19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 KASIM 2012 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 13 Güvenimiz Yerine Geldi İkisi Arasındaki Çatlak Recep Tayyip Erdoğan, Cumhuriyet yürüyüşçülerinin önündeki barikatların kaldırılması konusunda “Polise ben talimat vermedim” diyor. Anlaşılıyor ki, talimatı Abdullah Gül vermiş... Aynı çelişki açlık grevcileri için de söz konusu. Biri, “Yiyip içiyorlar” diyor, diğeri “Sonlandırılmalı” diyor. Söylenenlere bakılırsa, iyi poliskötü polis oyunundan çıktı, bir farklı ayrışmaya doğru gidiyor iki eski MTTB’li yakın dostun ilişkisi. Ankara’da dile getirilenlere kulak kabarttığınızda duyuyorsunuz kimi çatırtıları: Abdullah Gül istemezse, Erdoğan Çankaya’ya çıkamaz... Tayyip Erdoğan’daki bastırılamaz ihtiras, durdurulamaz hırçınlık, daha sakin olan Abdullah Gül’ün elini güçlendiriyor... AB’den sonra ABD de, çoğu kez ne yapacağı belli olmaz hale gelen Erdoğan’dan desteğini çekiyor... Bu gidişle AKP’de yerel seçimlerden önce, en geç Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi bir bölünme, beklenmedik bir gelişmeden sayılmamalı... Unutmadan: Ayrışma, kesinlikle dünya görüşünde değil, kişilik özelliklerinde! Cumhuriyetin sermayeye de orduya da emanet edilemeyeceği hep söylenir, yazılırdı. Şimdi yaşayarak öğreniyoruz. Tarihte örnekleri çok: Aydınlanma yaşamış toplumlar zaman zaman bocalayabilirler ama tümüyle geriye düşmezler. İçinde bulunduğumuz dönemin bir ortaçağ, Cumhuriyet için bir gerileme devri olduğu kesin... Bu ortaçağdan; Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’ten, Atatürk’ün kurduğu partiye değin tüm kurumlar olumsuz etkileniyor. Ama genimizde saklı bağımsızlık, özgürlük ve eşitlik duygusunun verdiği dirençle bu ortaçağı da aşacağız. 29 Ekim’de halk olarak güçlü olduAnkara’da biber gazına, basınçlı suya, polis copuna karşın Cumhuriyet’ine tüm yüreği ile sahip çıkanlar “illegal örgüt”tenmiş. Kim söylüyor bunu? Ülkenin istihbaratının başına oturtacağı yakın adamını, yabancıların haBelediyeleri toptan AKP’li yapma tasarımına ilişkin yazılarımıza bir katkı da Prof. Dr. Sabri Ergüney’den geldi: “Son yerel seçim öncesinde Bahçeşehir belde belediyesi lağvedilip yoktan varedilen Başakşehir Belediyesi’ne (o zamana kadar Küçükçekmece Belediyesi’ne bağlıydı) bağlandı. Başakşehir ile Bahçeşehir arasında coğrafi sınır yok. Arada Avcılar ve K. Çekmece toprakları (!) var. BahçeşeKindar gençlikten geliyor. Öyle görmüş, öyle büyümüş. Yüzünden, mimiklerinden, konuşmalarından çok belli: Toplumun laiklikten, Cumhuriyet ilkelerinden yana kesiminden iğreniyor, hatta onlara kin duyuyor. Gözleri çakmak çakmak. Bıraksalar, bir kaşık suda boğacak. Ve bu haliyle Cumhurbaşkanı olacak; Türkiye Cumhuriyeti ile Türk ulusunun birliğini temsil edecek! Kin 29 Ekim TRT’si TRT, ilk gözağrım. Mesleğe orada başladım. Ankara’da, Amerikan büyükelçiliğinin karşı köşesindeki binada. Haber dairesinde mütercim kadrosunda. Oradan Esin Talu Çelikkan tarafından kurtarılıp TRT Dış Yayınlar’a transfer oldum. Mithat Paşa Caddesi’nde Birleşmiş Milletler’i aratmayan, insan kalitesi yüksek bir ortamda çalıştık. BBC yayıncılığını kıstas alan bir ekip... Sırpçasından Farsçasına kadar radyo yayını yapılan bir yerde, Fransızca yayınlarda eski kimya öğretmenim Türkan Mayatepek’le çalışıyorduk. Türkan Hanım, Enver Paşa’nın kızı... Geçim derdi var, 60 küsur yaşında Fransızca spikerlik yapıyor. Devlet dairesinin ne demek olduğunu da, sansürü de TRT’de anladık. Yıl 1980. Bırakın içeriyi, dışarıyı da sansürletirlerdi. Örneğin İran’da Kürt grupların çatışma haberini verirken, “bir etnik grup” denilmesi gerektiği bildirildi. Kürt kelimesinin kullanılması yasak! Yurtdışına Fransızca yayın yapıyoruz, İran’da ne olduğunu anlatırken Kürt diyemiyoruz. Bir kısmımız bu gülünç uygulamalara fazla dayanamadı, ekip dağıldı. Yurtdışına gittim, TRT maceram sona erdi, ama bu kurumu hep umursadım. 29 Ekim günü öğleden sonra TRT1’in haberleri nasıl verdiğini merak ettim. O sırada barikatlar açılmış, 1’inci Meclis’in orada biber gazı yiyen kitleler Anıtkabir’e doğru ilerliyordu. TRT1’de karşıma Rutkay Aziz’in oynadığı Cumhuriyet filmi çıkmaz mı! Şaka mı bu dedim içimden, doğru kanalda mıyım diye kontrol ettim. Görenler hatırlayacaktır, derinliğine girmeden Atatürk devrimlerini eksiksiz anlatan bir film. Şapka devriminden harf devrimine, Menemen olayından ezanın Türkçe okutulma kararına kadar tüm önemli olayları kapsıyor. Sonra yine TRT1’de 18.00 haberlerini izledim. Hayret... Sanki hiçbir yerde olay çıkmamış... İzmir’de halk 29 Ekim’i büyük bir coşku içinde kutlamış, aynı şekilde 1’inci Meclis’in önünde de kutlamalar olmuş... Kusursuz şenlik havası, ne güzel... ??? TRT1 29 Ekim yayını ile ne demek istedi? Ben iktidarın emrinde değilim mi dedi? Fethullah Hoca tarafında olduğunu teyit mi etti? Her durumda iki başlılık resmi, bir kez de TRT1 eliyle çizilmiş oldu. Bundan sonrasında Başbakan’ın Fethullah Hoca cemaatine açtığı savaşta meydan muharebelerinden birinin de TRT’de yaşanmakta oluşuna hiç şaşırmayacağız. 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadarki süreçte Türkiye siyaset sahnesi pek çok oyuna gebe. Birlikte izleyeceğiz... ??? TRT1, 29 Ekim yayınında bayramının halka zehir edilişini görmezlikten geldi. Bu noktada “bariyerleri ben kaldırtmadım”, “göstericiler terörist” diyen iktidardan farklılaştı. Ancak bu farklı tavır iktidar katlarındaki bir çatışmayı yansıtmanın ötesine geçip tarafsız yayıncılığa yetmedi. Zira bu kez de bayramın sorunsuz yaşandığını göstermek için aşırı, inandırıcılıktan uzak bir gayretkeşliğin içine girdi. Bugünün Türkiye’sindeki radyo televizyon kanallarında ister özel olsun, ister kamusal “egemen erkin sesi” olma durumu ağır basıyor. Diziler, eğlence programları, yarışmalar... Bütün bunlar egemen erkin sesini kısmaya yetmiyor, Türkiye özgür ve demokratik bir ülkedir dedirtemiyor. ğumuzu gördük, özgüvenimiz yerine geldi. Yakında gerçek öncü ve önderlerimizi de buluruz. Biz halkız, yeniden doğarız. kemliğinde yasadışı ayrılıkçı şiddet örgütü ile görüşmeye gönderen söylüyor... Partisi, Anayasa Mahkemesi’nce “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olmaktan cezaya çarptırılmış olan söylüyor. Salla gitsin. Yükselen Dalga Geçen hafta Ulus’ta 7’den 77’ye, halk bir barikat aştı. Geçen hafta Sinan Erdem Spor Salonu’nda, AKP’liler yuhalanırken halk içten gelen tepkisini ilk kez açıktan gösterdi. Her iki gelişme, yükselen dalganın habercisidir. Kıyıya vurmaya başladı, yakındır, kumdan kaleleri de yıkar. İllegal Boy boy reklamlardan biliyoruz, İstanbul’un son kalan toprak parçalarına da siteler kuruluyor. Birinin adı da “Maslak 1453.” Okurumuz Deniz Banoğlu, merak etmiş, aramış ilgili şirketi “Neden 1453?” diye. İşte yanıtı: “Efendim, sitenin yapılacağı arazinin önündeki caddeyi ölçmüşler, tamı tamına 1453 metre. Caddenin önceden adı yokmuş, çünkü onu da kendileri döşeyeceklermiş ve boyu metreyle ölçünce ne ilginçtir ki, 1453 metre çıkmış. Ondan 1453.” Banoğlu diyor ki: “Bundan sonra dikilecek bir başka gökdelenli sitenin adı da 2023 olur belki. Caddenin boyuna göre.” Yoktan Var Etme hir Belediyesi’nin tüm malvarlığı Başakşehir’e devredildi. Hamdolsun hiç sıkıntı çekmedik, aynı belediye binasına (tabelasında ‘Başakşehir’ yazmasını hazmederek) başvurabildik! Ama neticede, Madımak sanıklarının avukatlarından biri olan Mevlüt Uysal yönetiminde bir yerel yönetime terk edildik. O dönemde, bu durumu Cadde Boyu meşrulaştıran yasayı protesto etmek, bir işe yaramadı. 150200 kişi, kendi kendimize bağrıştık. Birçok medya köşesine ses gelir ümidiyle başvurdum. Sonunda sesimi kestim. Bunlarda oyun bitmez! Bu tür mücadeleler, ‘Fatih Hilmioğlu’nun neden bir gece evinde kalmasına izin verilmedi?’ sorgulamasına benziyor! Mesele o değil ki! Mesele, neden Fatih Hoca içeride?” Yeltsin Örneği Yurttaşlar biber gazını yerken Kemal Kılıçdaroğlu, korumalarınca Ulus Meydanı’ndan kaçırılırcasına çıkarıldı. Anıtkabir’e de gitmedi. Bir dostumuz dedi ki: “Hatırla, tankın üzerine çıkan Yeltsin, Rusya’ya devlet başkanı olmuştu.” 2012’nin 29 Ekim’i SADIK ÇELİK KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Her zaman olduğu gibi provokasyon ihbarı alan ve bu gerekçeyle Ankara’daki 29 Ekim yürüyüşüne önce yasak koyan, sokağa dökülen yüz binleri gazla, biberle, suyla dağıtmaya çalışan, olmayacağını anlayınca geri adım atan ve barikatları kaldıranlar bu ülkede demokrasiyle, hukukla, insan hak ve özgürlükleriyle bir türlü yıldızı barışmayan bir zihniyetin ürünüdür. Ne de olsa provokasyon ihbarının asılsız olduğu ortaya çıktığında buna hiçbirimiz şaşırmadık… Bu memlekette yaşıyorsan en az bir kere biber gazının, tazyikli suyun tadına bakarsın. Bu şekilde bir kez daha anlarsın demokrasinin, özgürlüklerin, insan haklarının kıymetini. Herkes bu kıymeti ve karşısındakini anlayabilseydi gerçekten, belki o zaman bir kısım milletin oylarıyla seçilen iktidarın emrindeki güvenlik güçleri, diğer bir kısım milletin oylarıyla seçilen muhalefet partili liderin, vekillerin ve yüz binlerin önünde barikat olmazdı. “Barikatı kim kaldırdı?”, “Yoksa yönetimde çift başlılık mı var?” soruları zihinleri meşgul etmezdi günlerce. Millet bu kadar insafsızca bölünmezdi ikiye. Üçe, dörde… Evet, ortada bir provokasyon vardı. Ve bu, kutlama yasağının konmasıyla başladı, gaz bombaları ve yumruklarla devam etti. Neticede ne oldu? Binler yerine yüz binler döküldü meydanlara. Ulusal bayramlar stadyumlardan kaldırılsın, herkes istediği gibi kutlasın, halka mal edilsin demişlerdi; ancak bunu yapmak isteyen onca insan illegal örgüt üyesi oldu, terörist oldu bir anda. Savcılık soruşturması gecikmedi, hemen açıldı haklarında. Cumhuriyeti halkın kendisinden, yani moda deyişle cumhurdan kaçırmak istediler sanki. Çünkü sokağa dökülenler onların cumhuru değildi. Yüzde 50’nin dışındakilerden oluşan cumhurdu onlar. Öteki, diğer ya da karşı kutup idi. Sanki düşman kuşatmasına karşı savunuyorlardı Anıtkabir’i. Çoluk çocuk, kadın erkek, Cumhuriyetini sahiplenenlerin genizlerine dolan gaz, hem özgürlükleri hem de demokrasiyi yaktı, bir kez daha. Dışarıda, bilhassa da Arap coğrafyasında insanların, kitlelerin özgürlüklerini, demokratik haklarını net bir dille savunurken, kendi sınırlarının içinde, kendi rejimini kutlamak isteyen yurttaşına su sıkmak da ne demek oluyor? Bu ne yaman çelişkidir. İfade özgürlüğü alanında kaldığımız kaçıncı sınavdır bu. Bu arada CHP İl Başkanı Oğuz Kaan Salıcı’nın 29 Ekim törenleri sırasında 1. Ordu Komutanı’na “Sizin korumanız gereken Cumhuriyete biz sahip çıkıyoruz!” diye seslenmesinin, Cumhuriyet’i koruma yolu olarak askerleri işaret etmesinin, hoş görülecek bir yanı yoktu elbette. Bu ülkede demokrasiyi anlamak, kabul etmek ve içselleştirmek uygulamaktan daha zor aslında… 29 Ekim 2012 kutlamaları, işte bu demokrasinin yokluğunda, halka değil ama tarihe mal oldu. Güvenlik güçleri, korumakla görevli olduğu bayrağı ve Cumhuriyeti yine korumak isteyen yurttaşlarını yumrukladı. Tarih bunu yazdı. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN üyük Balık Küçük Balığı Yine Yiyor Hatay Dörtyol Emniyet Müdürlüğü’ndeki teşhis skandalını hatırlıyor olmalıyız. Hani şu polislerin, AKP milletvekilinin oğlu ve AKP’li gençlik kolları başkanının karşısında sıraya dizildikleri… Soruşturma sonuçlanmış ve polisler hakkında dava açılmış. Örneğine pek nadir rastlayacağımız şekilde polisler hakkında hakaret, kasten yaralama gibi suçlardan hapis cezası isteniyor. Normal koşullarda polis karşısında sivillerin, yedikleri dayakları sineye çekmeleri ve dayak ya da hakaret yemelerine rağmen suçlu çıkmamaları için olay yerinden hızla uzaklaşmaları gerekirdi. Fakat bu kez söz konusu olan vatandaşlar polisten daha “cüsseli” idiler. Sahip oldukları siyasi güç ve üstünlük hukuk sistemini de kendi taraflarına çekmeyi başardı. Küçük balığın her koşulda harcanabildiği bir hukuk sistemi ve Türkiye gerçekleri. [email protected] B HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Süt katılan meyanenin muhallebi kıvamına gelinceye dek pişirilmesiyle elde edilen beyaz sos. 2/ Gereğinden çok yemek yiyen... Bir yetkinin ya da kararın yürürlüğe girmesine karşı çıkma hakkı. 3/ Ağı... Büyük demiryolu durağı. 4/ Bir akademik unvanın kısa yazılışı... Ateşli ve tehlikeli bir bağırsak hastalığı. 5/ Ray üzerinde kendi kendine hareket edebilen demiryolu taşıtı. 6/ Boru sesi... Divan edebiyatında düzyazıya verilen ad. 7/ Eski Türk güreşlerinden biri... Özbekistan’ın plaka imi... Manganez elementinin simgesi. 8/ Olumsuzluk belirten bir önek... “Melali anlamayan nesle değiliz” (Ahmet Haşim). 9/ Ceviz büyüklüğünde bir domates cinsi... Tarımda kullanılan azotlu gübre. SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ İstanbul’da Şeh 1 zadebaşı ile 2 Fatih arasın 3 da uzanan ünlü su ke 4 meri. 2/ Ti 5 foya neden 6 olan basil... 7 Osmanlılarda gümrük 8 vergisi. 3/ 9 Neşeli ve serbest ka1 2 3 4 5 6 7 8 9 dın... Bitkilerden elde edilen ilaç. 4/ 1 T A K O G R A F Kalp atışlarındaki 2 Ü M Ü K O N A Ç İ M A E düzensizlik ve eşit 3 L A L T A S A A R sizlik... Utanma, ha 4 L N A M E yâ. 5/ Brezilya’nın 5 E B E R G İ Z eski başkentinin kısa 6 K O P U Z R E S İ T A L söylenişi... Osmanlı 7 E L E M A N devletinin Kuzey Af 8 M A 9 E N İ K R İ Z E rika’daki son topraklarını da yitirdiği antlaşmanın adı. 6/ Konut... Tıp dilinde akciğer veremine verilen ad. 7/ Yumurta verimi yüksek bir tavuk ırkı... Çıplak vücut resmi. 8/ Tantal elementinin simgesi... El, göz ya da başla yapılan işaret. 9/ Kiremit ve tuğla tozlarının kireç ve suyla karıştırılmasından elde edilen bir çeşit harç.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle