19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET [email protected] 8 EKİM 2013 SALI 22 KÜLTÜR AltFest’13 kapılarını açtı izleyicilerine ve böylelikle ne güzel ki İstanbul’da yapılan tiyatro festivallerine bir yenisi katıldı MARMARA ÇİZGİ ETİKETİYLE RAFLARDA Destansı bir samuray macerası Kültür Servisi Dünyada da büyük ilgiyle okunan ve ilk kez 1970 yılında basılan Japon mangası “Yalnız Kurt ve Yavrusu”nun (Lone Wolf and Cub, Japonca’daki orijinal adıyla “Kozure Okami”) altıncı cildi “Ölüler İçin Fenerler” çıktı. Emre Yavuz’un çevirisi ve İlke Keskin’in editörlüğünde Marmara Çizgi etiketiyle yayımlanan “Yalnız Kurt ve Yavrusu” 2004 Eisner Onur Ödülü sahibi. Serinin yaratıcısı Kazuo Koike’nin çarpıcı yazarlığı ve Goseki Kojima’nın çizgileri ile dünya çapında kabul görmüş bir manga olan seri, destansı bir samuray macerası. Derebeylik dönemi Japonyası’nı irdeleyen kitap, Shogun’a başkaldıran eski bir samuray olan Ogami İtto ve oğlu Daigoro’nun hikâyesi. Sinema filmi, televizyon dizisi ve tiyatro oyununa da uyarlanan 28 ciltlik serinin Türkçeye çevrilen ilk beş kitabı ise şöyle: “Suikastçının Yolu”, “Geçit Vermeyen Engel”, “Düşen Kaplanın Islığı”, “Çan Bekçisi” ve “Kara Yel”. İlk sayının arka kapağında ABD’li ünlü çizgi romancı Frank Miller’ın seri için söylediği şu cümleleri yer alıyor: “Sizi başka bir zamana ve rüzgârlarla süpürülmüş, gri, korkutucu, yabancı bir ülkeye götürüyor. Koike ve Kojima, hikâyelerini sanatsal bir ustalıkla anlatıyorlar ve bunu yaparken de bir adamı, bir çocuğu ve cehenneme giderlerken onlara eşlik eden bir ülkeyi resmediyorlar.” ‘Alternatif Sahneler’ ‘Fikrim Firarda, Eyvah!’ Kendimi ihbar etmek istiyorum. Benim niyetim hiç iyi değil. Gaz maskem, deniz gözlüğüm ve amele kaskım hâlâ portmantoda şemsiyenin hemen yanında duruyor. Allah muhafaza, yarın ortalık karışsa, onları kuşanıp yine dışarı çıkmam an meselesi. Şahsi prensiplerim gereği “Zıpla zıpla zıpla, zıplamayan Tayyip’tir” dışında hiçbir siyasi slogana eşlik etmiyorum ama onun kadar tatlı başka sloganlar duyarsam, hiç durmam atarım. Sokaklarda şiddet yanlısı değilim; ne taş atarım, ne ateş yakarım ne de barikat kurarım. Ama yanı başımda polis birini azıcık tartaklasa, “N’apıyorsun sen!” diye dalarım. Niyetim açık, hazirandan beri rüyalarımda kendimi polise mukavemet ederken görüyorum. Twitter kullanıyorum. Malum, orası da hiç tekin bir alan değil. 140 karakter dahilinde gaza gelip kendimi her an halkın, Müslüman olur, Hıristiyan olur, Musevi olur, Budist olur, herhangi bir kesiminin dini inançlarına hakaret ederken bulabilirim. Potansiyelim maalesef yüksek. Daha da fenası Başbakan, İçişleri Bakanı, hadi olmadı bir valinin görevi icabı yaptığı bir sürü şeye dil uzatabilirim ki, tabiatım gereği onun da eli kulağında. En tehlikelisi, şu an yeni bir roman yazıyorum. Maalesef iktidar, kötülük ve korkular üzerine. Yani halkı isyana teşvik ettim, edicem. Arada sırada okullarda konuşmalar yapıyorum, panellere katılıyorum. Oralarda, başka konu yokmuş gibi, devamlı otosansürden bahsediyorum. Korkuların yasaklardan daha tehlikeli olduğunu söylüyorum. Korkalım ki, adımlarımızı dikkatli atalım diye içimizden birilerini teker teker cımbızla çekip ibreti âlem için hâkim önüne çıkarıyorlar, diyorum. Ağzımızı açarken, yazımızı yazarken, bir haksızlığa karşı çıkarken, başı derde giren birine destek verirken, iki kere düşünelim ve başımıza gelebilecekleri hesap edelim diye gözümüzü korkutuyorlar, diyorum. Baskıcı feodal rejimlerde yasaklar olması normaldir, o dönemin kayda geçmesi ve ileride tekrar değerlendirilmesi sırasında yasaklar belge niteliği taşır, diyorum. Asıl tehlikeli olan kayda geçmeden, içimizde büyüyen, kendi kendimize koyduğumuz yasaklardır; niyetimizden vazgeçmektir; niyetimizden korkmaktır; niyetimize ihanet etmektir... de diyorum. Durum ortada, benim niyetim bozuk; henüz suç işlemedim ama her an işleyebilir gibi görünüyorum; hatta onu bunu suça teşvik edecek gibi bir halim bile var sanki. Şimdi, durum böyleyken, her gün önünden geçtiğim karakoldaki o polisler gözlerimin içine bir baksalar; bendeki bu niyetleri bir sezseler; kollarımdan tutup, başımı bastırıp polis arabasına bindirseler; savcı gelene kadar en az yirmi dört saat, baktılar yetmedi kırk sekiz saat boyunca uzun uzun sorgulasalar; “Sen şunu şunu şunu yapsan yaparsın değil mi” diye sorsalar, hiçbirini inkâr edemem. “Yapsam yaparım valla” derim. Neticede, dillerimi hâkim bey, bağlasan durmaz. Gelsin jandarma, polis karakoldan, fikrim firarda mahpusa sığmaz. Bir de... Kanun üstüne kanun yapsalar, söz uçar, yazı iki cihanda... Eyvah! 5 Ekim Cumartesi akşamı AltFest’13 başladı. 513 Ekim tarihler arasında çeşitli alternatif mekânlarda sürecek olan festivalin açılışı Kadir Has Sahne’de yapıldı. AltFest’13 ekibi Sami Berat Marçalı (İkinci Kat), Ceylan Dizdar (Kara Kutu), Gülhan Kadim (Kumbaracı 50), Sezin Gündoğan Feyzan Yılmaz (Maya Cüneyt Türel Sahnesi), Ufuk Tan Altunkaya (Mekan Artı), Serkan Altıntaş (Sahne Hal), Berfin Zenderlioğlu’ndan (Şermola Performans)’dan oluşuyor... u Tiyatroların bir anlamda ve her biçimde köşeye sıkıştırılmaya çalışıldığı son yıllarda genç tiyatrocular kendi gayretleriyle açtıkları alternatif tiyatro mekânlarında kendilerini özgürce ifade etme olanağı yarattılar. gerçekleştirilen sorumluluk projeleri ve uluslararası projeler mekânları ‘alternatif’ yapıyor.” 5 Ekim akşamı AltFest’13 üç ödül verdi. Burcu Karakaya’ya “Seyirci Ödülü”, Ezgi Atabilen’e yazılarıyla alternatif sahnelere yaptığı katkılarından dolayı “Basın Ödülü” ve de Nilgün Kurt’a “Emek Ödülü” verildi. Nilgün Kurt, Maya Sahne’den başlayarak pek çok genç tiyatroya, tiyatrocuya emeği geçen bir isim... Açılış oyunu olarak izlediğimiz Kadro Pa’nın “Circus d’Arc”ı ise Bernard Shaw’ın “Jan Dark”ından Simge Günsan ve Didem Kırış tarafından sahneye uyarlanmış tek perdelik kabare tarzı bir oyun. Kendi tanımlarıyla; “Ermiş Jan Dark’ın kahramanlık serüveni, ama yok öyle değil!” Çok kişili ama aslında iki kişilik bu renkli oyunda Simge Günsan sanki biraz daha dikkat çekiyor. Rolü avantajlı olduğu kadar da zor. Üstesinden geliyor... Kadro Pa, AlFest’13 programında değil, ama izlemek isteyenler Kabile Dans Stüdyosu’nun yerine ve programına bakabilirler... Evet, sözü uzatmaya gerek yok... AltFest’13 dolu bir programla kapılarını açtı izleyicilerine ve böylelikle ne güzel ki İstanbul’da yapılan tiyatro festivallerine bir yenisi katıldı... Bağımsız tiyatro mekânları Tiyatroların bir anlamda ve her biçimde köşeye sıkıştırılmaya çalışıldığı son yıllarda genç tiyatrocular kendi gayretleriyle açtıkları alternatif tiyatro mekânlarında kendilerini özgürce ifade etme olanağı yarattılar. Onca sorunun orta yerinde, enerjilerin tiyatroya akması sanatla kurulan ilişkilerde yaratıcılığı destekledi. Topluluklar, içinde bulundukları mekânlardan yola çıkarak hem devamlılığa katkı sağlamak hem de tiyatro adına projeler üretmek, yeni alanlar açmak için, 20102011 sezonunda “Alternatif Sahneler” adı altında bir girişim oluşturdular. Doğru bir girişimdi bu. Doğruydu, sürekliliği vardı ve de sonuçta alternatif sahneler buluşması AltFest’13’ü doğurdu... Bu arada bakıyorum, 18. İstanbul Tiyatro Festivali’nin “Yeni Dalga” bölümüne bu mekânlarda yer alan bağımsız tiyatro gruplarının çoğunu davet etmişiz ve bütün oyunlar dolu oynamış, ilave seanslar konmuş. Bu noktada, AltFest’13’e giden yolu kendi ortak bildirileriyle şöyle gösteriyorlar: “İstanbul’da bağımsız tiyatro gruplarının sayısı giderek artıyor. Bu grupların ürettiklerini sahneleme alanları ise yetersiz kalmakta. Ancak son yıllarda özellikle Beyoğlu ve çevresinde yeni bağımsız tiyatro mekânlarının varlığından söz edilebiliyor. Mekânların var oluş biçimi ve var olma mücadelesi, sahnelerin dönüşebilir olması, farklı disiplinlerden gruplarla paylaşmaları ve paylaşım şekli, mekânlarda sahnelenen çağdaş oyunlar ve performanslar, ‘Rakı’nın adı yok Son alkol düzenlemesi yüzünden ‘Rakı Masası’ filminin adı değişti ASLI ULUŞAHİN Ve gecikmiş veda sözcükleri Eylül ayının son günlerinden başlayarak duygular, düşünceler, özlemler yazıya döküldü art arda yitirdiğimiz Tuncel Kurtiz ve Turgut Özakman için. İki önemli tiyatro insanımız. Benim söyleyeceklerim bugüne dek söylenenler “Kavakyelleri”, “İkinci Bahar” gibi TV dizilerinden tanıdığımız Gökhan Horzum’un senaryosunu yazdığı ve yönettiği “Rakı Masası” filminin adı, son alkol düzenlemesine takıldı. Dün 50. Altın Portakal Film Festivali’nde de gösterilen ve ay sonunda vizyona girecek yapımın adı “Arkadaşlar Arasında” olarak değiştirildi. Gökhan Horzum, değişikliğin nedenini, “kamuya açık alanlarda alkol tanıtımı yapılan afişlere yeni yasanın izin vermemesi” olarak açıklıyor. Yani adını değiştirmeselerdi, filmin afişleri sinema salonlarına asıu Altın lamayacak, tanıtımı yaPortakal’da pılamayacaktı. gösterilen ve Horzum, filmin senaryosunu 12 yıl önay sonunda ce yazmış, adını da gösterime o zaman belirlemiş. girecek filmin “Ama 12 yılda Türkiiki montajı ye çok değişti” diyen yönetmen, çekimlerini olacak. TV için 2012’de yaptıklarını, ikinci bir montaj vizyon tarihi bu seneye yapılıyor. sarkınca yapımın “alkol düzenlemesine” takıldığını söylüyor. Film, 30’lu yaşlarındaki dört erkek arkadaşın, Ege’de bir koyda, deniz kenarına kurdukları çilingir sofrasındaki sohbetlerini yansıtıyor. Mutlulukla başlayıp, melankoliye evrilen filmini Horzum, “rakı masasında her şey konuşulur ama hiçbir şey halledilmez” ifadeleriyle anlatıyor. Peki, baştan sonra rakı masasında geçen film acaba TV’de gösterim şansı yakalayabilecek mi? “İki montajı olacak” diyor Horzum ve ekliyor: “Televizyonda rakıyı göstermekle ilgili bir sorun şimdilik yok. İçkiyi övmemek, coşkuyu yansıtmamak gerek. Bir de markanın görünmemesi gerekiyor. Televizyonda da yayımlanabilmesi için farklı planların kullanıldığı ikinci bir montaj yapıyoruz.” den farklı olmayacak... O nedenle, bu değerli insanlara ekim başında kısaca selam edebiliyorum. Zorunlu olarak geciken ama içten bir selam. Tuncel Kurtiz için 1993’e dönüyorum; 5. İstanbul Tiyatro Festivali’nde Taxims de sahnelediği “Şeyh Bedreddin Destanı” günlerine ve “Nâzım baba görse çok sever beni” ile başlayan sözlerine: “Çarptı beni şiir. Bir köylü isyanı değil Bedreddin olayı. O, bir filozof, bir hukukçu, bir devrimci. Şiirdeki zulmü Nâzım harikulade şiirsel bir dile dökmüş. Gerçek nedir, ne değildir? Kime göredir? Neye göredir? Bu şiirin gerçeği nedir? Etna yanardağına yaklaşabildiğim kadar yaklaştım Şeyh Bedreddin’e. Kâinatın sesini duydum onda...” Turgut Özakman ise, ona şöhret kapılarını açan belgelere dayalı romanı Şu Çılgın Türkler’in ötesinde, yıllarını tiyatroya vermiş, eğitime vermiş bir öğretim üyesi ve oyun yazarı olarak Türk tiyatrosunda unutulmaz yerini almıştır kuşkusuz. “Pembe Evin Kaderi”, “Güneşte On Kişi”, “Tufan”, “Duvarların Ötesinde”, “Ocak”, “Töre”, “Sarıpınar 1914”, “Resimli Osmanlı Tarihi”, “Fehim Paşa Konağı”, “Bir Şehnaz Oyun” ve daha niceleri... Bütün oyunlarını izledik ve hepsinin ardında yatan toplumsal sorunlara, insan ilişkilerindeki değişimlere şahit olduk... İç dünyaları zengin yaşamlar bunlar... ‘Eskizlerden Tablolara Ressam Sultan Abdülaziz’ isimli sergi 20 Ekim’e kadar Dolmabahçe Sanat Galerisi’nde KAMİL KÜLTÜR MASARACI l ÇİZİK Padişahın elinden ilk resim sergisi Kültür Servisi Dolmabahçe Sanat Galerisi’nde “Eskizlerden Tablolara Ressam Sultan Abdülaziz” isimli sergi açıldı. 20 Ekim’e kadar devam edecek serginin küratörlüğünü Mehmet Lütfi Şen üstleniyor. Uluslararası Kültür Sanat Derneği tarafından düzenlenen serginin proje koordinatörü Selman Gemuhluoğlu, danışmanı ise Ömer Faruk Şerifoğlu. Sultan Abdülaziz’in saltanatı döneminde İstanbul’da ilk resim atölyesi açılmış, ressam istihdam edilmiş ve öğrenci yetiştirilmeye başlanmıştı. Bugün İstanbul’da bazı kamu binalarının önünde ve meydanlarda gördüğümüz aslan, kaplan, boğa gibi hayvan heykelleri de Sultan Abdülaziz’in Pierre Louis ve arkadaşlarına sipariş vererek oluşturduğu ilk heykel koleksiyonunun eserleridir. İlk resim sergisi de bu dönemde yapılmış. Padişah bugün birçoğu Milli Saraylar Tablo Koleksiyonu’nda bulunan ağırlıklı Fransız, Rus ve Polonyalı ressamların imzasını taşıyın önemli bir resim koleksiyonu da oluşturmuş. Sultan Abdülaziz’in Polonya’daki Krakow Müzesi’nde bulunan 67 adet eskiz çalışmasının sergileme ve yayın hakkı alındı, Dolmabahçe Sarayı ve Askeri Müze koleksiyonlarında imzasız olarak yer alan birçok yağlıboya tablo incelendi. Küratör Şen, sergi ile ilgili olarak şunları söylüyor: “Padişahın elinden çıkmış eserlerle açılacak ilk resim sergisinin küratörü olarak, Sultan’ın yalın ve güçlü çizgilerine sadık kalma çabası içinde oldum. Eskizlerin çizgilerinden tablolardaki fırçalara bir cihan padişahının kılavuzluğunda, vârisi olduğumuz büyük medeniyetin sanatla beslenmiş yüreğine sade bir yolculuğa çıkalım istedim.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle