Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 24 MART 1995 CUMA
10 DIHYAZI
^Dirımeyen sızısıSorumlu odaya girdi-
ğınde şaşırdı Selçuk. Bu,
Neriman'dı; Istanbul Kon-
servatuvan'ndan bir arka-
daşı. Memur, Nenman'a,
"Arkadaşını yatakhaneye
götür" dedı. "Yatağını da
erkeklerin bölümünden aJ-
dır". Uzun bir koridordan
geçilerek gıdılıyordu ya-
takhaneye. Bir radyatöre
yaslanmış, üzerinde laci-
vert bir pantolon, lacivert-
kırmızı-beyaz çizgili bir
tişört, lacivert-beyaz bir
ayakkabı bulunan sanşın
bir gençle karşılaştılar.
"Aaa, Urvi" dedı Neriman.
"Bak, seni çok sevdiğim
bir arkadaşımla tanıştıra-
yım. Selçuk. İyi bir piya-
nisttir". Selam'laştılar. Ül-
vi de konservatuvar öğren-
cisiydi, ama tiyatro bölü-
münde. O güne kadar san-
şınlardan nefret edıyordu
Selçuk. Bu yüzden üzerin-
de durmadı, herkes gibi
birisiydı işte...
tkınci Dünya Savaşı ne-
deniyle ülkesinden aynlıp
Türkiye'ye gelen Ludvrig
Cackes'ın öğrencisi oldu
Selçuk. Çünkü Istanbul'da
aldığı haber yanlıştı. Ce-
mal Reşit Rey Ankara'ya
gelmişti, ama konservatu-
vara değil. Yine de başan-
lıydı. Hırslıydı ve sürekli
çalışıyordu. Bu yüzden de
kısa zamanda Cackes'in
ilgisini çekti. On beş gün-
de, ayda bir resıtal veri-
yordu konservatuvann sa-
lonunda. Radyodaki kon-
serlere katılıyordu.
Beklenmeyen
tekllf
Bir cumartesi, arkadaş-
ları yürüyüşe çağırdılar
Selçuk'u. Gitti. Küçük bir
gruptu. aralannda da. oku-
la geldiği ilk gün koridor-
da karşılaştığı sanşın genç
adam, Ulvı vardı. Birlikte
yüriimeye başladılar. Ko-
nuştukça anladılar ki
zevkleri bırbınyle örtüşü-
yor. Aynı şeyleri düşünü-
yor, aynı şeylere gülüp,
aynı şeyiere kederleniyor-
lar. Bırbirlerine. "Selçuk
Hanım Kardeşim", "Ulvi
Bey Kardeşim" diye sesle-
niyorlardı.
Birinci yılın sonunda,
bir okul çıkışı. "Size bir
şey soracağun. İster şimdi
cevap verin. ister daha
sonra" dedi Ulvi Uraz,
"Benimle evlenir misi-
niz?" Şaşırdı Selçuk, daha
çok da üzüldü. lkili bir
ilişkiyi düşünmüyordu. bu
tür yaklaşımlardan o güne
kadar hep rahatsız olmuş,
teklif getirenlerle dostluk-
lan bozulmuştu. Bir şey
söylemedi Ulvi Uraz'a.
Araya yaz tatili girdi ve
lstanbul'a ailesinin yanına
gitti. Tatil boyunca sürekli
Uraz'ın teklifmi düşündü.
Harika bir insandı. ama...
Döndüğünde. aynı soruyla
karşilanınca. "Evet" dedi
Selçuk, "sizinle evlenece-
ğun". Uraz, hemen ailesi-
ne haber verdi. Selçuk ise
ailesine nasıl söyleyeceği-
ni bilemiyordu. Evrenos-
zadeler'de tiyatrocu bir da-
mat... Kabul edilir miydi?
Yine önce, ağabeyi Bur-
han'a danıştı. Bir mektup
yazıp durumu bildirdi. Ya-
nıt, her zamanki gibiydi.
"Sen istedikten sonra...
Ben sadece senin mutlulu-
ğunu dilerim". Evlilik ha-
berını aileye iletmek de
Burhan Evrenos'a düşü-
yordu. Amcası karşı çık-
mıştı, ama Vasfi Bey, hiç
de umulmayan bir yanıt
vermişti: "Yaşayacak olan
da, mesut olacak olan da
o".
Üç yıl boyunca okul yö-
netiminden habersiz gizli-
ce buluştular. Çünkü bir
kız öğrenci, erkekle yan
yana görülürse bunun so-
nu uyarı cezasıydı. Buna
karşın görüşme sürüyorsa,
kız öğrenciye. bavulunu
eline alıp okuldan ayrıl-
mak düşüyordu. • Sel-
çuk'un dolabının bir anah-
tan da Ulvi'deydi. Dolaba
bırakılan mektuplar aracı-
lığıyla haberleşiyorlardı.
Birkaç kez Konservatuar
Müdürü Orhan Şaik'e ya-
kalanmışlardı haftasonu
tatilinde.
önce mezuniyet
sınavı
Evet, evleneceklerdi,
ama önce Selçuk'un me-
zuniyet sınavlannı verme-
si gerekiyordu. Sınavlara
az bir zaman kala suçiçe-
ğine yakalandı. Tedavisi
tamamlanıp çalışmaya
başlayacağı sırada, bir
otobüse binerken bileğini
Selçuk ve Ulvi Uraz çiftinin evlilikleri otuz bir yıl sürdü. Belki bir karasevda değildi yaşadıklan, ama mistik,
anlaşılamaz bir şeyler vardı Ulvi Uraz'la aralannda. Aynı anda aynı şeyleri düşünüyor, aynı anda düe getiriyorlardı.
İJdsinin de canı aynı anda kahve içmek istiyor, aynı anda kalkıyorlardı koltuktan.
incitti. Daha onu atlatama-
mıştı ki apandist sancısı
tuttu. Yirmi gün kadar buz
tedavisi gördü. Bir de gnp
eklendi bunun üzerine.
Otuz dokuz derece ateşle
yattı günler boyu. Her has-
talığı atlatıp ayağa kalktı-
ğında kırk kiloydu ve sı-
navlara çok az bir zaman
kalmıştı. Üstelik programı
da yüklüydü. Bir gününü.
ne yapabilecegıni düşün-
meye ayırdı. Ertesi sabah-
tan başlayarak da sınav gü-
nüne kadar günde on altı
saat piyano çaldı.
Evlilik ve
Avrupa yolu
Sınav sabahı yine apan-
disiti tuttu. Doktor, hemen
ameliyata alınmasında ka-
rarlıydı. Dinlemedi. sınava
girecektı. Birkaç saatlik
buz tedavisi sırasında ez-
berledi son sayfayı. Sınav
iki saat sürdü. Jürideki ho-
calar arasında Necil Kâ-
zun, Ulvi Cemai Erkin de
vardı. Onu çal, şunu geç,
burayı çal... Epey zorladı-
lar Selçuk'u, ama o başar-
dı ve mezun oldu.
O gün ilk kez okuldan
birlikte çıktılar Ulvi'yle.
Artık evlenebilirlerdi. Dü-
ğünleri, bin dokuz yüz kırk
dört yılının ağustos ayında
yapıldı. Öğretmeni, aynı
zamanda Viyana Müzik
Akademisi Dırektörü Cac-
kes. Selçuk'u asistan ola-
rak yanında istıyordu. Mil-
li Eğıtım Bakanlığı'na baş-
vurup izin ıstedi. Izin ve-
rildi. İki yıl Viyana'da
Cackes'ın asistanlığını
yaptı Selçuk. Bu arada eği-
tımini de sürdürdü. Ulvi
ise Ankara Devlet Tiyatro-
su'ndaydı.
Döndüğünde. mecburi
hizmeti tamamlamak üzere
Ankara Konservatuva-
n'nda piyano öğretmenli-
ğine başladı. Yine resital-
ler veriyor. oda müziği or-
kestralanna katılıyor, rad-
yo konserlerinde yer alı-
yordu. Zaman zaman tur-
nelere çıkıyorlardı Anado-
lu'ya. Bach'ı, Chopin'i,
Rahmaninof'u yorumla-
maktan büyük zevk alıyor-
du. Beşinci yılın sonunda,
Milli Eğitim Bakanhgı,
görgü ve ihtisas için Pa-
ris'e gönderdi Selçuk'u.
Ulvi de yanındaydı. Kon-
serleri izleyecek, gezecek,
eğlenecekti. Ama o kendi-
sini sınamak istedi. Piya-
nistliğinin smırı neydi?
Bunun yanıtını arayacaktı.
Selçuk için özel
uygulama
Mhhat Fenraen'den, ho-
cası Madam Bascure De
Geraldi'nin telefonunu al-
mıştı. Aradı, Madam Ge-
raldi. bir kez dinleyebilir
miydi Selçuk'u? Ertesi
gün, çalmasını bitirdiğinde
ayaktaydı Ecole Normale
de Musique'nin piyano bö-
lüm sorumlusu Madam
Geraldi.
Kayıt süresi biteli iki ay
olmuştu, ama Selçuk için
bir şeyler yapılmalıydı.
Bölüm sorumlulan hemen
ertesi gün toplanıp Geral-
di'nin önerisiyle Selçuk'un
okula alınmasını kararlaş-
tırdılar.
Haziran ayında. yani
okula kabul edılışinden altı
ay sonra ilk sınavına gırdi
Selçuk. Salonun ön beş-al-
tı sırasında jüri vardı, diğer
koltuklarda ve localarda
ise halk.
Sıra kendisine geldiğin-
de heyecanlıydı. Beetho-
ven'in sonarını, Chopin'in
etüdünü çaldı. Bitirdiğinde
salondan gelen alkış, ba-
şardığmı göstenyordu. Jün
ise, yirmi üzerinden on se-
kız verdi. lkinci yılın so-
nunda daha zorlu bir sı-
nav dı Selçuk'u bekJeyen.
Tam puan aldığinda. sade-
ce kendisine değil, dinle-
yenlere, jüriye de kanıtla-
yacaktı ki, o tartışmasız bir
piyanıst, bir yorumcu. Bu
kez Bach'tan bir eserle
Liszt'in konçertosunu ça-
lacaktı. Başladı, heyecan-
Ulvi Uraz Mmölr?
1921'deIstanbul'da doğdu. 1943 'teAnkam Devlet
Konservatuvan Tiyatro Bölümü 'nü bitirdi. Devlet
Tıyatrosu 'nun ilk oyunlarında önemli roller oynadı.
1949'da "Köşebaşı" oyunundaki Beybaba yorumnyla en
iyi erkek oyuncu ödülünü aldı. Bir süre esiyle birlikte
Fransa'dakaldı. Yurda dönüşlerinde siyasal
gerekçelerle mahkemeye verildiler ve ceza aldılar. Daha
sonra Dormen ve tstanbul Şehir Ttyatrolan nda oynadı.
1961-62 de kendi tiyatmsunu kurdu. Çeşitlı fılmlerde de
rol alan Uraz 1964 'te "Yarın Bizimdir" fîlmindeki
rolüyle Antafya Film Festivali nde ödül aldı. 1974 'te
öldü.
• Bugün geriye dönüp baktığında
duyduğu pişmanlığı gizlemiyor
Selçuk Uraz. Daha Uraz'ın
tiyatrosunun başına geçtiği gün
kendisini feda ettiğinin de farkına
vardığını söylüyor. Ama yine de,
"Ben vazgeçmeseydim o perişan
olacaktı" diyor, "Onu
üzemezdim."
• Bir kez daha aynı süreci
yaşayacak olsa nasıl davranır
Selçuk Uraz? Sanatı mı, aşkı mı
yeğlemeli insan? Hayır, asla
piyanosundan vazgeçmezdi.
Öğrencilerine de "Ne olursa
olsun, sanatınızdan vazgeçmeyin"
diyor ve ekliyor: "Büyük bir
yıkımdır bu. Acısı da büyük olur."
lıydı yine. Kendisine bir
şeyler söylenildiğini duy-
du. Anlamadı, ikinci kez
yinelendi. Sesi duyuyor,
ama sözcüğe dönüştüremi-
yordu. tki kez bölünmüştü
çalması. Bu da iki puan az
almasına yol açtı. Jürinin
karan, otuz üzerinden yir-
mi sekızdi. Sonra kuliste
öğrendi ki, kendisine "de-
vam et" denmişti sadece,
"Durma,devjunet"
Uraz'ın yanında
tiyatro günlerI
Ikı yıl sonra Türkiye'ye
dönme zamanı geldiğinde
Ulvi Uraz, artık Ankara'da,
Devlet Tiyatrosu'nda çalış-
mak istemediğini söyledi
Selçuk'a lstanbul'a gitme-
liydıler.
Orada hem tiyatro vardı
hem de sinema. Ve sinema
Uraz'ı çekiyordu. Karşı
çıkmadı Selçuk. Resitaller
vermek, çalmak, durmak-
sızın çalmak istiyordu,
ama madem Ulvi Istan-
bul'da mutlu olacaktı...
lstanbul'a gelir gelmez
radyoda konserler vermeye
başladı.
Ulvi Uraz ise Dormen
Tiyatrosu'yla anlaştı. Bir
yıl sonra Muhsin Ertuğ-
rul'un yönettiği Şehır Ti-
yatrosu'na geçti, sonra yi-
ne Dormen ve iki-üç yıl
içinde kendi tiyatrosunu
kurdu. Sahne iyıydi hoştu,
ama bir de arkası, idari iş-
ler vardı. Yazarlann telif
ücretleri, belediyeye ven-
lecek vergi, bilet satışı. de-
korlar, kostümler... Birisi
de bu işleri üstlenmeliydi.
"Ne ohn- sen geT dedi Sel-
çuk'a Ulvi Uraz, "Yabancı
birine gûvenemeyiz. Neler
yaptıklannı biliyorsun..."
Kocasının üzülmesını. in-
cinmesini istemiyordu. Bir
anlamda onun annesi gibi
görüyordu kendisini. Ulvi
de onun babası gibiydi.
Bunun için de fazla düşün-
medi.
Akîfîn yeriııi dolduracak çöcuk
Kitabı tutan elleri titriyor. Ellili yaşlan-
nı çoktan ortalamış olmalı. Okumaya baş-
lıyor. Sesi uysal ve vazgeçmışlere özgü
bir yumuşaklıkta. Sayfalan çevirdikçe
vurgulamalan da ya artıyor ya eksiliyor.
Öyküyü itmeye çalışıyor. ama başansız.
' Öykü onu ıçine çekiyor. Şimdi. tam da on
ikinci sayfada bırakıyor kendinı. Ağlıyor
"Öylesine büzülfiyordum ki kimseler
göremezdi beni, kısacası korkutamazdı.
Kızıma. beni rahatsız ermemesini, odasın-
da bir süre tek başına oynamasını, yani
beni korkurmamasını söylüyordum. Bir-
iki saatlik bir akşamım oluyordu: Tann-
sal, coşkulu, açık deniz kokulu, uçsuz bu-
caksız... Sonra bir hırs basıyordu: Nemli
ot, çürük yaprak kokulanyia dolu anılar
(hiç olmayan anılar) çügın atlann. yarlan
bir sıçrayışta aştıklan dağ doruklan. mor
rengi, ses uğultulanyla kulağıma ulaşan
derin vadi ırmaklan, çıplak ayakla yürü-
nen ve göz aJabikliğine uzanan kumsallar,
gözlerde oynaşan bir güneş ma\iliği ve saf
san kum J"
Öykü bitıyor. Kadın yorgun. Kendi yaz-
dığı öyküde, kendini anlatmanın, sonra da
okurken her şeyi yeniden yaşamanın. his-
setmenin yorgunluğu bu. Kitap hâlâ elin-
de. Sayfalannı kanştınyor. Bir paragrafa
takılıyor gözleri: "Değerli şeyler murfak-
ta, ev işlerinde kuUanılmaz. Gümüş tence-
rede ne demeye yemek pişirirsin? Aşk, ev-
lilik için kuUanılmaz. Gümüş yerine bakır-
da pişir yemeğini. Ve âşık olmadığın
adamla e\ len..."
Doğru zaman, doğru yer
Bunları anlamak ve yazmak için ne ka-
dar gecikmiş olduğunu düşündü kadın.
Gümüş tencerede pişirmişti yemeği ve
âşık olduğu adamla evlenmişti. Pişmanlık
yoktu sözlerinde. Selçuk Baran belki de
sadece doğru zamanda ve doğru yerde ol-
mayı becerememişti. Hepsi o kadar. Ope-
ra sanatçısı Ayhan Baran'la tanıştığı o ge-
mi yolculuğuna kadar bildik, ama pek de
sıradan sayılamayacak bir yaşamı vardı
Selçuk Baran'ın. Çocukluğunda ise kendi
anlatımıyla bir garipri...
Doğduğunda tarih bin dokuz yüz otuz
üçü gösteriyordu. Kent ise. yaşamı bo-
yunca sadık kalacağı Ankara'ydı. Babası,
Zıraı Mücadele Müdürü Talat Veziroğlu
gururlu, onurlu bir adamdı. Annesi Hali-
• Bir gün Talat Bey,
bembeyaz bir yüzle
geldi eve. Atatürk
ölmüştü. Acı, hep
birlikte yaşandı.
Ardından bir başka
ölüm haberi. Mehmet
Akif ti ölen. Yine
yaslara bürünüldü.
Kim dolduracaktı bu
şairin yerini, kim?
Sekiz yaşındaki
Selçuk atıldı
konuşmanın ortasına:
"Ben
dolduracağım..."
de Hanım ise ilkokulu bitirememiş, ken-
disini hiç de ona uymayan "cahillikfc" ta-
nımlayan bir kadın. Çok duyguluydu Ha-
lide Harum, bir o kadar da zeki. Kızı Sel-
çuk'la ondan on yaş küçük oğluna oku-
malan için ilk kitabı veren oydu. En iyi
fllmlere götüren de.
Dört yaşında okuma
Ahenkli bir yaşam sürüyordu Veziroğ-
lu'lann evinde. Dört yaşındaydı, okumayı
kendi kendine öğrendi Selçuk. Beş-altı
yaşlannda ise anneannesine gazeteleri
okuyordu. Savaş yıllanydı o yıllar, oku-
duğu haberler de savaş habeıieri.
Okuma çağına geldiğinde üç sınıflık ts-
met Paşa okuluna gönderildi. Dört ve be-
şinci sınıflan ise Atatürk llkokulu'nda
okudu. Neredeyse bütün kompozisyonlan
ödüllendirilirdi Selçuk'un. Bunda Halide
Hanım'ın eline tutuşturduğu, Halide
Edip, Reşat Nuri romanlannın etkisi bü-
yüktü. Bir de günlüğü vardı. Okuduğu ki-
taplann bir özetini yazardı bu deftere.
Okuması için Sabahattin Ali'nin bir kitabı
kendisine sunulduğunda on bir yaşınday-
dı. On iki yaşında da yazar olmayı koydu
kafasına. Bir gün yazacaktı.
Güncesindeki diğer yazılar ise hiç de
bir çocuğun yazabileceklerine uymuyor-
du. Okulla birlikte bir filme gidiyorlardı
örneğin. Almanya'yı anlatan bir fılmden
sonra Naziler yüzünden nefret ettiği bu
ulustan. "Nrye biz onlar gibi olamıyoruz"
diye söz ediyordu. "Almanya savaş
yaratarmı sanyor"dıyordu. "bizse hâlâ ol-
duğumuz yerdeyiz".
Dünyada olup biten her şey, ne kadan
Türkiye'ye yansıyorsa o konuşuluyordu
evlerinde. Bir gün Talat Bey, bembeyaz
bir yüzle geldi eve. Halide Hanım sordu,
"Ne oldu?""Bitti" dedi Talat Bey,
"Atatürk ötdü". Acı, hep birlikte yaşandı.
Bir başka ölüm haberi ise yine Talat Bey
aracıhğıyla ulaştı eve. Bu kez Mehmet
Akif Ersoy'du ölen. Yine gözyaşları
döküldü, yine yaslara bürünüldü. Kim
dolduracak denildi, bu şairin yerini kim
dolduracak? Sekiz yaşındaki Selçuk atıldı
konuşmanın ortasına, "Ben" dedi •'Ben,
dolduracağım...'*
Yann: 8dçı* Baran müzüi ve aşkı
ANKARA... ANKA...
MÜŞERREF HEKİMOĞLU
Sanatçılarımız
Idil Biret'i dinledim geçen akşam, görkemli bir
konser, ellerini izlerken gözüm kamaşıyor. onlar-
ca, yüzlerce el çalar gibi. Rahmaninofun 1. Kon-
çertosu'yla karanlığı deler gibi. Işıktan damlalaıia
annıyor yüreğımiz. Her zaman saygıyla, teşekkür-
le dinlerim Idil Biret'i. Sanatın gücünü hissederim
yeniden, başkentin gerilimi, kaygular, üzüntüler,
düşkınklığı derken güzel bir solukla dirilirim bir-
den.
Yaşamımıza başka bir boyut ve biçim veriyor
sanatçılar. Kimi günler karalar basıyor. Dünyamız-
da neler oluyor, ülkemizde neler yaşanıyor. Bir
yanda Nevruz Bayramı, bıraz ötede sıcak savaş,
ölenler, yaralılar. Her an her yerde patlayan bom-
balar, bir maç sonrası kana bulanan yeşil alanlar,
sonra olayian yoaımlayan politikacılar, neler söy-
lüyorlar, söylediklerine inanıyorlar mı, karar vere-
miyor insan. Kimileri soyut çizgiler sergiliyor an-
cak, giderek çırkınleşen çizgiler. Çirkin ve kirli
renkler. Havada bir ekşilik oluşuyor ancak.
Güzel bir sesi, güzel renkleri sanatçılar üretiyor
ancak. Güzel, inandırıcı bir çabayı sanatçılar ser-
giliyor. Kaç kişi bu güzelliğı yaşıyor bilmem ama
var gücüyle çalışryor sanatçılanmız, halkımıza bir
güzellik yaşatmak, yaşam biçimine yeni bir boyut
katmak için saygın bir çaba gösteriyorlar. Galeri
Nev'de Ali Artun ile konuştum önceki gün. Ko-
penhag'daki sergiden sonra Londra'ya gidiyor.
Sainsburry Sanat Merkezi yöneticileriyle görüşü-
yor. 1996 yılında açılacak Mübin Orhon sergisinin
öyküsüne yeni bölümler ekleniyor bu görüşmeter-
le. Güzel bir sergi uzun bir emekle oluşuyor, uzun
bir öyküyle. Ali Artun'u dinlerken rahat bir soluk
aldım. Mübın Oıtıon'u çok kişi tanımıyor ülkemiz-
de, oysa resim dalında önemli bir yeri, güzel ürün-
leri var. Yapıtları da ülkemizden çok dış ülkelerde.
O yapıtları Istanbul ve Ankara'da da sergilemek
çabası saygın bir olay değil mi? Çirkinliklere kar-
şın güzelliklerin de variığını kanıtlayan bir çaba in-
sana umut veriyor elbet. Yaşama, direnme gücü-
nü tazeliyor, yeni renklere açılıyor gözümüz. Yeni
bir açıdan bakryoruz dünyaya, yeniden gülümsü-
yoruz. Galeri Nev'de Şükrü Aysan'ın sergisı var
bugünlerde. Görmenizı dilenm. Gızemli bir sergi,
sanatçının gizemini de yansıtıyor. Renklerde, bi-
çimlerde neler anyor, neler buluyor. Seyredenlere
de neler sunuyor, neler duyuruyor!
Sanatçılarımız güzel uyanyor hepimizi...
• • •
Başkenrte iki müzik festivali var, biri geleneksel,
her yıl Sevda-Cenap And Müzik Vakfı'nın deste-
ğiyle gerçekleşiyor. Öbürünü Bilkent düzenliyor.
Aynı günlere rastlıyor diye kaygı duyanlar var. Ben
katılmıyorum bu kaygıya, müzikseverierin sayısı
giderek artıyor, CSO konserleri de. Bilkent kon-
serieri de büyük ilgi görüyor sanatseverierden. Bu
iki festival de programlan doğrultusunda ilgi göre-
cek, geleceğe de ışık tutacak bence. Yılbaşı kon-
seıierini unutmayalım, spor salonunda binlerce
başkentli izledi o konserleri. Teksesliliğe tepkisini
belirtir gibi alkışlar ve coşkuyla.
Konser salonlanndakı kalabalığa karşın galeriler
hayli tenha doğrusu. Nedeni eğitimden kaynakla-
nıyor sanınm. Universitelerimizde sanat tarihi kür-
süleri, güzel sanatlar akademileri var, ama o kür-
sülerin oğretim üyeleri de, oğrencileri de sergilere
çok ilgi göstermiyor. Neden acaba? Bu sayın ög-
retim üyeleri resim sevgisini yitirmişter mi, yeni
sergiler görmekten hoşlanmıyorlar mı. yitik sev-
giyle nasıl eğitırler öğrencilerini, resim sevgisini
nasıl duyururlar? Oysa güzel bir sergi yeni bir ren-
ge, yeni bir bakışa yöneltir seyredenlerı. Dahası
renk tutsaklığından da kurtarabilir. Tüm sorunlar
sevgide düğümleniyor galiba. Sevgisiz eğitim ol-
muyor, hiçbir şey olmuyor sevgisiz. Politikada da
sevgiyle oluşuyor güzel ürünler. Sevgisiz politika-
cılar da kin ve nefret üretiyor ancak. Yan yana
oturuyorlar ama yabancılar gibi. Gümrük duvannı
aşmakla övünürken yeni duvariar örüyoriar arala-
nnda.
Gümrük duvariarını çoktan aştı sanatçılanmız.
Bu yolda da öncü onlar. Istanbul konserierinden
sonra Brüksel'e gidiyor Idil Biret. Yeni konserter,
yeni CD'ler bekliyor onu. Çağdaş Fransız besteci
Poulenc'ten üç sonatın kayıtlanna yeni sonatlar
ekleyecek. Sonra yine Ankara'ya gelecek, yine
güzel bir gece yaşatacak bize. Yeni bir soluk ve-
recek.
Siyasal orkestrada da böyle çalgıcılar özlüyor
insan.
O özlem de dinecek elbet. Biz dindireceğiz.
Çoksesli yaşamı öğrendiğimiz zaman.
B U L M A C A SEDAT YAŞAYAN
1 2SOLDAN SAĞA:
1/Merceklenn uyu-
mundaki değişik- '
likleri, onlann yü- 2
zeylerindeki yansı-
malarla gözlemeye 3
yarayan aygıt. 2/ 4
Nazar değmesine
karşı tütsü olarak
kullanılan bir bitki.
3/Biri Erzummlu,
diğen Ercişü laka-
bıyla anılan iki halk 8
şairimizin ortak _
adı...Bilinç.4/Çıp- y
lak vücutresmi... Havadaki su
buhan... Bir cetvel türü. 5/
Oyunda cezalı çocuk... Bir
mağazanın yalnız bir tür eşya
satılan bölümü. 61 Sıvas'ın bir
ilçesı... Inleme. II Uygur hü-
kümdarlanna verilen unvan...
Koca. 8/ Yunan mitolojisine
göre uçmayı başaran ilk insan.
9/ Yabanıl incır ağacma ve bu
ağaçlarda döllenmeyi sağla-
yan sineğe venlen ad... Bir
resmi sulandınlmış renklerle boyama ya da gölgeleme bı-
çimı.
YUKARTOAN AŞAĞrYA:
1/ Davranış ve rutumda ileri derecede kontrolsüzlük ve he-
zeyanlaria ortaya çıkan akıl hastahğı. 2/Türkiye'deki Rum-
larla değiştirilerek Yunanistan'dan getırilen Türklere ve-
rilen ad. 3/Çeşit... Gelinlerin oturması için hazırlanmış süs-
lü sedır. 4/Saz şaıri... Akarsu yatağı. 5/Tan ağartısı... Me-
zopotamya'da kurulmuş en büyük siteierden biri. 6/ Krip-
ton elementının simgesi... Nane kokusu. 7/ tspanyollann
sevinç ünlemi... Şaşma belirten bir söz... Islam ülkelerin-
de kullanılan bir tür tahıl ölçüsü. 8/ Püskürtme tabancası.
9/ Organizmanın etkin gücü.