19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 13 HAZİRAN 2010 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI [email protected] Büyüklerin düşler dünyasõ Bir yõlan örneği kõvrõlõyor uzun tren. Vagonlarõ kõpkõrmõzõ. Şatolarõn ve üzüm bağlarõnõn arasõndan süzülüyor, dağlarõn içindeki tünellere girip çõkõyor, nehir kõyõlarõndan geçiyor, köprüleri aşõyor. Romantik tarihi kentler geride kalõyor. Son istasyona varõyor. Duruyor. Hiç kimse inmiyor. Çünkü bu trenin yolcularõ cansõz! Plastikten onlar. Burasõ bambaşka bir dünya, içinden minyatür trenlerin geçtiği büyüklerin “düşler dünyası”... Evler, saraylar, şatolar, kiliseler, hayvan sürüleri, otomobiller, kamyonlar, tramvaylar, ellerinde bavullarõ istasyonlarda bekleşen yolcular... Karlõ yamaçlara tõrmanan teleferikler, doruklardan aşağõ süzülen kayakçõlar... Aralarõndan geçen yolcu trenleri, yük trenleri, her ülkeden upuzun trenler. Buharlõsõ, elektriklisi, dizeli sayõsõz lokomotif, boy boy, renk renk yüzlerce vagon, bin metrenin üzerinde ray ve düzinelerle tren dizisi. Salonda pek kadõn yok. Gezinenler orta yaşõn üzerinde babalarla küçük oğullarõ. Almanlarõn bu tür oyuncak trenlere merakõ sonsuz. Evinin bir odasõnõ trenlerine ayõramayan çatõ arasõna ya da bodruma el koyuyor. Küçük lokomotiflerin, uzun vagon dizilerinin, ormanlarõn, dağlarla tepelerin oluşturduğu “düşler dünyası”nda yaşayanlar çocuklar değil yetişkinler, yaşõnõ başõnõ almõş insanlar. Küçük memurundan banka müdürüne, lise öğretmeninden başhekime, mühendisten yargõca her meslekten insan minyatür trenlerle kendi dünyasõnõ kuruyor. Çocukluğunda salonda halõnõn üzerine kurduğu birkaç metre ray, bir lokomotif ve iki-üç vagonla o dünyaya bir giren büyüdükçe bu hevesi uğruna hiçbir giderden kaçõnmõyor. Alman minyatür tren meraklõlarõ her yõl milyonlarca Avro’yu bu uğurda çekinmeden harcõyor. Avrupa’nõn en büyük ve en eski oyuncak trenler yapõmcõsõ Maerklin, Stuttgart’a yarõm saat uzaktaki Göppingen’de. 1859’da kurulan, ilk yõllarda oyuncaklarla buharlõ minyatür makineler yapan fabrikanõn müzesini her ay on binler ziyaret ediyor. 2009 yõlõnda ziyaretçi sayõsõ iki yüz bini aşmõş. 2007 ve 2008 yõllarõnda kriz geçiren Maerklin geçen yõl kendini toparladõ, cirosunu 110 milyon Avro’ya çõkardõ. 2010 Nürnberg oyuncak fuarõnda sunduğu iki yüze yakõn yeni modelle tam bir sürpriz yaptõ. Tüm lokomotiflerde artõk en modern dijital teknik uygulanõyor. Maerklin’in 1935’te sadece 300 adet imal etmiş olduğu ünlü İsviçre lokomotifi “Timsah” günümüzde açõk arttõrmalarda bir otomobil fiyatõna alõcõ buluyor. Bundan beş yõl önce Maerklin müzesinden bir gece yarõsõ çok değerli lokomotiflerle oyuncaklar çalõnmõştõ. Kuruluş 200 bin Avro ödül koydu. Hõrsõzlar bir Doğu Avrupa ülkesinde yakayõ ele verdi, milyonlar değerindeki oyuncaklar da yine müzeye geri döndü. Babalarla oğullarõnõn 19. yüzyõldan bu yana severek birlikte oynadõğõ tek oyuncak minyatür trenler. Ve bu böyle kalacağa da benziyor. Boş zamanlarõnõ buharlõ ve elektrikli lokomotiflerin çektiği trenlerin dünyasõnda geçiriyor bu “çocuklar”. www.ahmet-arpad.de Danimarka’nõn önde gelen ve ses getiren siyasi yorumcu ve gözlemcilerinden, gazeteci arkadaşõm Henrik Qvortrup bana Danimarka Parlamentosu’nu gezdiriyor. O sõralar, Danimarka’ya yeni ayak basmõşõm, az çok insanlardan duyduklarõm aslõnda kulaktan dolma bilgiler, ülkeyi tanõmaya çalõşõyorum. Kendisi bana dönemin başbakanõ Rasmussen ile yaşadõğõ küçük bir diyalogdan bahsediyor. Bana göre büyük kendisi için küçük bir hadise. Başbakanla parlamento koridorunda karşõlaşõyorlar. Başbakan, “Henrik, uzun zaman oldu, bir kahve içmeye ne dersin” diyor ve kafeteryanõn yolunu tutuyorlar. Başbakan kasada oturan çalõşana iki kahve siparişi veriyor, kasadaki başbakana “kapadık” diye cevap veriyor. Rasmussen anlayõşla karşõlõyor ve gazeteciye dönüp şöyle diyor: “Gel benim ofise çıkalım, ben kahveyi yaparım, yeni bir espresso makinesi aldık.” Türkiye’de eğitim görüp Danimarka’da yaşayan biri olarak, bu topraklarda çok uzun süredir var olan ama geldiğimden beri üstüne kafa kurcaladõğõm iki olgudan söz edeceğim. Bunlardan ilki hitap şekilleri, ikincisi ise İskandinav yaşam tarzõ. Bunlarõn irdelenmesindeki ana amaç, şeffaf bir toplum yaratmak için gereken “nedir”i anlatmaktan öte kendi ülkemize uygulanabilir mi onu yorumlayabilmek. Hep birlikte bakõp yazõnõn sonunda bu soruya cevap vermeye çalõşalõm. Eşimin babasõ ile ilk tanõşacağõm gün, oturma, hitap şekli, mimik, beden dili gibi konulara kafa yoruyordum. İlk buluşma ve “merhaba efendim” diyorum. Kahkahayõ patlatõyor, “Efendim mi dedin, adım Borge, memnun oldum”. Ben de bir süre düşündükten sonra kendisine ismi ile hitap etmeye başlõyorum. Burada 3 yaşõndaki çocuk babasõna, sade vatandaş ise ülkenin başbakanõna ismi ile ya da “sen” diye hitap ediyor. Bunun dõşõnda tutulan tek kişi ise Kraliçe II. Margaret. Türkiye’de hemen hemen hiçbir kimse tanõmadõğõ ya da “senli benli” olmadõğõ insanlara bu şekilde hitap etmez. Peki bu tür bir konuşma Danimarkalõlarõ saygõsõz mõ yapar? Hayõr. Çünkü insanlar burada “sen” kelimesini karşõsõndakine güven telkin etmek için kullanõyor. Geçmişte “siz ve sayın” kelimelerini onlar da kullanmõşlar fakat insanlarõn daha güvenli bir hayat sürmeleri için hiyerarşi, unvan, makam türü can sõkõcõ bürokratik tecrübeler, devletin arşivlerinde tozlu raflara kaldõrõlmõş ve bir daha geri dönememiş. Vatandaşõn kendisini yönetenler ile olan ilişkisi makama endeksli değil bireysel temelli olduğu için yönetilenler de yöneticilerin hatalarõnõ bulduklarõ anda en şiddetli şekilde eleştirebilmişler ve eleştirmekteler, böyle davrananlar hakkõnda devlet memuruna hakaretten soruşturma başlatõlmõyor, dava açõlmõyor ve bu kişiler normal hayatlarõna devam ediyorlar. Kendi ülkemde, ayağa kalkma, düğme ilikleme ve biat etme gibi şark alõşkanlõklarõnõ hatõrladõktan sonra zihnimde şöyle bir imaj ortaya çõkõyor. Biz niye bunu başaramayalõm? Milletvekili dokunulmazlõklarõnõn kaldõrõlamadõğõ, emekli olanõn hâlâ “Sayın başkanım, kaymakam bey, vekilim” gibi eski unvanlar ile hitap edildiği dönem miyadõnõ doldurmadõ mõ? “Padişahın bile arkasından söverler” deyimini sabahtan akşama kadar kullanan halkõmõz aslõnda karşõsõnda görüverdiği devlet erkânõna kendinden beklenmeyecek bir kibarlõkla ve ağdalõ cümlelerle hitap ederken nasõl bir dalkavukluğu icra ettiğinin tabii ki farkõnda. Ben de bugünlerde, Danimarka Başbakanõ ile karşõlaşõp (ihtimal büyük, zira Danimarka çok küçük bir ülke) kendisine “Nasılsın Lars” diye hitap edeceğim günü iple çekiyorum. [email protected] Manikürcü balõğa çalõşma izni yok Bu balõğõn boyu birkaç santim ama yaptõğõyla boyundan büyük işlere kalkõştõ: Hem havuzdaki suyu bulandõrdõ, hem de Arizona Eyaleti’ni ayağa kaldõrdõ. Garra rufa diye bilinen, Latincedeki bilimsel adlandõrmasõyla Cyprinion macrostomus balõğõ, dişsiz ağzõyla ayaklarda törpü görmemiş kalõn derilere, mantarlara, nasõrlara, çatlamõş tõrnaklara, yara berelere dadanõnca Amerikan Sağlõk Teşkilatõ bundan rahatsõz oldu ve balõğõn manikür-pedikür yapmasõna izin vermedi! Aslõna bakõlõrsa, Amerika’da yaşamayan bu balõğõ özel havuzlar içinde Asya’dan getirip, Arizona’nõn Pheonix kentindeki açtõğõ güzellik salonunda manikür-pedikür sõrasõna girmiş kadõnlarõn hizmetine sunan, girişken Çinli iş kadõnõ, Cindy Vong olmasaydõ Amerikalõnõn sittin sene bu balõğõ görüp göreceği yoktu. Çok meraklõsõ varsa, elbette sõrf bunun için özellikle Sivas’õn Kangal ilçesine gitmesi gerekecekti. Zira, ülkemizde balõklõ kaplõca olarak bilinen, dünyada eşi menendi olmaz termal alanõn balõğõ ender bir türdü. Sonradan, bizim Kangal balõğõnõ Asya’da bazõ dere ağõzlarõnda yetiştirenler çõkõnca balõklar Batõ piyasasõna pazarlandõ. Oysa, Türkiye, bu nadide balõğõn ihracõnõ yasaklamõş, doğal kaynak sayõp korumaya almõştõ. Gelgelelim ticarette Çin’in önüne ket vurmak olanaklõ mõ, onlar bir biçimde bu balõğõn da tel maşasõnõ, çakmasõnõ üretip dünyaya satacaktõ. Çin’den getirtilen bu balõklar, LaVie Nails&Spa isimli güzellik salonunda böylece işe başladõ. Balõğõn dişleri olsa bir tür Piranha canavarõ olacağõ kesindi, ancak Tanrõ, Sivas’a bunlarõ bağõşlarken dişlerini almõştõ; garra rufa dudağõyla emerek bir şeyi koparõp çiğneyebiliyor, ama dişleyemiyor, õsõramõyordu! Kangal balõğõnõn Çin taklitleri aynõ işi görüyordu sonuçta: Güzellik salonunda ayaklarõnõ minik havuzlara sallandõran Arizonalõ bayanlara kõtlõktan çõkmõş gibi saniyesinde hücum ediyor, iki dakikada müşteri rahatlamõş olarak havuzundan çõkõp ojeyi ele alõyordu. Patron Vong gayet memnundu işinden, küresel krize karşõn işler keka idi, ta ki Arizona Eyaleti Kozmetoloji Sağlõk Dairesi’nden bir uyarõ gelene kadar. Uyarõyõ gönderen eyaletin bu işlerden sorumlu müdiresi Donna Aune, bu balõklarõn balõk değil bir cins manikür- pedikür aleti sayõlmasõ gerektiği düşüncesindeydi. Madem ki garra rufa balõğõnõn tõrnak törpüsünden, ponza taşõndan, makastan, keskiden bir farkõ yoktu, tõpkõ onlar gibi dezenfekte edilmeliydi. Ama nasõl! Balõğõ alõp ilaçlõ suya yatõracak haliniz yoktu ya! Öte yandan, bu balõğa peşin peşin muhalefet eden bir uzman doktor görüş açõklayõnca, balõk baştan koktu: “Garra rufa’ların laboratuvar tetkiklerinden anlaşılmıştır ki bir ayaktan kemirip aldığı nasır mantarındaki kültür bakterisi öldürücü salmonella hastalığını bir başkasına bulaştırabilir. Balıklar kesinlikle bu anlamda mikrop saçan birer canavardır.” Dr. Robert Spalding idi bunu söyleyen ve onun geçen yõl yayõmlanmõş Pedikür Eliyle Ölüm başlõklõ kitabõnda benzer şeyler kanõt gösterilince, Federal Sağlõk Teşkilatõ balõklarõ ayaktan uzak tutacak yasaklamayõ getirdi. Fakat Çinli Vong, kolay kolay baş eğmek istemiyordu, zira büyük yatõrõm yapmõştõ. Derhal karşõ davayõ açtõ. Eyalet mahkemesi, tõbbi raporlar ve bilirkişiler elde etmek için davayõ önümüzdeki sonbahar aylarõna erteledi. Şimdi, Vong’un balõklarõ, gelen geçenin ayaklarõna akvaryum camõndan iştahla bakarak, tekrar kemirecekleri deri atõklarõ onlara sunulacak güne kadar beklemeye alõndõ. Bir bakõcõ günde iki kez yem döküyor onlara; organik besinleri dururken... ABD’nin böylesi tuhaflõklarõnõ duyduğum iyi oldu! Böylece ticari hayatta önlemi baştan alõr, daha dikkatli adõm atarõm. Garra rufa’ya gidip ayaklarõmõ kemirtmek istediğim sanõlmasõn, onu yapacak olsam gerçeği ülkemde var! Ben, Eminönü’ndeki Yeni Cami arkasõnda, Mõsõr Çarşõsõ girişinde kavanozda satõlan sülükten bahsediyorum. Latincesini yazmazsak olmaz, Hirudinea solucanõndan! Bilirsiniz, obeziteye iyi gelir! Sülüğü yapõştõrdõn mõ, adamdaki fazla kanõ höpürdetir! Sülük pazarõ aslõnda Amerika olmalõ. Hani diyordum ki şu kan emici sülükleri getirsek ABD’ye paraya para demezdik... Ama gelin görün ki garra rufa yasağõ bütün ümitlerimi suya düşürdü. [email protected] ‘Protokol’ olmayan ülke Karnõ burnunda seçim kampanyasõ yapmak Politikacõ ve hamilelik denince aklõma hemen Flaman Sosyalist Partisi’nden (SP.A) Freya Van den Bossche gelir. 2005 yõlõnda Federal Çalõşma Bakanõ iken ikinci çocuğunu doğurdu. 2007 yõlõnda ise Başbakan Yardõmcõsõ ve Bütçe Bakanõ’yken hamile kaldõ ama bu hamilelik düşükle sonuçlandõ. Van den Bossch, 28 Kasõm 2009 tarihinde Moses adõ verilen oğlunu doğurduğunda Flaman hükümetinde Enerji, Konut, Şehircilik ve Sosyal Ekonomi Bakanõ’ydõ. Şu an Avrupa Parlamenteri olan Kathleen Van Brempt ise 2007 yõlõnda Flaman Ulaştõrma, Sosyal Ekonomi ve Eşit Haklar Bakanõ’yken bir kõz çocuğu dünyaya getirmişti. Belçika’da hamile politikacõ, hatta bakan görmeye alõşõğõz ancak bazõ kadõn politikacõlar bugün yapõlan federal meclis ve senato seçimlerine hazõrlõksõz yakalandõ. Seçimlerin 2011 yõlõnda normal süresinde olacağõnõ düşünen politikacõlar hamileliklerini ona göre planlamõştõ. Aralarõnda Flaman Yeşiller Partisi Federal Milletvekili ve Grup Başkanõ, Anvers Seçim Bölgesi birinci sõra adayõ Türk kökenli Meyrem Almacı’nõn da bulunduğu 6 hamile kadõn politikacõ bugünkü seçimler öncesi karnõ burnunda kampanya yaptõ. Aralarõnda Flaman Sosyalist Partisi’nden (SP.A) Joke Renneboog, Liesbet Stevens ve Michèle Hostekint, Flaman Yeşiller Partisi Groen!’dan Tinne Vanderstraeten ve Meyrem Almacı, Flaman Liberalleri’nden (Open VLD) Laurence Libert’i bir araya getiren Flamanca yayõmlanan Het Nieuwsblad gazetesi baş sayfasõnda bu 6 adayõn birlikte çekilmiş bir fotosunu yayõmladõ. 2011 yõlõ Haziran ayõnda seçim yapõlacağõnõ düşünen kadõn politikacõlar, 2010’u hamilelik için ideal bir yõl olarak seçmişlerdi. Ancak evdeki hesap çarşõya uymadõ. Hükümet krizi nedeniyle hiç beklenmedik bir anda erken seçime gitme kararõ alõnõnca kadõn politikacõlar da hazõrlõksõz yakalandõ. Karnõ burnunda semt pazarlarõnõ dolaşmak, el ilanlarõ dağõtmak ve afiş asmak hiç de kolay olmasa gerek. Ancak Belçikalõlar hamile adaylara normal zamanlardan çok daha dostça yaklaşõyor. Joke Renneboog’un 22 Mayõs’ta doğum yapmasõ bekleniyordu. Her an doğurabilir. Böyle zamanlarda genellikle hamile kadõnlar ayaklarõ havada doğumu beklerler. Ancak Renneboog son ana kadar seçim kampanyasõna devam etti. Tinne Vanderstraeten “Hükümet düştüğünde 28 haftalık hamileydim. Seçim kampanyasının sorun olmayacağını düşünmüştüm ama şimdi daha iyi hissediyorum. Yoruldum ve dinlenmeye ihtiyacım var” diye açõklõyor durumunu. Yeşiller Partisi Groen!’dan Anvers Seçim Bölgesi liste başõ Meyrem Almacõ parti başkanlõğõ için adõ geçtiğinde çocuk yapmak istediğini belirterek aday olmayacağõnõ açõklamõştõ. Birinci çocuğunu doğururken hamileliği zor geçen Almacõ’nõn ikinci hamileliği de hiç kolay değil. Hükümetin düşmesi sürpriz olmuş, ilk çocuğu 2 ay erken doğan Almacõ ikinci çocuğunun da erken doğacağõnõ düşünüyor ve oldukça dikkatli seçim kampanyasõ yaptõ. Afiş asmadõ, Türk seçmenleri, dernekleri, kahveleri dolaşmadõ. “Büyük tartışma ve mülakatlarla sınırladım kampanyamı. Yabancı kökenlilerin oturduğu semtlerde de mümkün olduğunca dolaştım. Kampanya yapmak benim en sevdiğim şey ama bu duruma düşmek de hoş değil” diyor Almacõ. Kendileri afiş asmasa da Joke Renneboog, Liesbet Stevens ve Laurence Libert karnõ burnunda fotolarõ ile afişlerinde yer aldõlar. Hatta Stevens karnõnõn parti kartlarõna sõğabilmesi için partinin standart formatõnõ değiştirmiş. Kadõn politikacõlar seçim kampanyalarõnda efor gerektiren işler yapamadõlar. Liesbet Stevens “Otomobilimle etrafta dolaştım ve ekibime yiyecek içecek hazırladım” diyor ve “Fabrikalarda seri üretimde çalışan hamile kadınlara saygım arttı” diye ekliyor. Laurence Libert genellikle e-mail ve mektup gönderdi ve diğer oturarak yapõlan işleri yaptõ. Libert “Bolca talimat vermek zorunda kaldım. Bu iyi ama bazen sıkıntı verici. Kenarda durup yorum yapmak ve eleştirmek sempatik bir uğraş değil” diye düşünüyor. Hamile politikacõlara Belçikalõlarõn tepkisi de olumluydu. Joke Renneboog “Önce göbeğinize bakıyorlar daha sonra yüzünüze” derken, “Doğru, hemen bir konuşma konusu da bulmuş oluyorsunuz. İnsanlar daha çabuk konuşuyorlar” diye ekliyor Michèle Hostekint. Hostekint “Daha yumuşak davranıyorlar, eleştireceklerse daha hafif eleştiriyorlar. ‘Çocuğun ilk önceliğin olmalõ’ diye de beni de uyarıyorlar sık sık” diye anlatõyor seçim kampanyasõ gözlemlerini. Seçilmesine kesin gözüyle bakõlan Meryem Almacõ’nõn partisi koalisyona girerse, kendisine bakanlõk verilebilir. Belki o zaman Belçika’da bir Türk kökenli bakanõn doğum yapmasõna da tanõk oluruz. [email protected] STUTTGART AHMET ARPAD ARİZONA MAHMUT ŞENOL KOPENHAG BERK ÇOKER BRÜKSEL ERDİNÇ UTKU
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle