24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Mikrodalga, bir yiyecegin dış yuzeyinden içeri girer ve merkeze ulaşamadan enerjısı tukenır. Ancak, bu durum bazen degişebiliyor. Isının yayılması besinin şekline gore degişiklık gosteriyor. Yumurta ya da bır kase çorba g±ıı yuvarlak ya da oval yıyeceklerde mikrodalgalar aynen mercekten kırılan ışık dalgalan gibi merkeze dogru yonelmiştır Bu tip yıyeceklerde ısı ve basınç merkeze dogru artar. Bu, yumurtaların mıkrodalga firında neden patladıgını açıklayabılıyor Islaklık ıse fazla su buhan yuzunden oluşuyor. Mikrodalgalar yıyecegın molekullerini titreştırırken, ısınan yiyecekten su buhan açıga çıkar. Normal &rınlarda içerdeki sıcak hava su buhannı kuruturken mikrodalga fırında yiyecegi çevreleyen hava soguk oldugu için su buharı kurumaz. Meydana çıkan su buhan giderilemedigı içın yiyecegin üzerinde birıkir ve yıyeceğin nemli kalmasına sebep olur Uzmanlara gore bunu engellemenin bir yolu mikrodalga fırınlara kazılötesi ısı bobinleri eklemek olabijir. Böylece, firın içindeki fazla su buharı kurutulabiür; Dıscover, Ekim 1998 EVRIMIN BIR HIZ LIMITI VAR Ml? Hastalıklara sebep olan organi2malann pekçoğu çevremizde en hızlı degışım gösteren ve degişen koşullara uyum saglayabilen canlılardır. Michigan State Universıtesi'nden bılim adamlan, evrimsel adaptasyonun hızını neyin kontrol ettigini ögrenmeye çalışıyorlar. Science Dergısi'nin 15 Ocak sayısında yayımlanan çalışma, çok hızlı mutasyona ugrayan E. coli ve HIV gibi organizmalann ıncelenmesini içeriyor. Michigan State Üniversitesi Mikropsal Ekoloji Merkezi'nden evrim biyologu Richard Leıuki, E. coli bakteri kolonilerinin çok hızlı degişim geçirdiginı ancak, bu evrimin bir hız sının oldugunu gormüş. Bir organizmanın degışıme adapte olabilmesi iki olayı içerir: mntasyon ve doğal seçilim Mutasyon, bir organizmanın genetik yapısında meydana gelen rasgele degişımlerdir. Genelde mutasyonlar zararlıdır ve organizmanın ölümüyle sonuçlanabılir. Fakat, bazı durumlarda mutasyonlar organizmanın yaranna da olabiliyor. Dogal seçilim bu yararlı mutasyonu seçerek gelecek nesillere geçmesini saglar. Araştırmacılar, E.coli bakterisini ozellikle çok hızlı çoğalabüdıgi için model olarak kullandılar ve yaklaşık 100 gun içinde 1000 jenerasyon inceleyebildiler. Deneylerde ük jenerasyondan örnekler sogutucuya konarak çogalmaları bir ölçude engellendi ve daha sonra gelecek jenerasyonlardaki mutasyonlara ugramış akrabalan ile yanşmaları saglandı. Bu şekilde evrimın ne derece başanlı oldugu ölçulmeye çalışüdı. Bu deneylerden çıkan sonuç, mutasyon sayısı artükça evrimın hızlandıgıydı. Yeni bakteri jenerasyonlan yararlı mutasyonlarla çok daha güçlü oluyor ve zararh mutasyonlar da doğal seçilimle ayıklanıyordu. Ancak, Lenski yararlı mutasyonlann da hızının bır sının oldugunu söyluyor. Bir noktadan sonra yararlı mutasyonlar guçlerini yıtiriyorlar çünkü, örnegin, E. coli aseksuel olarak çogalır ve farklı bireylerin degişik mutasyonlannın giıcü