19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 KASIM 2012 CUMARTESİ [email protected] 14 KÜLTÜR Piyanist Emre Şen, bu akşam Sascha Goetzel yönetimindeki BİFO eşliğinde İş Sanat’ta Çıplak, yorumsuz yorum HANDE EAGLE Bugün İş Sanat sahnesinde Sascha Goetzel yönetimindeki Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’yla Rahmaninov Piyano Konçertosu No.2’yi tüm enerjisiyle dinleyicilere aktaracak olan başarılı piyanist Emre Şen’le müzik serüveni, Geştalt Terapisi ve Rahmaninov üzerine konuştuk. ‘Piyanonun şeytani meleği’ olarak anılmak size ne ifade ediyor? Bir de “Emre Chopin” lakabıyla tanınıyorsunuz müzik çevrelerinde... Şeytani melek aslında İtalyan bir eleştirmenin yakıştırması. Bir dönem hoşuma gitmişti ve biyografimde kullanmıştım, öylece kalıp yerleşti. Bu yakıştırmayla eleştirmen şunu kast etmiş: Bazı pasajları zor olmasına rağmen eğlenerek çalıyorum. Kolaylığımın tadını çıkarıyorum gibi görünüyor. Sahnede yüzüm gülüyor, sırıtıyorum, şakalaşıyorum. Bu alaycı tavrı şeytani bir güven veya rahatlığa benzetmiş. Melek kısmı da, her ne kadar umurumda değilmiş, dalgasını geçiyormuşum kadar güvenli gibi görünsem de aslında kırılgan, bazen güvensiz ve zayıf taraflarımın olması ve çalarken bunların da görünmesi. Gerçekten etkileniyorum ve duygulanıyorum çalarken. Özellikle kendi kendimeyken. Seyirci karşısında utanıyorum, daha başka yönlerim belirginleşiyor. Yine de onca performans telaşının arasından arada bir bu kırılgan ve na if tarafım da görünüyor. Beni çok Psikoterapi Eğitimi aldım. Teraetkileyen pasajlarda kendimi, çal pist olur muyum olmaz mıyım fazdığımı unutuyorum. Seyirci kol la düşünmedim; merak ettiğim tuğuna, dinleyici tarafına geçiyo ve öğrenmek istediğim için başladım bu eğitime. Felseferum. Fazla bir şey eklemek, si ve kuramı beni çok başkalaştırmak, dokunBu etkiledi ve heyecanmak istemiyorum birlandırdı. O eğiçok pasaja. Olduğu akşam timde bir insanı, gibi, çıplak, yoRahmaninov’un 2. çevreyi sadece rumsuz görünPiyano Konçertosu’nu bilişsel bir sümesini seviyoreçle dinlemerum. yorumlayacak olan Emre menin tadına Aslında müŞen, “Birçok pasaja fazla bir vardım. Etkiziğe o sıradaki teslim oluşum şey eklemek, başkalaştırmak, leşime tarafsız bir şekilde la kendine has dokunmak istemiyorum” açık olunca bir enerji doğudiyor: “Olduğu gibi, çıplak, iletişimin ne yor, o benim yokadar farklı akrumum oluyor. yorumsuz görünmesini tığına şahit olŞöyle ki; şeytani istiyorum.” dum. Bu benim melek, Emre Choduyuşumu ve yaptıpin veya herhangi ğım müziğin akışını da başka bir lakap benim hemen başkalaştırdı. arkasına saklanıp sığınmak Müzik yaparken, çaldığım paistediğim veya kendimi akılda kalıcı bir şekilde pazarlamak is sajlarda her ne kadar amacımın tediğim isimler değil. Bir sanat farkında olsam veya olmasam da, çının belli bir lakabı üstlenmesi bilinçdışı süreçlere de açık olmak nin sınırlayıcı ve yapay olduğunu beni zenginleştirdi. “Müzikle Temas” adlı kitabımın konusu da tedüşünüyorum. melde bununla ilgili. Müzikte üzikle Temas’ an’da olmak, açık olmak ve etki Bize Geştalt Terapisi konu leşim hayattakiyle nasıl paralel, sundaki çalışmalarınızdan söz bunu anlatmak ve paylaşmak iseder misiniz? 