Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 13 HAZİRAN 2010 PAZAR
10 PAZAR YAZILARI dishab@cumhuriyet.com.tr
Büyüklerin
düşler
dünyasõ
Bir yõlan örneği kõvrõlõyor
uzun tren. Vagonlarõ
kõpkõrmõzõ. Şatolarõn ve üzüm
bağlarõnõn arasõndan
süzülüyor, dağlarõn içindeki
tünellere girip çõkõyor, nehir
kõyõlarõndan geçiyor, köprüleri
aşõyor. Romantik tarihi kentler
geride kalõyor. Son istasyona
varõyor. Duruyor. Hiç kimse
inmiyor. Çünkü bu trenin
yolcularõ cansõz! Plastikten
onlar. Burasõ bambaşka bir
dünya, içinden minyatür
trenlerin geçtiği büyüklerin
“düşler dünyası”... Evler,
saraylar, şatolar, kiliseler,
hayvan sürüleri, otomobiller,
kamyonlar, tramvaylar,
ellerinde bavullarõ
istasyonlarda bekleşen
yolcular... Karlõ yamaçlara
tõrmanan teleferikler,
doruklardan aşağõ süzülen
kayakçõlar... Aralarõndan
geçen yolcu trenleri, yük
trenleri, her ülkeden upuzun
trenler. Buharlõsõ, elektriklisi,
dizeli sayõsõz lokomotif, boy
boy, renk renk yüzlerce vagon,
bin metrenin üzerinde ray ve
düzinelerle tren dizisi.
Salonda pek kadõn yok.
Gezinenler orta yaşõn üzerinde
babalarla küçük oğullarõ.
Almanlarõn bu tür oyuncak
trenlere merakõ sonsuz. Evinin
bir odasõnõ trenlerine
ayõramayan çatõ arasõna ya da
bodruma el koyuyor. Küçük
lokomotiflerin, uzun vagon
dizilerinin, ormanlarõn,
dağlarla tepelerin oluşturduğu
“düşler dünyası”nda
yaşayanlar çocuklar değil
yetişkinler, yaşõnõ başõnõ almõş
insanlar. Küçük memurundan
banka müdürüne, lise
öğretmeninden başhekime,
mühendisten yargõca her
meslekten
insan
minyatür
trenlerle kendi
dünyasõnõ
kuruyor.
Çocukluğunda
salonda
halõnõn
üzerine
kurduğu
birkaç metre ray, bir lokomotif
ve iki-üç vagonla o dünyaya
bir giren büyüdükçe bu hevesi
uğruna hiçbir giderden
kaçõnmõyor. Alman minyatür
tren meraklõlarõ her yõl
milyonlarca Avro’yu bu
uğurda çekinmeden harcõyor.
Avrupa’nõn en büyük ve en
eski oyuncak trenler yapõmcõsõ
Maerklin, Stuttgart’a yarõm
saat uzaktaki Göppingen’de.
1859’da kurulan, ilk yõllarda
oyuncaklarla buharlõ minyatür
makineler yapan fabrikanõn
müzesini her ay on binler
ziyaret ediyor. 2009 yõlõnda
ziyaretçi sayõsõ iki yüz bini
aşmõş. 2007 ve 2008 yõllarõnda
kriz geçiren Maerklin geçen
yõl kendini toparladõ, cirosunu
110 milyon Avro’ya çõkardõ.
2010 Nürnberg oyuncak
fuarõnda sunduğu iki yüze
yakõn yeni modelle tam bir
sürpriz yaptõ. Tüm
lokomotiflerde artõk en
modern dijital teknik
uygulanõyor. Maerklin’in
1935’te sadece 300 adet imal
etmiş olduğu ünlü İsviçre
lokomotifi “Timsah”
günümüzde açõk arttõrmalarda
bir otomobil fiyatõna alõcõ
buluyor. Bundan beş yõl önce
Maerklin müzesinden bir gece
yarõsõ çok değerli
lokomotiflerle oyuncaklar
çalõnmõştõ. Kuruluş 200 bin
Avro ödül koydu. Hõrsõzlar bir
Doğu Avrupa ülkesinde
yakayõ ele verdi, milyonlar
değerindeki oyuncaklar da
yine müzeye geri döndü.
Babalarla oğullarõnõn 19.
yüzyõldan bu yana severek
birlikte oynadõğõ tek oyuncak
minyatür trenler. Ve bu böyle
kalacağa da benziyor. Boş
zamanlarõnõ buharlõ ve
elektrikli lokomotiflerin
çektiği trenlerin dünyasõnda
geçiriyor bu “çocuklar”.
www.ahmet-arpad.de
Danimarka’nõn önde gelen ve
ses getiren siyasi yorumcu
ve gözlemcilerinden, gazeteci
arkadaşõm Henrik Qvortrup
bana Danimarka
Parlamentosu’nu gezdiriyor. O
sõralar, Danimarka’ya yeni ayak
basmõşõm, az çok insanlardan
duyduklarõm aslõnda kulaktan
dolma bilgiler, ülkeyi tanõmaya
çalõşõyorum. Kendisi bana
dönemin başbakanõ Rasmussen
ile yaşadõğõ küçük bir
diyalogdan bahsediyor. Bana
göre büyük kendisi için küçük
bir hadise. Başbakanla
parlamento koridorunda
karşõlaşõyorlar. Başbakan,
“Henrik, uzun zaman oldu,
bir kahve içmeye ne dersin”
diyor ve kafeteryanõn yolunu
tutuyorlar. Başbakan kasada
oturan çalõşana iki kahve
siparişi veriyor, kasadaki
başbakana “kapadık” diye
cevap veriyor. Rasmussen
anlayõşla karşõlõyor ve gazeteciye
dönüp şöyle diyor: “Gel benim
ofise çıkalım, ben kahveyi
yaparım, yeni bir espresso
makinesi aldık.”
Türkiye’de eğitim görüp
Danimarka’da yaşayan biri
olarak, bu topraklarda çok uzun
süredir var olan ama
geldiğimden beri üstüne kafa
kurcaladõğõm iki olgudan söz
edeceğim. Bunlardan ilki hitap
şekilleri, ikincisi ise İskandinav
yaşam tarzõ. Bunlarõn
irdelenmesindeki ana amaç,
şeffaf bir toplum yaratmak için
gereken “nedir”i anlatmaktan
öte kendi ülkemize uygulanabilir
mi onu yorumlayabilmek. Hep
birlikte bakõp yazõnõn sonunda
bu soruya cevap vermeye
çalõşalõm. Eşimin babasõ ile ilk
tanõşacağõm gün, oturma, hitap
şekli, mimik, beden dili gibi
konulara kafa yoruyordum. İlk
buluşma ve “merhaba
efendim” diyorum. Kahkahayõ
patlatõyor, “Efendim mi dedin,
adım Borge, memnun oldum”.
Ben de bir süre düşündükten
sonra kendisine ismi ile hitap
etmeye
başlõyorum.
Burada 3
yaşõndaki
çocuk
babasõna,
sade
vatandaş ise
ülkenin
başbakanõna
ismi ile ya
da “sen” diye hitap ediyor.
Bunun dõşõnda tutulan tek kişi
ise Kraliçe II. Margaret.
Türkiye’de hemen hemen hiçbir
kimse tanõmadõğõ ya da “senli
benli” olmadõğõ insanlara bu
şekilde hitap etmez. Peki bu tür
bir konuşma Danimarkalõlarõ
saygõsõz mõ yapar? Hayõr. Çünkü
insanlar burada “sen” kelimesini
karşõsõndakine güven telkin
etmek için kullanõyor. Geçmişte
“siz ve sayın” kelimelerini onlar
da kullanmõşlar fakat insanlarõn
daha güvenli bir hayat sürmeleri
için hiyerarşi, unvan, makam
türü can sõkõcõ bürokratik
tecrübeler, devletin arşivlerinde
tozlu raflara kaldõrõlmõş ve bir
daha geri dönememiş.
Vatandaşõn kendisini yönetenler
ile olan ilişkisi makama endeksli
değil bireysel temelli olduğu için
yönetilenler de yöneticilerin
hatalarõnõ bulduklarõ anda en
şiddetli şekilde eleştirebilmişler
ve eleştirmekteler, böyle
davrananlar hakkõnda devlet
memuruna hakaretten
soruşturma başlatõlmõyor, dava
açõlmõyor ve bu kişiler normal
hayatlarõna devam ediyorlar.
Kendi ülkemde, ayağa kalkma,
düğme ilikleme ve biat etme gibi
şark alõşkanlõklarõnõ hatõrladõktan
sonra zihnimde şöyle bir imaj
ortaya çõkõyor. Biz niye bunu
başaramayalõm? Milletvekili
dokunulmazlõklarõnõn
kaldõrõlamadõğõ, emekli olanõn
hâlâ “Sayın başkanım,
kaymakam bey, vekilim” gibi
eski unvanlar ile hitap edildiği
dönem miyadõnõ doldurmadõ mõ?
“Padişahın bile arkasından
söverler” deyimini sabahtan
akşama kadar kullanan halkõmõz
aslõnda karşõsõnda görüverdiği
devlet erkânõna kendinden
beklenmeyecek bir kibarlõkla ve
ağdalõ cümlelerle hitap ederken
nasõl bir dalkavukluğu icra
ettiğinin tabii ki farkõnda. Ben de
bugünlerde, Danimarka
Başbakanõ ile karşõlaşõp (ihtimal
büyük, zira Danimarka çok
küçük bir ülke) kendisine
“Nasılsın Lars” diye hitap
edeceğim günü iple çekiyorum.
berkcoker@yahoo.co.uk
Manikürcü balõğa çalõşma izni yok
Bu balõğõn boyu birkaç santim ama
yaptõğõyla boyundan büyük işlere
kalkõştõ: Hem havuzdaki suyu bulandõrdõ,
hem de Arizona Eyaleti’ni ayağa kaldõrdõ.
Garra rufa diye bilinen, Latincedeki
bilimsel adlandõrmasõyla Cyprinion
macrostomus balõğõ, dişsiz ağzõyla
ayaklarda törpü görmemiş kalõn derilere,
mantarlara, nasõrlara, çatlamõş tõrnaklara,
yara berelere dadanõnca Amerikan Sağlõk
Teşkilatõ bundan rahatsõz oldu ve balõğõn
manikür-pedikür yapmasõna izin vermedi!
Aslõna bakõlõrsa, Amerika’da yaşamayan bu
balõğõ özel havuzlar içinde Asya’dan
getirip, Arizona’nõn Pheonix kentindeki
açtõğõ güzellik salonunda manikür-pedikür
sõrasõna girmiş kadõnlarõn hizmetine sunan,
girişken Çinli iş kadõnõ, Cindy Vong
olmasaydõ Amerikalõnõn sittin sene bu
balõğõ görüp göreceği yoktu. Çok meraklõsõ
varsa, elbette sõrf bunun için özellikle
Sivas’õn Kangal ilçesine gitmesi
gerekecekti. Zira, ülkemizde balõklõ kaplõca
olarak bilinen, dünyada eşi menendi olmaz
termal alanõn balõğõ ender bir türdü.
Sonradan, bizim Kangal balõğõnõ Asya’da
bazõ dere ağõzlarõnda yetiştirenler çõkõnca
balõklar Batõ piyasasõna pazarlandõ. Oysa,
Türkiye, bu nadide balõğõn ihracõnõ
yasaklamõş, doğal kaynak sayõp korumaya
almõştõ. Gelgelelim ticarette Çin’in önüne
ket vurmak olanaklõ mõ, onlar bir biçimde
bu balõğõn da tel maşasõnõ, çakmasõnõ üretip
dünyaya satacaktõ. Çin’den getirtilen bu
balõklar, LaVie Nails&Spa isimli güzellik
salonunda böylece işe başladõ. Balõğõn
dişleri olsa bir tür Piranha canavarõ olacağõ
kesindi, ancak Tanrõ, Sivas’a
bunlarõ bağõşlarken dişlerini
almõştõ; garra rufa dudağõyla
emerek bir şeyi koparõp
çiğneyebiliyor, ama
dişleyemiyor, õsõramõyordu!
Kangal balõğõnõn Çin taklitleri
aynõ işi görüyordu sonuçta:
Güzellik salonunda ayaklarõnõ
minik havuzlara sallandõran
Arizonalõ bayanlara kõtlõktan çõkmõş gibi
saniyesinde hücum ediyor, iki dakikada
müşteri rahatlamõş olarak havuzundan çõkõp
ojeyi ele alõyordu. Patron Vong gayet
memnundu işinden, küresel krize karşõn
işler keka idi, ta ki Arizona Eyaleti
Kozmetoloji Sağlõk Dairesi’nden bir uyarõ
gelene kadar. Uyarõyõ gönderen eyaletin bu
işlerden sorumlu müdiresi Donna Aune, bu
balõklarõn balõk değil bir cins manikür-
pedikür aleti sayõlmasõ gerektiği
düşüncesindeydi. Madem ki garra rufa
balõğõnõn tõrnak törpüsünden, ponza
taşõndan, makastan, keskiden bir farkõ
yoktu, tõpkõ onlar gibi dezenfekte
edilmeliydi. Ama nasõl! Balõğõ alõp ilaçlõ
suya yatõracak haliniz yoktu ya! Öte
yandan, bu balõğa peşin peşin muhalefet
eden bir uzman doktor görüş
açõklayõnca, balõk baştan koktu:
“Garra rufa’ların laboratuvar
tetkiklerinden anlaşılmıştır ki
bir ayaktan kemirip aldığı nasır
mantarındaki kültür bakterisi
öldürücü salmonella hastalığını
bir başkasına bulaştırabilir.
Balıklar kesinlikle bu anlamda
mikrop saçan birer
canavardır.” Dr. Robert Spalding idi
bunu söyleyen ve onun geçen yõl
yayõmlanmõş Pedikür Eliyle Ölüm başlõklõ
kitabõnda benzer şeyler kanõt gösterilince,
Federal Sağlõk Teşkilatõ balõklarõ ayaktan
uzak tutacak yasaklamayõ getirdi. Fakat
Çinli Vong, kolay kolay baş eğmek
istemiyordu, zira büyük yatõrõm yapmõştõ.
Derhal karşõ davayõ açtõ. Eyalet mahkemesi,
tõbbi raporlar ve bilirkişiler elde etmek için
davayõ önümüzdeki sonbahar aylarõna
erteledi. Şimdi, Vong’un balõklarõ, gelen
geçenin ayaklarõna akvaryum camõndan
iştahla bakarak, tekrar kemirecekleri deri
atõklarõ onlara sunulacak güne kadar
beklemeye alõndõ. Bir bakõcõ günde iki kez
yem döküyor onlara; organik besinleri
dururken...
ABD’nin böylesi tuhaflõklarõnõ duyduğum
iyi oldu! Böylece ticari hayatta önlemi
baştan alõr, daha dikkatli adõm atarõm. Garra
rufa’ya gidip ayaklarõmõ kemirtmek
istediğim sanõlmasõn, onu yapacak olsam
gerçeği ülkemde var! Ben, Eminönü’ndeki
Yeni Cami arkasõnda, Mõsõr Çarşõsõ
girişinde kavanozda satõlan sülükten
bahsediyorum. Latincesini yazmazsak
olmaz, Hirudinea solucanõndan! Bilirsiniz,
obeziteye iyi gelir! Sülüğü yapõştõrdõn mõ,
adamdaki fazla kanõ höpürdetir! Sülük
pazarõ aslõnda Amerika olmalõ. Hani
diyordum ki şu kan emici sülükleri getirsek
ABD’ye paraya para demezdik... Ama gelin
görün ki garra rufa yasağõ bütün ümitlerimi
suya düşürdü.
msenol34@yahoo.com
‘Protokol’
olmayan ülke
Karnõ burnunda seçim kampanyasõ yapmak
Politikacõ ve hamilelik denince aklõma
hemen Flaman Sosyalist Partisi’nden
(SP.A) Freya Van den Bossche gelir. 2005
yõlõnda Federal Çalõşma Bakanõ iken ikinci
çocuğunu doğurdu. 2007 yõlõnda ise Başbakan
Yardõmcõsõ ve Bütçe Bakanõ’yken hamile
kaldõ ama bu hamilelik düşükle sonuçlandõ.
Van den Bossch, 28 Kasõm 2009 tarihinde
Moses adõ verilen oğlunu doğurduğunda
Flaman hükümetinde Enerji, Konut, Şehircilik
ve Sosyal Ekonomi Bakanõ’ydõ. Şu an Avrupa
Parlamenteri olan Kathleen Van Brempt ise
2007 yõlõnda Flaman Ulaştõrma, Sosyal
Ekonomi ve Eşit Haklar Bakanõ’yken bir kõz
çocuğu dünyaya getirmişti.
Belçika’da hamile politikacõ, hatta bakan
görmeye alõşõğõz ancak bazõ kadõn politikacõlar
bugün yapõlan federal meclis ve senato
seçimlerine hazõrlõksõz yakalandõ. Seçimlerin
2011 yõlõnda normal süresinde olacağõnõ
düşünen politikacõlar hamileliklerini ona göre
planlamõştõ. Aralarõnda Flaman Yeşiller Partisi
Federal Milletvekili ve Grup Başkanõ, Anvers
Seçim Bölgesi birinci sõra adayõ Türk kökenli
Meyrem Almacı’nõn da bulunduğu 6 hamile
kadõn politikacõ bugünkü seçimler öncesi
karnõ burnunda kampanya yaptõ. Aralarõnda
Flaman Sosyalist Partisi’nden (SP.A) Joke
Renneboog, Liesbet Stevens ve Michèle
Hostekint, Flaman Yeşiller Partisi
Groen!’dan Tinne Vanderstraeten ve
Meyrem Almacı, Flaman Liberalleri’nden
(Open VLD) Laurence Libert’i bir araya
getiren Flamanca yayõmlanan Het Nieuwsblad
gazetesi baş sayfasõnda bu 6 adayõn birlikte
çekilmiş bir fotosunu yayõmladõ. 2011 yõlõ
Haziran ayõnda seçim
yapõlacağõnõ düşünen kadõn
politikacõlar, 2010’u hamilelik
için ideal bir yõl olarak
seçmişlerdi. Ancak evdeki
hesap çarşõya uymadõ.
Hükümet krizi nedeniyle hiç
beklenmedik bir anda erken
seçime gitme kararõ alõnõnca
kadõn politikacõlar da
hazõrlõksõz yakalandõ. Karnõ
burnunda semt pazarlarõnõ dolaşmak, el
ilanlarõ dağõtmak ve afiş asmak hiç de kolay
olmasa gerek. Ancak Belçikalõlar hamile
adaylara normal zamanlardan çok daha dostça
yaklaşõyor. Joke Renneboog’un 22 Mayõs’ta
doğum yapmasõ bekleniyordu. Her an
doğurabilir. Böyle zamanlarda genellikle
hamile kadõnlar ayaklarõ havada doğumu
beklerler. Ancak Renneboog son ana kadar
seçim kampanyasõna devam etti.
Tinne Vanderstraeten “Hükümet düştüğünde
28 haftalık hamileydim. Seçim
kampanyasının sorun olmayacağını
düşünmüştüm ama şimdi daha iyi
hissediyorum. Yoruldum ve dinlenmeye
ihtiyacım var” diye açõklõyor durumunu.
Yeşiller Partisi Groen!’dan Anvers Seçim
Bölgesi liste başõ Meyrem Almacõ parti
başkanlõğõ için adõ geçtiğinde çocuk yapmak
istediğini belirterek aday olmayacağõnõ
açõklamõştõ. Birinci çocuğunu
doğururken hamileliği zor geçen
Almacõ’nõn ikinci hamileliği de hiç
kolay değil.
Hükümetin düşmesi sürpriz olmuş, ilk
çocuğu 2 ay erken doğan Almacõ ikinci
çocuğunun da erken doğacağõnõ
düşünüyor ve oldukça dikkatli seçim
kampanyasõ yaptõ. Afiş asmadõ, Türk
seçmenleri, dernekleri, kahveleri
dolaşmadõ. “Büyük tartışma ve
mülakatlarla sınırladım kampanyamı.
Yabancı kökenlilerin oturduğu semtlerde
de mümkün olduğunca dolaştım.
Kampanya yapmak benim en sevdiğim şey
ama bu duruma düşmek de hoş değil” diyor
Almacõ. Kendileri afiş asmasa da Joke
Renneboog, Liesbet Stevens ve Laurence
Libert karnõ burnunda fotolarõ ile afişlerinde
yer aldõlar. Hatta Stevens karnõnõn parti
kartlarõna sõğabilmesi için partinin standart
formatõnõ değiştirmiş.
Kadõn politikacõlar seçim kampanyalarõnda
efor gerektiren işler yapamadõlar. Liesbet
Stevens “Otomobilimle etrafta dolaştım ve
ekibime yiyecek içecek hazırladım” diyor ve
“Fabrikalarda seri üretimde çalışan hamile
kadınlara saygım arttı” diye ekliyor.
Laurence Libert genellikle e-mail ve mektup
gönderdi ve diğer oturarak yapõlan işleri yaptõ.
Libert “Bolca talimat vermek zorunda
kaldım. Bu iyi ama bazen sıkıntı verici.
Kenarda durup yorum yapmak ve
eleştirmek sempatik bir uğraş değil” diye
düşünüyor.
Hamile politikacõlara Belçikalõlarõn tepkisi de
olumluydu. Joke Renneboog “Önce
göbeğinize bakıyorlar daha sonra
yüzünüze” derken, “Doğru, hemen bir
konuşma konusu da bulmuş oluyorsunuz.
İnsanlar daha çabuk konuşuyorlar” diye
ekliyor Michèle Hostekint. Hostekint “Daha
yumuşak davranıyorlar, eleştireceklerse
daha hafif eleştiriyorlar. ‘Çocuğun ilk
önceliğin olmalõ’ diye de beni de uyarıyorlar
sık sık” diye anlatõyor seçim kampanyasõ
gözlemlerini. Seçilmesine kesin gözüyle
bakõlan Meryem Almacõ’nõn partisi koalisyona
girerse, kendisine bakanlõk verilebilir. Belki o
zaman Belçika’da bir Türk kökenli bakanõn
doğum yapmasõna da tanõk oluruz.
erdincutku@binfikir.be
STUTTGART
AHMET ARPAD
ARİZONA
MAHMUT ŞENOL
KOPENHAG
BERK ÇOKER
BRÜKSEL
ERDİNÇ UTKU