25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Başbakan Ne Demek İstiyor? Başbakan’ın İngiltere’de, Türkiye’de “kaçak işçi” konumunda yaşayan Ermenistan yurttaşlarına ilişkin olarak yaptığı, başta BBC olmak üzere uluslararası medya organlarınca dünya kamuoyuna duyurduğu açıklama büyük talihsizliktir. Hem kendi, hem de ulus olarak hepimiz adına. Türkiye uzunca bir süredir salt Ermenistan değil, Azerbaycan, İran, Ukrayna, Moldova, Romanya ve siyah Afrika’nın çeşitli ülkelerinin işsizleri için bir çekim merkezidir. Bu insanlar çoğunlukla olağan/yasal koşullarda kendilerine ödenecek ücretin yarısına razı olarak çalışmaktadırlar ve her türlü sosyal güvenceden yoksundurlar. Kaçak işçilik gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomileri için bir sorundur. Dünya ölçeğinde bakıldığında gelişmiş ülkelerdeki kaçak işçilerin sayısının milyonlarca olduğu görülmektedir. Batı Avrupa ülkeleri ele alınacak olursa bu ekonomilerdeki kaçak yabancı işgücünün önemli bir bölümünü Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının oluşturduğu görülecektir. Bu yurttaşlarımızın çoğunluğu, Türkiye’de benzer konumdaki Ermeniler gibi uzun yıllardır o ülkelerde yaşamaktadırlar. Kaçak işçiliğin önünün kesilmesi yolunda atılacak adımlarda uygulanacak yöntemler evrensel ölçekte belirlenmiş olup genel kabul görmektedir. Dolayısıyla hiçbir ülkenin başka bir ülkenin kaçak işçiliğe ilişkin olarak alacağı yasal önlemleri eleştirme hakkı bulunmamaktadır. Fakat Başbakan’ın İngiltere’de yaptığı konuşmadan anlaşılan bu değildir. Başbakan söz konusu konuşmasını yasadışı yabancı işgücünün önünün alınması temelinde gerekçelendirmemiş, Türkiye’de bulunan yasadışı göçmen işgücünün arasından bir ulusun yurttaşlarını cımbızlayarak onları bir tehdit aracı olarak kullanacağını dile getirmiştir. Başbakan’ın bu yaklaşımı toplumun tümü tarafından mutlaka eleştirilmesi gereken bir davranıştır. 21. yüzyılda hiçbir toplum böyle bir yükü kaldırmayacağı gibi kimden gelirse gelsin ondan bu ağır yükü sırtlanması beklenemez, beklenmemelidir. Tarihimize ilişkin olarak uluslararası boyutlarda sürdürülen soykırım tartışmaları doğrudan tarihçileri, siyasetçileri, diplomatları ilgilendiren ve onlar tarafından sonuçlandırılacak tartışmalardır. Hiçbir toplum, hiçbir ulus, hiçbir etnik grup uyruk bağıyla bağlı olduğu devletinin yöneticileri tarafından tarihte işlenmiş ya da işlendiği söylenen suçlar nedeniyle “kolektif” olarak suçlanamaz. Bu kural, Türkiye-Ermenistan ilişkileri bağlamında hem Türkler hem de Ermeniler için geçerlidir. Başbakan’ın önce ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Kurulu, sonra İsveç parlamentosunun aldıkları “soykırım” kararları karşısında içinde birikmiş olan öfkesi, İngiltere’nin aynı konuda takındığı olumlu tutum karşısında çözülmüş, söylemleri üzerindeki denetimi yitirmiştir. “Soykırım” konusunda Ermenistan’ın bilinen tavrını sürdürmesi, ABD’de, İsveç’te bu yönde kararlar alınması yükünün hangi konumda olurlarsa olsunlar Türkiye’de yaşayan, Başbakan tarafından sayıları yaklaşık 100.000 olduğu söylenen ve yine kendi sözlerinden bugüne kadar yasadışı konumlarına “göz yumulduğu” anlaşılan Ermenistan yurttaşlarının sırtına yüklenmesi kabul edilebilecek bir durum değildir. Devletlerarası ilişkilerde insanı “misilleme malzemesi” olarak görmek, dünyanın dört bir yanında “insan hakları ihlali” olarak değerlendirilir. Kimsenin Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası sicilini lekelemeye hakkı yoktur, hele Başbakan’ın hiç yoktur. dkavukcuoglu@superonline.com denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ İlhan Selçuk’la Nice ‘Nevruz’lara... İlhan Selçuk iki yõl önce bugün “Nevruz Gülü” olmuştu... “Yeni gün”ün şafağõnda evin- den alõndõğõnda, Balkanlar’dan Uzak Asya’ya tüm halklar yazõ karşõlamanõn “buruk” coşkusu- nu yaşadõlar. Aynõ coğrafyanõn her kültürden tüm “can”larõ, bin yõl- larõn bayramõna rastlatõlan bu “puslu gözaltı” için acaba ne düşündüler? Yanõtõnõ şöyle yazmõştõm: “İl- han Ağabey’in sayısız kitabın- dan özellikle ‘Japon Gülü’nü okuyanlar, tanımlanamaz bir insan sevgisinin ve şimdiden destanlaşan ödünsüz bir yurt- severliğin ardındaki tertemiz yüreği, kendilerine de örnek almak isterler... Şimdi ise artık dünya güzeli bir ‘Nevruz Gülü’müz var. 2008’in Nevruz sabahında çok daha güzelleşen, kuzey yarım- kürenin tüm bahar çiçeklerini kucaklayan bir Nevruz Gülü... Azeriler, doğum tarihleri bi- linemeyen yaşlılarının yaş gün- lerini her yıl Nevruz’da kut- larlar... Biz de artık her 21 Mart’ta, İlhan Ağabey’in ‘Nev- ruz Gülü’ oluşunu kutlayaca- ğız... Hem de onu mutlu edecek bir Türkiye’de...” (Cumhuriyet- 22 Mart 2008) Son cümledeki “ulusal özle- mimiz”e az kaldõ İlhan Ağabey... Nevruzunu kutluyor, daha nice baharlarõ birlikte karşõlamayõ di- liyorum... Japonya’dan Osmanlı’ya Evet... Nevruz “hepimizin” bayramõ; Kuzey Yarõmküre’nin özellikle “dört mevsim”i yaşayan her yerinde “herkesin” yeni gü- nü.. O kadar ki Japonlarõn bile “Shunki Korei Sai” dedikleri bahar bayramlarõ 21 Mart’ta... Kamboçya ve Tayland’õn eski takvimlerindeki yõlbaşõ Nevruz... Tarihçi Erkan Karagöz, Kõrõm Türklerinin “Navrez”, Harezm- lilerin “Navsarji”, Soğdaklõlarõn “Navsarız”, Çuvaşlarõn “Nav- rus”, Kõrgõzlarõn “Nooruz”, Ta- ciklerin “Gülnavrız”, Tatarlarõn “Noruz”, Batõ Trakya Türklerinin “Mevris” dediklerini yazmõştõ. Tarihçi Necdet Sakaoğlu da 1482’de Padişah II. Bayezid’e an- nesi Gülbahar Hatun’un yazdõ- ğõ mektuptaki şu “dua”yõ anõm- satmõştõ: “Benim Sultanım, Nev- ruz mübarek olsun. Hemişe (her zaman) bunun gibi müba- rek günler ve şerif saatlere ye- tişin...” Bütün bunlara rağmen Nev- ruz’un özellikle şu son yõllarda “Kürtçü”lüğün siyasal gösteri- sine dönüştürülmesi ne anlama ge- liyor? Hele İçişleri Bakanõ Beşir Atalay’õn, kutlamalarda “geri- lim” yaşanmamasõ için önceden BDP’lilerle görüşmesi, 21 Mart’õn “Kürt Bayramı” sayõlmasõna “hükümet onayı” değil midir? ‘Anadolu çocuğu’ Nevruz’u her yõl doyasõya ya- şayan “Anadolu Müslümanlı- ğı”na yabancõlaşõp “Nevruz’un yaşanamadığı” çöllerdeki Suudi dinciliğini benimseyenler, “ba- harla kucaklaşma”nõn heyeca- nõnõ da kavrayamõyor olabilir- ler... Ancak Atalay da bir “Anado- lu çocuğu...” Kırıkkale ilimi- zin Keskin ilçe- sinde doğan ba- kanõn, “do- ğa”dan gelen bu coşkunun tek bir “ırk”a ait ola- mayacağõnõ bil- memesi müm- kün değil. Hele bir de Cumhuriyet okuru olsaydõ, İlhan Selçuk’un üç yõl ön- ceki “Nevruziye”sini anõmsaya- bilseydi… “Nevruz çeşitli dillerin yaşa- dığı çeşitli ülkelerde ortak bay- ramdır... Ama bu bayramı tekeline al- mak isteyenlerin son yıllarda birlikteliğe