18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 ŞUBAT 2010/ SAY11247 PAZ ARI Michelangelo'nun mirasınatanıklık DENİZ OLKÜTEKİN r ahadır Çolak ve Ümit Turgay Durgun'un hikâyesi kararlılık ve kendine inançla ' başlıyor, tarihe tanıklıkla bitiyor. Aslında bltmiyor. Onlar şimdi okullannı bitirip yeniden Italya'ya dönmenin peşindeler. Italya'da onları büyük bir şehir ya da rahat bir yaşantı beklemlyor. Seravezza'da Michelangelo'nun atölyesinde heykel yapmaya devam edecekler. İki heykeltıraş Çolak ve Durgun'un kafasına Italya'ya gitme fikri okul bitirme projesini tamamlamak üzereyken gelmiş. Bahadır anlatıyor: "Projemize taş almak için Afyon'a gltmiştik. Orada çok büyük mermerler çıkarttırdık. Ancak alacak paramız yoktu. Biz de taşlann hibe" edilmesi için şehirde kapı kapı dolaştık. Sonra projelere başladık. Bir süre sonra iş zamanla yarış haline geldi. Işleri bitirebilittJİk ama bizi tatmin eden bir şey olmayacaktı, sadece okulu tatmin edecekti. Bir gün Ümit yanına çagırdı, 'Bir fikrim var, okulu uzatıyorum, birlikte Italya'ya gidelim' dedi. Ben de 'Başkalarını tatmin edecegime kendimi tatmin ederim' diye düşündüm ve kabul ettim. Orada birbirimize bir dostluk sözü verdik. İkimiz de sözümüzden dönmeyecektik." Ardından işlerini bırakmışlar. Ellerinde ne varsa alet çantalanna doldurup yol için hazırlıklara başlamışlar. Kararlannı destekleyen de olmuş, yanlış bulan da. Çagdaş Sanat Merkezi'ndeki hocaları Kemal Tufan'sa onları en çok destekleyen kişiymiş. "Kemal hoca hakkında birçok kişiden olumsuz sözler duyduk. Bunun sebebi bence Kemal hocayla birkaç iş yapanlann hemen bir şeyler beklemeye başlaması. Bizimse hiç öyle bir ilişkimiz olmadı. Italya'ya gitmek istedigimizi ögrenince de hemen onayladı." Kemal Tufan, Carara bölfjesindetfi maden ocaklarına gitmeyi düşünen gençleri hemen yanı başındaki Seravezza'ya yönlendirmiş. Çolak ve Durgun da paralarını denkleştirip yola Bahadır Çolak ve Ümit Turgay Demlr iki genç heykeltıraş. Yaşıtları olan meslektaşlanndan farklan okul bitirme projelerini yanm bırakıp Kalya'nın yolunu tutmalan. İşleıine olan tutkulan sayesinde kendilerini Michelangelo'nun yeniden restore edilen atölyesinde, heykel yaparken bulmuşlar. koyulmuşlar. Seravezza'da şans kapılarını çalmış ve karşılanna NlcÖîas Bertaux'la Cynthia Sah'ı, on yıldan fazla süredir Michelangelo'nun atölyesini restore etmekle ugraşan heykeltıraş çifti çıkarmış. Bahadır Çolak atölyeyi Rönesans döneminden kalma bir bina olarak tanımlıyor. Durgun'sa "Geri döndügümüzde bile daha önce hiç girmedigimiz bir odayla karşılaşabiliriz" diyor. Tanıklıkları sırf gözlemle sınırlı degil, kısa birsürede Bertaux ve Sah'la birlikte hem restorasyon hem de heykel çalışmalanna başlamışlar. Çolak'a göre Bertaux tam aradıkları usta; "bir kere usta-çırak ilişkislnde hiç egosu yok. Çogu zaman bizden erken kalkıp atölyeyi açıyor ve en pis işi yaparak çalışmaya başlıyor. Blzi de çok sevdiler, aslında on günlüğüne gitmlştik ama orada kendileriyle kalmamızı istediler." llgilerini en çok çeken, işin restorasyon kısmı olmuş. "Atölyenin olanakları çok yüksek. Dışarıdan bir tek işçiler geliyor, alet edevat alınmıyor. Bir yerde su borusu değiştirilmesi gerekiyorsa onun kendi aleti var. Nicolas lüks bir hayat yaşamıyor. Belki Ferrari'ye binebilir ama o yatırımını atölyeye yapmayı tercih ediyor." Bertaux'un iki arabası varmış, birini de orada bulundukları süre boyunca Çolak ve Durgun'a tahsis etmiş. Hem eşya taşımaları hem de yeni yerler görmeleri için. "Bize çeşitli adresler veriyordu, bu yerleri daha çok bizim entelektüel birikimimizin artması için tavsiye ediyordu." Bir keresinde Michelangelo'nun taşocağının olduğu Altasimo Dagı'na yolları düşmüş, yürüyerek üç saatte zirvesine ulaşılan bir dağ. Koca bir deliğin içinde sadece bir ocak varmış. "Michelangelo işte o delikten çıkarttığı taşları koca dağdan Indirtiyormuş" diye anlatıyor Durgun hayretle. Tüm bu deneyimleri yaşamış olmalarına karşın ikisi de mütevazılıklarını koruyorlar. "Bu atölyeyi sanat dünyasına kazandıran ikimiz de değiliz. Bu işe öncü olan insanlar var. O kadar geniş imkânlar sağlanmış ki zaten oraya kim gitse bir şeyler yapardı." Belki öyle ama başında dedigimiz gibi, karaıiılık ve azim insanlar arasındaki farkı ortaya koymakta bazen belirleyici oluyor. Hem Çolak hem de Durgun aç kalma pahasına heykeltıraşhk meslegine dört elle sarılmışlar. Çolak anlatıyor: "Okuldayken bir yandan çalışmam da gerekiyordu. Sonrasında her şeyi bıraktım ve aç kalma pahasına bir atölye açtım." • Ç % * Kilolu bebek sağlıklı mı? JHPPVV PAZARYAZILARI ^^^KP^"° jvfl 1/ / ' *^^HWP» ı \! 1 , A V • • I 1;' • \Ja ' f ADNAN BİNYAZAR Maskeler, yüzler £ \ tefan Zweig, Balzac O incelemesinde (Can Yayınları), Belçika'dan italya'ya, Balzac'ın ününün bütün Avrupa'ya yayıldıgını, Kızıl ile Kara'nın yazarı Stendhal'i ise yazın çevrelerinde bile az kişinin tanıdıgını belirtir. Oysa bugün, Fransız romanı sözkonusu oldugunda Stendhal adı başlarda yer alıyor. Dünya yazınını da yakından izleyen Güven Turan'ın, Cumhuriyet Kitap'la yayımlanan (28.01.10) Marcel Schvvob üzerine yazısını (bu, Schvvob'un Üç Roman (YKY) adıyla yayımlanan kitabının önsözüdür) okuyunca, nice yazarın ya da sanatçının, yaşadıgı yıllarda tanınmadıgına değinir. Kitapları, Kafka'nın ölümünden nice sonra yayımlanmıştır. Vincent van Gogh'un, birlikte yaşadıgı kadının çocuguna süt almak için birkaç gravürden başka bir şey satamadıgını kardeşine yazdıgı mektuplarda okumuştum. Yargıyı zaman verir; yerin yedi kat altına da sürülse, degeri olan, gün yüzüne çıkar. Düşünüyorum; Turan'ın araştırmasıyla yazınımızda da adı duyulan Schvvob'un Üç floman'ını okumasaydım kimbilir neler yitirmiş olacaktım... Schvvob'dan etkilenmem, yalnızca onun yazma gücünden gelmiyor. Her yıl, birkaçının dışında, seks kışkırtıcılığı yapan, Batı'nın ucuz anlatılarına öykünen uydurma romanlar yazılıyor. Piyasayı dolduran bu tür romanların düzeysizligi, Schvvob'un, insanı özünden yansıtan karakter yaratımıyla, önümüze nasıl bir dünya sürdügü daha iyi anlaşılıyor. Schvvob büyük sözler söyleme heveslisi olmadıgı gibi, dünyayı degiştirme savında da degil. Çetrefil anlatı okyanuslarında kulaç atmaktan da kaçınıyor. 0, saglam bir kurguyla, masalsı söylemlerden, halk bilgeliginden, çocuğun yarı gerçek, yan kurgusal iç dünyasından beslenerek dogal bir anlatı ormanı yaratıyor. Onca masal okuyup yazmama karşın, Schvvob'un Anatole France'a adadıgı "Altın Maskeli Kral" anlatısı, beni söz bilgeliğinin en iyi örneklerinden biriyle karşılaştırdı. Bir masala şöyle başlandı mı, onun sonunun nereye varacagı başından bellidir: "Altın maskeli kral saatlerdlr oturmakta olduğu kara tahtından kalktı ve kargaşanın nedenini sordu. Çünkü kapı muhafızları mızraklannı çatmıştı, birbirlne çarpan demirierln şakırtısı duyuluyordu. Bronz mangahn çevresinde sagda elll rahlp, solda elli soytart ayağa kalkmıslar ve kadınlar kralın önünde yanm daire halinde toplanmış ellerini kımıldatıyorlardı. Mangahn deliklerinden yansıyan pembe, koyu kımnızı alevler yüzlerdeki maskeleri ışıldatıyordu. Kadınlar, soytanlar ve rahlpler, bir derl bir kemik kalmış kralı taklit etmek için yüzlerine ifadesi hiç değişmeyen gümüş, demir, bakır, ağaç ve kumaş maskeler takmışlardı." Kendilerini gizleyip, içimize virüs gibi giren maskelilerin neler yaptıklarını anlatmaya yetiyor da artıyor bu kısacık alıntı? Maskeler bir kaldırılsın da görelim; yetki sahibl yeteneksizler, cüzamlarını gizleyenler, yetim hakkı yiyip ambarlarını dolduranlar nasıl bir bir ortaya çıkıyor!.. Maskeyi yüzlerden çekip parçalayanlar, darlıklara katlanmayı yazgı sayıp susmayanlar olacaktır... Çözüm ise Schwob'un şu şifresinde... "Yok et, yok et, yok et. Içindekini yok et, çevrendekini yok et. Kendi ruhuna ve başkalarına yer aç. Ruhlar, eski biçimleri, yılanların eski derilerinl attıklan gibi atarlar." # blnyazardgmail.com FİGEN ATALAY T ürk anneleri bebeklerini besleme konusunda çok bilinçli degil. "Kilolu bebek sağlıklı olur" anlayışıyla yanlış beslenen bebekler, çok erken ek gıdalara başlatılıyor ve bu yüzden temel besinleri olması gereken süt gereksinimleri yeterince karşılanamıyor. Nişastalar, bis- küviler, yemek sulanyla saglıksız beslenen bebekler, "kof" kilolara sahip oluyorlar. Beş yıl önce kurulan "Milupa Anne Bebek Kulübü"nün, 300 bin anneye ulaşması nedeniyle bir basın toplantısı düzenlendi. Anneler ile yogun bir iletişim halinde olan ku- lüp, Türkiye'de bebek beslenmesi konusunda da bazı ve- rlleri toplama olanagına sahip. Milupa Anne Bebek Kulübü uzmanlarına gelen soruların analizi, Türkiye'de annelerin bebek beslenmesi konusunda pek de dogru bilgiye sahip olmadıgını ortaya koyuyor. Milupa Anne Bebek Kulübü Anne Danışma Hattı Yetkilisi Işıl Telkes, annelerin dogru bildlgi yanlışları şöyle sıralıyor: t$ Kilolu bebek sağlıklı olur. • Erken dönemde ek gıdalara başlamazsa bebek son- ra alfşamaz. , • Ek gıda döneminden itibaren bebeğin süt ihtiyacı esklsi kadar fazla degildir. 9 Ek gıda döneminden itibaren bebege verilen mey- ve ve sebzeler bağışıklık sistemini güçlendirmek için ye- terli olur. « Ek gıda dönemine geçen bebek evde pişen ye- mekten yiyebilir; özel beslenmeye Ihtiyaç duymaz. « Yetişkin yemekleri 5'inci veya 6'ncı aydan itibaren verllebilir. • Yemek suları faydalıdır. • Inek sütü sulandırılarak verilirse sakıncalı olmaz. DOĞRUSU HANGİSİ? Telkes, bebek beslenmesinin nasıl olması gerektiğini şöyle anlattı: "özellikle 1 yaş sonrası bebeklerin büyümesi çok yavaşlıyor, bu nedenle bebekler daha az beslenmek istiyor, anneler ise bu durumu iştahsızlık olarak algılıyorlar. Bebegin ne zaman, nerede, ne yiyecegine aile; ne kadar yiyecegine ise bebek karar vermelidlr. 3N 1N kuralı bes- HAKLAR VEÖD "Çitır Çıtır Felsefe" dizisinin 15. kitabı olan- "Haklar ve ödevler" çıktı. Brigitte Labbe'nin yazdığı kitap, eşitlik kavramını konu alıyor. Bir hakkın, ancak herkes aynısına sahipse gerçek bir hak olabilecegini; yoksa bunun, iyilik, ayrıcalık ya da kayırma olabileceği görüşüne yer verilen kitapta, "ödevler neden var?", "Haklarımızın sınırı nedir?" gibi sorulara yanıt aranıyor. • lenmede önemlidir. Miktar konusunda bebekler gerek- siz zorlanıyor. Oysa gelişimin en önemli göstergesi be- beğin boy/kilo gelişiminin normal sınırlar içinde olması- dır. 2. aydan İtibaren bebeklerin bağışıklık sisteminin güç- lenmesl için 500 ml anne sütü ya da devam sütü veril- melidir. Bebeklere 4-6 aylardan önce ek besinler veriliyor. Oysa 4-6 aylardan önce verilen ek besinler bebeklerin sindi- rim ve boşaltım organlarını yorar ve yük getirir. Erken dö- nemde ek gıdaya başlamak alerjik reaksiyonlara neden olur. 4-6 aylardan itibaren başlayan anneler, bebegin ne yedigine degil de ne kadar yedigine bakıyor, bu da be- beklerin bisküvi, pirinç unu, nişasta gibi bol karbonhid- rat içeren ama besin degeri düşük olan gıdalarla bes- lenmesine neden oluyor. Bunun sonucunda saglıksız ve kof bir kilo alımı oluyor. Bebekler tatlı gıdalara alıştırılıyor, bu da bebeklerin beslenme alışkanlıklarının yanlış ge- lişmesine ve ileride obeziteye neden oluyor. Bebek beslenme standartlarına göre üretilmeyen ürünler (yetişkinler için uygun olanlar) 1 yaş öncesi bile verilebiliyor, oysa bu ürünler katkı maddesi, gereginden fazla şeker ve tuz içerirler. Dünya Saglık örgütü tarafından kesinlikle ilk 1 yıl öne- rilmeyen inek sütü bebeklere erken dönemde verilme- ye başlanıyor. Erken dönemde inek sütü kansızlık, geli- şim gerilikleri yapabilir, bebegin sindirim ve boşaltım sis- temini yorar. Ek besin döneminde anne sütü veya devam sütü alımı önemsenmiyor. Ek besinler ön plana geçerek bebegin temel beslenmesi olan süt ihtiyacı yeterli mik- tarda karşılanmıyor." • . • . > •
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle