23 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 14 ŞUBAT 2010 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI [email protected] Gazeteci Stieg Larsson İsveç Ulusal Haber Ajansõ’nda çalõşõyordu. Ayrõca õrkçõlõğa karşõ bir dergi çõkarõyordu. Irkçõ, aşõrõ sağcõ, yabancõ düşmanõ örgütler konusunda Londra polis teşkilatõ Scotland Yard’õn da bilgisine başvurduğu uzmanlaşmõş araştõrmacõ gazeteciydi. Aşõrõ sağcõlarõn kara listesinde olduğundan ortalõkta pek görünmezdi. 32 yõllõk hayat arkadaşõ Eva Gabrielsson ile alçakgönüllü bir yaşam sürdürmekteydiler. Stieg’in evde roman yazdõğõnõ yakõn arkadaşlarõ bile bilmiyordu. Oysa 1997’den beri evde olduğu saatlerde vaktini masa başõnda geçirmekteydi. İlerde “Milenyum Serisi” olarak adlandõrõlacak polisiye romanlarõ üzerinde uğraşõyordu. Stieg 2003 sonbaharõnda üç kitaptan oluşan Milenyum Serisi’ni Orhan Pamuk’un kitaplarõnõ da yayõmlayan İsveç’in eski ve büyük yayõnevlerinden biri olan Norstedts’e verdi. Editörler, daha dosyaya göz atar atmaz ellerinde zengin bir maden bulunduğunu anladõlar. Yazar fikrini değiştirmeden yayõnevine bağlamak için hemen sözleşme imzaladõlar. Herkesin birbirini tanõdõğõ Stockholm’de Stieg Larsson’un üç kitabõ bitirmiş olarak ortaya çõkmasõ herkesi şaşõrttõ. Kitaplarõn yazõlmõş olmasõ yayõnevinin işini kolaylaştõrdõ. Bu sayede Ekim 2004’teki Frankfurt Kitap Fuarõ’nda kitaplar henüz İsveç’te yayõmlanmamõş olmasõna rağmen Almanya ve Norveç’ten birer yayõnevi ile sözleşme imzalandõ. Kitaplarõn ilgi göreceği anlaşõlmõştõ. Stieg hayatõndan memnundu. Hayat arkadaşõna “Kitaplar emeklilik garantisi” diye konuşuyordu. Bu arada serinin devamõ olarak dördüncü kitaba da başlamõştõ. Keyfi yerindeydi. Kitaplardan gelecek gelirle önce iki odalõ küçük evlerinin banka borcunu ödeyecek, sonra da yazõ işlerini rahatça sürdürebileceği bir yer edinecekti. Hiçbir zaman refah içinde yaşamamõştõ; ama bundan sonra rahat, huzur ve refah içinde yaşayabileceklerdi. Kitaplar satõlacak gelir hesabõna yatacaktõ. Ama olmadõ. Huzursuzluk mu, yorgunluk mu, sevinç mi sebebi her ne ise Stieg’in kalbi 2004 kasõm ayõnda pes etti. Tam 50 yaşõndaydõ. Stieg sanki görevi sadece kitaplarõ yazmakmõş gibi işi bitince çekti gitti. Kitaplarõnõn dünyada satõş rekorlarõ kõrdõğõnõ göremedi. Birincisi 2005’te yayõmlanan üç kitabõn, Ocak 2010 itibarõyla 41 dilde satõşõ 26 milyona ulaştõ. Stieg Larsson en çok satan yazarlar sõralamasõnda geçen yõl Avrupa’da birinci, dünyada ikinci geldi. Sinemaya da uyarlanan kitaplardan birincisi Türkiye’de de “Ejderha Dövmeli Kız” adõyla yayõmlandõ. Kitap ve filmlerden elde edilen gelirin deyim yerindeyse haddi hesabõ olmadõğõ söyleniyor. Ama Stieg’in 32 yõllõk hayat arkadaşõ, kitaplarõn yazõlõşõnda katkõsõ olduğu tahmin edilen Eva Gabrielsson, resmen evli olmadõklarõ için hiçbir miras hakkõna sahip değil. Yüzlerce milyon diye ifade edilen gelir baba ve kardeşe kaldõ. Onlar da Stieg’in 32 yõllõk hayat arkadaşõnõ tamamen dõşladõlar. Stieg’in ölümünden sonra yaşananlar tam bir kara mizah. Baba Larsson, komünist olduğundan pek sõcak davranmadõğõ oğlu Stieg sayesinde multimilyoner oldu. Stieg ile arkadaşlõklarõnõ yazanlar bile kitaplarõn başka dillerde yayõnõ için sözleşmeler imzalandõğõndan milyonerler sõnõfõna terfi ettiler. Oysa Stieg öldüğü sõrada borçluydu. Eva, hâlâ ev taksidi ödüyor. Yaşananlar kara mizah değil mi? [email protected] Larsson’un ölümü arkadaşlarõna yaradõ Washington’da kar senfonisi Önce kar kanatlõ bir melek hepimizi sardõ. Gece üzerimize nefes alan beyaz bir göğüs gibi serildi. Ondan kaçmak isteyenler meleğin soğuk gazabõna uğradõ. Kabullenmek ve beklemek düştü bize... Kar senfonisi bitene dek... Dört gündür eve hapisiz. Dõşarõ baktõğõmõzda gördüğümüz tek şey kar. Gözü kör eden bir beyazlõk. Arabalarõn birer kremalõ pastaya dönüştüğü, ağaçlarõn karõn ağõrlõğõndan diz çöktüğü, binalarõn soğuktan titrediği bir kar. Kimileri cesaret etmiş, bir vadiye dönen sokakta kar kürüyor. Pencerenin önünde onlarõ alkõşlõyorum. Duymuyorlar beni. Şansõmõza bu bölgede elektrikler kesilmedi. Hâlâ çalõştõğõna şaştõğõm televizyondan aldõğõmõz haberlere göre 218 bin ev ve işyeri elektriksiz kalmõş. 140 bin kadarõ hâlâ karanlõkta. Yetkililer devrilen elektrik direklerini ve kopan kablolarõ tamir etmenin günler alabileceği uyarõsõnda bulunarak mağdurlara başka yerlerde kalmalarõnõ tavsiye ediyorlar. Ev õsõtma sistemleri bozulanlar da cabasõ. Onlarca aile karanlõk ve soğuk evlerini terk edip otellere yerleşmiş. Washington’da adõm başõ gördüğümüz evsizler geliyor aklõma. Dondurucu bir günde süpermarkete girip, bütün günü orada geçiren evsizler. Bu soğukta dõşarda donmamak mümkün değil. Her gün merdivenlerimizi dan dun çõkan postacõ da yok görünürde. Dünyanõn başkenti diye geçinen bu kent hayalet kasabaya dönüşmek üzere. Evim olsa da hapis olmak dokunuyor bana. “Gerekirse dağları aşarım” edasõyla dõşarõ atõyorum kendimi. Pek atma sayõlmaz. Önce kapõnõn önünde biriken diz boyu karõ aşmak gerekiyor. Merdivenler minik bir yokuş. Aşağõ doğru yarõ kayar, yarõ yürür bir biçimde iniyorum. Sokağa adõmõmõ attõğõmda kenarda göğsüme kadar gelen kar duvarõyla karşõlõyorum. Mahallede yaşayan birileri üşenmemiş kaldõrõm üzerinde minik bir patika açmõş, artan karlarla da kõyõda bir duvar yapmõş. İleride bazõ karaltõlar var. Arabasõnõ kar batağõndan kurtarmaya çalõşan insanlar. Arabalar öylesine gömülü ki kara, otomobilden çok minik bir kamyonu andõrõyorlar. Dõşarõ çõkmamõn başka bir sebebi daha var. Taze ekmek almak. Kar fõrtõnasõ gelmeden herkes gibi eve yiyecek stoğu yapmõştõk. Marketteki uzun kuyruklar, izdiham bile yõldõrmamõştõ bizi. Bakkala girdiğimde içerisinin ana baba günü olduğunu görüyorum. Herkesin dilinde kar fõrtõnasõ. En son 88 yõl önce buna benzer bir kõş yaşanmõş. Bu sene rekor düzeye çõkabilir gibi tahminler duyuyorum. Sonunda sõra bana geliyor, ekmek soruyorum. Adam omuzlarõnõ kaldõrõyor. “Bir saat içinde hepsi bitti” diyor. Geride kalan dünkü ekmeği işaret ediyor soru soran gözlerle. “Tamam” diyorum, “Onu verin bari”. Lokantalarda ya da abur cubur yemeğe alõşkõn Amerikalõlar ekmeğe yeni keşfedilmiş bir maden gibi saldõrmõşlar. Eve dönüşte rüzgârlõ dağlar, çetin tepeler, içi su dolu derin kuyular, buzlu hendekler, karlõ bataklõklar aşõyorum! Önceden on dakikada gittiğim yerler şimdi kõrk beş dakikayõ buluyor. Sokağõmõz ya da yeni adõyla karlõ vadimizden çocuklarõn sevinç çõğlõklarõ geliyor. Bir tahta parçasõna oturmuş, kayõyorlar. Onlarõn yüzünde “yarın ne olacak” kaygõsõ yok. Eve girdiğimde televizyonda yeni bir kar fõrtõnasõnõn yaklaştõğõ haberini duyuyorum. Kar meleğinin misafirperverliğimizden kuşku duymasõnõ istemem ama ne zaman gidecek diye de gökyüzünün içine bakõyorum. [email protected] Krizde faşing çõlgõnlõğõna ince ayar... Kahvenin keyfine doyum yok Almanlarõn pek çoğunun şubat ayõnõn şu soğuk günleriyle birlikte kanlarõ nasõl da kaynar hiç sormayõn... Bu kõpõrdanma ve sevinç gösterilerinin nedeni, ayõn ortasõnda yaşanacak dev faşing gösterileridir... Taa çocukluk günlerine kadar giden bir yapay sevinç gösterileridir bütün bunlar... Vitrinler, kaşla göz arasõnda değişip de ortaya çok çarpõcõ şapka çeşitleri, aksesuvarlar, kostüm, peruk ve maske türleriyle palyaço kõyafetleri falan çõkõp ve de dükkânlarõn 3. katõnda “faşing reyonları” açõlõnca siz gelin de milletteki heyecanõ bir görün. Günlerdir Marien Meydanõ civarõndaki vitrinler faşing kõyafetleri ve sevgililer gününü anõmsatan kõrmõzõ kalp figürleriyle dolup taşõyor... Garip bir merakla, hiç üşenmeden cumartesileri bu faşing reyonlarõnõ teftiş ediyorum... Neler görüyorum neler. Ben ise nedense daha çok maske çeşitlerine takmõşõmdõr. Geçen yõl çok farklõ maskeler herkesin yüzünde ve dükkân vitrinlerini doldururken bu yõl onlarõn çoğu yok. Yine Münih’in moda merkezi sayõlan Ludwig Beck ise yõllardõr faşing bölümüyle ilgi çekerken nedense onlar da bu işten vazgeçtiler! Ekonomik krizin vitrinlere bile yansõdõğõ şu günlerde bütün mağazalar depolarõnõ boşaltõyorlar. Almanya’da gelecek 5 yõlda çeşitli kentlerdeki 200 dev mağazanõn kepenklerini indireceğini uzmanlar daha eylül ayõnda açõklamõşlardõ... Aslõnda bugünleri çok iyi görmüşler! Münih’te birçok yer kapandõ...Öte yandan Başbakan Merkel’in krizden 2013 yõlõnda çõkõlacağõnõ açõklamasõ da ülkeyi şaşõrttõ. Bu ülkede hiçbir şey teğet geçmiyor ve her şey açõklanõyor. O yüzden Almanlar tasarruf yapmayõ iki katõna çõkardõlar. Sinirler gergin... Bu tür olumsuz haberlere bir de hava koşullarõ eklenince millet faşing gibi toplu eğlencelere yönelip moral bozukluklarõndan kurtulmanõn pratik yollarõnõ buluyor... Öyle ya da böyle, faşing çõlgõnlõklarõnõ en çok genç kuşaklar yaşamak istiyor. Rengârenk peruklarõ kafalara geçirip maskelerle sokaklara dökülmek hayli keyifli... İnce ince serpiştiren kar beyazlõğõnõn yarattõğõ soğuğa rağmen, Marien Meydanõ’ndaki curcunayõ Münih 16 Şubat’ta yaşayacak. Aslõnda Köln, Mainz ve Düsseldorf kentleri faşing ve karnavallarõyla ünlenseler de Münih’in de onlardan kalõr yanõ yok. Faşing geleneği Ortaçağ’da kentlerin ileri gelenleri ve loncalar tarafõndan düzenlenirmiş... Hõristiyanlõkta “kül çarşambası” olarak adlandõrõlan ünlü yortudan önce gelen ve üç günlük süreyi kapsayan bu dönem tamamen eğlencelerden oluşurmuş. İyi güzel de aslõnda “faşing” sözcüğünün “şaka yapmak” anlamõna gelen “faseln” sözcüğünden mi yoksa “perhiz arifesi” anlamõna gelen “fastnacht” sözcüğünden mi geldiğini ise bilen yok. Bilinen bir şey varsa o da bu ülkede yaşayanlarõn bu eğlencelere bayõlmasõ. Eskiden su gibi para harcayan, cüzdan boşaltanlar şimdi kriz yüzünden hesaplõ davranõyorlar? Olay bu!Ellerinde balonlarõyla çocuklarõnõ tavşan kõlõğõna sokmuş palyaço anne, babalar ile korsan ya da şeytan kõlõğõna girmiş “faşing delileri” ellerinde konfeti paketleri ve bira şişeleriyle yine metrolarõ işgal edecekler! Faşing partileri hõzla yaşanõyor hafta sonlarõnda Münih’te... Schwabing semti tõklõm tõklõm... Kentteki faşing balolarõnõn en ünlüsü ve eskisi Adalbert Cad. No: 33’te bulunan Max. Emanuel birahanesinde yaşanõyor... Bu sene 16 Ocak’ta başlayõp 16 Şubat’ta sona erecek toplam on bir adet toplantõnõn özelliği katõlacak olanlarõn baştan aşağõ beyaz kõyafetlerle orada olmasõ. Bu geleneksel kõyafet balosuna “Weisse fest” deniyor. Her şey bembeyaz. Eğer merak ederseniz www.weisse- feste.de adresini tõklayõp video ve fotoğraflarõ görebilirsiniz. Ekonomik krizin yaşandõğõ şu günlerde faşing curcunasõ her ne kadar yapaylõk koksa da ülkede alõşõlmõş geleneksel keyifler... Ben de yüzüme bir şeytan maskesi takõp elimde bira şişesiyle kalabalõğõn arasõnda olacağõm iki gün sonra Marien Meydanõ’nda... [email protected] İtalyanlar da Türkler gibi kahveye çok düşkün. Sabahlarõ kafelerde ayaküstü kahvaltõ yapanlarõn tercihi espresso ve croissant’õn baştan çõkarõcõ kokusu kahve ile arasõ hoş olmayanlarõ bile cezbedebilir. Kahve, edebiyat dünyasõnda da birçok yazarõn tutkunu olduğu bir keyif içeceği. Edebiyat dünyasõndan gelen dedikodulara kulak verecek olursak Balzac’õn “Komedi”yi yazmak için 50 bin fincan kahve içtiğini öne süren edebiyat tarihçileri var. Kahveyi, “Şeytan gibi kara, cehennem gibi sıcak, melek gibi saf ve aşk gibi tatlı” diye tanõmladõğõ öne sürülen Fransõz diplomat ve siyasetçi Talleyrand’õn ise altõn kupalarda içtiği rivayet ediliyor. Napolèon’un saplantõsõ ise acõ kahve. Karõn ağrõsõ çekmesine karşõn Napolèon’un koyu ve acõ kahveden hiç vazgeçmediğini anlatanlar var. Fransõz edebiyatõnõn ünlü ismi Voltaire de abartõlõ düzeyde kahve tüketiyordu. Voltaire’i örnek alan Rousseau’nun ise acõ kahveyi süt katarak tadõnõ yumuşattõğõ söyleniyor. Diderot’nun ise her sabah bir fincan kahve içmek için Cafè de Règence’in yolunu tuttuğu biliniyor. İtalya’da başkent Roma’daki tarihi Caffè Greco ise 1910’lu yõllarõn sonuna doğru İtalyan fütüristlerinin buluşma noktasõydõ. Picasso ve Cocteau, Caffè Greco’da saatler geçirirken Italo Svevo ve kahveye viski katmaktan hoşlanan James Joyce Caffè San Marco’ya uğruyordu. Yaşamõ boyunca 50 bin fincan kahve içtiği anlatõlan Balzac, sağlam bir kahve kültürüne sahipti. Balzac’õn da üç farklõ türde kahveyi karõştõrarak harmanladõğõ ve ünlü yapõtlarõnõ kaleme aldõğõ çalõşma masasõnda hiç eksik etmediği porselen kahvedanlõğõn hep sõcak kahveyle dolu olduğu söyleniyor. Edebiyat tarihinde nice ünlü yazar ve şairin tutkunu olduğu kahve konusunda birkaç ayrõntõ daha aktaracak olursam Proust’un astõma çare olsun diye bir gecede 17 kahve içme denemesinde bulunduğunu, Peggy Guggenheim’in ise Beckett’in kendisini aldattõğõnõ keşfettiği zaman, “Aşkın olmadığı bir cinsellik, brandy’siz bir kahveye benzer” dediğini de hatõrlatõrõm. [email protected] STOCKHOLM OSMAN İKİZ WASHINGTON ELÇİN POYRAZLAR MÜNİH EROL ÖZKAN MİLANO ASLI KAYABAL
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle