Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 8 HAZİRAN1992 PAZARTESİ
12 DIZIYAZI
HüseyinAvni, 1938'in pınl pırıl 17 haziran sabahı yapılan aramadan sonra gözaltına alındı
HUSEYIN AVNİ DURUGUN
BAHRÎYE DAVASININ
SANIĞI
Bugün cuma, beni ilk
kez güneşten ayırdılar
— 2 —
Nâzını'ın şiirlerim okudukça diğer
şaırlerin yazdıklan yavan gelmeye
başladı bana. Bu kez de hıkâyeye, ro-
mana, çeviriye yöneldim. Ama içimde
her gün biraz daha artan bir arzu var:
Nâam'ı uzaktan da olsa görmek.
Gazetede okudum. Nâzım yargıla-
nıyor.
"Tamam, dedim, kendi kendime.
Sivil giyinir gjderim mahkemeye. Hem
Nâam'ı görürüm, hem davayı dinle-
rim."
O gece uyuyamadım. İçim içime sığ-
madı. Duruşma başlamadan önce ad-
liye binasının önündeydim. İçeri gir-
mek ne mümkün... Dışarda bile yer
yok... Güvenlik nedeniyle dışardakile-
ri mahkeme önünden uzaklaştırdılar.
İçim burkuldu. Kederlendim...
Gazetelerden beraat ettiğini öğren-
dim, sevindim.
Unutulan Adam
"Unutulan Adam" Şehir Tiyat-
rosu'nda oynanıyormuş. Sanıyorum
davası da bu kitabındandı. Tiyatroya
zorla iki bilet bulduk, gittik. İkinri bi-
letin sahibi bölük komutanım. Kim,
biliyor musun? Necdet Uran. Sonra-
dan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na
kadar yükseldi. İşte o.
Biletimizle içeri giremedik. Tiyatro
ağzına kadar dolmuş. "Yahu. dedik,
biz subayız. Gemimiz sefere çıkacak.
Ayakta olsun izleyelim. Tabure filan
istediğimiz yok."
"Bakın, dediler, görün bekleyenleri.
Kapı ardına kadar dayandılar. Ata-
cak tek adım yer yok."
Gemilcde yaşam tekdüzedir. Yeri-
niz. yöreniz sınırlıdır. Herkes birbirini
yeterince tanır. Boş zamanlannda ki-
min ne yaptığı bellidir.
Diyelim ki akşam oldu. Görevin bit-
ti. Nöbetçi de değilsen. oyun oynarsın,
içersin, ütersin, ütülürsün. kitap okur-
sun, sohbet edersin, yıkanır uyursun.
Ben okumaya fazla yüklenmiş ola-
cağım ki, dikkat çekmişim.
Zafer gemisindeyiz. Gemi komuta-
nımız Binbaşı Muzaffer Besen. Besen,
emirerini yollamış bana. En son oku-
duğum kitabı istiyor. Verdim. Kitabm
adı: Uyandınlmış Toprak. Yazan: Şo-
lohof. Sovyet.
Binbaşı Besen, üç gün sonra kitabı
emireriyle geri yolladı. Herhangi bir
kanı belirtmemış.
Yıl 1938.
Mesleğimde 7 yılı doldurdum.
İşten kaçmam. Görevime düşkü-
nüm. "Kaytarma" nedir, bilmem.
Astlanmla, arkadaşlanmla, üstlerimle
aram iyi.
Gemiler yatıü okullara benzer. öz-
lemini çektiğin yakınlannın boşluğu-
nu arkadaşlar doldurur. Komutan da
"baba adam" olursa, eh değme keyfi-
ne...
Gemide arama
1938 yılırun pınl pınl bir 17 haziran
sabahı...
Yoklama için üç bölük, geminin kıç
güvertesine alındı. Ben, o gün. gemi
güvertesi nöbetçi başçavuşuyum. Bö-
lük komutanım Yüzbaşı Kemal Az-
gun. İvedi bir emirle tüm dolaplarda
arama başlatıldı. Eşyalar altüst oldu.
Çamaşırlarla demirbaşlann dışında ne
varsa zapta geçirildi. Her şey didik di-
dik edildi.
Rastlantı olacak, benim dolap boş...
Ne aradıklan bilinmiyor ama. dolapta
ele gelecek bir şey yok.
Hal böyle iken Yüzbaşı Kemal Az-
gun yüksek sesle bana:
-Hüseyin Avni Başçavuş, nöbetini
senden sonraki çavuşa devret! Tüm eş-
•yalannı topla, lumbar ağzına (giriş-
çıkış kapısı) gel! dedi.
-Bir yere mı gidiyoruz, komutanım?
dedım.
-Soru sorma, ne diyorsam onu yap.'
dedı.
-Başüstüne...
Nereye gidiyoruz, bilmiyorum.
Ama durum içaçıcı değil.
Yanımda bir binbaşı, bir hâkim üs-
teğmen, bir de sivil, Zafer gemısinden
apar topar aynldık. Bu sivil de neyin
nesi? Kimsede ses seda yok. Arkadaş-
lanma "hoşça kalın" da diyemedim.
Tophane İnzibat Komutanhğı'na
teslim edildim. Sorgusuz sualsiz tecrit-
haneye attılar beni.
Günleri sayıyorum... On, onbeş, yir-
mi... Biray. Kimseciklerle görüştürül-
mediğim gibi esamem bile okunmu-
yor. Karavana getirip götüren erden
başkasının ayak seslerini bile duymu-
yorum.
Kırk, elli gün oldu ses yok.
Dibi görünmeyen bir kuyuya atıl-
mış taş gibiyim.
Ulan ne iştir bu. İsrafıl surunu mu
urdu?
Savaş esiri miyiz. gemiyi mi sattık?
Hayret ki hayret.
İki ay doldu...
Tecrithanemin kapısı açıldı.
-Yürü. gidiyoruz, dediler.
-Nereye. demedim. Gideceğimiz yer
buradan kötü olamazdı.
Erdek'e götürdüler.
Burda, torpido botunda kısa bir sü-
re kaldıktan sonra Erkin Ana gemisi-
ne aktardılar. Burda da ne olup bittiği-
ni anlayamadan,
-Hadi bakalım gidiyoruz, dediler.
-Ne...
-Soru yok. dediler, nereye istersek
oraya...
"Nereye?" sözcüğünün iki hecesi
ağzımda kaldı...
Silivri açıklannda demirli Yavuz ge-
misinin sintinesindeki meşhur 13*üncü
bölrrfesıne kapatıldık.
Meşhurluğu mu? Domuzundan ge-
liyor.
Biz bu başbelası gemiyi (1. Dünya
Savaşı suçlusu. savaş artığı) Alman-
lardan aldık ya. Almanlar domuz eti
yedikleri için 13'üncü bölmeyi domuz-
lara ayırmışlar. Havasız, berbat bir
yer.
Zaman belli değil
Anlayacağınız domuz ahınndayız
artık. Denizin altında. Dünya ileilişki-
miz yok. Zaman, saat, gece gündüz
belli değil.
Beni büyük bir gizlilik içinde oradan
oraya dolaştınp duruyorlar. Soru so-
ran yok, adımızı anan yok, suçun şu-
dur diyen yok. Neyin nesi bu? Intihar
etsin ya da aklını oynatsın diye mi ya-
pıyorlar bunlan?
Yarut bulamıyorum...
Böylesi düşüncelerle cebelleşirken
buradan da alınıyorum. Yine bir gi-
zemle Erkin gemisine götüriilüyorum
ve geminin tek kişilik tuvaletlerinden
birine tıkılıyonım.
Bu tuvaletlerin kapılan yüksek, üst
kısımlan plaj kabinlerinde olduğu gibi
açık. Bereket bu açıklıklar kapatılma-
mış. Belki de kapatmayı akıl edeme-
mişjer.
Ustümüzde dolaşan nöbetçileri, yu-
kandaki aralıklardan görebiliyorum.
Ayak seslennı, hatta dozu yüksek ko-
nuşmalan duyabiliyorum.
fkide bir yukan kayıyor gözlerim...
Hücrem hela mela ama, geldiğim
domuz evinden on kat iyi.
Bir süre sonra aynrruna vanyo-
rum...
Sağımdaki hela, arkadaşım Nuri
Tahir'in...
Trafik yoğunlaşıyor.
Peşpeşe ayak sesleri...
Yukan aralıklara uyarladım gözle-
rimi. Bu ayak seslerinin gizini çözmeye
çalışıyorum.
Sivilleri getiriyorlar. Aralannda ka-
dınlar da var. Şimdiye değin hiç gör-
mediğim. uzaktan bile tanımadığım
insanlar.
Tuvaletler doluyor. Gecesi gündüzü
yok. Getirdiklerini tıkıyorlar. Bu sivil-
lerin ne ışı olur burada?
Çözemiyorunı.
Yine böylesi bir günün alaca saba-
hı...
Ayak sesleri hücreme doğru geliyor.
"Beni yine mi götürecekler acep?"
Denizastsubayı Hüseyin Avni Durugün Zafer
gemisinde yapılan aramadan sonra Tophane İnzibat
Komutanlığı'nın tecrithanesine atıldı. Orada iki ay
kaldıktan sonra, Yavuz gemisinin domuz ahınna,
ardından da Erkin gemisinin helalanndan birine
tıkıldı. Yanındaki helada Nazım Hikmet kalıyordu.
Hüseyin Avni'nin şiirlerine hayran olduğu, bİF kez
olsun bile konuşamadığı mavi gözlü dev Nazım.
ri uzaklaşıyor.
Yukanda. nöbet yerinde bir anda
trafık yoğunlaştı.
Telaşla gidip gelmeler, kısık konuş-
malar, fısıltılar...
Getirdikleri kişi. kapı komşum, bir
büyük adam, ama kim? Askerse, rüt-
besi en azdan albay olmalı, general mi
ki?
Komşuma duyduğum ilgi bir süre
Hüseyin Avni
Durugün,
Zafer
gemisinde
görev
yaparken. 7
yıflık deniz
astsubayı
Dunıgün'ûn
yatılı okuJa
benzettiği
Zafer
gemisine
ilişkin acı, tatlı
düşüncesiyle ayağa kalkıyorum. Üstü-
mü başımı düzeltiyorum. Gitmek, kal-
maktan bin beter biliyorum...
Ayak sesleri hücremı geçip, bana bi-
tişik helanın önünde duruyor.
Sivil tutuklu
Gözlerimi yandaki deliğe uyarlıyo-
rum...
Bir albay, iki silahlı asker, bir sivil...
Ortalannda elleri kelepçeli, sanşın;
boylu poslu bir adam...
Kapı açılıyor. Solumdaki helanın
kapısı... Kapı kapanıvor... Ayak sesle-
sonraçözüldü...
Dalgın düşünüyordum...
Yanımdan çatır çutur sesler geldi.
Bir rüyadan benillenir gibi oldum.
Kulaklanm anten. Anahtar deliğine
yasladım. Bu ses Amiral Şükrü Okan"-
ın sesi. tanıdım.
-Allah Allah, Amiral Şükrü Okan'-
ın bu helada işi ne? Ona da mı gözaltı
yoksa?
Derken sesler netleşti.
-Nâam Bey. ne istiyorsun donan-
mamızdan? Neden uğraşıyorsun bi-
zımle?
-Siz Amiral Şükrü Okan'sınız, ya-
rulmıyorsam?
-Evet, yanılmadınız. Yarulmadınız
da. bizden istediğiniz ne?
-Aman efendim, kim çıkanyor bu
laflan!? Benim sizlerle şimdiye kadar
ne bir ilişkim oldu. ne de sürtüşmem...
Üstelik maaşınızdan başka bir geliri-
nizin olmadığı bizce malum... Donan-
manızdan kimseyi de tarumam.
-O halde niçin buradasınız?
-Onu ben size sormak istiyorum
amiralim... Ben neden getirildim bura-
ya? Lütfen siz söyleyin suçumun ne
olduğunu?..
Sessizlik
İki-üç saniye süren bir sessizlik...
Helanın kilidinde anahtar döndü.
Ayak sesleri uzaklaşırken. aralıktan
gözledim, amiralin arkasından giden
kalabalık grubun içinden iki kişiyi ta-
nıdım: Bunlar, Hâkim Üsteğmen Fah-
ri Çoker'le, Hâkim Üsteğmen Halûk
Şehsüvaroğlu'ydu.
Aman Tannm! Demek kapı kom-
şum, babamdan çok sevdiğim Nâzım
Hikmet'ti. Görmeyi bunca arzuladı-
ğım "Mavi Gözlü Dev" yanıbaşım-
daydı!
Demek böylesine yüce bir şairi hela-
ya kapatacak denli gözleri dönmüş.
gözlerini nefret ve kin bürümüştü yu-
kanda oturaniann.
Benim için onunla bok kokan helayı
bölüşmek, bu tezgâhı, bu tuzağı haar-
layanlarla altın bölüşmekten bin kat
evla idi.
Burada bulunmamın özünü, özetini
anhyordum...
Bir film çevrüiyordu. Konusu belli,
kahramanı belli... Günlerdir buraya
taşınan kadın-erkek, sivil-resmi kişiler
fıgüranlardı. Demek bu fılmin birinci
bölümü karada bitmiş, ikinci bölümü
denizde; donanmada başlamıştı.
Şu anda Nâzım ne düşünüyordu
acep?
Seslensem duyardı sesimi...
-Sen bizleri tanımazsm ama bizler
seni çok iyi tanıyoruz baba. Şiirlerin
ezberimizde. Şeyhimiz Bedretü'n'i astı-
lar ha? Sen tanığısın. Torlak Kemal'e,
Börklüce'ye yaktığın ağıdın aası da,
inana da yüreğimizde.
Bedrettin.
baktı kemerlerden dışan.
Dışarda güneş var.
Yeşermiş avluda bir ağacın dallan
ve bir akarsuyla oyulmaktadır taşlar.
Bedrettin gülümsedi.
Aydınlandı içi gözlerinin,
dedi.
-Madem ki bu kerre mağlubuz
netsek, neylesek zaid.
Gayri uzatman sözü.
Madem ki fetva bize ait
verin ki basak bağnna mührümüzü...
StRECEK
Türk dış politikasında teıııel öğe: Ulusal güvenlik
— 2 —
Bulunduğu coğrafi konum ve etra-
fındaki güvensizlik çemberi Türklerin
kendilerini güvencede hissetmelerini
zorlaştırmıştır. Bu durum, Ankara'-
nın bölgede istikrann sürekli kılınma-
sına niçin son derece önem verdiğini
gösterir.
20'nci yüzyılın başlannda Rusya ile
Batılı güçler arasındaki Osmanlı top-
raklan üzerindeki paylaşım mücadele-
si (Boğazlar meselesi) Türkleri, var
oluşlannı sürdürmek için kurtuluş sa-
vaşını başlatmalanna kadar götür-
müştür. Bu tür deneyimler Türklerin,
önceliği ulusal güvenlik, toprak bü-
tünlüğü ve bölgede banş ve istikrar
ilkelerine vermeleri sonucunu doğur-
muştur. Almanya ve Rusya gibi güçlü
devletler Birinci Dünya Savaşı'nda yı-
kılan ekonomilerini yeniden onar-
makla meşgulken, Türkiye savaş son-
rasında, güvenlik sorununu çözmek
için yeni ilişkiler kurmaya yönelmiştir.
Önce güvenlik, sonra istikrar
Türkiye'nin 1919-1922 yıllan ara-
sındaki ve sonralan da (1939'a kadar)
devam eden Sovyetler'le iyi ilişkisi.
İkinci Dünya Savaşı'yla birlikte bo-
zulmuş ve Stalin'in Türkiye'den top-
rak talebi Türkiye'yi Batı güvenlik
sistemine itmiştir.
Türkiye, güvenliğini sağlamaya ça-
lışırken bölgede banşa öncelik vermiş-
tır. Çünkü güvenlik banşsız sağlana-
mazdı. Güvenlik sağlanınca da istik-
rara öncelik verilmiştir. Bu nedenle
Türkiye'nin Azerbaycan politikasını
gözden geçirirken Türk-Sovyet ilişki-
lerini ve Türkiye'nin Batı bağlantısını
göz önünde bulundurmak gerekecek-
tir.
23 Temmuz 192i'te Lausanne Ant-
laşması'nın imzalanması ile Türkiye
Cumhuriyeti Batılı güçler tarafından
da tanınmış oldu (ABD 1927'de tanı-
mışur). M. Kemal. bir ideolojik seçim
yaparak, Türkiye'nin Batı ile olan iliş-
kilerinin gelişmesini arzu etmiştir. Bu
arada Ankara, Moskova ile olan iliş-
kilerine de çok önem veriyor, Mos-
kova'yı Batı ile yakın ilişkilerden dola-
yı tedirgjn etmekten kaçınıyordu.
Musul'un 'Uluslar Topluluğu'nda İn-
giltere tarafından Irak'a verilmesi
(Aralık 1925) Ankara 'yı Moskova'ya
daha da yaklaştırdı. Musul'un kaybı-
nın akabinde Ankara ve Moskova 17
Arahk 1925'te bir Tarafsızlık ve Sal-
dırmazlık Anlaşması imzalamışlardır.
Türkiye, Uluslar Topluluğu'nun üyesi
değildi. Rusya ise topluluğun kurulu-
şunu kendisine karşı düşmanca bir
hareket olarak nitelendirmiş ve karşı
Türk-Soyyet ilişkilerinde iyileşme de-
vam etmiştir. Fakat Moskova ile olan
iyi ilişkiler Ankara hükümetinin
1925'te komünist hareketleri yasa dışı
ilan ederek ideolojik eğilimini göster-
mesini engellemedi (İtalyan Ceza
Hukuku 1 Mart 1926'da Türk ceza
hukukuna gırdi. 11 Haziran 1936'da
gözden geçirildi. Türk Ceza Kanunu,
sınıf temeline dayalı örgütleri yasakla-
yan maddeler içeriyordu).
Türkiye, bağımsızlık savaşından
sonra ilk defa' Moskova'nın yardımıy-
la Mart 1929'da Cenova'da uluslara-
rası silahsızlanma konferansına katıl-
dı. Komünist hareketlere karşı ikinci
sindirme hareketi de, yine aynı döne-
me, Haziran 1929'a tarihleniyor. Bu
tür bastırma girişimleri yalnızca ko-
münistleri hedeflemiyordu. Örneğin,
Türk Ocaklan, Cumhuriyet Halk Par-
D o ğ u - B a t ı î l i ş k i l e r i I ş ı ğ ı n d a
TÜRKİYE'NİN ^ _ ^
AZERBAYCAN POLITIKASI
E M İ N G Ü R S E S
olarak -savunma hariç- kullanılmasını
kınayarak reddetti. 1930-1939 dönemi
bir çözülme dönemini ifade etmekte-
dir. Birinci Dünya Savaşı sonunda
çözülemeyen sorunlar. büyük devlet-
lerin ekonomilerini venıden düzeltme
çabalannda su yüzüne çıkmıştır. Tür-
kiye'nin kuzey komşusu Sovyetler. bu
dönem içinde sanayıde önemli bir
hamle yaptı ve büyük bir askeri güç
T ürkiye'nin 1919-1922 yıllan arasındaki ve sonralan da (1939'a kadar) devam eden
Sovyetler'le iyi ilişkisi, 2. Dünya Savaşı'nda bozulmuş ve Stalin'in Türkiye'den toprak talebi
Ankara'yı Batı güvenlik sistemine itmiştir. Türkiye'nin Azerbaycan politikasını ele ahrken
Türk-Sovyet ilişkilerini ve Türkiye'nin Batı bağlantısını göz önünde bulundurmak gerekiyor.
çıkmışu. İngiltere, Musul konusunda
böyle bir karan kabul ettirmekte zor-
luk çekmedi. Doğuda Kürt ayaklan-
masından sonra. Türkiye İngiltere'yle,
Musul'u Irak'ın bir parçası olarak ka-
bul eden anlaşmayı 5 Haziran 1926'da
imzaladı.
Locarno Dönemi
1925'te başlayan Locarno Dönemi
Avrupa'da istikrann arttığı bir dö-
nemdır. Rusya bu arada çok zor bir
yeniden yapılanma döneminden geç-
mektedir. 1919-1939 döneminde
tisi'ne karşı bir tehdit odağı oluşturdu-
ğu için kapatıldı. Türk Ocaklan'nın
aşın milliyetçi pantürkist cğilimı Mos-
kova'yı da rahatsızediyordu. Ocaklar,
10 Kasım 1931"de kapatıldı ve yerine,
amacı CHP'nin laik-milliyetçi ideolo-
jisini halk arasına yaymak olan Halk
Evleri kuruldu.
Sovyetler Birliği kendi yaralannı
sarma döneminde, dışandan gelebile-
cek herhangi bir müdahaleye karşı
zayıf bir durumdaydı. Kellog-Briand
Paktı ilan cdildiği zaman (8 Eylül
1928) Moskova ilk imzalayan ülke ol-
du ve savaşı bir ulusal politıka aleti
haline geldi.
Büyük devletler arasında askeri
alanda bir yanş vardı. 1929 ekonomik
buhranı, 1930-1932 arasında etkisini
şiddetle hissettirdi. Nazi Almanyası,
1919 Versailles Anlaşmasının silah-
sızlanma maddesini 16 Mart 1935'te
tanımadığım açıklayınca Avrupa'yı
bir Almanya korkusu sardı. Fransa,
Sovyetler Birliği ile 2 Mayıs 1935'tc
kışkırtılmış bir saldın karşısında karşı-
lıklı yardım yapılmasını öngören bir
anlaşma imzaladı. Amaç Almanya'yı
dızginlcmekti. İngiltere ise Almanya
ile 18 Haziran 1935'te denlzlerdc işbir-
liğini öngören bir anlaşma imzaladı.
Avrupa hızla tehlikeli bir bölge olma-
ya doğru giderken Mussoüni liderli-
ğindeki İtalya Habeşistan'nı işgal etti.
Türkiye bu dönemde, Lausanne
Antlaşması'na imza koyan taraflara
11 Haziran 1936' da bir çağn yaparak
boğazlann istihkamı için izin istedi.
Çağnnın zamanlaması iyiydi. Boğaz-
lar konusundaki Montreux sözleşmesi
(İtalya dışında) 20 Temmuz 1936'da
imzalandı ve böylece Türkiye'nin bo-
ğazlar üzerindeki otoritesi iade edildi.
Akdeniz'de ve büyük güçler arasın-
da tansiyonun yükselmesi. Moskova'-
yı güney sınırlanndan gelebilecek bir
saldın konusunda çok hassas bir du-
ruma getirdiği için Sovyetler, Tür-
kiye'nin boğazlar konusundaki isteği-
ne tam bir destek verdi. Türkiye,
Uluslar Topluluğu'na katılmak istedi-
ği zaman da Moskova'nın tam deste-
ğini gördü ve böylece Türkiye 12
Ağustos 1932'de üyeliğe kabul edildi.
Sovyetler ise topluluğa 1934'te katıldı.
21 Ocak 1934 yılında Moskova ile
Ankara'da 8 mılyon dolarlık bir kredı
protokolü imzalandı. 7 Kasım 1935-
te, 1925 yılında imzalanan Dostluk ve
Tarafsızlık Anlaşması 10 yıl süre için
yeniden uzatıldı. Bu anlaşmayla An-
kara-Moskova ilişkılen çok iyi bir
düzeye ulaştı.
POLTTIKA VE ÖTESI
MEHMED KEMAL
Rûşvet de Kalkap
Osmanlıda rüşvet olağandır, halk arasında birçok öykü-
ler anlatılır. Rüşvet nasıl alınır, nasıl verilir, söyler durur-
lar.
Osmanlı sadrazamlarından biri Istanbul'da geçineme-
yen damadını doğu illerinden birine vali yapmış. Damadı,
atadığı ile gönderirken "Hiç durma bina yap!" diye öğütle-
miş. Vali bina yaparmış, ama gene bir türlü geçinemez,
kayınpederine yakınırmış. Kayınpeder de, "Bina yap!"
dermiş.
"Bina yapıyorum, ama geçinemiyorum."
Sonunda merkeze çağırmış, nasıl vurgun vurulacağını
öğretmiş... Osmanlıda böylesine geçerliymiş rüşvet..
Osmanlı şairleri hem rüşvetçinin karşısında olurlar,
hem rüşvet alırlarmış. Biri şöyle diyor:
'Rüşvet yoğ idi anda zeman ol zeman imiş.'
Bir rüşvet olayı anlatıldığında tarihçi, "Padişah, leb-
beste-i hayret oldu" der. Yani 'şaşırıp dudağını ısırdı' de-
mek ister.
Bizimkilerin Osmanlı'dan bu yana aldığı parayla nasıl
geçindiğine şaşılır. Denir ki, aldığıyla geçinemez. öyleyse
nasıl geçinir? Demek bunun bir yolu yöntemi var. Padişa-
hın boş yere şaşırmaması gerekir.
Eski yönetimler, rüşvetle savaşılacağını söylerlerdi. An-
cak 12 Eylül generalleri ki rüşvetle başedilemeyeceğini,
"alanın memnun, verenin memnun" olduğunu söyleyerek
rüşveti yasallaştırdılar. Rüşvetle başedilemeyeceğini de
gerekçe olarak önesürdüler. 12 Eylül kahramanları rüşve-
ti ve bir idamı doğal karşıladılar. Rüşvet için önünün alına-
mayacağmı söylediler, idam için de 'asmayacak da besle-
yecek miyiz' dediler.
Adliyelerin birinden bir ilam sureti' alacak olan kızım
gidiyor, geliyor, mübaşirden bir türlü ilam suretini alamı-
yordu. Neredeyse ağlamaklı olmuştu. Bana, 'mübaşiri
kime şikâyet etmesi gerektiğini' sorup duruyordu.
"Eline birkaç kuruş rutuştur."
"Yapamam. Ya beni rüşvet veriyor diye tutuklatrsa?"
Ahşkanlığı yoktu, beceremiyordu.
"Hele bir dene" dedim.
Sonunda denedi, 20 bin liraya 'ilam suretini' aldı.
"Ne kadar da kolaymış..." diye gözleri parlıyordu. Eh, en
tepede oturanlar, alanla veren arasında' derse 'anda ze-
man ol zeman' olur.
llhan Selçuk'un "Memur Niçin Kan Ağlıyor" başlıklı ya-
zısını okuduğum zaman bunlan anımsadım. Koalisyon
hükümeti tepeden tırnağa demokrat kesildi. Her şeyin çö-
zümünü demokrasinin gelişiminde buluyor. Eğer bir de-
mokrasi yerleşirse rüşvet de, yolsuzluk da ortadan kalka-
cak... Demokrasinin önü açılır, tıkanan yollarından engel-
ler kalkarsa çok şey düzelir. Şuncacık demokrasiyle olsun
çok şeyler yapılmıyor mu? Kırk yılın Demirel'i bile her şe-
yin başının demokrasi olduğunu söylemiyor mu? Hani
demokrasiyi elbirliği ile bir kurabilsek, yüzde 80'e varan
enflasyon canavarını bile bir çırpıda yere sereceğiz. Rüş-
vet, yolsuzluk püf edince çekilip gidecek... Devlet kapısın-
da boşuna beklemeyeceğiz... Başvurduğumuzda, ilgililer
"Bugün git, yarın gel" demeyecekler. "Buyurun efendim,
ne istiyorsunuz?" diye gülücükler saçacaklar...
Ne olsa gene de demokrasinin bir erdemi var. öteki de-
mokrasileri elli yıl, yüz yıl geriden izlesek bile değerini
gene de biliyoruz. Iş, gözümüzün bebeği 'didar-ı demok-
rasi yi bir yaşama geçirebilsek, şu dağın ardına bir tırma-
nabilsek!.. ötesi kolay!..
BULMACA
SOLDAN SAGA:
1/ Mizah. 2/ Bir sa-
yı... "Sayı farkı" an-
lamında kullanılan
spor terimi. 3/ Fir-
devsi'nin
"Şehname" adlı ya-
pıtında büyük bir
yer tutan İran mito-
lojisinin ulusal kah-
ramanı... Bir nota.
4/ Bromun simge-
si... Edebiyatta etki-
yi çoğaltmak için bir
şeyin tersini söyleye-
rek alay etme. 5/
ttalya'da bir kent...
Kimliği belirlenemeyen uzay cisimle-
rine verilen ad. 6/ Su akan musluk-
suz boru... Buyurucu. 7/ Gözleri
görmeyen... El dokuması yünden ya-
pılmış üst giyeceği. 8/ Evlerde oda
kapılarının açıldığı genişçe yer... Oy.
9/ Üç kath bir balık ağı.
YUKARIDAN AŞAGlYA:
1/ Türkiye ile İran arasındaki sınır
kapısı. 2/ Deniz ticaretinde, masraf
çıktıktan sonra kazancın sermaye ve
tayfa arasında bölüştürülmesi. 3/ Tekke edebiyatı şiir türlerin-
den biri. 4/ Gündüz yapılan sinema ya da tiyatro gösterisi... Trab-
zon'un bir ilçesi. 5/ Üç ya da dört yaşına kadar olan dişi man-
da... Kanşık renkli. 6/ Kemal Bilbaşar'ın tanınmış bir romanı...
Su. 7/ Rütbesiz asker... Hile, düzen. 8/ Yurdumuzda kurulmuş
yirmi bir köy enstitüsünden biri. 9/ Tırnak boyası... Hindistan'da
yaklaşık 20 milyon kişi tarafından konuşulan Hint-Ari dili.
MEHMET
ALİ ÇETEV
1953-1990
Gerçek ve güzellık öyle
kalsın ki
Kalabalıkçı varol kurtuluş
salvolannda
EşiELİFÇETtN
Çocuklan MEHMET TAMER,
PINARÇETİN.
MEHMET
ALİ ÇETİN
1953-1990
Güzel insan, can dostumuz anısı önünde
saygıyla eğiliyoruz.
Arkadaşlan adına
ASIM TAMER
ENSAN SICAGI
Erdal Atabek
5. bası 10.000 lira (KDV içinde)
Çağdaş Yaymlan Turkocağı Cad. 39-41 Cağaioğlu-lstanbul
Ödemeli gönderilmez.