bırleştinlemez. Sonuçta, iki yararlı mutasyon farklı bireylerde birbirine karşı yansır duruma gelebilir ve biri digenni yok edebılir. Lenski, hastalıga sebep olan bakterilerin patojenik olmayanlardan daha hızlı evrim geçirdiklerini söyluyor. Bunun bir sebebi patojenik bakterilerin şışe bogazı (bottleneck) etkisine maruz kalmalan olabilir. Maruz kalınan bu etiade patojenler yenı bır eysahibine yerleşebilmek için populasyonu küçültmek zorundalar. Lenski, bu durumu açıklayabilmek için oksurük omegini kullanıyor, Bir damla rukuruk milyonlarca grip vırüsü içerir. Ancak, bu vırüsleri vücuduna alan bir kişinin bagışıklık sistemi hemen hemen tüm virüsleri oldurecektır. Hayatta kalabilen çok az virus ise şişe bogazı etkisi yaşayacaktır. Ardından, az sayıdaki dırençli virüs ardından hızla çogalır ve adaptasyon geçirerek hastalıga sebep olurlar. Lenski, bu tip adaptasyonlann hızını neyin kontrol ettigini anlamaya çalışıyor. Lenski ve meslektaşlannın geliştirdigi, deney tupunde evrimin yaratılması projesi Ocak 1995'ten beri devam ediyor ve bugüne kadar 3000 E. coli jenerasyonu incelenerek degişik evrim senaryolan yeniden yaratılmaya çalışüdı. www.saencedaily.com Hiperaktivite ilaçları Science dergisinde yayımlanan bir araştırma, çocuklarda hiperaktiviteyi engellemek içın kullanılan ilaçların beyinde başlıca iki kimyasalı etkiledigini söyluyor. Duke Üniversitesı Tıp Merkezı'ndeki araştırmacılar genleri degiştirümiş fareler kullanarak Ritalin, Dexedrine ve dıger amfetaminler gıbı uyancılann bu dıkkat bozuklugunu beyındekı dopamın ya da serotonin seviyesini etkıleyerek ıyileştirdigını buldular. Ilaçlarla dopamin arasındaki ilişki zaten bılınıyordu, fakat serotonının etkisı yeru bır bulgu Ritalin gıbı uyancılann nasıl çalıştıgmın bulunması, daha az yan etkısı olan yenı ilaçlann tasarlanmasını saglayabilecek. Araştırmacılar, sadece bir kımyasalın beyindeki seviyesıni etkıleyecek ilaçlar yerine, belli oranlarda her ikısını de etkıleyecek ilaçlar uretmeyı amaçlıyorlar. Duke Unıversitesi'nden Dr. Paul Gainetdinov "Hiperaktivite dopamın ve serotonin arasındaki denge ortaya çıkabilır," dıyor. Hıperaktıvıte, 414 yaş arası çocukların % 36'sında gorulen bir dikkat eksiklıği hastalığıdır. http:llwww. cnn. com Dünyada en eski yaşam kalıntısı Danimarkalı bilim adamlan, yeryuzündeki en eski yaşam biçiminin; 3.7müyar yaşındakı planktonun kalıntılarrnı bulduklarını duşünuyorlar Bulgular standart fosil kalıntıları değil, kimyasal izler. Kopenhag Jeolojı Muzesı'nden Minik Rosing ve meslektaşları, batı Gronland'da bulduklan kayalarda canlılıgın gbstergesi olabilecek kimyasal izler aradılar. Büınen en eski fosiller 3.5 milyar yıllıktı ve fotosentetik bakterilere aitti. Rosıng'm grubu, bu fotosentetık bakterilerin karmaşık organızmalar oldugunu ve çok daha basit organizmalardan evrım geçırerek meydana gelmış olmalan gerektigını duşünuyorlar. Kaya orneklerının ıncelenmesınde en buyuk sorun, milyar larca yıl içinde, fosü. barmdıran kayalann çeşıtlı jeolojik degışımlere maruz kalmış olnıaları. Ancak, her şeye ragmen, metamorfık kayalar da fosü kalıntüarına fıziksel olmasa büe kimyasal olarak sahip olabılıyorlar. Yeryuzündeki tum yaşam biçımleri karbon elementme sahıptır Rosıng'm araştırma ekibi, kayalarda karbon12 ve karbon13 ızotoplarını (bir elementin farklı notron sayısına sahip atomlan) araştırdüar. Modern planktorriarda karbon 12 izotopu karbon13'ten çok daha fazla miktarda bulunuyor Rosıng, bir zamanlar deniz dibinde bir katman olduguna inandıgı 3.7 milyar yülık metamorfik kayalardan elde ettikleri müaoskopik grafıt (saf karbon) kurecüdefını (globule) incelediler. Karbon12 ve karbon13 oranları gunumuz planktonlannın kalıntüan ve artıklanyla aynıydı. Araştırmacılar, bu bulgular ışığında mceledikleri kayalann planktonlardan kimyasal bir iz tasıdıgma inaruyorlar. Bulunan bu kimyasal izler yeryuzündeki ilk yaşam bıçımlerının kalıntüan olabilir. http://www.cnn.com 25 Ocak'taki toplantısmda, soyanm östrojen terapisinin sebep oldugu hucre çogalrnasını engelledıgini ve boylece kanser riskmı azaltabüecegini açüdadılar Mark Cline, menopoz sonrası maymunlar uzerınde ostrojen terapisi uyguladıklannı ve beklendıgı gıbı ozellikle göguste hucre çogalmasına rastladıklannı, bu maymunlann diyetıne soya eklendigınde ise kanser rıskinın azalmaya başladıgını söyluyor. Soyada bulunan proteinler kanser riskini azaltmak için geliştirüen ostrojen/projestin formulundeki projestm gibi davranıyor. Ancak, tuketüen soyanın ve aynı zamanda uygulanan östrojen terapisinin dozu da çok onemlı. Bellı bir miktann üzerinde, soya proteinı bıtki ostrojeni (phytoestrogen) içeriyor östrojen terapisiyle birleştiginde riskli olabüiyor. Bu rısk ozellikle fareler üzerinde yapüan deneylerde ortaya çıkmış. Cline ve meslektaşları, yumurtalıklan ahnmış farelere östrojen ve soya proteinlen kombinasyonunu uyguladılar Bu kombınasyonda soya proteirüeri rahım ya da gogus bezlerinde hucre çogalmasına sebep olmadı. Ancak, az dozda ostrojen terapisi uygulandıgında, soyada bulunan bıtkı ostrojenmin gogüs bezlerinde hucre çogalması yarattıgı goruldu. Yuksek dozda östrojen terapisi uygulandıgında ise soyanın antagonıst etkı gosterdıgı ve hücre çogalmasını azalttıgı görüldu. Cline, hangi soya proteınlerinin gogüs kanseri riskini azalttıgını anlayabilmek için daha fazla araştırma gerektigini söyluyor. Cline, soyanın gogus kanserındeki koruyucu etkisini anlayabümek için Asyalüarı örnek gosteriyor Insanlann, Uzakdogu'da Batüı ulkelere gore çok daha az yaglı ve sebze ozellikle soya agırlıkh yiyeceklerle beslendiginı gorüyoruz Asyalüann kanser oranlannı Amerüca'da yaşayan kuzenleriyle karşüaştırdıgımızda çok buyuk farklüıklarla karşüaşıyoruz. Bu fark, Amerıka'da dogan Asyalüarda % 60'a kadar çıkabüiyor. http://www.cnn.com 621/7 Östrojen terapisinde soya Wakw Forest Universıtesi'nden bilim adamlan, Amerıcan Assocıation for the Advancement of Science'ın Sayfa haberleri: Sevil Duvara
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle