Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
V. Jean Michel Cousteau Filipinler'in yaşayan mağaraları Burası Jules VVerne'in "Dünyanın merkezine yolculuk" dediği yer; mağara da yaşayan kuşlar diyarı... "Kaya ile su" şiirinin yaşadığı yer... PALAVVAN ADASI Düşümde sinematografik bir şiir canlanıyor: "Kaya ve Su". Yani katı olan ile akıcı olanın, kalıcı olanla geçici olanın simgelerinin evliliği. Ayrıca dinamitlenerek öldürülmüş alanlarda, hemen hemen tüm Güney Asya Pasifik Okyanusu'ndaki son sığınağı gösteren bir film de geliyor aklıma. Bu son sığınakta hâlâ deniz dibi yaşamı sürmekte ve mercan kayalıklarındaki kıyımdan kaçarak ulaşılmaz mağaraların derinliklerinde kendini korumaya çahşmaktadır. Bu adalarda, bitkilerle kaplı yüksek, güzel, girintili çıkıntılı ve dik duvarlar vardır; griboz renkli kayalann arasındaki çatlaklar tatlı bir yeşille örtülmüştür. Yağmur suyu bu yeşili eritir ve taş, âdeta Isviçre peyniri gibi, delik deşik kalakalır. öğleden sonra, yerden 15 metre yükseklikte, bir mağara ağzının giriştüneline varıyoruz. Birinci kameraman Didier Noriot, ikinci kameraman ve ben. Her zamanki araçgerecimizle donanmış iniyoruz aşağıya: Iki takım ışık, kablolar ve kablo taşıyıcıları. Su, çekım için çok uygun ve berrak, 80 metrelik film çekiyorum. Sürüyle minik balıklar. Renkli duvarlar. Zeminde mekân tutmuş plankton. Aşağıya iniyoruz Şok yaşıyoruz Aşağı inmem zaman alıyor, sol kulağım kötü. Amaçok geçmeden hem lambaları hem de kameraları kullanamayacağız kadar dar bir koridora ulaşıyoruz. 90 derecelik bir dönüşten sonra koridor, normal boyutlara kavuşuyor, ama çok yüksek filtre olmamış tatlı su ile dolu. Sonuç olarak optik distorsiyonlar var, sanki sıvı gliserine dalmış gibiyiz. Didier ile ben, yavaş yavaş tavana doğru yükseliyoruz, burada su yüzeyi var. Başlarımız suyun yüzeyini yarıpdışarı çıkıyor, tavandan terleyen damlacıklarladolu bir hava parçası ile karşılaşıyoruz. Kulaklarım berbat. Nasıl ineceğiml Bu sefer, öncekinden de kötü olacak. Acele etmiyorum ve kendimi yeni bir tünelde buluyorum. Tünelin girişinin uzak berraklığında sonbahar yapraklarını andıran bir balık sağanağı bana eşlik ediyor. Bir kaç gün sonra biz üç zodiyak, St. Paul adlı yeraltı nehrinde yolculuk yapıyoruz. Film çekimi güçlü ve kalıcı ışıklandırma istiyor. Ama atmosferi ve duvarları egzoz gazları ile kirletecek bir motor çalıştırmak istemiyoruz. Dolayısıyla kürekleri pervane gibi kullanıyoruz, elimizdeki tüm 24 voltluk pilleri de ışık için. Çok şükür ki yanımızda sualtı skuterleri için taşıdığımız büyük pillerden var. St.Paul Nehri, tortularını denize akıtır. Havzası çok hoş manzaralıdır, kayalık uçurumların dibinde palmiye demetleri gözükür, suyun rengi ise sütlü kahvedir. Giriş hiç de kolay değil, kayadan sütunlarla üç dar kanala bölünmüş. Kılavuzlarımız kendi yağ kandillerini kullanmak istiyorlar, bizim elektrikli lambalarımızın yeterince uzun zaman dayanacağını akılları kesmiyor. Nezaketen onların kandillerini kabul ediyoruz, ama kullanmayacağız. Daha içeri girmeden önce bir şok yaşıyoruz. Kuşlar mı? Yarasalar mı? Ne biri ne deöbürü. Minicik bir yığın kuş, daireler çizerek uçuşuyor, nehre bir konup bir kalkıyorlar. Ama işin olağanüstü yanı, bu binlerce kuşa hep başkalarının da katılması. Bir kaç yarasa, kuşlara eşlik ediyor, ama bizi mağaranın 4.5 m. kadar içine girdiğimiz sırada kuşlar her tarafı kapltyor. Belki de bir milyondan fazla kuş. Sonuç olarak kulakları sağır edecek bir gürültü var. Tam üç saat boyunca koyu karanlık içinde ilerledik. Sadece kameralarımızın ışığı, ara sıra karanlığı yarıyordu. Harikulâde bir güzellik. Hayal bile edilemez. Keşke jeolog olsaymışım diye hayıfla/ııyorum. Ama, eğitimsiz bir gözlemcı bile iki zıt fenomeni görebilir. Taşın dev kenarları keskin, ama yine de yumuşak, egzotik biçimlerde, yerden yükselmekte ya da tavandan sarkmakta. Taş, kahverengi, gri ve boz. Birbirinden bağımsız olarak sarkıt ve dikitler, hem kırılgan hem de çözünebilir taşın ki Palavvan adasını yapan bu taştır keskin bıçak biçiminin arasına karışmakta. Burası akan taştan bir düş ülkesi. Taşlaşmış medusalar, tavanda asılı muazzam laleler, sertleşmiş mantarlar, mermere benzer düzlükte sütunlar, yastık gibi duran dikitler bunların hepsi betimlenemez bir kaos içinde bir arada. insanısersemletenbirgörüntü. Bu.tamamıyla rastlantı sonucu oluşmuş bir kaostur; maddenin kanunlara uyma zorunluğu sonucunda oluşmuş bir kaos. Ama yarasalarla birlikte bu kalıntıların içinde uçuşan kuşlar canlıdır, bu kuşlar rastlantıyla oluşmuş biçimler degildir. Ve eğer bu belki de milyonlarca kuş, son hızla bu çöküntünün ruhsuz gecesinde uçabiliyorlarsa bunun nedeni, onların burada yaşamaya uyum sağlamış olması, onların yaşam gücünün onları buna uygun kılmasıdır. Ve her yerde küçük yerel sağanaklar halinde yağmur boşanıyor. Burası, Jules Verne'in "Dünyanın Merkezine Yolculuk" dediği yer, mağarada yaşayan kuşlar diyarı. Ve "Kaya ile Su" şiirinin yaşadığı yer. Denızın altındaki mağaralarda biz bu şiiri bulduk. 11 Düşlerülkesl