çomak sokmak is- temeleri de bir gerçek... Bağnazlık Nevruz’a yakış- maz... Nevruz’a yazık etmeyelim... Bahar tüm insanlar için gelir, geceler ve günler tüm insanlar için uzar, kısalır, eşit olur ve dö- nüşürler...” (Cumhuriyet-22 Mart 2007) Her Nevruz’da “ayrılıkçı ge- rilimler” yaratanlar, işte bu ger- çeği yadsõmamõzdan yararlanõ- yorlar. Doğanõn herkese armağa- nõ olan bir kardeşlik gününü õrk- çõlõğa teslim etmenin siyasi so- nuçlarõnõ yaşõyoruz... Oysa Saatli Maarif Takvimi’nin “Nevruz” yaprağõnda “herke- se” deniyor ki; “İlkbaharın birinci günü kut- lu olsun...” 21 MART 2010 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 19 Çanakkale’de bu yılki tören: “Al İlker! “Ver Recep!” Fark Necati Cebe: “Osmanlı döneminde eşkıya, zenginden alır fakire verirdi. Yeni Osmanlı döneminde, fakirden alıp zengine veriyor!” Afrika Doğan Kapkıner: “Abdullah Gül, ‘Afrika bizim stratejik ortağımız’ demiş. Bayağı gelişme var! Hocası onlarla ‘glu glu’ dansı yapmıştı!” Açılmaz Tarık Emre: “Açılımların daniskasını sergileyen hükümet nedense bir tek Deniz Feneri’ne dava açılımını beceremiyor!” YağmurDeniz Kader, halkı iktidara taşımak olmalı! “EY millet” diyerek herkese sesleniyor Aydın Türkaydın. Herkes derken de kimlerden söz ettiğini şöyle sıralıyor: “Avrupa Birliği üyeliğinden, ABD’nin dostluğundan umudunu kesenler. Dershanelerce sömürülen öğrenciler, veliler. Ekemeyen, biçemeyen, dikemeyen köylüler. Yoksulluk ve yolsuzlukları görüp korkudan sesini çıkaramayanlar. İşsizler, güçsüzler, umutsuzlar. 4/C mağdurları. Atama beklerken yaşlanan öğretmenler. Yok oluşa yelken açan bakkallar. Kepenk indiren, işini aşını geleceğini kaybeden esnaf. Çok kazanan bankaların insafına terk edilenler. Dünyanın en pahalı elektriğini kullananlar. Yine dünyanın en pahalı akaryakıtını tüketen sürücüler. Dünyanın en adaletsiz vergisi olan, dolaylı vergilerini ödemek zorunda olan tiryakiler, akşamcılar. Ülkenin arsa arsa, parsel parsel, köprü, liman, din iman satışından rahatsız olanlar. İflas eden dış politika, perişan iç politika ve yargı, ordu, üniversitelerin kuşatılmasına tanık olanlar. Aydınların, yurtseverlerin toplama kamplarına kapatılmasını içine sindiremeyenler.” Herkesi biraz daha çoğaltmak olası ama bu kadarı da yeterli olmalı. Ve Aydın Türkaydın’ın sorusu: “Sorunlara somut çözümler üretecek, halkı iktidara taşıyacak, muhalefet olmayı kader bellemeyen bir lider arıyor musunuz? Ben de arıyorum!” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” CİVAN padişahının yaşı kadar yıl hukuk dersi veren Prof. Dr. Aydın Aybay, kimilerinin diline doladığı “vesayet” ve “kuşatma”yı anlatıyor: “Vesayet sözcüğü eskidi, şimdi bir kuşatma lafıdır gidiyor. Bu lafı dillerine dolayanlar, hukuk terim ve kavramlarının öyle rasgele, aslını farkını bilmeden kullanmanın ‘ayıp’ bir şey olduğunun farkında değiller. Vesayet, kökeni Roma hukukuna kadar uzanan; temel amacı kısaca, güçsüzleri, zayıfları güçlülere karşı korumak olan bir hukuksal ve sosyal kurumu anlatıyor. Bizde yürürlükte bulunan Medeni Kanun’da da ‘vesayet’ başlığıyla düzenlenmiş olan bu kurumla ilgili 100’e yakın madde yer alıyor. Anayasadan başlayarak erkler arası ve kurumlar arası ilişkilerde (yönetsel hukukta tamamen başka bir anlamda kullanılışı dışında) vesayet teriminin ve kavramının yeri yoktur. Hiçbir kurum veya kuruluş ötekinin vasisi değildir. ‘Bana vasilik ediyor’ diye sızlanma varsa bu tavrı ile aczini anlatıyor demektir. Kuşatmaya gelince. Siyaset ve hukuk alanlarında, bir kurumun veya kuruluşun bir diğer kurum veya kuruluşun hareket alanını sınırlama, daraltma veya kuşatma yetkisi vardır. Bu düzen yani kuşatma yetkisi anayasadan başlayarak, çeşitli yasa kurallarıyla ilgili kurum ve kuruluşlara tanınmış bir yetkidir, bunun kaynağı da yasalarla verilmiş görevdir. Örneğin Anayasa’nın 146 ve bunu izleyen maddelerinde Anayasa Mahkemesi’nin yasama organından çıkan yasaların anayasaya uygunluğunu denetleyeceği yazılıdır. Bu anayasa ile verilmiş bir görev ve yetkidir. Yasama organı bu yetkiden çıkan ‘kuşatma’ya katlanmakla yükümlüdür. Anayasa’nın 125. maddesine göre; idarenin her türlü eylem ve işlemleri (Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemler ve Askeri Şûra’nınkiler hariç) yargı organlarının denetimine tabidir. Bu denetimin sonucu, idarenin işlemi hukuka aykırı ise iptal kararı verilmesidir. Bu da yine bir kuşatma veya sınırlama örneğidir. Kuşatma ve sınırlama hükümlerini içeren anayasaya dayanarak yasama ve yürütme hizmeti görmeye talip olanların, üstelik uymaya yemin ettikleri anayasadan ‘Bizi kuşatıyor’ diye sızlanmaya hakları yoktur. Demokratik hukuk devletine inanıyorsanız, yargısal denetimin işlevinin doğal sonucu olan kuşatmaya karşı çıkamazsınız.” Vesayet SESSİZ SEDASIZ (!) KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com HARBİ SEMİH POROY HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com ekinci@cumhuriyet.com.tr BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Mutluluk hormonu. 2/ Hastalõklõ, sa- kat... Boş, õs- sõz, tenha. 3/ Ankara kentini oluşturan ilçe- lerden biri... İnişli yer, ba- yõr. 4/ Siirt yö- resine özgü, üzüm şõrasõnõn kaynatõlmasõy- la elde edilen bir tat- lõ... Boru sesi. 5/ Bez parçalarõndan dokun- muş basit kilim... Çu- kur yer. 6/ Kemikle- rin yuvarlak ucu... Kapalõ ve dört teker- lekli bir at arabasõ. 7/ Kokmuş hayvan ölü- sü... Sarõlõğõnõ gider- mek için çamaşõrõn son suyuna karõştõrõlan toz boya. 8/ Mahkeme so- nucunu gösteren resmi belge... Itõrlõ bir bitki. 9/ Epi- fiz bezinden salgõlanan bir hormon. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Çölden esen rüzgâr... “Gösteriş, fiyaka” anlamõnda argo sözcük. 2/ Bir göz rengi... İşçi. 3/ Kirpik bo- yasõ... Kadõnlarõn omuzlarõnõ örtmek için kullan- dõklarõ geniş atkõ. 4/ Yararlanõlan uygun koşul... Ana- dolu halklarõnõn en eski ana tanrõçasõ. 5/ İlgi eki... Bir şeyin kenarõ. 6/ Sevinç belirten bir ünlem... Ana- yurdu Peru olan ve “ağaç kavunu” da denilen, C vitaminince zengin bir meyve. 7/ “Git, defol” an- lamõnda argo sözcük... Pamuk ipliğinden yapõlan ka- lõnca kilim. 8/ Bildirme yazõsõ; mesaj... Kayõnbira- der. 9/ “Domuzlahanası” da denilen ve yaprakla- rõ sebze olarak kullanõlan bir bitki... “Ölür ise --- ölür / Canlar ölesi değil” (Yunus Emre). 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 M U K A L L İ T U Ç U K A R A S K U L A K İ T İ A K A R E S İ M L K R E P L İ L A E P İ K T İ R İ S K O Ç T A T İ L Ç A T S İ M İ T T E 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Azerbaycan’dan “tebrik kartı...”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle