18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
PAZAR 14 ŞUBAT 2010/ SAYI 1247 ATAOL BEHRAMOÖLU Halka açık... P azar yazısına bambaşka konular arayışındayken, ("Sevgililer Günü"nün "anlam ve önem"ine de uygun düşerı) bir şarkı düşüncelerimin yönünü değiştiriverdi... Hem ezgisi, hem sözleri, hem yorumlanışıyla... özellikle de, yazıma başlık olarak aldığım "halka gçık" deyişina bayıldım. Şarkının adını da oluşturan bu iki sözcüğün geçtiği dizeler şöyle: sevglllm bıraktı glttl aklım zaten tümden kaçık Istanbul'un göbeğinde ağlıyorum halka açık Internetten, belki birçogunuzun zaten bildiği şarkının, sözleri ve ezgisiyle bir Nadir Göktürk şarkısı olduğunu öğrendim. Yorumlayan da, (hiç olmazsa bunu Internetsiz anlamam gerekirdi), Zuhal Olcay. Besteci ve söz yazarı Nadir Göktürk, repertuvarlarında benim (biri yıllar önceden, öteki geçenlerde) iki şiirimden yapılmış şarkıların da yeraldığı "Ezginin Günlüğü" topluluğunun kurucularından ve kendi alanında günümüzün önde gelen bir ustası. Kanto ve kabare müziği tatları taşıyan ezgiyle ve yorumuyla örtüşüp bütünleşen yukarıdaki sözlerde beni etkileyen şeyin ne olduğunu düşünüyorum... Herhalde ağlamanın halka açık oluşu... Yukarıdaki dizelerin son ikisinde Orhan Veli'yle bir akrabalık olduğunu söyleyebilirim: Istanbul'un orta yori slnema Garlpllğlm, mahzunluğum duyurmayın anama... "Istanbul'da Boğaziçi'nde" Orhan Veli'nin halk türkülerlnl dönüştürerek oluşturduğu harika bir şiirdir. "Tarifsiz kederler içinde"dir, fakat "gözlerinden hicran yaşları boşanır"ken de uyak tutturma zevkinden kendini yoksun kılamaz: "Istanbul'un mermertaşlan Başıma da konuyor konuyor aman martı kuşlan Gözlerimden boşanır hicran yaşlan..." Nadir Göktürk'ün şarkı sözlerini Orhan Veli'nin şiiriyle yarıştırmaya gerek olmasa da, her ikisinde de hem halk türküsü söyleyiş özelliklerinden hem günlük konuşma jargonundan ustaca yararlanıldığını görmeliyiz. Nadir Göktürk'ün dizeleriyle Orhan Veli'ninkiler arasında (birindeki "cebim delik kalbim yenik"/ ötekindeki "cep delik cepken delik" vb.) başkaca yakınlıklar da var ama, beni yine de en çok ağlamanın halka açık olmasındaki mizahla karışık duygululuk ilgilendiriyor... Mizah ve duygululuk arasındaki ilişkinin izini sürerek ilerlemeyi sürdürürsek bu bizi Orhan Veli üzerinden Jacques Prevert'e, Appolinaire'e, mizah ve duygululuk arasındaki, olağan dışı gibi görünse de bu çok insanca ilişkinin başkaca dil ve şiir ustalarına kadar götürecektir... Fakat en iyisi şimdilik burada durmalı ve "halka açık ağlama"nın, ne kadar komik ve çocuksu da olsa bu zincirlerinden boşanmış içtenliğin tadını çıkarmalıyız... Nadir Göktürk - Zuhal Olcay şarkısındaki gibi: sarhoş da oldum üstellk elaleme eğlencellk ben kanşmam dedl babam büyüdün artık sen çocuk [email protected] Ben susturriT onlar konuştuAN ve Ramazan, yetimhanede büyümüş iki erkeğin aşkını anlatıyor. Ancak bir aşk romanından öte, kimsesizliğin, iktidar şiddetinin, yoksulluğun, yoksunluğun anlatısı. Perihan Mağden'i sonunu bildiği bir romanı yazmaya götüren, üstelik dilinin parlaklığını göstermek yerine kalemini hikâyeye teslim ettiren de bu. Onlan dinlemeye hazır mısınız? ESRA AÇIKGÖZ A li ve Ramazan romanında aslında eski bir hikâyeyi anlatıyor Perihan Mağden bize. 1992'de gaze- telerin sayfalanna düşmüş, yetimhanede büyümüş iki erkeğin aşkı, uğradıklan şiddet ve tecavüzler, yoksulluk ve yoksunlukları, kimsesizlikleri üzerine bir hikâye bu. Kitabın daha girişinde sonunu söylüyor, ikisinin de öle- ceğini; Ramazan gazetelere öldürdüğü adamın evinden kaçarken balkondan düşüp ölen bir "katil" olarak geçi- yor, Ali ise kendini asan sorunlu birgenç. Mağden bun- ların ardındaki sistemi, iktidar şiddetini de göstermekten geri durmuyor. Biz de Perihan Mağden'le yeni romanı- nı ve dolayısıyla köksüzlüğü, iktidar şiddetini ve geleceği konuştuk... -Ali ve Ramazan'ın hikâyesl 1992'de gazetelerln üçün- cü sayfalanna düşen bir haber aslında. Bu haberde slzi ne etkiledl de onu romana dönüştürmek Istediniz? - Yunan trajedisi gibi çok büyük ve ağır bir şey. Büyük bir aşk var, günümüzde birinin bir başkası için ken- dini feda etmesi gibi şeyler kalmadı. Bir de ikisinin de ye- timhaneden olması, ırzlarına geçilerek büyümeleri, ar- kalarındaki büyük yoksulluk ve yoksunluk çekti beni. 1992'den beri aklımdaydı. - Nlye bu kadar çok beklediniz? - Okuduktan iki üç yıl sonra film yapmak istedik. Los Angeles'ta film işinde olan bir arkadaşıma bahsettim, si- nopsis yazdım, ama olmadı. Sonra unuttum ya da öyle zan- nediyordum. Köşeyazarlığını bırakınca aklımda başka bir kitap yazma fikri vardı, ancak menajerim Barbaros Altug'a o fikrimle birlikte bunu da anlattım, niye yaptığımı bilmi- yorum. Bunu yaz dedi. Madem bunca yıldır sistemimden atamamışım yazayım dedim. Bir de 94'ten beri bir okur olarak postmodern edebiyattan uzaklaştım, tahammül ede- miyorum. On yıldır true crime yani hakiki suç kitapları oku- yorum. Bu kitap, onlara karşı bir borç ödeme de. İNSANA DAİR EN UÇ NOKTA; CİNAYET - Gerçek suç hlkâyelerinde sizi çeken ne? - Bir insanın yapabileceği en büyük şey, kendini ya da birini öldürmek. Daha öte köy yok. Insana dair en uç nok- tayı düşünmeye, sorgulamaya değer buluyorum. - Bütün bu okumalar, insanlara Inancınızı yok edip, ka- ramsarlaştırmıyor mu? İKİ İLERİ BİR GERİ GİDİYORUZ, MASALLARDAKİ GİBİ ANCAK BİR ARPA YOL ALIYORUZ - Kttapta otobiyograflnizl "Halâ yaşıyor" diye bltlriyorsunuz. Nlye, ne var bu cümlenin Içinde? - Kendini yazmak çok can sıkıcı. insanlarda CV hastalığı var şimdi, Paris'teki Amerikan Üniversitesi'nde bale yaparken seramik sanatçısı oldu, işletmede doktora yaptı... Bir parlatma huyu var. 0 da çok canımı sıkıyor. Bilinen biliniyor, bilinmeyen de bilinmesin. Yıllardır biyografileri öyle bitiriyorum o yüzden. - Radlkal'dekl veda yazınızı "Dllerim glderek lyiye giden bir TürkJye'de" temennlsiyle bltlrlyordunuz. Aradan bir yıl geçtl ve?.. - Türkiye hep iki ileri bir geri gidiyor. Masallarda dendiği gibi, arkamıza dönüp bakmışız ki bir arpa boyu yol gitmişiz... Abdullah Gül en son anayasayı değiştiremedik, çok geç oldu, birdaha ki sefere dedi ya... Bunlar çok gönül kırıcı. Bu anayasaya sığışmadığımıza dair toplumda ciddi bir konsensüs var. Üstelik hep böyle ya uçağa binerken ya da uçakta bir gazeteciye söyleniyor bu laflar. Siyasetimizde yeni birfigürse hiç çıkmıyor. - Köşe yazarlıgına tekrar dönme ihtimalinlz var mı? -Şimdilik düşünmüyorum. inşallah dönmem... Her konu üzerine yazdım. Gerisi, varyasyon yapmak olur. Bu kadar patinaj yapılan bir ülkede, köşe yazarları aynı teraneyi söylemekten nasıl sıkılmazlar, onu da anlamıyorum... - Peki ne yapacaksınız? - Pazartesi dergisinde yazarken, tesadüfen köşe yazarı oldum. Şimdi Pazartesi'deki gibi uzunca yazıp, hiçbir gazeteye, kuruma bağlı olmadan yazı kitabı yapabilirim. Kaç okurum varsa sırf o alır, bilegimin gücüyle yazmış olurum. - Hakkınızda açılan pek çok dava vardı. Ne aşamadalar? Üç mahkûmiyetim ertelendi, paraya çevrildi. En son Ozan Arif'e ve Ismail Türüt'e hakaretten üç hapis almışım, bianetten öğrendim. Bir hapis Ozan Arif'e, biri Ismail Türüt'e hakaretten, biri de bir yazımda "Bir seyahatten döndüm, Ozan Arif'e faşist dedim diye dava açıldığını öğrendim" dememden dolayı. Buna gerçekten inanamadım. Adamlar şarkıdan beraat etti, onların yaptığı ifade özgürlüğüne girdi, benimki hakarete. Ağır eleştiri nerede bitiyor, nerede hakaret başlıyor, o tamamen hâkim ve savcıya kalmış. Cezalarım paraya çevrildi. Şimdi Yargıtay'dalar, iki erteleme gelirse hapse girebilirim. Zaten Hikmet Sami Türk dönemindeki ölüm oruçlarıyla ilgili yazılarımdan sabıkam var. Bu kadar çok mahkemeye sinirlerimle oynansın diye verildigimi düşünüyorum. 9 Acı, yazmaya değer bir konu - Kitabı gerçek bir hlkâyeden yola çıkarak yazdınız, ama sonunu mutlu bitirmek Istemez mlydlnlz, ben okurken hep Içimde bir belkiyl tuttum, nlyeyse? - O sadakatsizliğin son mertebesi olurdu. Bir şekilde hayatta kalmayı dahi becertememişiz onlara. Başta sonunu söyledim ki, bu gerçeklikle baş edemeyenler, işine gelmeyenler bir an önce gitsin, okumasın... - Kitabınızda birtane bile mutlu karakter yok... - Bu kadar büyük gaddarlığın olduğu çevrede yaşıyorsa, kim, nasıl mutluluğa tutunacak ki... - Genel olarak karamsar biri misinlz? Ya da gerçekçl olmak, karamsariıgı mı getlriyor? - Çok mutlu, huzurlu olduğum zamanlarda oluyor ancak hayatın ne kadar kötü olabiliriiğine dair yazmanın daha önemli ya da değerli olduğunu varsayıyorum, sanırım. Zaten çok verimli bir yazar değilim, 50 yaşımdayım bu beşinci romanım. İki senede bir roman yazsam, araya bir aşk romanı da sokarım belki ama az yazdığımdan neyi okumak istiyorsam onu yazıyorum. Mutlu mesut bir şey yazamıyorum. Belki günün birinde sırf keyif alayım diye yaparım. • - Roman kahramanlarım yüzünden insanların kötü ol- duğunu düşünmüyorum. Zaten sıradan faşizm gibi gün- delik hayatın kötülükleri var. Onlarla örülüyüz. - Sonu belli bir roman yazmak daha kolay ya da zor muy- du? - Daha can sıkıcıydı. Roman kendi akışında, beklen- meyen yerlere girebiliyor. Ancak burada yapı çok belliydi, bana işçilik kalıyordu. Bu esnada, kendi dilimi bile ıslah etmek zorunda kaldım. Onların hikâyesi, bütün yalınlığıyla konuşsun istedim, yoksulluğa, Istanbul'a, şiddete, deh- şete dair o kadar iyi konuşan bir hikaye ki, hiç süs püs yapmadım. - Edebiyatçı egonuzla çarpışmayı göze alacak kadar bü- yük sorumluluk hlssetmenizi ne sağladı? - Peşimi bırakmamaları... Çünkü bu söylediklerinizin be- ni ahlaken, vicdanen zorlayacağını biliyordum, o yüzden başlarken çok çok ayak diredim. Belki de 92'den beri o yüzden yazmadım. Ama bunların şimdi farkına varıyorum. ALİ VE RAMAZAN'I BİZ ÖLDÜRDÜK... - En çok neyi kurgularken zorlandınız? - Birleşmelerini... iki oğlan çocuğunun birleşmesini yaz- mak hiç bilmediğim bir ülkeye girmem demekti. Zaten kitaplarımda cinsellik yazmam, ancak burada şarttı, ço- cuklardan biri fahişe, hayatını cinselliğiyle kazanıyor, kü- çük yaştan itibaren ırzına geçilmiş, çok küçük yaşta cin- sel hayatları başlıyorsa onlar için cinselliğin birağırlığı var demektir ve ben de onu yazmalıydım. - Başrolde aşk olsa da iktidar mekanizmalannın şiddetini de gösteriyorsunuz bize. Kuşkusuz, devletin "baba'lıkla bagdastırıldığı, şiddet ve şefkatiyle kabullenlldiğl bir ül- kede bunu en can alıcı yerden, yetlmhanelerden yapı- yorsunuz. Yola çıkarken bu aklınızda mıydı, kurgularken mi geliştl? - Tabii ki, belki de Ali ve Ramazan iki varoş çocuğu ol- sa bu kadar etkilenmezdim. Bunlar anasız-babasız, dev- lete, bir anlamda bize teslim edilmiş çocuklar. Bu hikâ- ye, onlan nasıl parça parça ettiğimizi, birini katile, birini de kurbana nasıl çevirdiğimizi açıkça gösteriyor. Bunlar, yaşamak zorunda bırakıldığımız vahşi kapitalizmle de il- gili... Bir de Türkiye'de her şey kişisel farkhlıklara bırakı- lıyor. iyi bir kaymakam bir kentin yaşamını güzelleştiriyor ya da zehir ediyor. Bu kişi piyangosuna dayalı anlayış ge- ri kalmışlık göstergesi. •
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle