19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 22 AĞUSTOS 2010 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Kişi kendini yazma coşkusuna kaptırırsa her şey geride kalıyor. Hastalıklar bile... Ama gözün kararmış, sesin kısılmış, ateşin yükselmiş, ayakta duracak halin kalmamış, üstelik daha yeni bir ameliyattan çıkmışsın... Masanın başına geçip daktiloya parmak basınca değişiveriyorsun!.. Öyle mi acaba? Zorla güzellik olmaz. Zorla da yazı yazılmaz. Ama sen bunu genç yaşından beri bilirsin. Binlerce okurun senin görüşünü, duyuşunu beklemişse, bekliyorsa, dayanacaksın, kaçıracaksın hastalık hallerini... mi dersin? İşte ben şimdi o haldeyim. Hele hele en yakın arkadaşın İlhan da bir süre önce seni bırakıp gitmişse, seni yalnızlıkların karanlığında bırakmışsa!.. Yine de çabalayacaksın, yine de dayanacaksın... Ülkeni dört yandan sarıp sarmalayan bir düşmanlığı yok etmek savaşına, bu yaşta da olsan katılacaksın. Bak “evet” demiş CHP’nin bir eski adamı! Niye bugünü beklemiş. Açıkgözler daha önceden kaptı istedikleri köşeleri, sen neden bekledin referandum gününü? Hasta yatağımda şaşıyorum “evet” diyeceklere, ülkeyi yepyeni bir gericilik yönetimine döndürmek isteyenlere... Nerden nereye? Sen kendini unut unutabilirsen. Ateşin yükselir, ilaçlar gelir, hekimler gelip gider. Muğla’nın Yücelen Hastanesi’nde Sevgili Hamdi Bey, dost hekimler bekler, birbirinden şefkatli hemşireler, hele bir anne, bir kız kardeş sevgisiyle sana bakan Fadime hemşire... Sen şimdi bir uçurumdan çıkmış gibisin. Zaman zaman yaşadığın bir şey ama, bu kez farklı. Yaş 87, ameliyat koğuşu, hekimler vb. vb... Ama sen gazeteye yazmayı yaşarsın gizlice. Yazmak çocukluktan bildiğin bir şeydir. Adım adım öğrendiğin bir şey... İlhan gibi ol, sonuna kadar savaş, iç dış düşman dopdolu. Hepsi, senin, benim, hepimizin susması, susturulmasını bekliyor. Kendileri gibilerine meydan kalsın diye! Bir korkunç çaba ki yalnız bugünün işi değil!.. Evet dostlar bir ameliyat geçirdim. Çoğu arkadaşlarım yok! Kalanlara dört elle sarılıyorum. Onlar da gitti mi, meydan kime kalacak, bildiklerine, bilmediklerine... Hekim, ilaç, yatak, iğne, savaş, savaş, savaş hep savaş! Kişinin önce kendisiyle savaşı... Ama ülke için, ulus için, demokrasi diye diye bütün bir hayali canlandırmak için yıllarını harcadığın daha da zaman yeterse harcayacağını düşünerek... Şimdilik başlıyorum. Ama bana güven olmaz, daha doğrusu kafamdaki düşünceler capcanlı, ama bir de amacı var... Bu yüzden arada bir yazımı geciktirirsem kusuruma bakmasın dostlar! İşte gücüm bu kadar! Sonuna dek harcayacağım, sonuna kadar!.. Not: Rahatsızlığım sırasında beni devamlı arayan dostlarıma ve okurlarıma teşekkürlerimi bildiririm. O. Akbal EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Sonuna Kadar... 1 982 Anayasasõ bir ihtilal anayasasõdõr. Çağdaş de- mokrasilerin ana ilkeleri olan çoğulcu ve özgürlükçü bir anlayõşõ yansõtmamak- tadõr. Bu nedenlerle çağdaş demok- rasi kurallarõ içinde çoğulcu ve katõ- lõmcõ bir anlayõşla tüm toplumun tartõşõp kabul edebileceği bir yeni ana- yasaya ihtiyaç olduğu açõktõr. Hal- koylamasõna götürülen son değişik- lik ise bu anlayõştan tamamen uzak, iktidar tarafõndan hazõrlanõp çoğunluk oyu ile kabul edilmiş bir anayasa de- ğişikliğidir. Anayasa değişikliğine gidilmeden önce yüzde 10 barajõnõ kaldõrõp halkõn Meclis’te temsilini tam olarak sağlamak ve milletvekillerini liderlerin değil partililerin seçmesi için gerekli yasal düzenlemeleri öncelik- le yapmak gerekir. Ülkemizde parlamento çoğunlu- ğunun iradesinin, millet iradesi ola- rak görülmesi, çoğunluğun “sınırsız yönetim gücü” olarak algõlanmak- tadõr. Oysa millet iradesi ile eşit olan parlamentonun kendisi olmalõdõr. Bi- rinci parti olmayõ “millet iradesi” olarak tanõmlamak, uzlaşma arama- yan ve bir ortak paydada buluşmayõ hedeflemeyen yaklaşõmlarõ egemen kõlmaktadõr. Çağdaş demokrasi, sos- yal yapõda çeşitliliği, çeşitlilik sonu- cu oluşan çoğulculuğu, tüm farklõ- lõklarõn örgütlenebileceği, seslerini öz- gürce duyurabileceği ve iktidar yarõ- şõna katõlabileceği bir rejimi ifade ederken iktidar partisinin bu anlayõ- şõ kabullenmediği görülmektedir. Çoğunlukçu anlayõşõn sonucu olarak iktidar anayasa değişikliğinde, Ana- yasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcõlar Yüksek Kurulu’nun yapõsõ- nõ değiştirerek yargõyõ idareye daha bağõmlõ hale getirmeyi amaçlamõştõr. 2 Mayõs 2005 tarihinde zamanõn TBMM Başkanõ Bülent Arınç’õn Anayasa Mahkemesi’nin bir kararõ- nõ eleştirirken “... yasama yetkisini elinde tutan Meclis’in üstünde hiç- bir organ yoktur. Bugüne kadar yoktu, bundan sonra da olmaya- caktır...” dedikten sonra, “.... gere- kirse Anayasa Mahkemesi’ni ka- patmaya da karar verebiliriz” söz- leri ile yine Sayõn Başbakan’õn Da- nõştay’õn bir kararõna gönderme ya- parken “....ulemaya sordun mu?...” şeklindeki beyanlarõ ve AKP’nin anayasa reformu iddiasõ ile çõkardõğõ broşürde “…kamu yararı gibi sub- jektif bir kavramla birçok özelleş- tirme kararı iptal edilmiş, küresel sermayenin Türkiye’de yatırım yapması ile ilgili zorluk çıkartıl- mış…” biçimindeki açõklamalarõ, iktidarõn yargõ denetiminden ne kadar rahatsõz olduğunu ortaya koymakta- dõr. Bu anlayõş demokrasinin; huku- kun üstünlüğü, erkler ayrõlõğõ, çoğulcu ve özgürlükçü ilkeleri ile asla bağ- daşmaz. Çoğulcu demokrasi, uzlaşma kül- türünün hâkim olduğu siyasal bir ik- limi gerektirir. Oysa çoğunlukçu an- layõş, Meclis’teki çoğunluğun ira- desini kimseyle tartõşmadan ve uz- laşma sağlamadan ülke yönetme hak- kõnõ savunur. Çok da sõkõşõrsa, aynõ çoğunlukçu anlayõşõn uzantõsõ olarak, bazõ kararlarõnõ referanduma da gö- türür. O nedenle şu anda ülkemizde- ki sorun, demokrasi modelimizi ço- ğulcu bir anlayõşla uygulamak için ka- rarlõ bir irade göstermektir. Japonya Anayasasõ 1946 yõlõnda yürürlüğe girmiş, parlamentoda gerekli uzlaşma sağlanamadõğõ için bugüne kadar bir değişiklik yapõlamamõş, buna karşõn Alman Anayasasõ 1949 yõlõnda yü- rürlüğe girmiş, bugüne kadar 57 de- ğişiklik yapõlmõş, değişikliklerin ta- mamõ uzlaşma ile gerçekleştirilmiş- tir. Gündemimizdeki anayasa deği- şikliklerinin temel tartõşma başlõkla- rõnõ, yargõdaki değişiklikler oluştur- maktadõr. Bu konuda yapõlacak de- ğişiklikler; yargõnõn daha bağõmsõz ha- le getirilmesi, Adalet Bakanõ ile müs- teşarõnõn HSYK’de yer almamasõ, kurulun sadece hâkim ve savcõlar ile yargõnõn kurucu unsurlarõndan birisini oluşturan savunmanõn temsilcisin- den müteşekkil olmasõ, hâkimler ile savcõlarõn ayrõ kurullar halinde ça- lõşmasõ başlõklarõ ile savunulmuştur. Ancak yapõlan değişikliklere bakõl- dõğõnda yargõnõn idareye daha bağõmlõ hale getirildiği görülmektedir. Avrupa Konseyi 3. İstişari Raporu’nda, “...Yargı bağımsızlığı konusunda en iyi uygulamayı sağlama amacı çer- çevesinde, hâkim ve cumhuriyet savcılarının mesleki görev ve hak- larının fonksiyonel ve kurumsal ay- rımının sağlanmasını teminen ana- yasanın değiştirilmesi tavsiye olu- nur...” denilmiştir. Gerçekten de yargõç ve savcõ birlikteliğinin giderek “ayrılmaz ikiliye” dönüşmesi, “si- lahların eşitliği” ilkesine de aykõrõ- dõr. Mahkemelerde savcõlarõn hâkim yanõndan, savunma ile aynõ seviyede olmasõ konusunda AB ilerleme ra- porlarõndaki tavsiyeler de yerine ge- tirilmemiştir. Oysa Anayasa Mahke- mesi, bu durumu değerlendirerek kendi mahkeme salonundaki savcõnõn yerini, savunma ile eşitleyebilmiştir. Anayasa Değişiklikleri - Çoğulcu Demokrasi Av. Kazım KOLCUOĞLU / Eski İstanbul Barosu Başkanõ Anayasa değişikliklerinin halkõmõz tarafõndan incelenip değerlendirilmesi ve buna göre oy verilmesi kolay değildir. Gerekli değerlendirmeleri yapanlarõn da oy kullanõrken maddeler arasõnda tercih yapma olanaklarõ ellerinden alõnmõştõr. Anayasanõn 159. mad- desinin değiştirilmesi, HSYK’nin idareden arõn- dõrõlmasõ, diğer bir ifade ile Adalet Bakanõ ile müsteşarõn kuruldan çõ- karõlmasõ beklenirken da- ha fazla yetkilendirilerek yerlerini korumuşlardõr. İdarenin yargõya etkinli- ği ortadan kaldõrõlmasõ gerekirken daha da arttõ- rõlmõştõr. Anayasanõn 140/6 fõk- rasõndaki “Hâkim ve savcılar idari görevleri yönünden Adalet Ba- kanlığı’na bağlıdırlar” hükmünün aynen korun- masõ da bu düşüncemizi pekiştirmektedir. Gerek Avrupa Konse- yi raporlarõnda ve ge- rekse AB İlerleme Ra- porlarõnda, HSYK’de Adalet Bakanõ ile müs- teşarõnõn bulunmasõnõn kuvvetler ayrõlõğõ ilke- sine tamamen aykõrõ ol- duğu defalarca dile geti- rilmiştir. Venedik Ko- misyonu’nun “...esas olan yargı kurumları- nın üyelerini kendileri- nin seçmesidir. Adalet bakanı ve müsteşarı hiçbir şekilde kurulda olmamalıdır...” vurgu- lamalarõ Batõ’nõn şimdi tümüyle unuttuğu kendi saptamalarõdõr. Aynõ ko- misyonun “benzemeyen konuların tek paket ha- linde referanduma gö- türülmemesi” görüşü, 26 maddelik anayasa de- ğişikliğinin farklõ konu- larõ içermesi karşõsõnda tek bir paket olarak oy- lamaya sunulmasõna ses çõkartmamasõ dikkatimi- zi çekmiştir. Parlamentoda uzlaşma sağlanmadan, kurumlar ve sivil toplum örgütle- rinin görüş ve isteklerini dikkate almadan, iktidar partisinin çoğunluk oy- larõ ile kabul edilmiş ana- yasa değişiklikleri halkõn oyuna sunulmuştur. Ana- yasa değişikliklerinin halkõmõz tarafõndan in- celenip değerlendirilme- si ve buna göre oy ver- mesi kolay değildir. Ge- rekli değerlendirmeleri yapanlarõn da oy kulla- nõrken maddeler arasõn- da tercih yapma olanak- larõ ellerinden alõnmõştõr. Bütün bu durumlarõ dik- kate aldõğõmõzda, hal- koylamasõnda “hayır” oyu kullanmanõn de- mokrasimizin geleceği için hayõrlõ olacağõ dü- şüncemi de açõklamak isterim. PENCERE Sınıfsal Kavga Tanzimat Fermanı 1839’da yayımlandı. Yirminci yüzyılın sonuna ulaşıyoruz. Tanzimat kafasını değiştiremedik gitti. Sözgelişi DGM kurulacak değil mi? Sivri akıllının biri ortaya yaman bir gerekçe atar: - Hürriyetleri boğmak için hürriyetlerin kullanılmasına izin veremeyiz. DGM Fransa’da var. Batı demokrasilerinde alınan tedbirleri biz niçin almayalım? Tanzimattan beri bu kafayla öykündük Batı’ya... Fransa’da fikir özgürlüğü var, bizde yok; Fransa’da bilim özgürlüğü var, bizde yok; Fransa’da siyasal sendikacılık var, bizde yasak; Fransa’da sosyalist partisi var, bizdekiler ya baskı altında, ya mahkemede, ya kapatılır; Fransa’da komünist partisi var, bizde yok; Fransa’daki DGM’lerin niteliği ve işlevi başka... Şimdi sermaye kesimi toplusözleşme düzenini değiştirmek istiyor ya, gerekçe hazır: İsveç’tekine benzer bir düzene geçelim. Ne yapalım? İki merkezi kurul olsun, “işçi-işveren-hükümet” temsilcilerini kapsayan. Birincisi ücretleri saptasın, ikincisi fiyatları. Peki, amaç ne? Emekçi ücretlerini dondurmak ya da kısıtlamak. İş, sermaye iktidarına kaldı mı ne olacağı belli. Memur maaşlarında olanları görüyoruz. Cephe iktidarı şak diye katsayıyı donduruverdi. Şimdi 1 milyon memur çarşı-pazar dolaşırken fiyat etiketlerini natür-mort resimler gibi seyrediyor. Bizdeki toplusözleşme düzenini İsveç usulüne göre düzenlemek isteyen sermayeci kafası, acaba İsveç’in nasıl bir yer olduğunu biliyor mu? Biliyorsa “İsveç’te geçerli düzeni tümüyle Türkiye’ye getirelim” önerisi karşısında ne diyecek? Batı demokrasilerinin temel nitelikleri artık geniş halk yığınlarınca biliniyor: 1) Fikir özgürlüğü ve sonuçta bilim özgürlüğü... 2) Siyasal sendikacılık... 3) Sınıfsal particilik... Türkiye’de bu üç temel ilke benimsenmeden, ne Batılı demokrasiden söz açmak olasıdır ne de Batılılaşmaktan. Halk artık gerçekleri anlamaktadır. Sözgelişi işveren örgütleri hem sınıfsal sendikacılığa karşı çıkarlar, hem sınıfsal sendikacılık yaparlar. Nasıl olur bu iş? Son günlerde en başta MESS (Madeni Eşya Sanayii Sendikaları) olmak üzere İşveren Sendikaları Konfederasyonu sınıf mücadelesinin bayrağını dalgalandırmaktadırlar. Diyorlar ki: - Biz kendi aramızda örgütlenerek, bütünleşerek, toplusözleşme düzenini değiştireceğiz. Bu yolda hükümetin de yasalar çıkarmasını istiyoruz. Ama hükümet yasa çıkarmasa bile biz kendi gücümüzle düzeni değiştirmesini biliriz. Ne denir buna? Kuşkusuz sınıf savaşı denir. İşveren örgütü, sınıf savaşını öylesine ciddiyetle yürütmektedir ki, savaşın gereklerine ve koşullarına uymayan üyelerini cezalandırmakta, örgütten dışarı atmakta; demirden disiplinle sınıfsal çıkarlarını yürütmeye çalışmaktadır. Ne var ki çok partili rejimlerde ve çoğulcu demokrasilerde, işverenlerin sınıf mücadelesini içeren tutum ve davranışları da doğaldır. Bu nedenle işverenlerin örgütlenmesini, bütünleşmesini, işçi sınıfı sendikalarına karşı yeni strateji ve taktiklerle uğraşa girmesini kimse yadırgayamaz. Sermaye sınıfının varlığından doğan politika budur. Bir toplumda sınıflar varoldu mu, sınıf mücadelesi de varolur. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana sermaye sınıfı palazlansın diye vargücümüzle çabaladık, başarı da kazandık. Şimdi sınıfsal uğraşın ortalık yerine düştük. Yatırımlar meyvelerini verdi. Sol ile sağ, sermaye ile emek gittikçe örgütlenerek, bütünleşerek politika meydanında güreşecekler. Ama DGM’yi kuran kafalar; hem sınıflar olsun, hem sınıf mücadelesi olmasın diyorlar. Olası mı? (27 Ağustos 1976 tarihli yazısı)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle