26 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 HAZİRAN1992 PAZARTESİ 12 DIZIYAZI HüseyinAvni, 1938'in pınl pırıl 17 haziran sabahı yapılan aramadan sonra gözaltına alındı HUSEYIN AVNİ DURUGUN BAHRÎYE DAVASININ SANIĞI Bugün cuma, beni ilk kez güneşten ayırdılar — 2 — Nâzını'ın şiirlerim okudukça diğer şaırlerin yazdıklan yavan gelmeye başladı bana. Bu kez de hıkâyeye, ro- mana, çeviriye yöneldim. Ama içimde her gün biraz daha artan bir arzu var: Nâam'ı uzaktan da olsa görmek. Gazetede okudum. Nâzım yargıla- nıyor. "Tamam, dedim, kendi kendime. Sivil giyinir gjderim mahkemeye. Hem Nâam'ı görürüm, hem davayı dinle- rim." O gece uyuyamadım. İçim içime sığ- madı. Duruşma başlamadan önce ad- liye binasının önündeydim. İçeri gir- mek ne mümkün... Dışarda bile yer yok... Güvenlik nedeniyle dışardakile- ri mahkeme önünden uzaklaştırdılar. İçim burkuldu. Kederlendim... Gazetelerden beraat ettiğini öğren- dim, sevindim. Unutulan Adam "Unutulan Adam" Şehir Tiyat- rosu'nda oynanıyormuş. Sanıyorum davası da bu kitabındandı. Tiyatroya zorla iki bilet bulduk, gittik. İkinri bi- letin sahibi bölük komutanım. Kim, biliyor musun? Necdet Uran. Sonra- dan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na kadar yükseldi. İşte o. Biletimizle içeri giremedik. Tiyatro ağzına kadar dolmuş. "Yahu. dedik, biz subayız. Gemimiz sefere çıkacak. Ayakta olsun izleyelim. Tabure filan istediğimiz yok." "Bakın, dediler, görün bekleyenleri. Kapı ardına kadar dayandılar. Ata- cak tek adım yer yok." Gemilcde yaşam tekdüzedir. Yeri- niz. yöreniz sınırlıdır. Herkes birbirini yeterince tanır. Boş zamanlannda ki- min ne yaptığı bellidir. Diyelim ki akşam oldu. Görevin bit- ti. Nöbetçi de değilsen. oyun oynarsın, içersin, ütersin, ütülürsün. kitap okur- sun, sohbet edersin, yıkanır uyursun. Ben okumaya fazla yüklenmiş ola- cağım ki, dikkat çekmişim. Zafer gemisindeyiz. Gemi komuta- nımız Binbaşı Muzaffer Besen. Besen, emirerini yollamış bana. En son oku- duğum kitabı istiyor. Verdim. Kitabm adı: Uyandınlmış Toprak. Yazan: Şo- lohof. Sovyet. Binbaşı Besen, üç gün sonra kitabı emireriyle geri yolladı. Herhangi bir kanı belirtmemış. Yıl 1938. Mesleğimde 7 yılı doldurdum. İşten kaçmam. Görevime düşkü- nüm. "Kaytarma" nedir, bilmem. Astlanmla, arkadaşlanmla, üstlerimle aram iyi. Gemiler yatıü okullara benzer. öz- lemini çektiğin yakınlannın boşluğu- nu arkadaşlar doldurur. Komutan da "baba adam" olursa, eh değme keyfi- ne... Gemide arama 1938 yılırun pınl pınl bir 17 haziran sabahı... Yoklama için üç bölük, geminin kıç güvertesine alındı. Ben, o gün. gemi güvertesi nöbetçi başçavuşuyum. Bö- lük komutanım Yüzbaşı Kemal Az- gun. İvedi bir emirle tüm dolaplarda arama başlatıldı. Eşyalar altüst oldu. Çamaşırlarla demirbaşlann dışında ne varsa zapta geçirildi. Her şey didik di- dik edildi. Rastlantı olacak, benim dolap boş... Ne aradıklan bilinmiyor ama. dolapta ele gelecek bir şey yok. Hal böyle iken Yüzbaşı Kemal Az- gun yüksek sesle bana: -Hüseyin Avni Başçavuş, nöbetini senden sonraki çavuşa devret! Tüm eş- •yalannı topla, lumbar ağzına (giriş- çıkış kapısı) gel! dedi. -Bir yere mı gidiyoruz, komutanım? dedım. -Soru sorma, ne diyorsam onu yap.' dedı. -Başüstüne... Nereye gidiyoruz, bilmiyorum. Ama durum içaçıcı değil. Yanımda bir binbaşı, bir hâkim üs- teğmen, bir de sivil, Zafer gemısinden apar topar aynldık. Bu sivil de neyin nesi? Kimsede ses seda yok. Arkadaş- lanma "hoşça kalın" da diyemedim. Tophane İnzibat Komutanhğı'na teslim edildim. Sorgusuz sualsiz tecrit- haneye attılar beni. Günleri sayıyorum... On, onbeş, yir- mi... Biray. Kimseciklerle görüştürül- mediğim gibi esamem bile okunmu- yor. Karavana getirip götüren erden başkasının ayak seslerini bile duymu- yorum. Kırk, elli gün oldu ses yok. Dibi görünmeyen bir kuyuya atıl- mış taş gibiyim. Ulan ne iştir bu. İsrafıl surunu mu urdu? Savaş esiri miyiz. gemiyi mi sattık? Hayret ki hayret. İki ay doldu... Tecrithanemin kapısı açıldı. -Yürü. gidiyoruz, dediler. -Nereye. demedim. Gideceğimiz yer buradan kötü olamazdı. Erdek'e götürdüler. Burda, torpido botunda kısa bir sü- re kaldıktan sonra Erkin Ana gemisi- ne aktardılar. Burda da ne olup bittiği- ni anlayamadan, -Hadi bakalım gidiyoruz, dediler. -Ne... -Soru yok. dediler, nereye istersek oraya... "Nereye?" sözcüğünün iki hecesi ağzımda kaldı... Silivri açıklannda demirli Yavuz ge- misinin sintinesindeki meşhur 13*üncü bölrrfesıne kapatıldık. Meşhurluğu mu? Domuzundan ge- liyor. Biz bu başbelası gemiyi (1. Dünya Savaşı suçlusu. savaş artığı) Alman- lardan aldık ya. Almanlar domuz eti yedikleri için 13'üncü bölmeyi domuz- lara ayırmışlar. Havasız, berbat bir yer. Zaman belli değil Anlayacağınız domuz ahınndayız artık. Denizin altında. Dünya ileilişki- miz yok. Zaman, saat, gece gündüz belli değil. Beni büyük bir gizlilik içinde oradan oraya dolaştınp duruyorlar. Soru so- ran yok, adımızı anan yok, suçun şu- dur diyen yok. Neyin nesi bu? Intihar etsin ya da aklını oynatsın diye mi ya- pıyorlar bunlan? Yarut bulamıyorum... Böylesi düşüncelerle cebelleşirken buradan da alınıyorum. Yine bir gi- zemle Erkin gemisine götüriilüyorum ve geminin tek kişilik tuvaletlerinden birine tıkılıyonım. Bu tuvaletlerin kapılan yüksek, üst kısımlan plaj kabinlerinde olduğu gibi açık. Bereket bu açıklıklar kapatılma- mış. Belki de kapatmayı akıl edeme- mişjer. Ustümüzde dolaşan nöbetçileri, yu- kandaki aralıklardan görebiliyorum. Ayak seslennı, hatta dozu yüksek ko- nuşmalan duyabiliyorum. fkide bir yukan kayıyor gözlerim... Hücrem hela mela ama, geldiğim domuz evinden on kat iyi. Bir süre sonra aynrruna vanyo- rum... Sağımdaki hela, arkadaşım Nuri Tahir'in... Trafik yoğunlaşıyor. Peşpeşe ayak sesleri... Yukan aralıklara uyarladım gözle- rimi. Bu ayak seslerinin gizini çözmeye çalışıyorum. Sivilleri getiriyorlar. Aralannda ka- dınlar da var. Şimdiye değin hiç gör- mediğim. uzaktan bile tanımadığım insanlar. Tuvaletler doluyor. Gecesi gündüzü yok. Getirdiklerini tıkıyorlar. Bu sivil- lerin ne ışı olur burada? Çözemiyorunı. Yine böylesi bir günün alaca saba- hı... Ayak sesleri hücreme doğru geliyor. "Beni yine mi götürecekler acep?" Denizastsubayı Hüseyin Avni Durugün Zafer gemisinde yapılan aramadan sonra Tophane İnzibat Komutanlığı'nın tecrithanesine atıldı. Orada iki ay kaldıktan sonra, Yavuz gemisinin domuz ahınna, ardından da Erkin gemisinin helalanndan birine tıkıldı. Yanındaki helada Nazım Hikmet kalıyordu. Hüseyin Avni'nin şiirlerine hayran olduğu, bİF kez olsun bile konuşamadığı mavi gözlü dev Nazım. ri uzaklaşıyor. Yukanda. nöbet yerinde bir anda trafık yoğunlaştı. Telaşla gidip gelmeler, kısık konuş- malar, fısıltılar... Getirdikleri kişi. kapı komşum, bir büyük adam, ama kim? Askerse, rüt- besi en azdan albay olmalı, general mi ki? Komşuma duyduğum ilgi bir süre Hüseyin Avni Durugün, Zafer gemisinde görev yaparken. 7 yıflık deniz astsubayı Dunıgün'ûn yatılı okuJa benzettiği Zafer gemisine ilişkin acı, tatlı düşüncesiyle ayağa kalkıyorum. Üstü- mü başımı düzeltiyorum. Gitmek, kal- maktan bin beter biliyorum... Ayak sesleri hücremı geçip, bana bi- tişik helanın önünde duruyor. Sivil tutuklu Gözlerimi yandaki deliğe uyarlıyo- rum... Bir albay, iki silahlı asker, bir sivil... Ortalannda elleri kelepçeli, sanşın; boylu poslu bir adam... Kapı açılıyor. Solumdaki helanın kapısı... Kapı kapanıvor... Ayak sesle- sonraçözüldü... Dalgın düşünüyordum... Yanımdan çatır çutur sesler geldi. Bir rüyadan benillenir gibi oldum. Kulaklanm anten. Anahtar deliğine yasladım. Bu ses Amiral Şükrü Okan"- ın sesi. tanıdım. -Allah Allah, Amiral Şükrü Okan'- ın bu helada işi ne? Ona da mı gözaltı yoksa? Derken sesler netleşti. -Nâam Bey. ne istiyorsun donan- mamızdan? Neden uğraşıyorsun bi- zımle? -Siz Amiral Şükrü Okan'sınız, ya- rulmıyorsam? -Evet, yanılmadınız. Yarulmadınız da. bizden istediğiniz ne? -Aman efendim, kim çıkanyor bu laflan!? Benim sizlerle şimdiye kadar ne bir ilişkim oldu. ne de sürtüşmem... Üstelik maaşınızdan başka bir geliri- nizin olmadığı bizce malum... Donan- manızdan kimseyi de tarumam. -O halde niçin buradasınız? -Onu ben size sormak istiyorum amiralim... Ben neden getirildim bura- ya? Lütfen siz söyleyin suçumun ne olduğunu?.. Sessizlik İki-üç saniye süren bir sessizlik... Helanın kilidinde anahtar döndü. Ayak sesleri uzaklaşırken. aralıktan gözledim, amiralin arkasından giden kalabalık grubun içinden iki kişiyi ta- nıdım: Bunlar, Hâkim Üsteğmen Fah- ri Çoker'le, Hâkim Üsteğmen Halûk Şehsüvaroğlu'ydu. Aman Tannm! Demek kapı kom- şum, babamdan çok sevdiğim Nâzım Hikmet'ti. Görmeyi bunca arzuladı- ğım "Mavi Gözlü Dev" yanıbaşım- daydı! Demek böylesine yüce bir şairi hela- ya kapatacak denli gözleri dönmüş. gözlerini nefret ve kin bürümüştü yu- kanda oturaniann. Benim için onunla bok kokan helayı bölüşmek, bu tezgâhı, bu tuzağı haar- layanlarla altın bölüşmekten bin kat evla idi. Burada bulunmamın özünü, özetini anhyordum... Bir film çevrüiyordu. Konusu belli, kahramanı belli... Günlerdir buraya taşınan kadın-erkek, sivil-resmi kişiler fıgüranlardı. Demek bu fılmin birinci bölümü karada bitmiş, ikinci bölümü denizde; donanmada başlamıştı. Şu anda Nâzım ne düşünüyordu acep? Seslensem duyardı sesimi... -Sen bizleri tanımazsm ama bizler seni çok iyi tanıyoruz baba. Şiirlerin ezberimizde. Şeyhimiz Bedretü'n'i astı- lar ha? Sen tanığısın. Torlak Kemal'e, Börklüce'ye yaktığın ağıdın aası da, inana da yüreğimizde. Bedrettin. baktı kemerlerden dışan. Dışarda güneş var. Yeşermiş avluda bir ağacın dallan ve bir akarsuyla oyulmaktadır taşlar. Bedrettin gülümsedi. Aydınlandı içi gözlerinin, dedi. -Madem ki bu kerre mağlubuz netsek, neylesek zaid. Gayri uzatman sözü. Madem ki fetva bize ait verin ki basak bağnna mührümüzü... StRECEK Türk dış politikasında teıııel öğe: Ulusal güvenlik — 2 — Bulunduğu coğrafi konum ve etra- fındaki güvensizlik çemberi Türklerin kendilerini güvencede hissetmelerini zorlaştırmıştır. Bu durum, Ankara'- nın bölgede istikrann sürekli kılınma- sına niçin son derece önem verdiğini gösterir. 20'nci yüzyılın başlannda Rusya ile Batılı güçler arasındaki Osmanlı top- raklan üzerindeki paylaşım mücadele- si (Boğazlar meselesi) Türkleri, var oluşlannı sürdürmek için kurtuluş sa- vaşını başlatmalanna kadar götür- müştür. Bu tür deneyimler Türklerin, önceliği ulusal güvenlik, toprak bü- tünlüğü ve bölgede banş ve istikrar ilkelerine vermeleri sonucunu doğur- muştur. Almanya ve Rusya gibi güçlü devletler Birinci Dünya Savaşı'nda yı- kılan ekonomilerini yeniden onar- makla meşgulken, Türkiye savaş son- rasında, güvenlik sorununu çözmek için yeni ilişkiler kurmaya yönelmiştir. Önce güvenlik, sonra istikrar Türkiye'nin 1919-1922 yıllan ara- sındaki ve sonralan da (1939'a kadar) devam eden Sovyetler'le iyi ilişkisi. İkinci Dünya Savaşı'yla birlikte bo- zulmuş ve Stalin'in Türkiye'den top- rak talebi Türkiye'yi Batı güvenlik sistemine itmiştir. Türkiye, güvenliğini sağlamaya ça- lışırken bölgede banşa öncelik vermiş- tır. Çünkü güvenlik banşsız sağlana- mazdı. Güvenlik sağlanınca da istik- rara öncelik verilmiştir. Bu nedenle Türkiye'nin Azerbaycan politikasını gözden geçirirken Türk-Sovyet ilişki- lerini ve Türkiye'nin Batı bağlantısını göz önünde bulundurmak gerekecek- tir. 23 Temmuz 192i'te Lausanne Ant- laşması'nın imzalanması ile Türkiye Cumhuriyeti Batılı güçler tarafından da tanınmış oldu (ABD 1927'de tanı- mışur). M. Kemal. bir ideolojik seçim yaparak, Türkiye'nin Batı ile olan iliş- kilerinin gelişmesini arzu etmiştir. Bu arada Ankara, Moskova ile olan iliş- kilerine de çok önem veriyor, Mos- kova'yı Batı ile yakın ilişkilerden dola- yı tedirgjn etmekten kaçınıyordu. Musul'un 'Uluslar Topluluğu'nda İn- giltere tarafından Irak'a verilmesi (Aralık 1925) Ankara 'yı Moskova'ya daha da yaklaştırdı. Musul'un kaybı- nın akabinde Ankara ve Moskova 17 Arahk 1925'te bir Tarafsızlık ve Sal- dırmazlık Anlaşması imzalamışlardır. Türkiye, Uluslar Topluluğu'nun üyesi değildi. Rusya ise topluluğun kurulu- şunu kendisine karşı düşmanca bir hareket olarak nitelendirmiş ve karşı Türk-Soyyet ilişkilerinde iyileşme de- vam etmiştir. Fakat Moskova ile olan iyi ilişkiler Ankara hükümetinin 1925'te komünist hareketleri yasa dışı ilan ederek ideolojik eğilimini göster- mesini engellemedi (İtalyan Ceza Hukuku 1 Mart 1926'da Türk ceza hukukuna gırdi. 11 Haziran 1936'da gözden geçirildi. Türk Ceza Kanunu, sınıf temeline dayalı örgütleri yasakla- yan maddeler içeriyordu). Türkiye, bağımsızlık savaşından sonra ilk defa' Moskova'nın yardımıy- la Mart 1929'da Cenova'da uluslara- rası silahsızlanma konferansına katıl- dı. Komünist hareketlere karşı ikinci sindirme hareketi de, yine aynı döne- me, Haziran 1929'a tarihleniyor. Bu tür bastırma girişimleri yalnızca ko- münistleri hedeflemiyordu. Örneğin, Türk Ocaklan, Cumhuriyet Halk Par- D o ğ u - B a t ı î l i ş k i l e r i I ş ı ğ ı n d a TÜRKİYE'NİN ^ _ ^ AZERBAYCAN POLITIKASI E M İ N G Ü R S E S olarak -savunma hariç- kullanılmasını kınayarak reddetti. 1930-1939 dönemi bir çözülme dönemini ifade etmekte- dir. Birinci Dünya Savaşı sonunda çözülemeyen sorunlar. büyük devlet- lerin ekonomilerini venıden düzeltme çabalannda su yüzüne çıkmıştır. Tür- kiye'nin kuzey komşusu Sovyetler. bu dönem içinde sanayıde önemli bir hamle yaptı ve büyük bir askeri güç T ürkiye'nin 1919-1922 yıllan arasındaki ve sonralan da (1939'a kadar) devam eden Sovyetler'le iyi ilişkisi, 2. Dünya Savaşı'nda bozulmuş ve Stalin'in Türkiye'den toprak talebi Ankara'yı Batı güvenlik sistemine itmiştir. Türkiye'nin Azerbaycan politikasını ele ahrken Türk-Sovyet ilişkilerini ve Türkiye'nin Batı bağlantısını göz önünde bulundurmak gerekiyor. çıkmışu. İngiltere, Musul konusunda böyle bir karan kabul ettirmekte zor- luk çekmedi. Doğuda Kürt ayaklan- masından sonra. Türkiye İngiltere'yle, Musul'u Irak'ın bir parçası olarak ka- bul eden anlaşmayı 5 Haziran 1926'da imzaladı. Locarno Dönemi 1925'te başlayan Locarno Dönemi Avrupa'da istikrann arttığı bir dö- nemdır. Rusya bu arada çok zor bir yeniden yapılanma döneminden geç- mektedir. 1919-1939 döneminde tisi'ne karşı bir tehdit odağı oluşturdu- ğu için kapatıldı. Türk Ocaklan'nın aşın milliyetçi pantürkist cğilimı Mos- kova'yı da rahatsızediyordu. Ocaklar, 10 Kasım 1931"de kapatıldı ve yerine, amacı CHP'nin laik-milliyetçi ideolo- jisini halk arasına yaymak olan Halk Evleri kuruldu. Sovyetler Birliği kendi yaralannı sarma döneminde, dışandan gelebile- cek herhangi bir müdahaleye karşı zayıf bir durumdaydı. Kellog-Briand Paktı ilan cdildiği zaman (8 Eylül 1928) Moskova ilk imzalayan ülke ol- du ve savaşı bir ulusal politıka aleti haline geldi. Büyük devletler arasında askeri alanda bir yanş vardı. 1929 ekonomik buhranı, 1930-1932 arasında etkisini şiddetle hissettirdi. Nazi Almanyası, 1919 Versailles Anlaşmasının silah- sızlanma maddesini 16 Mart 1935'te tanımadığım açıklayınca Avrupa'yı bir Almanya korkusu sardı. Fransa, Sovyetler Birliği ile 2 Mayıs 1935'tc kışkırtılmış bir saldın karşısında karşı- lıklı yardım yapılmasını öngören bir anlaşma imzaladı. Amaç Almanya'yı dızginlcmekti. İngiltere ise Almanya ile 18 Haziran 1935'te denlzlerdc işbir- liğini öngören bir anlaşma imzaladı. Avrupa hızla tehlikeli bir bölge olma- ya doğru giderken Mussoüni liderli- ğindeki İtalya Habeşistan'nı işgal etti. Türkiye bu dönemde, Lausanne Antlaşması'na imza koyan taraflara 11 Haziran 1936' da bir çağn yaparak boğazlann istihkamı için izin istedi. Çağnnın zamanlaması iyiydi. Boğaz- lar konusundaki Montreux sözleşmesi (İtalya dışında) 20 Temmuz 1936'da imzalandı ve böylece Türkiye'nin bo- ğazlar üzerindeki otoritesi iade edildi. Akdeniz'de ve büyük güçler arasın- da tansiyonun yükselmesi. Moskova'- yı güney sınırlanndan gelebilecek bir saldın konusunda çok hassas bir du- ruma getirdiği için Sovyetler, Tür- kiye'nin boğazlar konusundaki isteği- ne tam bir destek verdi. Türkiye, Uluslar Topluluğu'na katılmak istedi- ği zaman da Moskova'nın tam deste- ğini gördü ve böylece Türkiye 12 Ağustos 1932'de üyeliğe kabul edildi. Sovyetler ise topluluğa 1934'te katıldı. 21 Ocak 1934 yılında Moskova ile Ankara'da 8 mılyon dolarlık bir kredı protokolü imzalandı. 7 Kasım 1935- te, 1925 yılında imzalanan Dostluk ve Tarafsızlık Anlaşması 10 yıl süre için yeniden uzatıldı. Bu anlaşmayla An- kara-Moskova ilişkılen çok iyi bir düzeye ulaştı. POLTTIKA VE ÖTESI MEHMED KEMAL Rûşvet de Kalkap Osmanlıda rüşvet olağandır, halk arasında birçok öykü- ler anlatılır. Rüşvet nasıl alınır, nasıl verilir, söyler durur- lar. Osmanlı sadrazamlarından biri Istanbul'da geçineme- yen damadını doğu illerinden birine vali yapmış. Damadı, atadığı ile gönderirken "Hiç durma bina yap!" diye öğütle- miş. Vali bina yaparmış, ama gene bir türlü geçinemez, kayınpederine yakınırmış. Kayınpeder de, "Bina yap!" dermiş. "Bina yapıyorum, ama geçinemiyorum." Sonunda merkeze çağırmış, nasıl vurgun vurulacağını öğretmiş... Osmanlıda böylesine geçerliymiş rüşvet.. Osmanlı şairleri hem rüşvetçinin karşısında olurlar, hem rüşvet alırlarmış. Biri şöyle diyor: 'Rüşvet yoğ idi anda zeman ol zeman imiş.' Bir rüşvet olayı anlatıldığında tarihçi, "Padişah, leb- beste-i hayret oldu" der. Yani 'şaşırıp dudağını ısırdı' de- mek ister. Bizimkilerin Osmanlı'dan bu yana aldığı parayla nasıl geçindiğine şaşılır. Denir ki, aldığıyla geçinemez. öyleyse nasıl geçinir? Demek bunun bir yolu yöntemi var. Padişa- hın boş yere şaşırmaması gerekir. Eski yönetimler, rüşvetle savaşılacağını söylerlerdi. An- cak 12 Eylül generalleri ki rüşvetle başedilemeyeceğini, "alanın memnun, verenin memnun" olduğunu söyleyerek rüşveti yasallaştırdılar. Rüşvetle başedilemeyeceğini de gerekçe olarak önesürdüler. 12 Eylül kahramanları rüşve- ti ve bir idamı doğal karşıladılar. Rüşvet için önünün alına- mayacağmı söylediler, idam için de 'asmayacak da besle- yecek miyiz' dediler. Adliyelerin birinden bir ilam sureti' alacak olan kızım gidiyor, geliyor, mübaşirden bir türlü ilam suretini alamı- yordu. Neredeyse ağlamaklı olmuştu. Bana, 'mübaşiri kime şikâyet etmesi gerektiğini' sorup duruyordu. "Eline birkaç kuruş rutuştur." "Yapamam. Ya beni rüşvet veriyor diye tutuklatrsa?" Ahşkanlığı yoktu, beceremiyordu. "Hele bir dene" dedim. Sonunda denedi, 20 bin liraya 'ilam suretini' aldı. "Ne kadar da kolaymış..." diye gözleri parlıyordu. Eh, en tepede oturanlar, alanla veren arasında' derse 'anda ze- man ol zeman' olur. llhan Selçuk'un "Memur Niçin Kan Ağlıyor" başlıklı ya- zısını okuduğum zaman bunlan anımsadım. Koalisyon hükümeti tepeden tırnağa demokrat kesildi. Her şeyin çö- zümünü demokrasinin gelişiminde buluyor. Eğer bir de- mokrasi yerleşirse rüşvet de, yolsuzluk da ortadan kalka- cak... Demokrasinin önü açılır, tıkanan yollarından engel- ler kalkarsa çok şey düzelir. Şuncacık demokrasiyle olsun çok şeyler yapılmıyor mu? Kırk yılın Demirel'i bile her şe- yin başının demokrasi olduğunu söylemiyor mu? Hani demokrasiyi elbirliği ile bir kurabilsek, yüzde 80'e varan enflasyon canavarını bile bir çırpıda yere sereceğiz. Rüş- vet, yolsuzluk püf edince çekilip gidecek... Devlet kapısın- da boşuna beklemeyeceğiz... Başvurduğumuzda, ilgililer "Bugün git, yarın gel" demeyecekler. "Buyurun efendim, ne istiyorsunuz?" diye gülücükler saçacaklar... Ne olsa gene de demokrasinin bir erdemi var. öteki de- mokrasileri elli yıl, yüz yıl geriden izlesek bile değerini gene de biliyoruz. Iş, gözümüzün bebeği 'didar-ı demok- rasi yi bir yaşama geçirebilsek, şu dağın ardına bir tırma- nabilsek!.. ötesi kolay!.. BULMACA SOLDAN SAGA: 1/ Mizah. 2/ Bir sa- yı... "Sayı farkı" an- lamında kullanılan spor terimi. 3/ Fir- devsi'nin "Şehname" adlı ya- pıtında büyük bir yer tutan İran mito- lojisinin ulusal kah- ramanı... Bir nota. 4/ Bromun simge- si... Edebiyatta etki- yi çoğaltmak için bir şeyin tersini söyleye- rek alay etme. 5/ ttalya'da bir kent... Kimliği belirlenemeyen uzay cisimle- rine verilen ad. 6/ Su akan musluk- suz boru... Buyurucu. 7/ Gözleri görmeyen... El dokuması yünden ya- pılmış üst giyeceği. 8/ Evlerde oda kapılarının açıldığı genişçe yer... Oy. 9/ Üç kath bir balık ağı. YUKARIDAN AŞAGlYA: 1/ Türkiye ile İran arasındaki sınır kapısı. 2/ Deniz ticaretinde, masraf çıktıktan sonra kazancın sermaye ve tayfa arasında bölüştürülmesi. 3/ Tekke edebiyatı şiir türlerin- den biri. 4/ Gündüz yapılan sinema ya da tiyatro gösterisi... Trab- zon'un bir ilçesi. 5/ Üç ya da dört yaşına kadar olan dişi man- da... Kanşık renkli. 6/ Kemal Bilbaşar'ın tanınmış bir romanı... Su. 7/ Rütbesiz asker... Hile, düzen. 8/ Yurdumuzda kurulmuş yirmi bir köy enstitüsünden biri. 9/ Tırnak boyası... Hindistan'da yaklaşık 20 milyon kişi tarafından konuşulan Hint-Ari dili. MEHMET ALİ ÇETEV 1953-1990 Gerçek ve güzellık öyle kalsın ki Kalabalıkçı varol kurtuluş salvolannda EşiELİFÇETtN Çocuklan MEHMET TAMER, PINARÇETİN. MEHMET ALİ ÇETİN 1953-1990 Güzel insan, can dostumuz anısı önünde saygıyla eğiliyoruz. Arkadaşlan adına ASIM TAMER ENSAN SICAGI Erdal Atabek 5. bası 10.000 lira (KDV içinde) Çağdaş Yaymlan Turkocağı Cad. 39-41 Cağaioğlu-lstanbul Ödemeli gönderilmez.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle