18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 HAZİRAN 2009 CUMARTESİ10 CMYB C M Y B Sergi Japon Haikuları ve Anadolu Manileri Bahçeşehir Üniversitesi Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı bölümü ikinci sınıf öğrencilerinin Japon Haikuları ve Anadolu Mânilerinin grafik yorumlarını içeren çalışmaları Schneidertempel Sanat Merkezi ve Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş yerleşkesi dış cephesinde sergileniyor. Son yüzyılda tüm dünyaca takdir edilmeye başlanmış bir Japon edebiyat formu olan Haiku, en basit tanımı ile üç mısra ve 17 Japon karakterinden (veya heceden) oluşan kısa şiir anlamına geliyor. Mani ise hemen her konuda dörtlükler halinde yazılabilen Anadolu’dan bir halk şiir türü. Öğrencilerin, söze dayalı bu yaratıcı ürünlere dair grafik yorumları komik ve absürt olan kadar, hüzünlü ve gerçek olanın da sınırlarında dolaşan illüstrasyon, fotoğraf ve tipografinin bir aradalığından oluşuyor. Metinler genç tasarımcıların elinde görsel olarak yeni anlamlar kazanıyorlar. Sergi, 21 Haziran’a dek görülebilir. (Tel: 0 212 249 01 50) Bakışlar Fotoğraf Sanatçısı Merih Akoğul yönetimindeki Fotoğrafçılık Kulübü’nün 2008-2009 öğretim yılında yaptıkları çalışmalardan seçilmiş 35 fotoğraf, “Bakışlar” başlığı altında Eyüboğlu Eğitim Kurumları Genel Müdürlük Binası’nda bulunan Bedri Rahmi Eyüboğlu Sanat Galerisi’nde ziyaret edilebilir. 10 Haziran’a dek açık olan sergi; öğrencilerin kendi yaşamlarından çektikleri fotoğraflar, okuldan anlar ve fotogramlar olmak üzere üç ayrı türde gerçekleştirilmiş fotoğraflardan oluşuyor. Vur/Yağmala/ Yeniden Ekim 2008’de başlayan ve sekiz ay boyunca her ay yeni iki kısa oyunun prömiyer yaparak ilerlediği Vur/Yağmala/Yeniden Projesi, yaklaşık 10 saat sürecek olan Toplu Gösteriler’le sona eriyor. Tüm sezon boyunca 17 kısa oyunun sahnelendiği ve Murat Daltaban’ın tüm oyunları yönettiği büyük tiyatro projesinde 33 oyuncu yer aldı. Projede yer alan oyuncular; Ayçe Abana, Saadet Işıl Aksoy, Serkan Altunorak, Enis Arıkan, Hatice Aslan, Öykü Başar, Beste Bereket, İpek Bilgin, Şebnem Bozoklu, Cemil Büyükdöğerli, Çağ Çalışkur, Murat Daltaban, Ece Dizdar, Gizem Erdem, Tülay Günal, Melike Güner, Veda Yurtsever İpek, Serhat Kılıç, Rıza Kocaoğlu, Alper Kul, Mürüvvet Kurt, Mark Levitas, Hakan Meriçliler, Ezgi Mola, Mert Öner, Cem Özeren, Melina Özprodomos, Uğur Polat, İbrahim Selim, Pınar Töre, Mine Tugay, Tuğrul Tülek, Gonca Vuslateri. 6, 7, 13 ve 14 Haziran Cumartesi ve Toplu gösteriler Pazar günleri. (Tel: 0 212 251 45 45) Kafeste Bir Kuş Uçtu Pan Lojistik’in çalışanları, ünlü tiyatro eseri “Kafesten Bir Kuş Uçtu” (One Flew Over The Cuckoo’s Nest) oyununu sahnelemeye hazırlanıyor. “Kafesten Bir Kuş Uçtu” adlı tiyatro oyunu, Ali Düşenkalkar yönetiminde gerçekleştirilen uzun süreli çalışmalar sonucunda sahnelenmeye hazır hale getirildi. Mesai saatlerinden sonra bir araya gelen ekip; öncelikle temel iletişim becerileri, dili etkili kullanabilme ve vücut dili gibi egzersizler yaptı. Yoğun ve yorucu provalarla Kenneth Elton Kesey’in ünlü eseri seyirciyle buluşmak için ortaya çıktı. “Kafesten Bir Kuş Uçtu” oyunu, 1960 Amerikası’nda yaşanan sınıf ve ırk ayrımının yanısıra, katı toplumsal kurallar çevresinde oluşan sözde demokrasilerin sorgulandığı ve yargılandığı dönemi anlatıyor. Yarın ve 8 Haziran’da Cevahir Alışveriş Merkezi’nde sahnelenecek oyunu izleyen seyirciler, istedikleri takdirde, Cevahir Alışveriş merkezinde kurulan Lösev Standına bağış yapabilecek. [email protected] Iz-İzlenimIz-İzlenim ÜMRAN BULUT [email protected] Beyoğlu yüzlerce insanın geçip gittiği ya da durup ilgisine uygun zaman geçirdiği bir semtimiz. Müzeleri, tiyatroları, sinemaları, sergi salonları gibi birçok mekanıyla sanatla dolu dolu yaşamayı öneriyor. Buluşmalara öncülük eden kurumlardan biri kuşkusuz Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat Galerisi öncelikle çağdaş sanata açık bir galeri. Dikkat çekici sanatçıları ile hep gündemde kalıyor. Şimdilerde Nasan Tur konuk. Tur 1974 Offenbach doğumlu. Politikanın insan yaşamına yansımalarına, günlük yaşamla ilgili konulara sanatsal yaratımları ile yaklaşıyor. Ele aldığı her olumsuzluğun bir de tam tersine, yani olumlu olana uzanıyor. Bombalanmamış, yakılıp yıkılmamış, köleye dönüştürülmemiş, hakları yenmemişliği deniyor. “Rüya gibi” dedirtiyor. Tur’un ‘Ortak Duyuru’ isimli sergisi (15 Mayıs - 21Haziran 2009) Kazım Taşkent Sanat Galerisi’nin giriş salonunda izlenen video enstalasyonu ile unutulmaz bir görsellik sunmakta. Biçimsel dil malzemenin sınırsızca kullanılması ile zenginleşmiş. Serpiştirilmiş on video ve karşılarındaki sandalyelerle görüntü davetkar olduğu kadar düşündürücü de. Desteğini aydınlatmadan yani sandalyelerin ve bilgisayarların üzerine düşürülmüş ışıktan alıyor. Salon sessiz, ortam durağan biraz da gergin kılınmış. Teatral bir durum içindesiniz. Adeta biri çıkagelecek, bir ses duyulacak ya da bir feryat figan… Salonda çağdaş sanatın meraklandıran, sorduran durumu çok belirgin. Ne o? Ne var videolarda derken geçen ilk dakikadan sonra sanatçının duyarlı olduğu konuya girilip işin farklı boyutuna geçiliyor. Nasan Tur siyasi faaliyetlerinden ötürü tutuklanmış, kaybolmuş ya da yok edilmiş kişilerin portrelerinin çizimlerini gösterdiği videoları ile faşist gaddarlığa göndermelerde bulunuyor. Kim bu insanlar? Niye yok olmuşlar? İzlerini bulmak gerçekten olanaksız mı? İnceleyin, portreler duvarda da asılı. Heyhat! Hepsi gerçek. Durum korkunç. Monitörlerde çizilmekte olanları sadece portreler olarak izlemek yeterli olabilir mi? “Tabii ki hayır”. Onlar sadece ülkelerindeki değil, dünya siyasi geriliminin, terörün, anlamsız savaşların göstergeleri. Kargaşaların ürünleri… Başka bir deyişle, gördüğümüz herşeyin birlikteliğinde algıladıklarımız, sanatçının güncel vahşete ve yaşama haklarının ellerinden alınanlara bir seslenişi. Tutuklananlar, özgürlüğünü kaybedenler, düşüncelerinin suçlusu ilan edilenler ya da vahşice yok edilenler… Fark etmiyor, hepsi insan kıyımı ve hepsi son derece hesaplı planlanan vahşet... Bizde, onlarda, diğerlerinde ya da berikilerde hep yapılıyor bu. Çağımızda insanın kurban edilişine örnek hepsi. Canlı mı canlı bir alımlama sunan video enstalasyonları daralmış, küsmüş, ümitsiz her vatandaşı derinden etkileyecektir. Sergi, güncel sanatın görsel ve zihinsel oluşumlarının sınırsızlığında hazırlanmış ve öylece gezilmekte. Etkileyici. İzleyicinin eserle bütünleştiği o tarifsiz andaki duygularına örnek: Goya’nın “3 Mayıs Katliamı”nda hissedilen ürperti gibi, Picasso’nun “Guernica”sının bıraktığı vahşi duygularla kahroluş gibi. Toplumsal çıkmazların girdabindaki insanı işliyor. Ne diyelim? “İnsanlık ölmesin, yok edilmenin, adaletsiz tavrın, insan kıyımının sonu gelsin” Çocukça geldi değil mi? Güncel sanatçı Nasan Tur Yannis Mavritsakis, Yunan bir oyun yazarı. Kahramanlarını kazanan ve kaybedenlerin dünyasından seçiyor. Sistemle, aşkla, ölümle ve en çok da kendiyle çatışan bireylerin yaşadığı çarpık ruh halini anlatmanın peşine düşüyor. Çünkü hayatlarımızı hatalarımıza göre ördüğümüzü düşünüyor. Oyunlarında insanları tahrik etmeyi seviyor ama provokasyon onun için kolay bir yol. Değişim için ise her zaman şansımız var. Değişim için her zaman şansımız var Yunan oyun yazarõ Yannis Mavritsakis; “Ve Diğer Şeyler Topluluğu” tarafõndan, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansõ Sahne ve Gösteri Sanatlarõ Yönetmenliği’nin katkõlarõyla düzenlenen “Yeni Metin Yeni Tiyatro” projesi kapsamõnda İstanbul’a geldi. Yunanca’dan Türkçeye çevrilen, “Kazanmak ve Kaybetmek Arasõnda Sõkõşmõş Hayatlar: Bir Çõkõş Yolu Mümkün mü?” sorusuna cevap aradõğõ “Kör Nokta” oyunuyla tanõnan Mavritsakis 1964 Montreal doğumlu. Atina Üniversitesi’nde iki yõl boyunca Çağdaş Yunan Edebiyatõ eğitimi almõş daha sonra da hayatõnõ tiyatro yaparak sürdürme kararõ alõp, Yunanistan Devlet Tiyatro Okulu’nda oyunculuğa başlamõş. Yorgos Michailidis, Spyros Evaggelatos, Yannis Kakleas ve Stathis Livathinos gibi hatõrõ sayõlõr yönetmenlerle de çalõşma fõrsatõ bulan Mavritsakis’in “Kör Nokta” (2006), “Wolfgang” (2007) ve “Fucking Job” (2008) isimli üç tiyatro oyunu var. Yazarõn en çok ses getiren oyunu “Kör Nokta.” Bu oyun Avrupa Çeviri Atölyesi’nin yönetim kurulu tarafõndan 2006 yõlõnda “LabelEuropa” koleksiyonuna alõnmõş ve bugüne dek Fransõzca, İngilizce, İtalyanca ve Rumence gibi çeşitli dillere de çevirilmiş. “Kör Nokta” kazananlar ve kaybedenlerin dünyasõnda kendi yolunu bulmaya çalõşan bir kahramanõn yaşadõğõ içsel çatõşmayõ anlatõyor. Bunu da yaşam ile ölüm arasõnda kalan insanõn yaşadõğõ ironik ruh halini eleştirerek yapõyor. Mutluluk hep geç geliyor İnsanlar hayatõ sorgulamak için hep travma anlarõnõ bekliyorlar. Zira bu yaman bir çelişki. Karamsarlõk ve çõkõşsõzlõk, sorgunun kapõsõnõ açõyor. Yannis Mavritsakis de bunun nedenini kimsenin tam bilmediğini söylüyor. “İnsanlar mutluyken sorgulamayõ unutuyor. Belki de mutluluk bu kadar zor ve geç geldiği için bu böyle” diyor, “Herkesin hayatõndaki doğru ve yanlõşlar göreceli. Hayatõmõzõ da hatalara göre örüyoruz. Bu farklõ bir mekanizma ve varoluşsal bir sorun. Ayakta ve hayatta kalmak bununla bağlantõlõ. Tüm sistem kendini bunun üzerinden kurguluyor” diye ekliyor. Peki mutluluk eleştiriden neden bu kadar uzak? Mavritsakis durumu “Evet, katõlõyorum. Sanõrõm işin doğasõ bu. Mutluluk kendine müdahale ettirmiyor. Zaten mutluluk kalõnmak istenen bir durum, bir sonuç değil” diye özetliyor. Şu ana sahip çıkmak gerekli İnsanlar kendilerini mutlu olmamak konusunda zorluyorlar, çünkü bu çelişki verimliliği ve üretkenliği besliyor. Üretim, verimlilik ve yaratõcõlõk, mutluluktan vazgeçmenin ödülü. Mavritsakis de böyle düşünüyor. “Bu esatorik bir bakõş açõsõ. Yaşadõklarõmõzõn tanõmlarõ herkese göre farklõ algõlanõyor. 21. yüzyõlõn da zamansõz bir dünya olmasõnõn payõ bunda büyük.” Zaten o da oyunlarõnõ bu zamansõzlõk üzerine kuruyor. Bir de geçmişi yaşamak ve geleceği planlamak arasõnda bugünü kaybetmek söz konusu. Cevabõ hazõr; “Bugün aslõnda yok gibi. Şimdinin eksikliği öğretilen bir davranõş. Sistem bizi buna hazõrladõ.” Mavritsakis sistemi eleştiren tavrõna rağmen oyunlarõnõ mesaj kaygõsõndan uzak kurguladõğõnõ söylüyor, “Öğretmen değilim, mesaj vermiyorum. Benim için önemli olan organik bir şeyler yaratmak. Bir deneyimi, yaşanmõş bir şeyi aktarabilmek.” Yeteneğinin insanlarõ hareket geçirme dürtüsü olduğuna inanõyor. Oyunlarõnda insanlarõ rahatsõz edecek kadar gerçekçi ve çõplak olmasõnõn nedeni de bu. Mavritsakis, alõştõğõmõz ve düşünmeden sindirdiğimiz yeni hayat düzenimizin taşlarõnõ yerinden oynatmak istiyor. Ama bunu emirle, istekle ya da öneriyle yapmanõn peşinde değil. Provokasyon ise onun için en kolay yol. O yüzden bunu tercih etmiyor. Bazen, günümüz dünyasõnõn sõkõştõrdõğõ insanõn fazla çõkõşõ olmadõğõnõ düşünüyor. Çünkü kendimizden kurtulma şansõmõzõ pek yok. Elbette bu çabalamayacağõmõz anlamõna gelmiyor. Değişim, hareket ve eylem için şansõmõz hep var. Yeter ki isteyelim. ALİ DENİZ USLU Meslek yaşamım boyunca hüzün denen duygunun gelip, içime oturmaması için çok çaba harcadım, ama beceremedim! 38. yılımdayım. Dostların bazen sesiz, bazen ağlamaklı yok oluşlarına, ustaların aramızdan ayrılan alkışlı yolculuklarına hep yüreğim kanadı. Oyuncular tuhaf insanlardır! Ağladıkları anda, gülücükler açar bedenlerinde ya da güldükleri anda, acı çıkar oturur göz bebeklerine. Anlaşılmaz olurlar. Alkışla örterler hüzünlerini. Tuhaf! Bu kez alkışa gerek yok. Bu kez hüzün içinde öfke ve umarsızlık var. Kolay değil, 47 yıldır Türkiye Tiyatrosunun en gözde sahnesi olmayı hak etmiş, ürettikleri ile hem alanında hem Tiyatro tarihimizde yeniliklerin ilk adımı olmuş, yüzlerce metnin seyirciye aktarılması için amansız savaşmış, baskılara göğüs germiş, Tiyatromuza en değerleri oyuncuları yetiştirmiş bir topluluk olan AST, Ankara’da perdelerini kapatıyor. Satılan salon, yeni sahibine, ‘kürkçü dükkanı’ olmaya hazırlanıyor! Hüzün dedim ya, işte bu kez yüzden! Gözümün önünden akıp giden zaman, kelime kelime kazılmış, dört duvar içinde gri bir bahçe gibi. Evet yanlış okumadınız. Uzunca bir zamandır “can çekiştiği” söylenen AST Ankara sayfasını kapatıyor. Ne oldu, nasıl olduysa oldu. Ülkenin koşulları, sistemin sistematik biçimde süren her tür baskısı, salonun el değiştirmesi, ilgisizlik! derken sona gelindi. Hiçbir dostumuzu arkadaşımızı orta yere atıp, ‘ne yaptınız siz’ deme hakkına elbette sahip değiliz. Orada yaşananları orada yaşayanlar, orayı yaşatmaya çabalayanlar bilirler. Ancak, son yıllarda sahne üstünden başlayan ‘yitim’ her şeyin çağrıcısı gibiydi. Meslek yaşamım boyunca, perdesini kapamak zorunda kalan bir çok topluluk gördüm. Bir kaçının içinde de oldum. Halk Oyuncuları’nın kapanış süreci, iç burkan bir Pir Sultan türküsü gibidir. Tiyatromuz o yüreklerin yaktığı ateşle ısınıyor halen. Çağdaş Sahne süreci ise, sözcüklerimizin üstüne atılmış kezzap. Birileri ellerimizden umutlarımızı hırsızlayıp, Devlet’in ellerine teslim ettiler salonu . Küçük bir sosyal demokrat cambazlığı! Ne yazık! Öfkemiz gözlerimiz de büyümüştü! Binlerce doğru sözcüğe eşlik etmiş bir salon, birden bire ŞİNASİ adıyla çıktı ortaya. Elbette, geçmişinin üstüne kara çizgiler çekilemedi henüz! Ankara Halk Tiyatrosu’nun da, Erkan Yücel sonrası, hayata simsiyah bir ışık saçarak, kendi önünü karartması da içimi acıtır. Ülkenin kan gölünden geçtiği o amansız zamanlarda, on yıl boyunca Anadolu’daki köy meydanlarını, Cami avlularını, Okul bahçelerini, Grev çadırlarını, Üniversite avlularını oyun alanına çevirmiş olan Halk Tiyatrosu geleneği, Erkan’ın hüzün taşıran sevdası ile birlikte, toprak oldu. Metin Coşkun-Nuri Gökaşan-Ayhan Önem tarafından kurulan Yeni Tiyatro’nun perde kapatması sürecini de yaşadım. Onca düzeyli yaratıyı yaşamla buluşturmuş bir inat, öyle kendiliğinden bir anda sönümleniverdi. ‘Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim’ diye diye uçup gitti avuçlarımızdan umutlar! Metin’in uykusuz-hırçın geceleri replik replik aklımdadır! 2005’te Zeki Göker öldü. Onunla birlikte Ankara Birlik Tiyatrosu’nu da yolcu ettik! Ne kötü! Zeki, yüreği yanardağ ağzı gibi adamdı. Doğruyu kovaladı kendince! Geriye ne kaldı? Koca bir hiç! Daha niceleri. Ama bu başka. Bu durum, şu yaz sarılığında, yüreğimize kar yağmasına neden oldu! AST aradan yüz yıl da, bin yıl da geçse Ankara da ki salonu ile birlikte anılacaktır. O salondan hayata taşan tüm sözcükler hepimizindir. Kendini barışın kanatlarına bırakmış tüm yaratıcıların yani. Eşitliğin-özgürlüğün ve buna dair kavganın sözüdür o salon! Sahnesinde, binlerle beden devindi acılar- sevinçler içinde. Hepsi bizimdir. Sindiremiyorum. Öfkem paramparça.! Bu ülkenin alnı ak namuslu yurttaşları, o salonda sevince, hüzne, öfkeye yatmış binlerce seyirci, ey onurlu çoğunluk, neredesiniz? AST deyince saygıyla ayağa kalkanlar, yan yana gelip saf olanlar ve de sahnesinden birer yıldız gibi yaşama kayan a dostlar, neredesiniz? Neredesiniz AST’ın kapısında; Gorki, Brecht, İbsen, Gogol, Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Kerim Korcan, Güner Sümer, Asaf Çiğiltepe, Oktay Arayıcı, Oktay Rifat, Uğur Mumcu gibi onlarca yaratıcıyla birlikte, yaşama dair selam duran insanlık? Emekçiler, gençler, yurtseverler, gerçeğin iz sürücüleri neredesiniz? Alkışlarınızın hapsedilmesine, üstüne dozerler sürülmesine, ezilip yok edilmesine, şarkılarınıza kelepçe vurulmasına, umutlarınıza kül atılmasına nasıl seyirci kalırsınız? Yoksa, o salon 47 yılık bir hüzne mi eşlik etti? [email protected] Hüzün ORHAN AYDIN Fotoğraf: VEDAT ARIK Tiyatro
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle