Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
5 HAZİRAN 2009 CUMA CUMHURİYET SAYFA
HABERLER 9
İKBAL KAYNAR
“Yaş 90, şunun şurasında yolun yarı-
sındayım, 60 yıl daha yaşayacağım” diye
hayatla dalga geçerdi Vedat Günyol babam.
(Manevi kõzlarõndan birisi de bendim.) Ölü-
münden (9 Temmuz 2004) üç yõl önce
yaptõğõm bu söyleşiyi onun hastalõğõ nede-
niyle sağlõğõndayken vermemiştim bir yere
yayõmlanmasõ için. Daha sonra da tüm söy-
leşilerin yer alacağõ bir kitapta yer alsõn is-
temiştim. Vedat Günyol da, Nâzım Hikmet
de içinde bulunduğumuz ortam için daha ge-
rekli diye bugüne kõsmet oldu bu söyleşiyi
gün yüzüne çõkarmak.
Mavi Gözlü Dev filminden sonra senar-
yosunu Fazilet Çulha’nõn yazdõğõ, müzik-
lerini Fazıl Say’õn yaptõğõ, Nâzõm Hikmet
rolünü Tarık Akan’õn oynayacağõ ‘Karşı
Yaka Memleket’ adlõ bir filmin hazõrlõğõ da
varken şu sõralar daha fazla beklemenin an-
lamõ yok diye düşündüm.
Aslõnda Günyol Babam ile söyleşi salt Nâ-
zõm Hikmet üzerine değildi. Cahit Sıtkı Ta-
rancı’ya ‘Haydi Abbas’ şirini yazmasõna
neden olan kõz kardeşi Mihrimah Hanõm’õ,
ağzõmõzdan yabancõ sözcükler çõktõğõnda
“Aman Başaran duymasın” dediğimiz
Mehmet Başaran’õ ve dilimizi, Köy Ens-
titülerini de kapsayacaktõ, ama daha konu-
ya girerken Nâzõm Hikmet sözünü duyun-
ca, yatağõnõ değiştirmek isteyen bir õrmak gi-
bi öyle bir çağõldamaya başladõ ki, ben de ça-
ğõldasõn istediği gibi dedim, hatta sözünü kes-
meden ve ilgisini dağõtmadan.
Ve õrmak başladõ çağõldamaya…
‘GİZLİ SAKLI ELDEN ELE DOLAŞAN
ŞİİRLERİNİ EZBERLİYORDUK’
Nâzõm’õ önce lise yõllarõmõzda basõlmõş ki-
taplarõndan, Muhsin Ertuğrul’un sahnele-
diği oyunlarõndan tanõmõştõm. Yurt sevgisini,
insan sõcaklõğõnõ dile getiren bu insanõn bü-
yüsüne kaptõrdõm kendimi yüzünü bile gör-
meden. Sayõlarõ sõnõrlõnõn sõnõrlõsõ bu yaşta-
ki gençler, gizli saklõ elden ele dolaşan şi-
irlerini ezberleyip içimize sindirmeye çalõ-
şõrdõk. 1936-1937’lerde yüreğimiz onunla
dolup taşar, onunla çarpar olmuştu. Alõşõl-
mõş beylik görüşlerin, resmi inanõşlarõn
ötesinde emeğe, alõn terine, dürüstlüğe da-
yanan sömürüsüz yeni bir dünya görüşü ge-
tiriyordu bize. Aldatõlmõş, sömürüle sömü-
rüle aptallaştõrõlmõş toplumumuz devrimci
bir atõlõm gücüyle, inancõyla yürekleniyor-
du, sevgi ve içtenlik silahõyla.
1938 yõllarõnda Harp Okulu’nda birkaç öğ-
rencinin, dolabõnda Nâzõm’õn kitaplarõ bu-
lunduğu için tutuklandõğõnõ duydum. Nâzõm
Hikmet’in orduya el atõp ulusal birliğimizi
parçalar olmasõ, tutuklanmasõ için yeterli bir
kanõttõ.
Nâzõm tutuklanarak Deniz Kuvvetleri’nin
Erkin adlõ ikmal gemisine yollanmõştõ. Ge-
mi Kadõköy açõklarõnda demirlemişti.Yavuz
gemisinin askeri yargõcõ Haluk Şehsuva-
roğlu yukardan gelen bir emirle ilk soruş-
turmayõ yapmak üzere Erkin gemisine gön-
derilmişti. Şehsuvaroğlu ile dostluğumuz İs-
tanbul Hukuk Fakültesi sõralarõnda başlamõş,
Yücel dergisinin ateşli havasõnda da pekişip
gelişmişti. Yücel dergisinin sahibi Muhtar
Enata ödün vermez bir Atatürk hayranõy-
dõ, ama Nâzõm Hikmet’e de yüreğini bağ-
lamõş genç bir adamdõ. Atatürk ve Nâzõm
onun gözünde birer kurtarõcõydõlar. Biri
yurdunu sömürgen güçlerin istilasõndan
kurtarmõş, öbürü de emeğe ve sosyal adalete
dayanan bir dünyanõn savunucusuydu. Gün-
lerden pazardõ, Orhan Burian, Muhtar
Enata ve ben bir kayõğa atlayõp Erkin ge-
misine çõktõk. Haluk daha önceden anlaştõ-
ğõmõz üzere geminin bordosunda karşõladõ
bizi. Niyetimiz uzaktan da olsa Nâzõm’õ gör-
mekti. Haluk bizi odasõna aldõ. Birazdan Nâ-
zõm güverteye çõkarõlacaktõ.Hepimiz me-
raktan ölüyorduk. Haluk, Nâzõm’õn bütün şi-
irlerini ezbere bilirdi. Gemide ilk sorgusu-
nu o yapmõştõ. Nâzõm’õ gözetir bir titizlik
içinde görünüyordu.
‘BUGÜN PAZAR ŞİİRİNİN DOĞU-
ŞUNA TANIK OLUYORDUK’
Öğleye doğru Nâzõm güverteye çõkartõl-
dõ. Yüzü solgundu, gitti bordonun bir yerinde
sõrtõnõ demir duvara dayadõ. Elinde kâğõt ka-
lem vardõ, bir şeyler yazõyordu. ‘Bugün Pa-
zar’ şiirinin doğuşuna tanõk oluyorduk
uzaktan. Günlerdir güneş görmemişti Nâzõm.
Haluk’un bunca gözetme, kayõrma çabala-
rõ boşa gitmiş olmalõydõ. Çünkü sonradan
Nâzõm’õn bana anlattõklarõna göre geminin
bir apteshanesinde (sintine) diz boyu bok-
lu sular içinde yarõ çömelip, yarõ ayakta ge-
çirmişti bir cumartesi gecesini. Haluk’un
açõk, kapalõ bize hiçbir açõklamada bulun-
madõğõna bakõlõrsa Bugün Pazar şiiri gerçek
anlamõnõ buluyordu böylece. Birkaç saat son-
ra gemiden ayrõldõk. Şiiri elimizdeydi, son-
radan çoğaltõldõ ve elden ele dolaşõp yay-
gõnlaştõ.
EDEBİYAT DÜŞMANI YARGIÇ
Kõsa bir süre sonra gemi Silivri açõklarõ-
na demirledi. Haftalarca Orhan Burian,
Muhtar Enata ve ben Silivri’ye taşõnõr olduk.
Nâzõm’õn yüzünü göremez olmuştuk artõk.
Haluk’un sevecen ilgisi kuşkulandõrmõştõ yu-
kardakileri. Onun yerine başka yargõçlar ya-
põyordu sorgulamayõ. Bu yargõçlardan adõ-
nõ anõmsayamayacağõm birisiyle bir öğle ye-
meğinde aynõ sofrada oturduk. Patlak göz-
lü bu adam edebiyat düşmanõydõ. Yurt düş-
manõ sayõyordu bütün şairleri. Soluğumuz
kesilmiş, kafamõz işlemez olmuştu. Moral
bozukluğu içinde gemiden ayrõldõk, bir da-
ha ayak basmadõk.
Başõnda bir amiralin olduğu askeri mah-
keme kararõyla Nâzõm 28 yõl 4 aya mahkûm
oldu. Sonra aylar, yõllar birbirini kovaladõ,
Nâzõm hapishanelerde yattõ yersiz, haksõz,
kanõtsõz suçlamalarla. Ahmet Emin Yal-
man’õn onur kõrõcõ önerileri, aydõnlarõn
toplu eylemleri derken bir af yasasõyla öz-
gürlüğüne kavuştu Nâzõm.
DÜZELTME
Orhan Karaveli’nin
dünkü gazetemizde ya-
yõmlanan yazõsõnõn
sondan ikinci paragrafõ
şöyle olacatõr: “Nâ-
zõm’õn bu olaydan kõsa
bir süre sonra yeni eşi
Vera ile gittiği Paris’te
benden söz ederken ‘...
ben o çocuğu çok sev-
dim...’ dediğini kulağõ-
ma fõsõldamõştõ Hõfzõ
Ağabey. Bir TV prog-
ramõnõn yayõnõnda idik
birlikte.”
Düzeltir özür dileriz.
ELİF BEREKETLİ
Aydõn Belediyesi’nin düzenlediği “Nâ-
zım Hikmet’i Anma Etkinliği” önceki
gün Aydõn Antik Tiyatrosu’nda yapõldõ.
Yazarlarõmõz Şükran Soner, Ümit Zileli,
Serdar Kızık, Işıl Özgentürk, Ümit Zile-
li, Demirtaş Ceyhun ile Mucize Özinal’õn
konuşma yaptõğõ etkinlik; Macide Tanır
ve Işık Yenersu’nun seslendirdiği Nâzõm
Hikmet belgeseli ile aralarõnda Zühtü Er-
kan, Nihat İleri, Levent Öktem, Laçin
Ceylan ve Metin Belgin’in de bulunduğu
Devlet Opera ve Balesi sanatçõlarõnõn yap-
tõğõ şiir dinletisi ve modern dans gösterisiy-
le son buldu. Etkinlik sonrasõnda yazarlarõ-
mõz kendi kitaplarõnõn yanõ sõra Türkan
Saylan, Mustafa Balbay ve Erol Manisa-
lı’nõn kitaplarõnõ da imzaladõlar.
Soner konuşmasõnda “Nâzım öyle bir şa-
irdir ki dünyanın neresinde olursa olsun,
yan yana gelen mısralarla paylaşımı, eşit-
liği, kardeşliği, yurt sevgisini anlatır. Ül-
ke hasreti, cezaevi şartları belki de ona
daha iyi şiirler yazdırmıştır ama ben bu
duyguları anlatmada daha yüce bir adam
tanımıyorum” dedi. Ümit Zileli ise, “Bu
karanlığı en keskin demokratik hakları-
mızı kullanarak yırtacağız” diye konuştu.
Demirtaş Ceyhun “TRT Nâzım’ı anıyor,
AKP yurttaşlığını geri veriyor. Bunları
yapanlar öğrenciliklerinde Nâzım’a sö-
venler. Bu tavırlar hep oy kaygılı. Nâ-
zım’ı okumalı, bilmeliyiz. Aziz Nesin’in
‘Türkiye Şarkõsõ Nâzõm’ üzerine yazılmış
en güzel kitaptır” dedi. Özgentürk, “Nâ-
zım çok yerel ama aynı zamanda çok
dünyalı bir şair. Türkler ona sahip oldu-
ğu için onur duymalı” diye konuştu.
Günün birinde askere çağõrdõlar Nâzõm’õ. Na-
zõm 50 yaşõnõ geçkin bir adam, büyük bir şair
er olarak orduda silah kuşanõp postal giyecekti.
Oysa Nâzõm daha 30-35 yaşlarõnda sakata ayrõl-
mõş, askerlik görevinden bağõşõk olmuştu. Ama
dinlemiyorlardõ, niyetleri Nâzõm’õn fikrince kõs-
kõvrak yakalayõp, bir punduna getirip ortadan
kaldõrmaktõ. Nâzõm yurtdõşõna nasõl kaçmõştõ bi-
len yoktu. Münevver’e bile kaçacağõnõ söyleme-
miş diyorlardõ. Sonradan Münevver’e her şeyi
söylediğini öğrendik.
Nâzõm’õn yurtdõşõna kaçõşõna solda ilk Yaşar
Nabi, Varlõk dergisinde yer verdi, haklõ olduğu-
na değinerek. Faik Baysal’õn Varlõk’taki ‘Bir
Yer ki’ şiirinden sonra sağcõ yayõnlar ele aldõ
konuyu, veryansõn ettiler. Batõ dünyasõnda yüzü-
müzü ağartan, Türk’ün onurunu, varlõğõnõ yücel-
ten bu şaire vatan haini, yurt düşmanõ diye yük-
lendiler. Nâzõm’õ sol çevreler de olur olmaz suç-
lamaya kalkõştõlar. Nasõl kaçmayacaktõ Nâzõm?
O, kafasõ ve yüreğiyle bağlõ olduğu yurdundan
koparõlmõş, hayatõna göz dikilmişti. Nâzõm yur-
dundan ayrõldõ da sõrtõnõ mõ çevirdi yurduna? Bu
kez de sõla özlemiyle yanõp tutuşan şiirler ka-
zandõrdõ. Yurdundan uzaklarda daha bir bağlan-
mõştõ yurduna. Nâzõm yaşlandõğõnda son şiirle-
rinde içini ölüm korkusu sarmõştõ. Sõla özlemi
ona ölümün soğuk nefesini de getirmişti. Alõp
götüren, bir daha geri getirmeyen; kurtlar, bö-
cekler dünyasõnõn egemenliğine terk eden; cen-
netsiz, hurisiz bir dünya vardõ karşõsõnda.
“Ölüm kendinden önce bana yalnızlığını yol-
ladı” diye yakõnõyordu.. “Öyle bir gerçektir ki
ölüm, anlamaya çalışıyorum, inancımı yitir-
me pahasına” diyebiliyordu. Ölüm o büyük
adamõ, dünyamõzõn görüp göreceği bu güzel in-
sanõ da götürmüştü karanlõklarõna.
Nâzõm’la komşu olduk
B
ir gün Azra Erhat’õn çağrõsõ üze-
rine Habib Törehan’õn sahibi ol-
duğu Yeni İstanbul gazetesine
gittim, Azra’nõn yanõnda içten, temiz
gülüşlü bir kadõn arkadaşõ vardõ. Peride
Celal’di bu kadõn.“Patronla görüşelim,
seni işe alalım” diyorlardõ. Ertesi gün
bir yerde buluşmamõz gerekiyordu, pat-
ronla görüştükten sonra bana iş durumu-
nu bildirmek için. Buluşma yerini ‘Le-
bon’ olarak saptadõlar. Lebon en tiksin-
diğim yerlerdendi, bir arkadaşõmõn çağ-
rõsõyla girmiştim. Bir kez, romancõlarõn,
şairlerin buluştuklarõ züppeler çevresine.
İnadõna “Lebon’u bilmem” dedim, şa-
şõrdõlar ve başka bir yerde buluşmaya
karar verdik. Arkamdan Peride Celal
“Bu ne biçim adam, dünyadan haberi
yok” diye söylenmiş.
Böylece Yeni İstanbul gazetesine ka-
pağõ attõm, 3 aylõk bir nişanlanma döne-
minden sonra. Habib Törehan’õn deyi-
miydi bu. O zamana göre önemli bir ay-
lõk alacaktõm. Önce siyasi bölüme verdi-
ler beni. Burhan Belge’ydi bölüm şefi;
Zaza Gabor’un ilk kocasõ. Yakup
Kadri’nin kayõnbiraderi olarak tanõnan,
Adnan Menderes’e ‘Venüs endamlı’
diye şaşõrtõcõ övgüler yağdõran bir adam-
dõ Burhan Belge. Yazõ işleri müdürü
Mithat Perin’di. Çocuk suratlõ, alabil-
diğine çalõşkan, gündüz gece demez, ba-
şõnõ kâğõtlardan ayõrmaz bir adam izleni-
mi vermekteydi. Yanõna, yöresine saygõ-
lõydõ. İşler bu seyir üzerinde yürüyordu
Yeni İstanbul’da. Günün birinde Yaşar
Nabi’den boşalan edebiyat sayfasõnõn
başõna getirildim. Peride Celal ve Tur-
han Selçuk’la da yardõmlaşacaktõm.
Münevver Berk aramõzda sinema ko-
nusunda uzman olan bir kimseydi. Nâ-
zõm’la aramõzda köprü kurulmuştu bu
yoldan. Münevver, Peride’nin canciğer
arkadaşõydõ. Nâzõm hapisten çõkmõştõ,
Peride’nin Kadõköy’deki iki odalõ çer-
den çöpten, ama sõcak mõ sõcak evinde
alõyorduk soluğu. Münevver’le Peride
birbirlerine anlatõlmaz bir sevgiyle bağ-
lõydõlar. Nâzõm, Peride’nin evinde Mü-
nevver ile birlikte hayatõnõn en mutlu
anõnõ yaşõyordu. Benim de uğradõğõm o
sevimli evde böylece tanõştõk Nâzõm’la.
Nâzõm Bahariye’de babadan kalma üç
katlõ bir köşk’e atmõştõ kapağõ. Benim
evime elli metre uzaklõktaydõ, Nâzõm
beni devamlõ evine çağõrõyordu. Gidi-
yordum sevine sevine. O evde Kemal
Tahir’le Balaban’la, A. Kadir’le ve
başka sanatçõlarla birçok kez karşõlaş-
tõm. Bu toplantõlarda Nâzõm odak nok-
tasõydõ. Ayağa kalkõyor, kõra çalan dağõ-
nõk kõzõl saçlarõyla dünya politikasõndan
söz ediyordu. Bir tek õşõk vardõ onun
için; dünyayõ aydõnlatan Stalin. O Stalin
ki, Nâzõm’õn Rusya’ya kaçmasõyla bir-
likte gözünden ve gönlünden düşüvere-
cekti. Kuruşçev döneminin alaborasõn-
dan sonra ya da o dönemin eşiğinde
yazdõğõ ‘İvan İvanoviç Var mıydı Yok
muydu’ adlõ piyesi ile Stalin zorbalõğõ-
nõn eleştirisine girecekti Nâzõm.
Günlerden bir gün Memet dünyaya geldi. Kaş-
la göz arasõnda Kadõköy’de bir dispanserde
buluştuk. Münevver yatakta yarõ baygõn yatõyor-
du. Nâzõm ellerini karõsõnõn karnõnda gezdirdi.
“Bak üstat ne varsa burada var” diyerek, ha-
yatõnõn gerçek anlamõnõn doğurganlõk olduğunu
söylemek istiyordu. Nâzõm için doğurganlõktõ
önemli olan. Türkiye’den kaçmasõndan 15 gün
önceydi, Kadõköy çarşõsõnda karşõlaştõk, “Haydi
gel bize gidelim” dedi. Kasaptan et aldõk, yola
koyulduk, bir yapõnõn zemin katõna girdik. Mü-
nevver karşõladõ bizi. Nâzõm evine büyük bir
buzdolabõ almõştõ. Buzlu domates suyu içeceğim
diye seviniyordu, yarõm saate kalmamõş etler
pişmişti. Domates suyuyla bezenmiş bir sofra-
daydõk. On beş gün sonra gazetede Nâzõm’õn
yurtdõşõna kaçtõğõnõ okudum. Bir telaş almõştõ
ortalõğõ. On beş gün öncesinden Nâzõm’la görü-
şen kim varsa hepsini karakollara sürükleyip,
sorguya çekip günlerce alõkoyuyorlardõ. Emni-
yet gözetiminde bir çatlak mõ olmuştu da beni
unutmuşlardõ bilmiyorum. Peride Celal karakola
çağrõlõp tedirgin edilmişler arasõndaydõ. Kork-
muş, yõlmõştõ. Naci Karacan’õ araya sokup pa-
çayõ kurtarmõştõ. Sivil polisler evin bahçesinde
fõr dönüyorlardõ. Evine uğradõğõmda “Aman
Vedat kolla kendini, polisler kuş uçurtmuyor,
Münevver’le de görüşme” dedi. O günden
sonra Münevver ile görüşmedim. Ama bir ezik-
lik duymuştum, korkaklõk, kalleşlik etmiş gibi.
Günler sonra Karaköy Postanesi’nin kapõsõnda
Münevver ile karşõlaştõm. Beni sõcak bakõşlarla
karşõladõ. Hiçbir şey söylemeden sõrtõmõ okşadõ
sevecen bir davranõşla. O an yerin dibine gir-
dim. Sonra, aylar belki de yõllar geçti aradan,
Nâzõm’dan söz edilmez oldu. Doğan Avcıoğlu
Yön dergisinde Nâzõm’õn bir şiirini yayõmladõ,
ardõndan Nâzõm’õn şiirlerini, piyeslerini basma
yarõşõ aldõ yürüdü. Nâzõm’õn yurtdõşõna çõkmasõ
bomba etkisi yarattõ. Nasõl yaratmasõn ki; haya-
tõnõ düzene sokmuş, çoluk çocuğa karõşmõş, İpek
Film ile de ortaklõk işini sağlama bağlamõştõ. Et-
liye sütlüye karõşmaz bir insan görünümündey-
di. Bir kuşku çemberi sarmaya başlamõştõ dört
bir yanõnõ. Dostlar tedirgin; polis, mit kuşkulu;
itler pusudaydõ. Görünürdeki rahatõ batõyordu
şuna, buna, dost, düşman herkese.
STALİN GÖZÜNDEN DÜŞMÜŞ, SARTRE BÜYÜMÜŞTÜ
1950 yõlõnõn bir sõcak yaz gününde
Kadõköy vapurlarõndan birinin gü-
vertesinde yan yanayõz bir rastlantõyla. O
günlerde Sabahattin Eyüboğlu ile J. P.
Sartre’dan yaptõğõmõz bir çeviri yayõmlan-
mõştõ. Nâzõm onu doladõ diline, “Ne işiniz
var bu pis burjuva yazarlarıyla” diye söy-
lendi durdu. Sonralarõ öğrendim.. Paris’e git-
tiğinde Sartre’õn konuğu olmuştu günlerce. De-
mek zamanla her şey değişmişti, değişebiliyordu.
O tek õşõk dediği Stalin gözünden düşmüş, pis
burjuva dediği Sartre gözünde büyümüştü.
Kadõköy’deki babadan kalma köşkün
büyük salonunda, gür sesiyle çektiği nutuklarõ dinler-
ken yüreğim hep ağzõmda idi. İnandõrõcõ ve keskindi
Nâzõm. O inanõlmaz güzelliği, o büyülü inandõrõcõ gü-
cü yok mu, bir silindir gibiydi. Kendi inancõ doğrultu-
sunda, sonradan yumuşattõğõ, ama o gün ödün vermez
inancõna bağlõlõğõyla bilirdi bizi. Kuşkusuz işçiyle, pat-
ron ilişkisinde dayanõlmaz bir kural vardõ. İşçinin pat-
ronundan hoşnut olmasõ, işçi sõnõfõ için bir yõkõmdõ. İş-
çi her zaman patronuna cephe almalõydõ. Almadõ mõ
yok oldu demektir.
O günlerde Yusuf ile Menafis’i yazmõştõ Nâzõm. “Bu-
nu daktilo et” dedi bana, günlerce eve kapanõp daktilo
ettim piyesi.
50’SİNDEN SONRA
ASKERE ÇAĞIRDILAR
NÂZIM’LA KONUŞAN
İÇERİYE ALINIYOR
Büyük usta Aydın’da yazarlarımızla anıldı
Aydın Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu etkinliğe katılan yazarlara çiçek verdi.
Nâzım Moskova
Havaalanı’na inerken
Nâzım hapishane arkadaşlarıyla.
Başka aydõnlarõ da konuşacaktõk ama büyük ustanõn adõnõ duyunca, yatağõnõ değiştirmek isteyen bir õrmak gibi çağõldamaya başladõ
Vedat Günyol Nâzõm’õ anlatõyor
Vedat
Günyol
(Fotoğraf:TEVFİKAKBAŞ)