15 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 12 CUMHURIYET 11 HA2İRAN 1992 PERŞEMBE DIZ1YAZI Talihsiz deniz astsubayı Hüseyin Avni Durugün'ün hikâyesi, biraz da Yusuf un hikâyesidir Beııi deyolcu al gemine Nâzun - 5 — Ceza bittı. çıktık... Dert bitmedı. Bukezde. -Haydi bakalım askere, dediler. -Ne askerliği yahu!.. Bahriye'de 7 yıl gedıkii olarak çatış, başçavuşluğa kadar çık. gel şimdi de acemi erlik yap... Olur mu böyle şey? Madem askere çağınyor- sunuz, kaldıgim yerden başlatın: başça- vuşluktan. Marmarise acemi er olarak yolladı- lar. Denizciyiz ya, ondan oiacak. "Olmadı, dediler. sen sakıncalısın; haydi bakalım. Sıvas'ın Zara'sına. sür- günalayına..." Oradan öte belalı yer yokmuş. Özellıkle komünistlerin ya da zanlıla- nn sürgün veriyntiş. tyi-kötü bitirdik askerliği... Tezkeremizi aJdık. Gedikli diploma- mızın yanına koyduk. Şimdi bende değil bunlar. Evim arandığında tüm belgelerle birlikte bunlan da götürdü polisler... Bunlar neyse de en kötüsü işsizlik... Devletten iş istenmez, biliyoruz. Ka- mu haklanndan yoksunuz. Özelde çalışabilirim. Elimden iş geli- vor. Sinop Hapıshanesi'ndeçeşitli iş kol- İannda uzmanlaştık. Ömeğin ben iyi bir marangozum. Marangoza gereksinimi olan bir dolu ınşaat var. Başvuruyorum. :OIur. diyorlar. gel çalış. İşe başlıyorum. Çalışmamdan memnunlar, takdir gö- rıi_\ orum. Bir hafta. on gün geçiyor aradan. -Yann işe gelme, diyorlar. Niçin. neden demıyonım; seslerinin ü- nısından olan biteni anlıyorum. "Eyval- lah" deyip aynlıyorurn Şirndıkı gibi değil, o zaman sayımız az. Bir elin parmaklan gibi. Kişi başına birkaç polis düşüyor. Par- çaalandahariç... Ta ki. Nuri Tahir, Ali Kantan ve ben bir marangoz atölyesi açıncaya kadar sürdüişsizliğimiz... Nâzım haklı çıkıyor Nâzım'ın öngörüsü gerçekti. doğruy- du: Bize. bizden başkasından yarar da, yardım da gelmiyordu. Desteİcten geç- tik. köstek oluyorlardı. -Bağlamak isüyorum Aydın söyleşi- mizi... Aynntılara inmeye kalkarsak, bitmez. Ressam Ergin Ağar: -Hoşgörünüze sığınarak iki soru da ben sormak istiyonırn. Izin verir misin ağabey? -Hay hay, buyurun... -Birincisi şu: Bu davaya kanştığın ya da kanştınldığın için zaman zaman piş- manlık duyduğun, kendini veya arka- dâşlannı suçladığın oldu mu? fkinci sorum da şöyle: Bu güdümlü ve uyduruk davada hûküm giyen insanla- nn yaşamda kalan son kjşısi olarak, ilgili mercilere başvurma ve bu davanın yeni- den görülmesini isteme hakkınız var mı? Varsa, böyle bir girişimde bulunmayı düşünür müsünüz?.. -Birinci sorunuza beni yakından lanı- yan dava arkadaşlanm yanıt vermeliler- di. Ne yazık ki hiçbüi yaşamda degal. Ama şu kadarcığını söyleyeyim: As- keri hâkimin, "Bak, Hüseyin, Ali Kan- tan'la, Seyfi Başçavuş seni suçluyor..." dediği kişilerle ömür boyu ilişkilerimiz sürdü. Ali Kantan'ın kızkardeşi eşim ol- du. Keza Seyfi Tekdilek (Seyfi Baba) evime gelir giderdi. Belli bir sûre içinde anama babama para gönderemememin dışında dişe dokunur kışisel bir üzüntüm olmadı. Ikinti sorunuz ilşnç. Usûl ve teknik yönünden hukukçula- ra daraşmahyım. Omeğin tstanbul Baro Başkanı Turgut Kazan'a, tnsan Haklan Dernegi Genel Başkanı Nevzat Hel- \ucfya. Nâzım'ın davalannı bır kıtapta toplayarak yararlı bir iş yapan Avukat Atilla Coşkun'a danışmak gerekecek. Böyle bir girişimi. şimdi yaşamda ol- mayan arkadaşlanm için de üstlenece- ğim: kutsal bir görev sayıyorum. Çok mu uzattık. ne? Bitiriyorum. Yıl I963. Aylardan haziran. Kemal Tahir'in evindeyiz. Vakit akşam. Yanımızda Nuri Tahir, Caddebostan piajının sahibi, -hemen adını hatırlaya- madım- Kemal'in bir-ıki konuğu var. Telefon çaldı. Semiha, (Kemal Tahir'in eşi): -Seni istiyorlar Kemal, dedi. Kemal'in almacı kulağına götürme- siyle yere düşürmesi anlık oldu. Yüzükülgibi. -Çetin Altan'dı, dedi, Nâzım ölmiiş!.. Ve içini ceke çeke ağlamaya başladı. Fazla duımaya gelmez üzerinde. Bir dalyan gözcüsüydü Yusuf Akdeniz limanlanndan bınnde. Saatler bu limanda çamurlu. çıplak adımlarla yürürdü. Çarşıda renkli yemişlerçürürdü. Deniz kıyısında çocuklar iri balık leşjerini sürürdü. Ve dalyanda Yusuf göğsünü verip tuzlu. ıslak rüzgâra direğin tepesınden tükürürdü suda karpuz kabuklan gibi dizilcn kayıklara. flk önce o görürdü suyun altında balıklann lurna kuşlan gibi sürüylegelışini. Sevinçsiz ve kedersiz yapıyordu işini. Bilmiyordu hünerini düşünmek denen şeyin. Ne memnundu. ne pişmandı dünyaya geldiğine. HÜSEYİN AVNİ DURUGUN BAHRİYE D A V A S I N I N _ _ _ _ _ _ S O N SANIĞI A Y D I N A Y D E M İ R Hüseyin Avni Dunıgün, Nâzım'ın ölüm haberini Kemal Tahir'in evinde öğ- rendi. Dunıgün, 1963 ydının o kara gününû, "Başrnıa bir değil, bin kaynar kazansudöküldü^d^e anJatıyor. (Fotoğraf: TAMAŞA F. DURAL) "Şok olmak" deyimini ben orada ya- şadrnı. Başıma bır değil, bin kaynar kazan su döküldü. O anda Sultanahmet Ceza ve Tevki- fevi'ne kaydı bellegiır.. Ve Nâzım tüm güzelliğıyle bizlere "Talihsiz Yusufun Hikâyesi"ni okuyordu. Çok sevdigim ve yıllarca ezberimde taşıdığım o trajik öy- küyü. Dizeler gözyaşlanma kanşıyor, u.sta- mızın yüzünü göîgeliyordu. Sonra ne oldu, Kemal'in evinden nasıl dağıldık, nerelere gittim? Anımsamıyo- rum. Film kopmuş. -O trajik öyküyü şimdi de okur musun ağabey? -Biraz ara verelim de... -!!!.. TALİHSİZ YUSUFUN HfiCÂYESİ Kısacık bir hikâyedir Yusufun hikâyesi Fakat bir gün yine saatler yürûrken yemişler çürürken ve çocuklar balık leşlerini sürürken dalyanda yılan derili uskumruiar ağlara vakitsiz girdiler. Bunda Yusufun günahı yoktu ama onu direğinden indirdiler. Suda karpuz kabuğu gibi yüzen kayıklarla tuma kuşlan gibi gelen balıklardan ayn düşünce Yusuf koskoca dünyada bir istavrit gibi aç kaldı. Bir sabah bir kayık çaldı. yakalandı o gece. Ve böylece kızmayarak, üzülmeyerek belki de farkında olmadan pek demirlerin dışından demirlerin içine geçti... Içerde esrar içti, barbut oynadı gardiyana haraç vermeden. Yedi yerden bıçak yedi bir gece devrilmedı fakat kısım ağasını yere sermeden. tçerde bir orman hayvanı gibi cesur kurnaz korkak doldurdu günlerini farkında olmayarak. Ve biz şimdi dışardayız, denizdeyiz, rüzgârdayız, yelkenlenn altında Yusuf iki büklüm dizüstü oturuyor. Esmer, kalın bir kadın sesi gibi rüzgâr ne bir çocuk sevincine ne kederli ihtiraslara çağınyor onu. Vedalgalar geciyor gözlerinden onun bir damia ışık bırakmayarak. O ömründe ilk defa olduğu yerden uzak, o, ömründe ilk defa düşünmeye çalışıyor. YOLCULUK (2) Çizmiş talihsiz Yusuf gemisini mahpusane çcşmesinin taşına. Çeşmeden suiçen bir mahpus bakıyor: duvarsız denizler aşan geminin kemanı başına. Çeşmenin yanında bembeyaz bir ağaç, birerikağaa. Talihsiz Yusuf bir yelken daha aç, yaklaştır biraz daha giHiğin yeri. Vebirdal kopanp erik ağacından koy ki gemine gelsin dümen suyunca mahpusane güvercinleri... Talihsiz Yusuf, benide yolcu al gemine! Yüküm ağır değil: bir kitap birresim bir defter. Gidelim kardeşim gidelim; dünya dolaşmaya değer! Kumkale iskelede, sancakta Hellas Feneri. Bir balıkçı türküsüdür agzında yelkenlerimizin adalar denizi meltemleri Limanlara uğruyoruz birer birer. Sevinçli, sonsuz bir hayat olan denizler limanlarda bitiyor. Dünya limanlannın çoğunda bugün ölmek kolay Yusuf, yaşamak zor!.. Sicilya önlerindeyiz. Geçiyor yelkenlerimizin yanından bir açık-deniz vapuru o, pınl pınl. kat kat, koskocaman, o, yıldızlann arasından suya düşmüş bir dünya gibi. Biz, seninle Yusuf, başımızı kaldınp ona bakıyoruz ve o, gözden kaybolana kadar cıgara üstüne cıgara yakıyoruz. Adriyatik. Bir balıkçı gemisine rampa ettik, haber sorduk ftalya'dan. Çeşit çeşit aynürken güvertede kımılda- nan balıklan. Ankonalı bir ihtiyar "-ttalya bildiğin gibi, kaçak Negüs ve muzaffer Duçe bahüyaıi" dedi. Ankonalı balıkçının hakkı var. Geçebüdi altın defne dalı muhteşem palavraya Ve Negüs banyosuz bir saraydan çıkıp girdi banyolu bır saraya. DENİZDEKİŞİŞE(3) Ölü bir deniz vardı; suyun üstünde dalgalar tembel, ağır baüklar gibi yuvarlanıyorlardı. Vuvarlanıyorlardı dilsiz, sağır; yuvarlanıyorlardı hiçbir yere çarpm. dan, yenilmeden hiçbir şeye hiçbir şeyi yemeden, çatlayıp köpüklenmeden; yuvarlanıyorlardı sonsuz sonsuz bir can sıkmtısı halinde. Bu kahrolası dalgalann elinde. Tlınus'un şarkisinde, Malta'nın şimaljnde tahta bir tabut gibi yüzüyordu teknemiz. Direklerde, iplerde, kaplamalarda gıartılar, bır ölü duası gibi rüyasız bir sayıklama. Ve tane tane, bir bir Ömrün kısalığına, ihtiyarhğına beylik, âdi kederlere dair korkunç kötü şeyler gelirken aklıma birdenbire suyun üstünde gördüm onu. Bir şişe. Tek başına, yapayalnız. Küçücük boynu uzanmış güneşe, topraktan ve insandan ozak yüzüyordu suyun üstünde batıp çıkarak. Ve bu sonsuz ve bu ölü sulann ağır ağır kımıldanan yığını çoğaltıyor büyültüyor dayanılmaz bir hale getiriyordu onun dehşetli yalnızlığını. Yusuf gecü dümene yanaştık cna. Ve uyandınr gibi bir çocuğu korkulu bir rüyadan onu çekip aldık sudan. Soğuk. ıslak ve karanlıktı. lçinden bir kâğıt çıktı. Okudum: •'Dayanamadı artık! 1823 senesi 16 eylülünde, Septe Boğazı önünde, Gömleğimizi grandi gabya çubuğuna, süvariyi mizana direğıne astık. Fakat gitgıde daraltarak denizi Yelkenler kovalıyor peşimizi. Kardeşler! Bu şişe elinize geçerse eger, Yolunuzu bekJeyenlere Septe Boğazı'nda batırılan Üç direkG Irma firkateyninden verin haber!" Yusuf yüzüme baktı -Geçkaldık.dedi, tam bir asır. -Hayır geç kalmadık, dedim, Barselon'a gidıyoruz. —BİTTİ— Banşı veistikran sağlamanın yolu, Karabağsorunun çözümü ve Ermenistan'a güvence vermekten geçiyor Türkiye Kafkaslar düğümünü nasıl çözebilir? TÜRKİYE'NÎN — _ _ AZERBAYCAN POLİTİKASI E M İ N G Ü R S E S —5— Orta Asya ve Azerbaycan cumhuri- yetlerini, Baltık cumhuriyetleriyle kar- şılaştırdığımız zaman aradaki ekono mik eşitsizlik göze çarpıyor. 1903 yılında Rusya dünyanın en bü- yük petrol üreticisiydi. 1950'lerin orta- lanna kadar, büinen petrol yataklan Bakü çevresinde yoğunlaşmıştı. 1940'- larda Volga bölgesinde petrol bulun- muştu. Daha sonra Sibirya, en zengin petrol yataklanna sahip olmasıyla ilk sıra>ı aldı. Azerbaycan'ın petrol üreti- mi 1940'ta 22 milyon tondu. Rusya aynı tarihte 7 milyon ton petrol üret- mekteydi. Azerbaycan, uzun yıllar diğer Sovyet cumhuriyetlerine petrol sağladı. Bu sömürü sonucu Azerbay- can petrolünün önemli bir kısrru tüke- tildı. 198O'de Rusya'nın üretimi 549 mil- yon tona ulaştı. Rusya'nın doğalgaz üretimi 1975'te 115 milyon metreküp iken. sırasıyla Azerbaycan'ınki 10 mil- yon metreküp, özbekistan ve Türk- menistan'ınki ise 37 milyon metre küptür. Pamuk üreticisi Azerbaycan Azerbaycan aynca, yıllık 600 bin tonluk üretimiyle Sovyetler Birliği'nin önemli bir pamuk üreticisiydi. Tekstil üretimi Moskova çevresinde yoğun- laşmışür. Azerbaycanlı aydınlar Mos- kova'nın , Azerbaycan'ı bir tek mal üreümine, merkean ihtiyaanı karşıla- mak için, mahkûm kıldığını söyleye- rek bundan duyduklan rahatsızİığı belirtmişlerdir. Bütün bunlara rağmen Bakü hâlâ önemli bir sanayi bölgesi- dir. Fakat Azerbaycan'ın kişi başına milli geliri 1977'de 1530 dolar iken bu rakam Moskova bölgesinde 4200 do- lardır. 1989'da yapılan bir araştırma- ya göre, Sovyetler Birliği'nde aylık gelir 209 ruble, Azerbaycan'da ise 146 rubledir. 1960'lardan bu yana Azerbaycan önemli oranda bir geliri kendisi dışın- daki cumhuriyetlere aktarmıştır. 1987'de aktanlan gelir 2.4 milyar ruble civanndadır. Bakülü bilim adamı Mahmud İsmailev'e göre Azerbay- can'da üretilen kimyasal maddelerin yüzde 20'si ülke içinde tükeülmiş, yüz- de 80'i ise diğer cumhuriyetlere akta- nlmıştır. Kimyasal madde üretiminin yol açtığı çevre kirliliğine ise tek başına Azerbaycan katlanmıştır. ismailev'e göre 7 milyon nüfusuna karşm 1989 Azerbaycan bütçesi 3.8 milyar ruble- dir. 5.3 milyon nüfuslu Gürcistan'ın bütçesi ise 4 milyar ruble. Yine 1989'da Litvanya'nın, 3.5 mil- yonluk nüfusuna karşılık bütçesi 4.5 milyar ruble olmuştur. Bu eşitsizliğin Azeriler arasında artan bir rahatsızlık yaratüğını ve Moskova'nın sorumlu tutulduğu ve Moskovasız daha iyi du- rumda olacaklanru belirtmişlerdir. Halk Cephesi (Mart 1989'da kurul- •du) lideri ve Cumhurbaşkanı Ebulfez Elçibey, Azerbaycan'ın durumunu Milliyet'ten Mehmet Ali Birand'a şöy- le açıklıyordu: "Bağımsız Azerbaycan Atatürk'ün laik cumhuriyeti gibi ol- mayı arzu ediyor." Azerbaycan'm ge- leceği için planı ise şöyleydi: "Kısa vadede; Dağlık Karabağ'ın Azerbay- can'ın bir parçası olarak kalması için çaba sarf edilecek. Orta vadede; bir fe-. deral Sovyetler Birliğı içinde kalına- cak, fakat ekonomik ve siyaşi otonom" oiacak. Uzun vadede ise; İran Azer- baycanı ile birieşmeye çalışılacak" Tek önemh' istekleri Türkiye'nin ma- nevi desteğini görmekti. Sonuç Batı, Sovyetler Birliği'nin çözül- mekte olduğunu 1980'li yıllarda gör- müştü, fakat ani bir çöküşten kendisi- nin de zarar göreceğini bildiğinden bunun bir zaman dilimine yayılmasını arzu ediyordu. Gorbaçov ve Yeltsin bu nedenle Batı'dan tam destek gör- müşlerdir. Almanya. Moskova'nın ekonomik olarak en başta gelen des- tekçisi olmuş ve karşılığmda Doğu Almanya ile pürüzsüz bir birleşme sağJamıştır. Bu birleşme aynca, A1-- man ekonomisini bir süre bazı mali zorluklarla yüz yüze getireceği için de başta ABD olmak üzere Batı kulübü- nü, olası bir Alman hegemonyasından koruyacaktır. Batı-Doğu ilişkilerindeki bu deği- şikliklerin Türkiye'ye çok yönlü bir dış politika izleme fırsatı verdiği doğnı- dur. Fürk dış politikasında karar veri- ci durumda olanlar. geçmişte Mos- kova'yla yakınlaşmanın NATO'daki ortaklardan bağımsız olarak yapıla- mayacağını biliyorlardı. Şimdi ise da- ha özgürce davranabileceklerdi. Tür- kiye için eski Sovyet cumhuriyetlerin- de önemli ekonomik ve politik imkânlar doğmuştur. Karadeniz Eko- nomik İşbirliği'ni oluşturma isteği olumlu karşılanrruş ve birlik konusun- daki anlaşma 3 Şubat 1992'de Istan- bul'da parafe edilmiştir. BDTdeki Türk cumhuriyetlerinin Ankara'ya yakınlık duyduğu ve örnek olarak gördüğü yadsmamaz. Azerbaycan'ın Karadeniz Birliği'ne dahil edilmesi Ankara'nın atuğı akıllıca bir adımdır. Azerbaycan, diğer taraftan, petrol ve doğalgaz üretiminde ve ihracatında Ankara'nın yardımını ve işbirligıni is- temektedir. Azerbaycan'ın günlük 200-250 bin varil olan üretim kapasite- sini artürmak için İngiliz BP ve Nor- veç'in Statoil şirketleri eskimiş petrol üretim araçlannı yenilemek için hare- kete geçrniş bulunuyorlar. Ankara'- nın, Türkistan'da üretilip Azerbaycan üzerinden Türkiye'ye aktanlacak olan doğal gaz ve Azerbaycan petrolü için yabancı şirketlerle işbirliği yapma ve onlann teknolojilerini kullanma yolu- nu seçmesi akıllıca olacaktır. Moskova'nın önenıi Ankara aynca Moskova'yla da eko- nomik ve siyasi ilişkilerin geüştirilme- sine de aynı derecede önem vermekte- dir. Karadeniz Ekonomik Işbirliği'nin buna yardıma olacağını da bilmekte- dir. 1990 soğuk savaşm resmen sona erdiği yıl olmuştur. Ankara için kuzey- deki tehlike yerini, ekonomik-politik fırsatlara terk etmiştir. Türkiye bu ge- lişmelerden en çok fayda sağlayan ül- kelerden biri olacakür. Şimdi. Rusya Cumhuriyeti'nde ve diğerlerinde geçi- ci bir bilinmezlik dönemi yaşandığı ve bunun bir karmaşaya yol açmadan ra- yına oturması için Türkiye'nin Batı ile uyum içinde hareket edeceği ve kendisi ve bölge güvenliğinin çıkan için başka yol olmadığı açıktır. Olumlu gelişmelerden en çok yarar sağlayacaklardan biri Türkiye olabile- cegi gibi, herhangi bir karmaşadan da Türkiye'nin ayru oranda zarar görece- ği açıktır. Bir kargaşa durumunda mil- yonlarca ınsanın Avrupa'mn güvenli- ğini sarsacak biçimde Rusya'dan ve diğer curnhuriyetlerden Batı'ya doğru göç edebileceğini Batılı liderler haklı olarak ciddıye almaktadırlar. Fakat Batı'nın başanb olmak için elinden ge- leni yapacağına kesin gözüyle bakılı- yor. Bu yalnızca stratejik bir değerlen- dirme değil, fakat ekonomik olarak Batı, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ABD'nin Avrupa'da yapüğı gibi, yeni pazarlar yaratacak ve bunlan kuJlan- ma imkânı bulabilecektir. Bu nedenle Batıh gelişmiş ülkeler Sovyet cumhuri- yetlerinin kendi ayaklan üzerindedur- malannı sağlamak için 24 milyar dolar sağlamayı, pazar ekonomisine geçme- leri koşuluyla garanti etmişlerdir. Batı, Kafkaslar'daki ve Orta Asya'- daki yeni cumhuriyetlerle daha yakın iüşki kurmak için Ankara'nın işbirliği- ne çok önem verdigini göstermektedir. Bu, öncelikle, yeni bağımsızlığına ka- vuşan Türk cumhuriyetlerinin An- kara'ya verdiği önemden ileri gelmek- tedir. Karabağödevi Ankara'nın önünde önemli bir sı- nav var; bu da Azerbaycan-Ermenis- tan arasındaki Karabağ sorunu. Tür- kiye bugün Birinci Dünya Savaşı koşullannda yaşamıyor. Ankara, Bakü'nün içinde bulunduğu durumu uluslararası platforma taşıyabilir. Bu tür bir destek ileride, Ankara'nın diğer Türk cumhuriyetleriyle olan ilişkileri- ni de olumlu yönde etkileyecektir. UArkası 16. Sayfada ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇİ Salihli Akşamları: (3) Nazım'm Sovyetler'i EleştiPisi... Nazım Hikmet gecesını, Salihli Belediye Başkanı Zafer Keskiner, kısa bir konuşmayla açtı; gecenin sunuculuğunu Nevzat Şenol yapmaktaydı. Keskiner, özetle şunları söyle- di: "- Benim söyleyecek, hele, Nazım usta gibi, kcxaman bir üstadın en yâkınları arasındaysak, onlara daha çok fırsat verebilmek için, söyleyeceğim fazla birşey yok. Yalnız, biz, çok güzel günler geçirdik sekiz yıldır, Türkiye'de yaşayan, hatta rahmetli Cemal Süreya'yı sayarsak, yaşamda olma- yan pek çok şair de geldi gitti buralardan. Bugün, Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı'nın değerli başkanı, Nâzım'ın kız kardeşi Sayın Samiye Yaltırım beraberliğinde, az sonra ad ad tanıtılacak olan çok değerli konuklarımızla, en yakın- lanyla bir arada olacağız." Nevzat Şenol, Samiye Yaldırım'ı mikrofonaçağırdı. Samf- ye Hanım, gerçekten çok heyecanlıydı. Birkaç tümce söyle- yebildi. Şoyle dedi; "- Sevgili Salihlililer, çok heyecanlıyım; beni buraya davet ettiğiniz için ve kardeşimi andığınızdan dolayı, onun namı- na hepinize teşekkür ederim. Sağ olun, var olun!" Sıra, Müzehher Vâ-Nu'ya gelmişti ya, özel söyleşilerde çok rahat konuşan Müzehher Hanım, konuşmada direni- yordu. Nevzat Şenol, çağırıyordu: - Şimdi, Nazım'm eski dostlarından, yakınlarından Mü- zehher Vâ-Nu aramızda. (Alkışlardan Nevzat'ın çağrısı an- laşılamadı) Müzehher Hanım, dediğini yaptı, yine de sahneye çıkma- dan aşağıdan konuştu; teybimi alıp, yanına koştum. Müzeh- her Hanım, şöyle dedi: - Özür dilerim efendim, ben kalabalıklara karşı konuşamı- yorum. Kalabalığa karşı konuşamayacağım için sizlerden " özür dilerim efendim! Mikrofonu Mustafa Ekmekçi'ye veri- yorum! (Kahkahalar, alkışlar; Nevzat Şenol, "Onun sırası gelmedi" dedi.) Müzehher Vâ-Nu, "oyuna oyun!" dedi. Elimde mikrofon apışıp kaldığım sırada Torbalı Belediye Başkanı Ertan Ünver, yanımdan geçerken kolumu stkb: - Ooo, hoşgeldin! Nevzat Şenol, salondakileri tanıtmayı sürdürüyor, sahne- ye çağırıyordu: -Ibrahim Balaban! Balaban şöyle diyordu konuşmasının bir yerinde: "-... Şair babamla, Nazım Hikmet'le mahpushanede ya- şarken, birsürü şeyler öğrendim. Diyorlardı ki, Nazım Hik- met komünisttir!' Allah Allah! Komünistlik ne demek yav? Komünistlik demek, bağları, bahçeleri dağıtıyor, Yavuz'u kaçırıyor. Bizim Yavuz gemimizi kaçırıyor len, vay anasını ne kötü adammış!' Birbirlerine söylüyorlardı. Bu, komüniz- mi tomistan eden söylentiler arasında Jandarmaya karşı geldi, hükümete karşı geldü' lafları da vardı. Bu laflar benim hoşuma gitti. Hoşuma gitmeyenler de vardı: 'Kadınlarla er- kekleri birbirine karıştırıp da, kapattığı' da söyleniyordu. Ama, bütün bu söylentilerin içerisinde, bütün mahpuslar, Nazım'dan yüz çevirip dururken, dışarıdaki yurttaşlar yüz çevirmiyorlar mıydı? Çeviriyorlardı. Şimdi şu güzelliğe ba- kın, buraya Nazım Hikmet için geldiniz. Işte, ben bu günleri gördüm. Sizler daha güzel günler göreceksiniz. Nazım Hik- met adına, şiir adına, resim adına çok güzel günler göre- ceksiniz. Çocuklarımız, torunlarımız görecek..." Nevzat Şenol, çağırıyordu: - Şimdi, sırası geldi Mustafa Ekmekçi'nin! O, aynı zaman- da Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Başkanıdırf (Kendi konuşmamı da yazmayayım artık!) Şükran Kurdakul, Nazım Hikmet'in şiir dönemleri üstün- de durdu. Nazım'dan söz ederken, "Nazım Hikmetimiz" diyordu ne güzel! Kurdakul, Nazım'm şiir dönemlerinin sonunda, Sovyet- ler'e gittiği sırada, yazdıklarına değindi, özetle şöyle dedi: "-... Asıl altını çizeceğim nokta, Sovyetler Birliği'nde ya- şarken, yanlış anlaşılmasın sistemin değil, tarihsel mater- yalizmin hayata geçirilme çabalannın da değil, sisteme egemen olan partinin tabii ve o partinin yandaşlarının, on- lardan sebeplenen teknokratların, bürokratlann karşısında özelleştirme gereğini duyan bir dünya şairi ile karşı karşıya kalırız. Bu şiire de örnek, Yapı Yeri' şiiridir. Nazım, puta ta- panlardan olmadığını göstermiştir." Nazım'm Sovyetler'deki eleştirilerini yansıtan "Yapıyla Yapıcılar" yahut "Yapı Yeri" şiiri şöyle: "Yapıcılar türküler söylüyor/yapı türkü gibi yükselmiyor ama. Bu iş biraz daha zor./Yapıcıların yüreği/bayram yeri gibi cıvıl cıvıl/ama yapı yeri bayram yeri değil. Yapı yeri toz toprak/çamur, kar./Yapı yerinde ayağın bur- kulur,/ellerin kanar. Yapı yerinde ne çay her zaman şekerli,/her zaman sıcak, ne ekmek her zaman pamuk gibi yumuşak,/ne herkes kah- raman./nedostlarvefalı her zaman. Türkü söyler gibi yapılmıyor yapıVBu iş biraz daha zor. Zor mor ama/yapı yükseliyor, yükseliyor/Saksılar konut- du pencerelere/alt katJarında. İlk balkonlara güneşi taşıyor kuşlar/kanatlarında. Bir yürek çırpınbsı var/her putrelinde, her tuğlasında, her kerpiçinde. Yükseliyor/yükseliyor./yükseliyor yapı kan ter içinde." (Nazım bu şiiri, Sovyetler'de 1955te yazdı. Bulgaristan basktsında şiirin adı: "Yapıyla Yapıcılar") • • • Bugün bayram, Cumhuriyet'e yeniden kavuşmanın kı- vancı içindeki tüm okurların bayamı kutlu olsun! BULMACA SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 1/ Yurdumuzda ya- yımlanan ilk Türİcçe mizah gazetesi. 2/ Halk şairi... Rıhtım, iskele gibi yerlere ya- naşmış gemilere gi- rip çıkmak için ko- nulan köprü. 3/ Çiftçilikte, toprağı işleyerek ürüne ortak olan kimse... Vilayet. 4/ Bir anlatımı oluş- turan sözcük ya da tümcelerin topu... Temel, esas. 5/ Han- gi şey... Hamam. 6/ Buyurucu... Fas'ın plaka işareti. 7/ Klavyeli bir çalgı... Mektup. 8/ Ça- nakkale Boğazı'nda pek çok deniz kazasmın meydana geldiği burun... Osmanlı donanmasında kullanılmış yelkenli savaş gemisi. 9/ Hamurun fırına verilmeden önce dinlenmesi için üzerinde bekletildiği tahta... Ruh. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ İngiliz uluslar topluluğuna üye olan bağımsız ülkelere verilen ad. 2/ Madenleri ergitme... Şar- kının sert bir biçimde vurgulandığı disko müzik üslubu. 3/ Vü- cutta oluşan derin kesik ya da zedelenme... Tac Mahal'in bu- lunduğu kent. 4/ Tamirat... Iskambilde bir kâğıt. 5/ Gıda. 6/ Borç ödeme... Türk müziğinde bir makam. 7/ Japon lirik dra- mı.. Şöhret... Elli şiniklik tahı] ölçeği. 8/ Sıcak bölgelerde yeti- şen ve hekimlikte iç sürdürücii olarak kullanılan bir bitki. 9/ Ortaoyununda Rum tiplemesine verilen ad... En kzsa zaman sü- resi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle