23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
CMYB C M Y B 5 HAZİRAN 2009 CUMA CUMHURİYET SAYFA HABERLER 9 İKBAL KAYNAR “Yaş 90, şunun şurasında yolun yarı- sındayım, 60 yıl daha yaşayacağım” diye hayatla dalga geçerdi Vedat Günyol babam. (Manevi kõzlarõndan birisi de bendim.) Ölü- münden (9 Temmuz 2004) üç yõl önce yaptõğõm bu söyleşiyi onun hastalõğõ nede- niyle sağlõğõndayken vermemiştim bir yere yayõmlanmasõ için. Daha sonra da tüm söy- leşilerin yer alacağõ bir kitapta yer alsõn is- temiştim. Vedat Günyol da, Nâzım Hikmet de içinde bulunduğumuz ortam için daha ge- rekli diye bugüne kõsmet oldu bu söyleşiyi gün yüzüne çõkarmak. Mavi Gözlü Dev filminden sonra senar- yosunu Fazilet Çulha’nõn yazdõğõ, müzik- lerini Fazıl Say’õn yaptõğõ, Nâzõm Hikmet rolünü Tarık Akan’õn oynayacağõ ‘Karşı Yaka Memleket’ adlõ bir filmin hazõrlõğõ da varken şu sõralar daha fazla beklemenin an- lamõ yok diye düşündüm. Aslõnda Günyol Babam ile söyleşi salt Nâ- zõm Hikmet üzerine değildi. Cahit Sıtkı Ta- rancı’ya ‘Haydi Abbas’ şirini yazmasõna neden olan kõz kardeşi Mihrimah Hanõm’õ, ağzõmõzdan yabancõ sözcükler çõktõğõnda “Aman Başaran duymasın” dediğimiz Mehmet Başaran’õ ve dilimizi, Köy Ens- titülerini de kapsayacaktõ, ama daha konu- ya girerken Nâzõm Hikmet sözünü duyun- ca, yatağõnõ değiştirmek isteyen bir õrmak gi- bi öyle bir çağõldamaya başladõ ki, ben de ça- ğõldasõn istediği gibi dedim, hatta sözünü kes- meden ve ilgisini dağõtmadan. Ve õrmak başladõ çağõldamaya… ‘GİZLİ SAKLI ELDEN ELE DOLAŞAN ŞİİRLERİNİ EZBERLİYORDUK’ Nâzõm’õ önce lise yõllarõmõzda basõlmõş ki- taplarõndan, Muhsin Ertuğrul’un sahnele- diği oyunlarõndan tanõmõştõm. Yurt sevgisini, insan sõcaklõğõnõ dile getiren bu insanõn bü- yüsüne kaptõrdõm kendimi yüzünü bile gör- meden. Sayõlarõ sõnõrlõnõn sõnõrlõsõ bu yaşta- ki gençler, gizli saklõ elden ele dolaşan şi- irlerini ezberleyip içimize sindirmeye çalõ- şõrdõk. 1936-1937’lerde yüreğimiz onunla dolup taşar, onunla çarpar olmuştu. Alõşõl- mõş beylik görüşlerin, resmi inanõşlarõn ötesinde emeğe, alõn terine, dürüstlüğe da- yanan sömürüsüz yeni bir dünya görüşü ge- tiriyordu bize. Aldatõlmõş, sömürüle sömü- rüle aptallaştõrõlmõş toplumumuz devrimci bir atõlõm gücüyle, inancõyla yürekleniyor- du, sevgi ve içtenlik silahõyla. 1938 yõllarõnda Harp Okulu’nda birkaç öğ- rencinin, dolabõnda Nâzõm’õn kitaplarõ bu- lunduğu için tutuklandõğõnõ duydum. Nâzõm Hikmet’in orduya el atõp ulusal birliğimizi parçalar olmasõ, tutuklanmasõ için yeterli bir kanõttõ. Nâzõm tutuklanarak Deniz Kuvvetleri’nin Erkin adlõ ikmal gemisine yollanmõştõ. Ge- mi Kadõköy açõklarõnda demirlemişti.Yavuz gemisinin askeri yargõcõ Haluk Şehsuva- roğlu yukardan gelen bir emirle ilk soruş- turmayõ yapmak üzere Erkin gemisine gön- derilmişti. Şehsuvaroğlu ile dostluğumuz İs- tanbul Hukuk Fakültesi sõralarõnda başlamõş, Yücel dergisinin ateşli havasõnda da pekişip gelişmişti. Yücel dergisinin sahibi Muhtar Enata ödün vermez bir Atatürk hayranõy- dõ, ama Nâzõm Hikmet’e de yüreğini bağ- lamõş genç bir adamdõ. Atatürk ve Nâzõm onun gözünde birer kurtarõcõydõlar. Biri yurdunu sömürgen güçlerin istilasõndan kurtarmõş, öbürü de emeğe ve sosyal adalete dayanan bir dünyanõn savunucusuydu. Gün- lerden pazardõ, Orhan Burian, Muhtar Enata ve ben bir kayõğa atlayõp Erkin ge- misine çõktõk. Haluk daha önceden anlaştõ- ğõmõz üzere geminin bordosunda karşõladõ bizi. Niyetimiz uzaktan da olsa Nâzõm’õ gör- mekti. Haluk bizi odasõna aldõ. Birazdan Nâ- zõm güverteye çõkarõlacaktõ.Hepimiz me- raktan ölüyorduk. Haluk, Nâzõm’õn bütün şi- irlerini ezbere bilirdi. Gemide ilk sorgusu- nu o yapmõştõ. Nâzõm’õ gözetir bir titizlik içinde görünüyordu. ‘BUGÜN PAZAR ŞİİRİNİN DOĞU- ŞUNA TANIK OLUYORDUK’ Öğleye doğru Nâzõm güverteye çõkartõl- dõ. Yüzü solgundu, gitti bordonun bir yerinde sõrtõnõ demir duvara dayadõ. Elinde kâğõt ka- lem vardõ, bir şeyler yazõyordu. ‘Bugün Pa- zar’ şiirinin doğuşuna tanõk oluyorduk uzaktan. Günlerdir güneş görmemişti Nâzõm. Haluk’un bunca gözetme, kayõrma çabala- rõ boşa gitmiş olmalõydõ. Çünkü sonradan Nâzõm’õn bana anlattõklarõna göre geminin bir apteshanesinde (sintine) diz boyu bok- lu sular içinde yarõ çömelip, yarõ ayakta ge- çirmişti bir cumartesi gecesini. Haluk’un açõk, kapalõ bize hiçbir açõklamada bulun- madõğõna bakõlõrsa Bugün Pazar şiiri gerçek anlamõnõ buluyordu böylece. Birkaç saat son- ra gemiden ayrõldõk. Şiiri elimizdeydi, son- radan çoğaltõldõ ve elden ele dolaşõp yay- gõnlaştõ. EDEBİYAT DÜŞMANI YARGIÇ Kõsa bir süre sonra gemi Silivri açõklarõ- na demirledi. Haftalarca Orhan Burian, Muhtar Enata ve ben Silivri’ye taşõnõr olduk. Nâzõm’õn yüzünü göremez olmuştuk artõk. Haluk’un sevecen ilgisi kuşkulandõrmõştõ yu- kardakileri. Onun yerine başka yargõçlar ya- põyordu sorgulamayõ. Bu yargõçlardan adõ- nõ anõmsayamayacağõm birisiyle bir öğle ye- meğinde aynõ sofrada oturduk. Patlak göz- lü bu adam edebiyat düşmanõydõ. Yurt düş- manõ sayõyordu bütün şairleri. Soluğumuz kesilmiş, kafamõz işlemez olmuştu. Moral bozukluğu içinde gemiden ayrõldõk, bir da- ha ayak basmadõk. Başõnda bir amiralin olduğu askeri mah- keme kararõyla Nâzõm 28 yõl 4 aya mahkûm oldu. Sonra aylar, yõllar birbirini kovaladõ, Nâzõm hapishanelerde yattõ yersiz, haksõz, kanõtsõz suçlamalarla. Ahmet Emin Yal- man’õn onur kõrõcõ önerileri, aydõnlarõn toplu eylemleri derken bir af yasasõyla öz- gürlüğüne kavuştu Nâzõm. DÜZELTME Orhan Karaveli’nin dünkü gazetemizde ya- yõmlanan yazõsõnõn sondan ikinci paragrafõ şöyle olacatõr: “Nâ- zõm’õn bu olaydan kõsa bir süre sonra yeni eşi Vera ile gittiği Paris’te benden söz ederken ‘... ben o çocuğu çok sev- dim...’ dediğini kulağõ- ma fõsõldamõştõ Hõfzõ Ağabey. Bir TV prog- ramõnõn yayõnõnda idik birlikte.” Düzeltir özür dileriz. ELİF BEREKETLİ Aydõn Belediyesi’nin düzenlediği “Nâ- zım Hikmet’i Anma Etkinliği” önceki gün Aydõn Antik Tiyatrosu’nda yapõldõ. Yazarlarõmõz Şükran Soner, Ümit Zileli, Serdar Kızık, Işıl Özgentürk, Ümit Zile- li, Demirtaş Ceyhun ile Mucize Özinal’õn konuşma yaptõğõ etkinlik; Macide Tanır ve Işık Yenersu’nun seslendirdiği Nâzõm Hikmet belgeseli ile aralarõnda Zühtü Er- kan, Nihat İleri, Levent Öktem, Laçin Ceylan ve Metin Belgin’in de bulunduğu Devlet Opera ve Balesi sanatçõlarõnõn yap- tõğõ şiir dinletisi ve modern dans gösterisiy- le son buldu. Etkinlik sonrasõnda yazarlarõ- mõz kendi kitaplarõnõn yanõ sõra Türkan Saylan, Mustafa Balbay ve Erol Manisa- lı’nõn kitaplarõnõ da imzaladõlar. Soner konuşmasõnda “Nâzım öyle bir şa- irdir ki dünyanın neresinde olursa olsun, yan yana gelen mısralarla paylaşımı, eşit- liği, kardeşliği, yurt sevgisini anlatır. Ül- ke hasreti, cezaevi şartları belki de ona daha iyi şiirler yazdırmıştır ama ben bu duyguları anlatmada daha yüce bir adam tanımıyorum” dedi. Ümit Zileli ise, “Bu karanlığı en keskin demokratik hakları- mızı kullanarak yırtacağız” diye konuştu. Demirtaş Ceyhun “TRT Nâzım’ı anıyor, AKP yurttaşlığını geri veriyor. Bunları yapanlar öğrenciliklerinde Nâzım’a sö- venler. Bu tavırlar hep oy kaygılı. Nâ- zım’ı okumalı, bilmeliyiz. Aziz Nesin’in ‘Türkiye Şarkõsõ Nâzõm’ üzerine yazılmış en güzel kitaptır” dedi. Özgentürk, “Nâ- zım çok yerel ama aynı zamanda çok dünyalı bir şair. Türkler ona sahip oldu- ğu için onur duymalı” diye konuştu. Günün birinde askere çağõrdõlar Nâzõm’õ. Na- zõm 50 yaşõnõ geçkin bir adam, büyük bir şair er olarak orduda silah kuşanõp postal giyecekti. Oysa Nâzõm daha 30-35 yaşlarõnda sakata ayrõl- mõş, askerlik görevinden bağõşõk olmuştu. Ama dinlemiyorlardõ, niyetleri Nâzõm’õn fikrince kõs- kõvrak yakalayõp, bir punduna getirip ortadan kaldõrmaktõ. Nâzõm yurtdõşõna nasõl kaçmõştõ bi- len yoktu. Münevver’e bile kaçacağõnõ söyleme- miş diyorlardõ. Sonradan Münevver’e her şeyi söylediğini öğrendik. Nâzõm’õn yurtdõşõna kaçõşõna solda ilk Yaşar Nabi, Varlõk dergisinde yer verdi, haklõ olduğu- na değinerek. Faik Baysal’õn Varlõk’taki ‘Bir Yer ki’ şiirinden sonra sağcõ yayõnlar ele aldõ konuyu, veryansõn ettiler. Batõ dünyasõnda yüzü- müzü ağartan, Türk’ün onurunu, varlõğõnõ yücel- ten bu şaire vatan haini, yurt düşmanõ diye yük- lendiler. Nâzõm’õ sol çevreler de olur olmaz suç- lamaya kalkõştõlar. Nasõl kaçmayacaktõ Nâzõm? O, kafasõ ve yüreğiyle bağlõ olduğu yurdundan koparõlmõş, hayatõna göz dikilmişti. Nâzõm yur- dundan ayrõldõ da sõrtõnõ mõ çevirdi yurduna? Bu kez de sõla özlemiyle yanõp tutuşan şiirler ka- zandõrdõ. Yurdundan uzaklarda daha bir bağlan- mõştõ yurduna. Nâzõm yaşlandõğõnda son şiirle- rinde içini ölüm korkusu sarmõştõ. Sõla özlemi ona ölümün soğuk nefesini de getirmişti. Alõp götüren, bir daha geri getirmeyen; kurtlar, bö- cekler dünyasõnõn egemenliğine terk eden; cen- netsiz, hurisiz bir dünya vardõ karşõsõnda. “Ölüm kendinden önce bana yalnızlığını yol- ladı” diye yakõnõyordu.. “Öyle bir gerçektir ki ölüm, anlamaya çalışıyorum, inancımı yitir- me pahasına” diyebiliyordu. Ölüm o büyük adamõ, dünyamõzõn görüp göreceği bu güzel in- sanõ da götürmüştü karanlõklarõna. Nâzõm’la komşu olduk B ir gün Azra Erhat’õn çağrõsõ üze- rine Habib Törehan’õn sahibi ol- duğu Yeni İstanbul gazetesine gittim, Azra’nõn yanõnda içten, temiz gülüşlü bir kadõn arkadaşõ vardõ. Peride Celal’di bu kadõn.“Patronla görüşelim, seni işe alalım” diyorlardõ. Ertesi gün bir yerde buluşmamõz gerekiyordu, pat- ronla görüştükten sonra bana iş durumu- nu bildirmek için. Buluşma yerini ‘Le- bon’ olarak saptadõlar. Lebon en tiksin- diğim yerlerdendi, bir arkadaşõmõn çağ- rõsõyla girmiştim. Bir kez, romancõlarõn, şairlerin buluştuklarõ züppeler çevresine. İnadõna “Lebon’u bilmem” dedim, şa- şõrdõlar ve başka bir yerde buluşmaya karar verdik. Arkamdan Peride Celal “Bu ne biçim adam, dünyadan haberi yok” diye söylenmiş. Böylece Yeni İstanbul gazetesine ka- pağõ attõm, 3 aylõk bir nişanlanma döne- minden sonra. Habib Törehan’õn deyi- miydi bu. O zamana göre önemli bir ay- lõk alacaktõm. Önce siyasi bölüme verdi- ler beni. Burhan Belge’ydi bölüm şefi; Zaza Gabor’un ilk kocasõ. Yakup Kadri’nin kayõnbiraderi olarak tanõnan, Adnan Menderes’e ‘Venüs endamlı’ diye şaşõrtõcõ övgüler yağdõran bir adam- dõ Burhan Belge. Yazõ işleri müdürü Mithat Perin’di. Çocuk suratlõ, alabil- diğine çalõşkan, gündüz gece demez, ba- şõnõ kâğõtlardan ayõrmaz bir adam izleni- mi vermekteydi. Yanõna, yöresine saygõ- lõydõ. İşler bu seyir üzerinde yürüyordu Yeni İstanbul’da. Günün birinde Yaşar Nabi’den boşalan edebiyat sayfasõnõn başõna getirildim. Peride Celal ve Tur- han Selçuk’la da yardõmlaşacaktõm. Münevver Berk aramõzda sinema ko- nusunda uzman olan bir kimseydi. Nâ- zõm’la aramõzda köprü kurulmuştu bu yoldan. Münevver, Peride’nin canciğer arkadaşõydõ. Nâzõm hapisten çõkmõştõ, Peride’nin Kadõköy’deki iki odalõ çer- den çöpten, ama sõcak mõ sõcak evinde alõyorduk soluğu. Münevver’le Peride birbirlerine anlatõlmaz bir sevgiyle bağ- lõydõlar. Nâzõm, Peride’nin evinde Mü- nevver ile birlikte hayatõnõn en mutlu anõnõ yaşõyordu. Benim de uğradõğõm o sevimli evde böylece tanõştõk Nâzõm’la. Nâzõm Bahariye’de babadan kalma üç katlõ bir köşk’e atmõştõ kapağõ. Benim evime elli metre uzaklõktaydõ, Nâzõm beni devamlõ evine çağõrõyordu. Gidi- yordum sevine sevine. O evde Kemal Tahir’le Balaban’la, A. Kadir’le ve başka sanatçõlarla birçok kez karşõlaş- tõm. Bu toplantõlarda Nâzõm odak nok- tasõydõ. Ayağa kalkõyor, kõra çalan dağõ- nõk kõzõl saçlarõyla dünya politikasõndan söz ediyordu. Bir tek õşõk vardõ onun için; dünyayõ aydõnlatan Stalin. O Stalin ki, Nâzõm’õn Rusya’ya kaçmasõyla bir- likte gözünden ve gönlünden düşüvere- cekti. Kuruşçev döneminin alaborasõn- dan sonra ya da o dönemin eşiğinde yazdõğõ ‘İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu’ adlõ piyesi ile Stalin zorbalõğõ- nõn eleştirisine girecekti Nâzõm. Günlerden bir gün Memet dünyaya geldi. Kaş- la göz arasõnda Kadõköy’de bir dispanserde buluştuk. Münevver yatakta yarõ baygõn yatõyor- du. Nâzõm ellerini karõsõnõn karnõnda gezdirdi. “Bak üstat ne varsa burada var” diyerek, ha- yatõnõn gerçek anlamõnõn doğurganlõk olduğunu söylemek istiyordu. Nâzõm için doğurganlõktõ önemli olan. Türkiye’den kaçmasõndan 15 gün önceydi, Kadõköy çarşõsõnda karşõlaştõk, “Haydi gel bize gidelim” dedi. Kasaptan et aldõk, yola koyulduk, bir yapõnõn zemin katõna girdik. Mü- nevver karşõladõ bizi. Nâzõm evine büyük bir buzdolabõ almõştõ. Buzlu domates suyu içeceğim diye seviniyordu, yarõm saate kalmamõş etler pişmişti. Domates suyuyla bezenmiş bir sofra- daydõk. On beş gün sonra gazetede Nâzõm’õn yurtdõşõna kaçtõğõnõ okudum. Bir telaş almõştõ ortalõğõ. On beş gün öncesinden Nâzõm’la görü- şen kim varsa hepsini karakollara sürükleyip, sorguya çekip günlerce alõkoyuyorlardõ. Emni- yet gözetiminde bir çatlak mõ olmuştu da beni unutmuşlardõ bilmiyorum. Peride Celal karakola çağrõlõp tedirgin edilmişler arasõndaydõ. Kork- muş, yõlmõştõ. Naci Karacan’õ araya sokup pa- çayõ kurtarmõştõ. Sivil polisler evin bahçesinde fõr dönüyorlardõ. Evine uğradõğõmda “Aman Vedat kolla kendini, polisler kuş uçurtmuyor, Münevver’le de görüşme” dedi. O günden sonra Münevver ile görüşmedim. Ama bir ezik- lik duymuştum, korkaklõk, kalleşlik etmiş gibi. Günler sonra Karaköy Postanesi’nin kapõsõnda Münevver ile karşõlaştõm. Beni sõcak bakõşlarla karşõladõ. Hiçbir şey söylemeden sõrtõmõ okşadõ sevecen bir davranõşla. O an yerin dibine gir- dim. Sonra, aylar belki de yõllar geçti aradan, Nâzõm’dan söz edilmez oldu. Doğan Avcıoğlu Yön dergisinde Nâzõm’õn bir şiirini yayõmladõ, ardõndan Nâzõm’õn şiirlerini, piyeslerini basma yarõşõ aldõ yürüdü. Nâzõm’õn yurtdõşõna çõkmasõ bomba etkisi yarattõ. Nasõl yaratmasõn ki; haya- tõnõ düzene sokmuş, çoluk çocuğa karõşmõş, İpek Film ile de ortaklõk işini sağlama bağlamõştõ. Et- liye sütlüye karõşmaz bir insan görünümündey- di. Bir kuşku çemberi sarmaya başlamõştõ dört bir yanõnõ. Dostlar tedirgin; polis, mit kuşkulu; itler pusudaydõ. Görünürdeki rahatõ batõyordu şuna, buna, dost, düşman herkese. STALİN GÖZÜNDEN DÜŞMÜŞ, SARTRE BÜYÜMÜŞTÜ 1950 yõlõnõn bir sõcak yaz gününde Kadõköy vapurlarõndan birinin gü- vertesinde yan yanayõz bir rastlantõyla. O günlerde Sabahattin Eyüboğlu ile J. P. Sartre’dan yaptõğõmõz bir çeviri yayõmlan- mõştõ. Nâzõm onu doladõ diline, “Ne işiniz var bu pis burjuva yazarlarıyla” diye söy- lendi durdu. Sonralarõ öğrendim.. Paris’e git- tiğinde Sartre’õn konuğu olmuştu günlerce. De- mek zamanla her şey değişmişti, değişebiliyordu. O tek õşõk dediği Stalin gözünden düşmüş, pis burjuva dediği Sartre gözünde büyümüştü. Kadõköy’deki babadan kalma köşkün büyük salonunda, gür sesiyle çektiği nutuklarõ dinler- ken yüreğim hep ağzõmda idi. İnandõrõcõ ve keskindi Nâzõm. O inanõlmaz güzelliği, o büyülü inandõrõcõ gü- cü yok mu, bir silindir gibiydi. Kendi inancõ doğrultu- sunda, sonradan yumuşattõğõ, ama o gün ödün vermez inancõna bağlõlõğõyla bilirdi bizi. Kuşkusuz işçiyle, pat- ron ilişkisinde dayanõlmaz bir kural vardõ. İşçinin pat- ronundan hoşnut olmasõ, işçi sõnõfõ için bir yõkõmdõ. İş- çi her zaman patronuna cephe almalõydõ. Almadõ mõ yok oldu demektir. O günlerde Yusuf ile Menafis’i yazmõştõ Nâzõm. “Bu- nu daktilo et” dedi bana, günlerce eve kapanõp daktilo ettim piyesi. 50’SİNDEN SONRA ASKERE ÇAĞIRDILAR NÂZIM’LA KONUŞAN İÇERİYE ALINIYOR Büyük usta Aydın’da yazarlarımızla anıldı Aydın Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu etkinliğe katılan yazarlara çiçek verdi. Nâzım Moskova Havaalanı’na inerken Nâzım hapishane arkadaşlarıyla. Başka aydõnlarõ da konuşacaktõk ama büyük ustanõn adõnõ duyunca, yatağõnõ değiştirmek isteyen bir õrmak gibi çağõldamaya başladõ Vedat Günyol Nâzõm’õ anlatõyor Vedat Günyol (Fotoğraf:TEVFİKAKBAŞ)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle