinde Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nde gerçekleşen "Türkçe Tıp Terimleri Çalıştayı" Türkçe’nin bilim dili olması çabalarına bir diğer örnektir. İlgilenenler için Türkiye Bilimler Akademisi’nin yayımladığı ve çalıştay sırasındaki konuşma ve çalışma gruplarının önerilerinin yer aldığı "Hekimlik ve Türkçe" adlı kitap önemli bir kaynak olabilir. Bir başka örnek, Sayın Aydemir Yalman’ın yıllardır büyük bir özveri ile yayımlamaya devam ettiği "Sendrom" dergisidir. Bu dergi her sayısında bir tıp disiplini ile ilgili "Türkçe Tıp Terimleri Sözlüğü" eki vermektedir. Bu örnekler ya da benim bilmediğim başka girişimler kuşkusuz ki bilim dili olarak Türkçe’nin kullanılması sürecinde önemli ancak yetersizdir. Eğer biz bir zamanlar kullandığımız "fakrüddem" yerine bugün "kansızlık" değil de "anemi" sözcüğünü daha sık kullanıyorsak bilim toplumu olma yolunda, ne yazık ki, pek az mesafe alabilmişiz demektir. Melih Cevdet Anday diyor ki, "Bir yabancı dille elde edilen bilgi anadile mal edilmedikçe, o dilin konuşulduğu ülkede gerçek bir ilerleme, bir kalkınma gerçekleştirilemez." Tıp ve Türkçe