Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
leyla.tavsanoglu@cumhuriyet.com.tr
SAYFA CUMHURİYET 13 HAZİRAN 2010 PAZAR
14 PAZAR KONUĞU
CMYB
C M Y B
Federal Almanya Parlamentosu Dõşişleri Komitesi Başkanõ Ruprecht Polenz’den önemli mesajlar:
Uluslararasõ toplumdan kopmayõn
Federal Almanya Parlamentosu Dõşişleri
Komitesi Başkanõ Ruprecht Polenz’le
Akdeniz’e karşõ oturmuşuz. Mis gibi bir hava
var. Arkamõzda alabildiğine uzanan bir bahçe.
Biz ise ciddi konulara dalmõşõz. Almanya’da
İslamõn nasõl tehdit olarak algõlanmaya
başlandõğõnõ konuşuyoruz. Bir konumuz da
Türkiye’nin uluslararasõ yaptõrõmlara karşõ İran’a
verdiği destek. Polenz bakõn neler söylüyor:
- Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Konrad
Adenauer Vakfı ve Türk Alman Vakfı’nın
düzenlediği seminerde özellikle Almanya’da
İslamın artık bir tehdit olarak algılandığı
konuşuldu. Neden İslam tehdit olarak
algılanıyor?
R.P.- 11 Eylül olaylarõnõn öneminin
büyüklüğünü hâlâ hesaplayamadõk gibi geliyor.
Geçmişe dönük baktõğõmda 11 Eylül öncesi kimi
kuşkular bulunduğunu söyleyebilirim. Ama 11
Eylül’den sonra Kuran en çok satan kitaplar
listesine girince bu kutsal kitabõ dikkatle
inceledik. Gördük ki kimi bölümlerinde aynen
İncil’de olduğu gibi bir anlamda şiddet emreden
unsurlar var. Böylece İslamla ilgili muazzam
görüş ayrõlõklarõ, tartõşmalar başladõ. 11 Eylül’ün
saldõrganlarõ da eylemlerini din uğruna
yaptõklarõnõ iddia etmişlerdi ki hepimiz
biliyoruz, bu iddialarõ doğru değildi.
- İslamla ve Müslümanlarla ilgili bakış
açılarının kötüleşmesi böyle mi başladı?
- İnsanlar, peki, toplumumuz ne olacak, diye
sorgulamaya başladõ. Zaten özellikle
Türkiye’den gelen göçmenlerle sorunlar vardõ.
İkinci Dünya Savaşõ’ndan sonra İtalya, İspanya,
Yunanistan, Yugoslavya’dan Almanya’ya gelen
işgücü bir süre sonra Almancayõ öğrenmiş ve
toplumumuza uyum sağlamõştõ.
1970’li, ’80’li yõllar boyunca çalõşma
sektörümüz iyi durumdaydõ. Ama 1990’lõ,
2000’li yõllarda durum kötüleşince Almanya’da
yaşayan bunca yabancõnõn çoğunun
geçinemedikleri için Alman vergi mükellefinin
ödediği paralarla yaşadõklarõ tartõşmalarõ
alevlendi. Bu da durumu daha da zorlaştõrdõ. Bu
sorunlarõn algõlanmalarõ sorunlarõn kendisinden
daha büyük oldu. Çünkü bu insanlarõn Alman
toplumuna başarõlõ biçimde uyum sağlamalarõ
gerçekleşmiş olsaydõ sorunlarõ fark bile
etmezdiniz.
Türklerin uyum sorunu
- İyi de özellikle Türk göçmen işçilerinin
başarılı biçimde uyum sağlayamamalarında
geçmiş Alman hükümetlerinin kusuru yok mu?
- Türk “gastarbeiter”lar (konuk işçiler)
Almanya’ya 1960’lõ yõllarõn başõnda
geldiklerinde onlarõn ülkemizde sonsuza kadar
yaşamayacaklarõna dair karşõlõklõ bir anlaşma
vardõ. İki ülke de bunu iki, üç yõllõğõna geçici bir
düzenleme olarak algõlõyordu.
Türkler, Türkiye’de kazanamayacaklarõ
paralarõ Almanya’da kazanõp bunun bir kõsmõnõ
Türkiye’deki ailelerine göndermeyi, biraz da
eğitim aldõktan sonra
ülkelerine dönüp kendi işlerini kurmayõ
planlõyorlardõ. Alman tarafõ ise ekonomimizin
müthiş bir sõçrama yapmasõ nedeniyle daha fazla
işgücüne ihtiyaç duyduğumuzu görüyor ve
böylece iki tarafõn da karşõlõklõ olarak çõkar
sağlayacağõnõ düşünüyordu. Beş, on yõl bu
hesaplar iyi gitti. İşler mantõklõ yürüyordu. Ama
10 yõl sonra itiraf etmem gerekiyor ki
hükümetlerimiz yanlõş hesap yaptõklarõ için
kusurluydular. Sonuç beklendiği gibi çõkmadõ.
Türkiye’den gelen konuk işçiler ülkelerine
dönmedikleri gibi ailelerini de Almanya’ya
taşõdõlar. Böylece Türkiye’den gelenlerin sayõsõ
arttõkça arttõ.
Durum böyle olunca, artõk geleceği
konuşmanõn zamanõ gelmişti. Öncelikle
Türklerin Almanca öğrenmeleri gerekiyordu.
Düzgün bir eğitim almadõklarõ takdirde hep
toplumun en alt tabakasõnda yaşamak zorunda
kalacaklardõ. Ama bu gerçekleşemedi. Hep,
Türkler sonsuza kadar kalmayacaklar, günün
birinde ülkelerine dönecekler beklentisi
hâkimdi. Belki gerçekten dönmek istiyorlardõ.
Aksi halde neden Almanca öğrenmesinler?
Ama anlaşõlõyor ki Türkiye’nin kõrsal
alanlarõndan Almanya’ya gelen bu insanlar için
attõklarõ adõm çok büyüktü. 1990’larõn
ortalarõnda başka büyük bir sorun daha ortaya
çõktõ. Göçmen Türkler Almanya’nõn büyük
şehirlerinin belirli semtlerinde toplu halde
yerleşmeye başladõlar. Sonunda kendi
bakkallarõ, kendi kahveleri, kendi ayakkabõcõlarõ,
kendi lokantalarõ oluştu. Öyle ki artõk Almanca
konuşmalarõna bile gerek kalmamõştõ. Aslõnda
yabancõ ülkelere göç edenlerin davranõşlarõ hep
birbirine benziyor. ABD’ye göç eden Almanlar
da benzer biçimde davranmõşlardõ. Derken,
Türkçe televizyon kanallarõ kuruldu. Bu da artõk
Almancanõn televizyondan öğrenilmesi
olanağõnõ da ortadan kaldõrmõştõ. Bugün işi daha
ciddi tutuyoruz. Üç-dört yaşõndaki çocuklarõ ele
alõp onlara Almanca öğretiyoruz. Sõnava
sokuyor ve başka çocuklarla birlikte okula
gitmelerini sağlamaya çalõşõyoruz. Başarõsõz
olanlara ek eğitim veriliyor. Yeni kuşağõn çok
daha başarõlõ biçimde uyum sağlayacağõnõ
düşünüyorum. Ama başka bir sorun daha var.
Erkek göçmenler Türkiye’den kõz almak istiyor.
Böylece 18-22 yaş arasõ Türkiye’den gençler
Almanya’ya geliyor. Almanca bilmiyorlar.
Evlenip çocuk doğurduklarõnda da çocuklarõna
Almanca öğretemiyorlar.
- Peki, Almanca öğrenmeleri uyum
sağlamaları için yeterli mi?
- Değil tabii. Fransa’ya bakõn. Paris’in kenar
mahallelerinde oturan genç Araplar çok akõcõ
Fransõzca konuşuyor ama işleri olmadõğõ için
kendilerini ikinci sõnõf vatandaş hissediyorlar ve
uyum sağlayamõyorlar. Evet, uyum için dil
bilmek bir koşul ama bu yeterli değil.
İslamcılık ve milliyetçilik tehlikesi
- İslamın tehdit olduğu algılamasına geri
dönersek... Özellikle 11 Eylül saldırılarından
sonra bütün Batı dünyasında dinler arası
diyalog, medeniyetler ittifakı, kültürler arası
yakınlaşma gibi girişimler yapıldı. Bunlar neye
yaradı?
- Bu girişimler benim hoşuma gidiyor. Çünkü
en azõndan farklõ kültürlerin, farklõ dini
inançlarõn bir arada yaşayabileceklerini
gösteriyor. Aslõnda bunu başarmaya da
mecburuz. Ama bunun bir de tehlikesi var. O
da insanõn kimliğinin dini temellere
oturtulmasõdõr. Benim görüşüme göre insanõn
kimliğini, kadõn-erkek, genç-yaşlõ, zengin-
yoksul, şehirli-kõrsal alanlõ, inançlõ-inançsõz,
pek çok unsur oluşturur. Şöyle de
söyleyebiliriz: Bizler farklõ biçimde farklõyõz.
Bir insanõ tek bir kimliğiyle tanõmlamak çok
tehlikelidir. Komünistler insanlarõ sõnõfsal
kimliklere ayõrdõlar. Bu da sõnõfsal çatõşmalara
yol açtõ. İnsanõ etnik kimliğiyle tanõmlamak
ise õrkçõlõğa yol açõyor. Daha da öte, insanlarõ
dini kimlikleriyle tanõmlarsanõz bu sefer dinler
arasõ çatõşmalara neden olursunuz. Bütün
büyük dinlerin barõşçõ mesajlarõ vardõr. Ama
her bir din “gerçek bana inanmaktır”
dediğinde bu sefer dinler arasõ çatõşma
kaçõnõlmaz oluyor.
Bu noktada Samuel Huntington
“medeniyetler çatışması” derken
medeniyetlerin büyük ölçüde dini temellere
dayalõ olduğunu varsayõyordu.
- Huntington’un sonunda yanlış yaptığını
neden düşünüyorsunuz?
- Çünkü Huntington medeniyetlerden söz
ederken bu medeniyetlerin kendilerinin
içindeki derin farklõlõklarõ göz ardõ etmişti.
Örneğin, Türkiye’ye bakalõm. Türkiye’de en
azõndan dört-beş Türkiye var. Eğer
Huntington’un yaptõğõ gibi Türkiye’nin başka
medeniyetlerle çatõşmasõndan söz ederseniz, o
zaman Türkiye’yi homojen bir ülke olarak
görüyorsunuz demektir. Bu söylediğim
Almanya ya da başka toplumlar için de
geçerlidir.
- Türkiye’de bugün İslami temellere dayalı
bir hükümet var. Bu hükümetin İsrail, İran,
Hamas politikalarına baktığınız zaman sizce
Türkiye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?
- Bence komşularla sõfõr sorunlu bir dõş
politika iyi fikir. Evet, hepsiyle değil ama
Türkiye kimi komşularõyla ilişkilerini
geliştiriyor. İkinci olarak, Türkiye, AB’yle
tam üyelik müzakerelerine başladõğõndan beri
önemli bir güç ve etki elde etti.
Dõş ticarette, yatõrõmlar iki milyar Avro’dan
26 milyar Avro’ya çõktõ. Bu ekonomik güç
Türkiye’ye kendi bölgesinde de ciddi fõrsatlar
yarattõ. Hatta Arap ülkeleri bile Türkiye’nin
AB’yle müzakerelerini ilgiyle izliyorlar,
çünkü AB’ye üyelik adayõ bir Türkiye
onlarõn çõkarlarõnõ daha çok ilgilendiriyor.
AB aynõ zamanda Türkiye’nin günün birinde
İslamcõlõk ya da milliyetçiliğe kaymasõnõ da
engelleyecektir. Bu iki unsur bana göre
Türkiye’nin iç ve dõş siyaseti için büyük
tehlikedir.
Dolayõsõyla AB süreci Türkiye’nin doğru
yolundan sapmasõna izin vermeyecektir.
Bugün Türkiye’de Kemalist düşünceyi 21.
yüzyõl koşullarõna taşõyabilecek, iç ve dõş
politikada alternatifler yaratabilecek merkez
sol, güçlü bir muhalefete ihtiyaç olduğunu
düşünüyorum. Ben Türkiye’de şu ya da bu
partiden yana değilim. Ben doğru işleyen bir
demokrasi için her seçimde halkõn farklõ
yaklaşõmlarõ arasõnda, gelecek dört yõl ülkeyi
yönetecek partiyi seçebilme imkânõna sahip
olmasõ gerektiğini düşünüyorum. Ayrõca
Türkiye için laiklik son derece önemlidir.
Avrupa Birliği süreci islamcõlõğa karşõ engel oluşturur
- Öte yandan Türkiye’de AB’ye
üyelik desteğinin gittikçe düştüğü
gerçeğini nasıl karşılıyorsunuz?
- Bütün bu iniş çõkõşlarõ her üye
adayõ ülkede yaşadõk. Halka AB
üyeliğinin yararlarõnõ anlatmak
politikacõlarõn işidir. Türkiye’yle ilgili
müzakere süreci epeyce sürecek gibi
görünüyor. Şimdilik, Kõbrõs
sorununda ilerleme kaydedilmesi
durumunda yeni fasõllarõn açõlmasõ
çalõşmalarõ var.
- Kıbrıs konusunda Türkiye’nin
ellerinin bağlandığını düşünmüyor
musunuz? AB Kuzey Kıbrıs’a
ekonomik ablukanın kaldırılacağı
sözünü vermesine rağmen hâlâ
kaldırmıyor. Buna ne diyorsunuz?
- Bu ablukanõn sürmesinin nedeni
Yunanistan ve Kõbrõs hükümetlerinin
õsrarõ. Sanõyorum, 1963 ve 1974’e
takõlõp kalarak Kõbrõs sorunu
çözülmez. Böyle durumlarda bana
göre hep ileriye bakõlmalõdõr. Türkiye
ve bütün Kõbrõs adasõ AB’ye tam üye
olursa o zaman Türkiye’nin 1974’te
müdahalesini zorunlu kõlan güvenlik
konularõ da AB şemsiyesi altõnda hem
gereksiz hem de akla bile
getirilemeyecek noktalar olacaktõr.
Bir çatõşma durumu AB’nin kendisi
tarafõndan engellenecektir. Ankara’nõn
Kõbrõslõ Türkler konusundaki
kaygõlarõnõ bütün AB paylaşacağõ için
Kõbrõslõ Türkler güven içinde
olacaklardõr. Bu fikir sizde
olgunlaşõrsa bu noktadan o noktaya
gelmek zor olmayacaktõr.
- Türkiye’de bir İslamcılık tehdidi
var mı sizce?
- Sanmõyorum. Türkiye’nin 87
yõllõk bir laik devlet geleneği var.
AB’yle müzakerelerin sürmesi de
İslamcõlõk hevesine karşõ bir engel
oluşturacaktõr.
- AKP Hükümeti’nin İran, Hamas,
hatta soykırım suçlusu Sudan lideri
El Beşir’le olan yakınlıklarını nasıl
karşılıyorsunuz?
- Ben bu tür dõş politikayõ kõsmen
eleştirdim. “Lütfen, girmek
istediğinizi söylediğiniz AB
kulvarında olan, en azından
uluslararası toplumun çizgisinde bir
dış siyaset izleyin” dedim. İran
konusunda, Türkiye Tahran’a, bana
göre verimli sonuçlar doğurmayacak
birtakõm mesajlar göndermiştir. İran’õ
engelleyebilecek tek husus dünya
kamuoyunun birlik içinde hareket
etmesidir. Brezilya, Türkiye ve İran’õn
ortak belgesi iki sonuç doğuracaktõr.
Bunlardan birisi, İran’õn uranyum
zenginleştirme programõna bu
anlaşmaya göre davranmamõz
gerekecektir. İkincisi de dõş dünyanõn
İran’a güvenini arttõrmaya yönelik bir
çabadõr. Ama bunlar İran’õn nükleer
programõna duyulan kaygõlarõ
gidermeye yetmeyecektir. İran’õn
nükleer programõnõn barõşçõ olduğunu
güvence altõna almalõyõz. Bunun için
de somut garantilere ihtiyacõmõz var.
Ama İran bu yönde hiçbir adõm
atmamõştõr. Ayrõca İran, nükleer
programõnõn barõşçõ amaçlar dõşõnda
kullanõlmayacağõna inanmamõz için de
hiçbir şey yapmamõştõr. Ama bu
nükleer programõn o kadar çok boyutu
var ki iki kere ikinin dört ettiğini
bilmeyecek kadar da saf değiliz.
Türkiye’nin İran’õ desteklemesi din
temelinde siyasetler güttüğü için değil.
Bir kere Türkiye’nin enerji ihtiyacõ
yüksek. Ayrõca İran’la ortak sõnõrõ var.
Belki Türkiye’nin Kürt sorununda
İran’la işbirliğine ihtiyacõ var. Başka
nedenler de olabilir. Ama din temeline
bağlõ olduğunu düşünmüyorum. Bir
kere İran Şii, Türkiye Sünni.
Reformlaruygulanõrsa
tamüyelikgerçekleşir
- Güzel söylüyorsunuz, ama
sizin hükümetiniz başta olmak
üzere AB içinde Türkiye’nin
hiçbir zaman AB’ye tam üye
olmayacağı, en fazla imtiyazlı
ortaklık tanınabileceği inancı
var. Eğer böyleyse o zaman
Türkiye’nin AB’deki yeri
nedir?
- Benim hükümetim ve
benimkinden önceki Hõristiyan
ve sosyal demokrat koalisyon
hükümeti, Türkiye’nin tam
üyeliğini hedef alan AB’yle
müzakerelerini sonuna kadar
desteklediğini açõklamõştõr.
Sürecin bu hedefe ulaşõp
ulaşmayacağõnõ bilemem.
Çünkü Türkiye’nin bütün
gerekli reformlarõ hayata
geçirme kabiliyetine sahip olup
olmadõğõnõ henüz bilmiyoruz.
CDU olan benim partimin
çoğunluğunun fikri imtiyazlõ
ortaklõk. Ama bu düşünce
hükümetin değil.
- Siz bunları söylüyorsunuz
ama 2007’de Romanya ve
Bulgaristan AB’nin çoğu
kriterini yerine
getirmemelerine rağmen tam
üye olarak bünyeye alındı. Bu
nasıl oldu?
- Romanya ve Bulgaristan
Doğu ve Orta Avrupa
ülkelerinin AB’yle müzakere
trenine atlamõştõ. Ancak
bunlarõn kriterleri yeterince
yerine getirememeleri halinde
müzakerelerin uzatõlacağõ
koşulu vardõ. Ama 2007’ye
gelindiğinde hiç kimse
erteleme istemediği için süreç
çalõştõ. İki ülkenin de kriterleri
tam olarak yerine
getirmedikleri biliniyordu. Ama
bünyeye alõndõktan sonra bu
sorunu daha kolay
halledecekleri inancõ vardõ.
Zaten tarõm sektörüyle ilgili
bazõ teknik meseleler ve
yolsuzlukla mücadelede
eksiklikleri bulunuyordu.
- İyi de aynı uygulama
Türkiye için de yapılamaz
mıydı?
- Sanmõyorum. Şimdi geriye
dönüp baktõğõmõzda bütün
üyeler Romanya’yla
Bulgaristan’a bu uygulamanõn
yapõlmasõnõn yanlõşlarõnõ
söylüyor. Hata 2004’te
Romanya ve Bulgaristan’a
2007 sözü verilmesiydi. Artõk
AB içinde herkes bu yanlõşõn
bir daha tekrarlanmayacağõnõ
söylüyor. Bana göre Kõbrõs
sorunu çözülmeden Kõbrõs’õn
AB’ye tam üye alõnmasõ da
hataydõ. O nedenle de bana göre
Kosova bağlamõnda bu hata bir
daha tekrarlanmayacaktõr.
P
O
R
T
R
E
RUPRECHT POLENZ
1946, Denkwitz doğumlu. Münster
Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde
yükseköğrenimini yaptõ. Mesleği avukatlõk.
Münster bölgesinde uzun yõllar siyaset yaptõ.
1994’ten beri Alman Hõristiyan Demokrat
Partisi CDU’dan Federal Alman
Parlamentosu ve Parlamento Dõşişleri
Komitesi üyesi. 2005’ten bu yana Parlamento
Dõşişleri Komitesi Başkanlõğõ’nõ yürütüyor.
SÖYLEŞİ
LEYLA TAVŞANOĞLU
- Peki, Gazze’ye insani yardım derken
İsrail’le girilen çıkmazı nasıl karşıladınız?
- Böyle bir çatõşmadan kaçõnõp İsrail’i
Gazze’ye uyguladõğõ ablukayõ kaldõrmasõ için
başka ikna yollarõ bulunabilirdi. Gazze’ye
uygulanan ablukanõn kesinlikle kaldõrõlmasõ
gerekmektedir.
Öte yandan uluslararasõ toplumun şimdiye
kadar Gazze’ye ablukanõn sona erdirilmesi
çabalarõ da bir sonuç vermedi. Yine de geçen
hafta olanlarõn Gazze’ye ablukanõn sona
erdirilmesi için başvurulan uygun bir yol
olduğunu da düşünmüyorum. Bir kere o
kadar insan öldü. Bu da bölgedeki
gerginlikleri tõrmandõrdõ. Dolayõsõyla şimdi
meseleyle ilgili bütün taraflarõn gerginlikleri
azaltma yolunda çaba göstermeleri
gerekmektedir. Aleve benzin dökmek sonuç
vermez. Uluslararasõ bir soruşturmaya ihtiyaç
var. Ama bu soruşturma sadece o gece
olanlarla sõnõrlõ kalmamalõ. O geceden
haftalar önce neler olduğuna da bakõlmalõ. Bu
yapõlõrsa o zaman yardõm filosunun niyetleri
de daha somut olarak açõğa çõkar.
Çünkü bu yardõm filosunun tek amacõnõn
insani yardõm olduğu hep söylendi. Ama geçen
hafta televizyon haberlerinde, parlamentodan
eski bir arkadaşõmõ gemilerden birinde görünce
şaşõrdõm. Televizyon muhabiri, “Yardım
malzemelerini neden Gazze’ye gönderilmek
üzere Aşdod limanında İsrail yetkililerine
teslim etmediniz” sorusuna arkadaşõm şu yanõtõ
verdi:
“Amacımız Gazze halkına yardım
götürmek değil, ablukayı yarmaktı.”
Eğer her şeyi tartõşacaksak işin bu noktasõnõ
da hesaba katmalõyõz. Evet, İsrail uluslararasõ
sularda bir yardõm gemisine saldõrmakla,
Gazze’yi ablukaya almakla uluslararasõ hukuku
ihlal etti. Ama bu demek değildir ki her aklõna
esen eline geçirdiği her türlü imkânla ablukayõ
yarma hakkõna sahiptir. Ama uluslararasõ
bağõmsõz bir soruşturma ayrõntõlarõ ortaya
çõkaracaktõr. Bu İsrail’i güç durumda bõrakacak
sonuçlara yol açabilir. Ama bu aynõ zamanda o
konvoyu organize edenler ve gönderenler
hakkõnda da birtakõm sorularõn sorulmasõnõ
sağlayacaktõr.
Bugün Türkiye’de Kemalist düşünceyi
21. Yüzyõl koşullarõna taşõyabilecek, iç ve
dõş politikada alternatifler yaratabilecek
merkez sol güçlü bir muhalefete ihtiyaç
olduğunu düşünüyorum.
Türkiye, Tahran’a bana göre verimli
sonuçlar doğurmayacak birtakõm mesajlar
göndermiştir. İran’õ engelleyebilecek
tek husus dünya kamuoyunun birlik
içinde hareket etmesidir.
A M A Ç G A Z Z E A B L U K A S I N I Y A R M A K T I