2008’de Andan tedim. Geştalt’tan söz etmek ve te’yle yaptığınız bir röportajda anlatmak zor. Kuramla ilişkilen‘Müzikle Temas’ başlıklı bir dirip açıklayabilseniz de daha kitap yazmakta olduğunuzu be çok deneyimle, yaşayarak öğrelirtmiştiniz. Kitabınızın ana te nilen bir şey. Rahmaninov eserlerini dümaları neler? Kitabınızı ne zaşündüğünüzde aklınızda neler man okuyabileceğiz? 2008’den başlayarak üç yıl bo beliriyor? Sizi en çok etkileyen yunca İngiltere’de York’ta Geştalt Rahmaninov yorumcusu kim? Sağım Solum Şair Geçen hafta Söke’deki edebiyat şenliğindeki bir toplantıda Fahri Özdemir Türkiye’de ne çok şair olduğundan söz etti. “Ama şiir kitapları kaç satıyor?” dedi. Şiir yazanların onda biri bir şiir kitabı alsa, sanırım bu alanda dünya rekoru kırarız. Toplantıdan sonra iki anımı aktardım Fahri’ye. ??? Kırk yıl kadar oluyor. Gündüz otobüsüyle İzmir’e gidiyorum. Şoförün arkasındaki koltuktayım. Elimde bir kitap. Agatha Christie’nin bir romanı. Okumaya çalışıyorum. Karnım aç. “Artık dursak da bir şeyler yesek” diye düşünüyorum. Sonunda, bir lokantanın önünde durduk. Kendimi aşağı attım. Atar atmaz da omzuma bir el yapıştı. Döndüm. Yaşlı bir adam. “Beyefendi, ben en arka koltukta oturuyorum. Dikkat ettim, kitap okuyorsunuz. Demek ki edebiyata meraklısınız. Müsaade buyurun, size şiirlerimi okuyayım.” Elini cebine atıp bir tomar kâğıt çıkardı. Koluma girdi. Beni “edebiyata meraklı olmayan öteki yolcular”ın yanından uzaklaştırarak başladı şiirlerini okumaya. Hem okuyor, hem açıklamalar yapıyor: “Beyefendi, dikkat buyurun. İstanbul’un iki yakası... Avrupa yakası ile Asya yakası... Boğaz Köprüsü’nü bu iki yakayı birleştiren bir kolyeye benzetmişim. Nasıl buldunuz?” Nasıl bulduğumu söylememe olanak vermiyor ki... Geçiyor bir başka şiire. “Ataköy’e aslında Atakent denilmeliydi. Ata’mızın adına köy değil, kent yakışır. Ne dersiniz, beyefendi?” Okudu, okudu... “Yolcuların otobüste yerlerini almaları rica edilinceye” kadar... Ne sözünü kesebildim, ne bir lokma ekmek yiyebildim. Ondan sonra da bir daha otobüste elime kitap almadım. ??? Daha da eski bir anı… Trendeyim. Yolculuktan sıkılmışım. “Bari restorana gidip bir çay içeyim” dedim. İngilizce bir şiir antolojisi vardı yanımda. Onu alıp “yemekli vagon”a geçtim. Masalar boş. Çayımı söyleyip kitabımı okumaya koyuldum. Biraz sonra orta yaşlarda bir adam geldi yanıma. Masaya oturmak için izin istedi. Bir çay da o söyledi. Ben kitabımı okuyorum, adam çaktırmadan beni izliyor. Bir süre sonra dayanamadı, “Beyefendi” dedi, “bir şiir kitabı okuyorsunuz galiba”... “Evet” dedim. “Siz de şiir yazar mısınız” diye sordu. Kazara “Yazarım” desem yandık! “Hayır” dedim. “Ben sadece okurum.” Bir Türk gencinin, hele kitap okuyan bir Türk gencinin şiir yazmamasına pek akıl erdiremedi. Daha önce hiç işitmediğim, bugün de hatırlamadığım bir ad söyledi. “Ahmet Filânca’yı nasıl bulursunuz” diye sordu. “Bilmem” dedim. “Hiç şiirini okumadım.” “Peki, Mehmet Falanca’yı?” “Onu da bilmiyorum” dedim. Sınama sürüyordu: “Ali Bilmemkim’e ne dersiniz?” Benim için telefon rehberinden rasgele seçilmiş adlar gibiydi bunlar. Acaba gerçekten Türk şiirinin bu kadar dışında mı kalmıştım? Onu da bilmediğimi söyleyince dayanamadı adam. “Nasıl olur, beyefendi!” dedi. “Geçen hafta dört yıldız aldı!” Durumu nice sonra kavrayacaktım. Bir gazetenin pazar ekinde okurların şiirlerine yarım sayfa ayrılıyor, gönderilen şiirler üç yıldız, dört yıldız gibi değerlendirmelerle yayımlanıyordu. Masa komşum, bunun üzerine beni sınamayı kesti. Bir daha da ağzını açmadı. Öyle ya, dört yıldızlı bir şairi bile bilmeyen biriyle ne konuşabilirdi ki! ‘M Rahmaninov’un sarsıcı bir etkisi var. Son derece romantik, fakat Chopin gibi değil. Chopin asaletinden ödün vermiyor müziğinde. Daha içine dönük, mülayim. Rahmaninov ise bağırmaktan, yakıp yıkmaktan gocunmayan bir besteci. Modern döneme daha yakın, Prokofiev’e doğru uzanıyor müziğindeki keskin tınılar. Rusya’nın bıçak gibi acıtan soğuk havasındaki, karla kaplı, parlak ve ıs sız romantizmine sürüklüyor dinleyeni. Soğuk rüzgâr esiyor müziğinde, teniniz donuyor, ama içiniz yanıyor. Beni en çok etkileyen Rahmaninov yorumcusu ise Vladimir Ashkenazy. Rus romantizmini fazla yuvarlamamak lazım, yakışmıyor. Ashkenazy’nin yaklaşımı bu müziğin netliğini ve diriliğini yansıtıyor. [email protected] Farklı coğrafyalardan dört sanatçının işlerini bir araya getiren ‘tidelines’ Borusan Müzik Evi’nde Kimliğin geniş yelpazesinde... ? Avrupa’nın çokdilliliği ve çokkültürlülüğünü vurgulayan sergi, izleyiciyi kimlik üzerine düşünmeye davet ediyor. Kültür Servisi Yazar Amin Maalouf’un “Ölümcül Kimlikler” kitabından yola çıkan, görsel sanatçılar Raija Malka ve Melek Mazıcı ile besteci Kaija Saariaho’nun disiplinlerarası işbirliğinden doğan “tidelines” sergisi, 28 Kasım’a kadar Borusan Müzik Evi’nde görülebilir. Avrupa’nın çokdilliliği ve çokkültürlülüğünü vurgulayan serginin küratörlüğünü Marketta Haila üstleniyor. “tidelines”, edebiyat, müzik ve görsel sanatların bir aradalığından üreyen işlere Maalouf’un “Kimlik öyle bir çırpıda verilmez, yaşam boyunca oluşur ve değişir” sözlerinin eşliğinde izleyiciyi kimlik üzerine düşünmeye davet ediyor. Sergiye dahil olan her sanatçı da farklı coğrafyalardan, farklı kimlikler taşıyan isimler. Lübnan doğumlu Maalouf Paris’te, Finlandiya doğumlu Malka Lizbon’da yaşıyor. İstanbul’da doğan Mazıcı ise Helsinki ve İstanbul arasında mekik dokuyor. Sergide bestesi ile yer alan Saariaho ise Helsinki doğumlu ama yaşamını Paris’te sürdürüyor. Dört sanatçının ortak noktasının doğdukları ülkenin dışında yaşamaları olduğunu söyleyen Mazıcı, “Bütün sanatçılar bire bir kendilerine kimlik sorularını soran sanatçılar. Maalouf’un kitabını okuduğumda çok etkilenmiştim. Kimlik; dil, ırk, dinin de ötesinde, çok daha geniş bir yelpaze.” “Tideline” okyanustaki iki akıntının ortak bir noktada birleşmesi anlamına geliyor. Kelime, “tidelines” şeklinde, çoğul olarak kullanıldığı zaman ise bu birleşmenin geride bıraktığı, yosun ve köpük gibi döküntülerin oluşturduğu kıvrımlı çizgiler anlamına geliyor. Maalouf’tan “Doğu’dan Uzakta” Kültür Servisi Amin Maalouf’un yeni romanı “Doğu’dan Uzakta” Yapı Kredi Yayınları’ndan Ali Berktay’ın çevirisiyle çıktı. Kaderin ve tarihin acımasızlığında terk ettikleri yurtlarına dönen bir grup arkadaşın hikâyesinin anlatıldığı romanda Maalouf, açıkça belirtilmese de Lübnan iç savaşının getirdiği yıkımlara, Or Marketta Haila Melek Mazıcı Kaija Saariaho Raija Malka. tadoğu coğrafyasının sorunlarına dair çarpıcı gözlemlere yer veriyor. Kitaptan tadımlık bir bölüm... “Yenikler her zaman kendilerini masum kurbanlar olarak göstermek eğilimindedirler. Ama bu gerçeğe tam uymaz, hiç de masum değildirler. Yenildikleri için suçludurlar. Kendi halklarına, kendi medeniyetlerine karşı suçludurlar. Sadece yöneticilerden değil, benden, senden, hepimizden bahsediyorum.” Orhan Pamuk’tan grev açıklaması ? Kültür Servisi İngilizceye çevrilen “Sessiz Ev” romanıyla ilgili Londra’da bir edebiyat söyleşisine katılan Orhan Pamuk, cezaevlerinde devam eden açlık grevleriyle ilgili, “Kolay bir şekilde sonuçlanacağını düşünmüyorum. Ancak, bu konulara şu anda girmek istemiyorum. Bu konuya, kolay bir çözüm öngörmüyorum” dedi. Kahramanının Ahmet Hamdi Tanpınar olduğunu söyleyen Pamuk, 1980 darbesinden sonra başka bir kitap daha yazdığını ancak dönemine göre radikal olması sebebiyle yarım bıraktığını açıkladı. Pamuk ayrıca “Kafamda Bir Tuhaflık” isimli yeni bir roman yazdığını kaydetti. Ayten Alpman’ı anma gecesi ? Kültür Servisi Nisan ayında kaybettiğimiz caz müzisyeni Ayten Alpman, bugün Taksim’deki Jazz Company’deki bir konserle anılıyor. Ayşe Gencer’in yorumuyla gerçekleşecek “Ayten Alpman’ı Anma Gecesi” bu akşam saat 22.00’de başlayacak. ‘Kent ve Kültür Söyleşileri’ ? Kültür Servisi Eskişehir Tepebaşı Belediyesi’nin her ay düzenlediği “Kent ve Kültür Söyleşileri”nde bu ayın konuşmacısı, arkeolog Prof. Dr. Fahri Işık. Gazetemiz yazarı Oktay Ekinci’nin yönetiminde gerçekleşecek söyleşide, “Batı uygarlığının kökü Anadolu’dur” konusu ele alınıyor. Söyleşi, Zübeyde Hanım Kültür Merkezi’nde bugün saat 16.00’da başlayacak. AltJ Mercury’yi aldı ? Kültür Servisi Indie rock topluluğu AltJ, “An Awesome Wave” adlı çıkış albümleriyle İngiltere’nin prestijli ödüllerinden Mercury’nin sahibi oldu. Ödülü alırken “Bizi destekleyen herkese teşekkür ediyoruz, özellikle de ‘iş bulun’ diye bizi zorlamayan ailelerimize!” şeklinde konuşan topluluk, Mercury gibi saygın bir ödülün müzik sektöründe ilerleyebilmek adına büyük bir fırsat olduğunu belirtti. Geçen yıllki ödül, “Let England Shake” albümüyle PJ Harvey’ye verilmişti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle