Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 29 ARALIK 1990
tlk Kent, Başkent
Ankara, daha cumhuriyetin ilk yıllarında bir kent için gerekli olan
tüm verüeri bağrında toplamış; bilimsel, kültürel ve sanatsal açıdan
bütün alanlarda donanımını tamamlamış, buna bağlı olarak da
cumhuriyet için yeni bir kentli aydın yetiştirmeye çaba harcamıştır.
M.SADIK ASLANKARA de tiyatrosu Sanat Yönetmeni
Yetmiş bir yıl önce ilk geldiğinde Atatürk'ü
karşılayan Ankara, (27 Aralık 1919) yıkık dökük
bir Ankara'ydı kuşkusuz. Orta Anadolu doku-
sunu yansıtan, kasaba irisi bir görünümü vardı
kentin. Konutlar, kale içinde ya da eteklerinde
toplanmıştı. Atlı araba için düzenlenmiş yolla-
nn çevrelediği altyapısız, ahşap ya da kerpiçten
yapılma, iç avlulu bir iki kath konutlardı bun-
lar. 1927'deki ilk nüfus sayımında Ankara, he-
nüz yetmiş beş bine ulaşmamıştı bile..
Ama Atatürk'ü bu yıkık dökük Ankara'da,
Ankara'nın olağanüstü coşkulu insanları karşı-
ladı. Böylece nice önce verilen "Heyet-i Temsili-
ye"nin merkezinin Ankara'ya taşınması kararı
gerçekleşiyor ve Ankara, Milli Mücadele'nin mer-
kezi haline geliyordu.
Yunus Nadi, o günlerin "Yeni Gün"ünü tstan-
bul'dan Ankara'ya taşırken Ankara'nın iik gün-
lerini anlatır: "Nihayet istasyondayız: Orada da
oldukça kesif bir kalabalık. Mustafa Kemal Pa-
şa mümtaz tavır ve simasile derhal nazarı ken-
dine celbediyordu. Vagonlardan atladık ve elle-
rine sanldık. Vilayet orada idi ve memleket ora-
da idi." (1)
Tarih 1 Nisan 1920'dir; "memleket", Ankara
istasyonunda toplanmıştır neredeyse..
Atatürk, işte bu Ankara için Kurtuluş Sava-
şı'nın ardından ikinci kez girdiğinde bu kente
kendisine önerilen 'onursal kenttaşlık"ı sevinçle
kabul ederken şöyle diyordu: "Istiklal mücade-
lesi tarihinde Ankara adı en aziz bir yeri muha-
faza edecektir:'
Atatürk'ün Ankara kasabasını Kurtuluş Savaşı
tarihinin yalruzca bir göstcrge kenri olarak dü-
şflndüp ileri sürülebilir mi? Ankara'yı bir yan-
dan curnhuriyetin platformu, öte yandan da ilk
kenti yapmaya çaiışan ilkin Atatürk olmamış mı-
dır? Nitekim kurtuluşun ardından sekiz yıl son-
ra ilk kez Osmanlı'nın ve geçmiş uygaruklann es-
kimemiş kentine giderken cumhuriyetin çiçeği
burnunda Ankara'sının onursal kenttaşlığıyla
varmamış mıdı# Atatürk Istanbul'a? Bir başka
yaklaşımla denebilir ki o cumhuriyetin bu pîat-
formuyla uynıklarında yalnızca mahalle bilinci
oluşturan Osmanlı yapısına karşı özgür kimlikli
bireylerle kentlilik bilincinin temelini atmıştır.
Böylece Ankara kentlilik bilincinin temelinin atıl-
dığı bir ilk kenttir aynı zamanda.
Atatürk, kendi yazdığı "YurtUşhk B«gileri"y-
le, bu özgür bireylerin yurttaşhk hak ve ödevleri
konusunda eğitilmeleri gerektiğini önemle vur-«
gulamaz mı? Bu doğnıltuda gençleri aydınlatma-
ya ve bilinçlendirmeye çalışarak yurttaşhk bilgi-
sinden kenttaşhk bilincine geçişin de öncüsü ol-
mamış mıdır o? (2)
Nedir kentlilik bilinci? Insanın kendini ve çev-
resini ileriye dönük değiştirme dürtüsünün, kent
ölçeğinde eyleme dönüşmesi. Kentlilik bilinci,
mahalle biüncinde görüldüğü gibi buyurgana uy-
mayı ve boyun eğmeyi değil, özgürlüğü ve ba-
ğımsızlığı temele alır. Kentlilik bilinci, yalnızca
yeni doğmuş bir cumhuriyet için değil, aynı za-
manda uygarhk için de bir ölçüt sayılmah! Bu
durumda Ankara'nın da çağdaş ve uygar dün-
yamn önemli bir kenti olduğu düşünülemez mi?
Uygarhk tarihinde Bergama, tskenderiye, Har-
ran kentlerinin Rönesans'ın ya da Aydınlanma1
nın mayalandığı kentlerin ya da 1789 Paris'inin
önemi ney^ yine bir ilk kent olan Ankara'nın
konumu da buna göre bir koşutluk göstermez
mi?
İşte Ankara, daha cumhuriyetin ilk yıllannda
bir kent için gerekli olan tüm verileri bağnnda
toplamış; bilimsel, kültürel ve sanatsal açıdan bü-
tün alanlarda donanımını. tamamlamış, buna
bağlı olarak da cumhuriyet için yeni bir kentli
aydın yetiştirmeye çaba harcamıştır. Bir iki ör-
nek üzerinde özellikle durmak gerekir..
Kurtuluş Savaşı sürecinde örnek bir gazeteci-
liğin sergilendiği kent olmamış mıdır Ankara?
Öte yandan çeşitli dönemlerde kültür ve sanat
yaşamımız açısından önemli, gününe göre etkili
de olabilmiş pek çok derginin de yayımlandığı-
nı görüyoruz Ankara'da. Aynca Garip Şiiri, İkin-
ci Yeni, Mavi Hareketi Ankara'dan esintiler ve
renkler taşımaz mı?
Kurulan Terciime ve Telif Heyeti'nin de altını
çizmek gerekir. Doğal olarak çeviri hareketinin
de.. Sonra Tttrk Tarih Kurumu, Türk Dil Kuru-
mu ve Halkevleri, yine 1930'lar Ankara'sında kül-
tür üreten kurumlar arasına girmemiş midir? Bu
arada cumhuriyetin ilk üniversiteleri arasında
Ankara'da kurulan Hukuk Mektebi'ni, Dil ve Ta-
rih Coğrafya Fakültesi'ni özellikle anmak gerek-
mez mi? Kaldı ki Dil ve Tarih Coğrafya Fakül-
tesi, yalnız ülkemizin değil, aynı zamanda dün-
yanın da önemli bilim merkezlerinden biri olma-
mış mıdır o tarihlerde?
Genç cumhuriyetin sanat kurumlan olarak or-"
taya çıkan Musiki Muallim Mektebi'yle Devlet
Konservatuvarı ve Devlet Tiyatrolan da Ankara
kökenli kurumlar. Öyle olmasaydı Ankara Sa-
natsevenler Dernegi (Sanat Kurumu), Ankara
Deneme Sahnesi, Ankara Sanat Tiyatrosu (AST),
Ankara Birliği Sahnesi varhk gösterebilir, hatta
kimileri bugünlere dek ulaşabilir miydi?
Bir kent, var ettiği bilim, kültür ve sanat ku-
rumlarıyla kentleşir, kent özelliği kazanır. Uy-
garlık, kentlerin ortaya koyduğu kültür birikim-
leriyle çıkar ortaya. Bir kentin kültür kenti ol-
ması budur zaten. Uygarhk tarihinde kentler, bu
nitelikleriyle kimrik kazanır. Bu açıdan Ankara'yı
da cumhuriyetin ve uygarlığımızın bir "gösterge
kent"i saymak gerekmez mi?
Cumhuriyetin ilk yıllanndan bugüne Ankara,
elbette çok değişmiştir. Bu değişimi Yakup Kadri
şu satırlarla dile getirir: "Yeni Ankara başdön-
dürücü bir süratle inkişaf ediyordu. Taşhan'ın
önünden Samanpazarı'na, Samanpazarı'ndan
Cebeci'ye, Cebeci'den Yenişehir'e, Yenişehir'den
Kavaklıdere'ye doğru uzanan sahalar üzerinde
apartmanlar, evler, resmi binalar sanki yerden fış-
kırırcasına yükseliyordu!' (3)
Bu büyümeyi çok önceden sezen Atatürk, yüz
bin dekarhk bir alanda Atatiirk Orman Çiftli-
ği'ni kurdurmuştu. Hem de 1925'lerde. Bu yanıy-
la Atatürk'ü "kent ormancılıgf'nın Türkiye'de-
ki ilk uygulayıcısı olarak görmek gerekmez mi?
İşte Atatürk Orman Çiftliği, sonraki yıllarda
oluşturulan Gençlik Parkı ve pek çok yeşil alan,
yalnızca Ankara'da kişi başına düşen yeşil alan
miktarını arttırmakla kalmıyor, aynı zamanda
Ankaralılardaki yeşil alan bilincini de gösteriyor.
Cumhuriyetin yüzyıllar önce ormanla kaplı bu
topraklar üzerinde yaşayan insanlan etkilememiş
olması düşünülebiür mi? Nitekim I. Belediyeler
Kongresi ile I. tmar Kongresi'nin de Ankara'da
toplandığı gözardı edilmemeü!
Zaten Ankara'nın ilk belediye başkanı sayıla-
bilecek Şehremini Haydar Bey, eylemci niteliğiyle
Ankara'mn bayındırlaştırılmasında önemli bir
belediyeci sayılmaü. Öte yandan Ankara, bu an-
lamda bir gelenek de oluşturmuş.. On beş yıl ön-
ce de Vedat Dalokay'ın merkezi yönetime ve
İspanya'daki idarnlar nedeniyle tspanya elçiliği-
ne karşı eylemleri var.
Şimdilerde bu eylemli kenttaşhk bilincini, di-
ğer bütün kentlere örnek olacak biçimde Anka-
ra Anakent Beiediye Başkanı Mtırat Karayalçın
gösteriyor. Ankara'da yasayan bir yurttaşı An-
karalı kenttaşlar sayan Karayalçın'ın bu düşün-
cesi, çağdaşlığın da bir ölçütü değil midir? İki
yıldan bu yana özel konumdaki amatör ve pro-
fesyonel tüm tiyatro topluluklarına aynm yap-
madan maddi yardımda bulunan, onlara ücret-
siz salon ayıran Murat Karayalçm, böylece ken-
tine bir değil, belki pek çok kent tiyatrosu ka-
zandırmış sayılmaz mı?
"Görevimiz sadece kentleri yönetmek değildir.
Aynı zamanda değiştirmektir" diyen Karayalçm,
bu düşüncelerini böylece uygulama alanına da
sokmuş oluyor. Ve cumhuriyetin ilk yıllannda ol-
duğu gibi Ankara yeniden "öncii kenf'liğine dö-
nüyor. Denebilir ki Ankara'nın kültür kurumla-
rıyla ve kültürel etkinliklerle başlayan kentlilik
dokusunun hâlâ varlığmı sürdürüyor olması;
yüzlerce yılhk tstanbul kenti karşısında cumhu-
riyetin kent dokusu gösteren ilk kenti olması, hiç
de rastlantısal sayılmamalıdır. Ankara yetmiş yıl-
hk bu onurlu geçmişinde belirlenmiş bir günde-
me ayak uyduran kent olmamıştır hiç. Tam ter-
sine Ankara ve Ankaralılardır hep gündemi be-
lirleyen!
Bu yüzden sevgili Ankara, yalruzca keçisiyle,
kedisiyle, tavşamyla ünlenmiş bir kent olarak dü-
şünülmemelidir! Cumhuriyetin ilk kenti başkent,
cumhuriyet bunahma düştüğünde elbette üzeri-
ne düşen görevin de bilincinde olacaktır!
Ankaralılann değerli kenttaşı Hacı Atıf Efen-
di'nin, Osmanlı hükümetine karşı yükselen o yü-
rekli sesi, o sıralar bütün Ankaralılann sesi ol-
mamış mıydı zaten: "Senin gibi sadrazamı da,
senin padişahını da Ankaralüar tanımıyor!"
27 Aralık 1990'da (üç gün önce) cumhuriyeti
kuran Ankara, yeniden karşılamaya hazırdı Ata-
türk'ü..
(1) Voous Nadi; "Ankara'mn tlk Ganleri", S«l Yayıntan, tsı.,
1955, s.82
(2) Autürk'ün Yazdığ) Yurtıaşlık Bilgileri, Çagdaş Yayınlan.
tst. 1989
(3) Yaknp Kadri Kanounaoglıı; "Ankara", Birikira Yayınla-
n, Ifl., 1981, s.121
EVET/HAYIR
OKTAYAKBAL
Anlamsız Bir Savaş Havası!
"Savaşın iyisi yoktur. Barışın kötüsü olmadığı gibi..."
Benjamin Franklin böyle demiş. Hem de ABD'nin kurtu-
luş savaşı yıllannda. Savaşın iyisi olabilir mi? Olsa olsa hak-
lı bir savaştan söz edilebilir. Haklı savaş, bir ulusun sömür-
gecilere karşı kurtuluş kavgasıdır Bizim bağımsızlık savaşı-
mızgibi... Emperyalizme, sömürgeciliğe karşı verilen bir sa-
vaş...
Günler geçiyor. Ülkemizde savaş isteyen kimse yok. Var-
sa da çok küçük bir azınlık! Ama savaşı 'erkekliğini gosterme'
sayan bir tek kişi var. Çankaya'daki yüzde 21'İik konuk! Ne-
ler demiyor ki... Irak bir iki günd^ yok edilirmiş, Saddam'ın
balonu bir toplu iğne ile patlatılırmış! Bay Özal sanki yaşamı
boyunca birçok savaşa girmiş çıkmış! Kore savaşına mı ka-
tıldı. Kıbrıs Barış Harekâtı'na mı? Askerlik bilgisi nedir, ne ka-
dardır? İnsanın aklına Hıtler ve Mussolini gibi 'sivil' savaşçı-
lar geliyor. Bu kişiler kendilerinde büyük savaşçılık dehası
varsaydılar. Alman ve İtaiyan uluslarını yıllar süren bir kanlı
çıkmaza soktular. Sonunda birinin cesedi yerlerde sürüklendi,
başaşağı asıldı. Öteki kendini öldürdü, cesedi yakıldı. Ama
Franko gibi bir başka diktatör, asker olduğu, savaşın neler
getireceğini bildiği için anlaşmalarla bağlı olduğu Hitler ve
Mussolini'lerin savaş çağrılarına katılmadı.
İşin şakası yok! Bay Özal ve yanındaki birkaç kişi Türki-
ye'yi Irak çıkmazına sokmak için çaba harcıyorlar. Ülkenin
bütün halkı Meclisteki muhalefet, Meclis dışındaki muhale-
fet savaştan yana değil, ama Bay Özal, savaşçılığını direnç-
le sürdürüyor. Bilmiyoruz, Mr. Bush ne gibi sözler verdi. Bi-
zimki de ona... Bütün bunlar bilinmiyor. Bir giz gibi saklı! 'Sen
kuzeyden Irak'a girersin, biz de güneyden. Bir iki günde Sad-
dam'ın işini bitiririz' mi dediler acaba? Bir iki gün! Öyle mi?
Daha önce Kore'de de Öyle dendi. Oysa savaş yıllar sürdü.
Ya Vietnam? Kanlı bir çıkmaza dönüşen Vietnam savaşı
ABD'nin yenilgisiyle sonuçlanmadı mı? Binlerce uçak, heli-
kopter, tank, en modern silahlar yarı çıplak, ilkel silahlarla
donatılmış Vietnam savaşçılarını yıldırabildi mi? Yenik düşen
sonunda ABD olmadı mı?
Savaş nedir bilmeyene kolay gelir bu işler! Sürersin cep-
heye on binlerce, yüz binlerce genç insanı. Kimi şehit olur,
kimi gazi. Sen politikada yerini saglama alırsın. İlk seçim-
lerde yeniden en üst görevlere gelecegini, yakınlarını, dost-
larını da bir yaşam boyu kazançlara garkedeceğini sanırsın!
Beklediğin olmazsa, ya her şey tersine dönerse! O zaman
uçağa atlayıp kaçar mısın, yoksa ülkeni, halkını savaşa so-
karak perişan ettiğin için adalet önünde hesap mı verirsin?
1940 yıllarını yaşayanlar anımsarlar. Askerlik çağındaki bir
kuşakUk biz. Her an cepheye gönderilmeyi bekieyen, yaşla-
rı on sekiz yirmi beş arasında bir kuşak. Nazi orduları 1941 'de
sınırlarımızadayanmıştı. Üstün güce sahip bu orduların sal-
dınsı her an bekleniyordu. Ülkemizde Nazi yandaşı birtakım
politikacılar, askerler Kafkasya'yı. Orta Asya'yı ele geçirmek
için hırslı bir özleyiş içinde idiler. Alman orduları bütün Avru-
pa'ya egemendi. Kırım, Kafkasya ele geçirilmişti. Biz de do-
ğudan yola çıksak Turan düşleri görenlerin özlemlerini ger-
çekleştirebilecektik. CHmayacak şey değildi bu! Ama her şey
o kadarla bitmiyordu ki! İsmet inönü ve yönetiminde görev
alanlar Bağımsızlık Savaşı'ndan, Birinci Dünya Savaşı'ndan
gelmiş deneyimli insanlardı. Bir savaşta her şeyin kısa süre-
de sonuçlanmayacağını bilecek kadar zekiydiler, anlayışlıy-
dılar.
Benim kuşağım harcanmadıysa bunu İnönü'nün usta po-
litikacılığına borçludur. O yıllarda Özal gibi bir kişi işbaşında
olsaydı Türkiye önce Alman, sonra Rus ordularının işgaline
uğrayabilecek, Anadolu baştan başa yanıp yıkılacak, yüz bin-
lerce insanımız ölüp gidecekti. İsmet Paşa'dır Türk ulusunu
böyle bir kanlı çıkmazdan kurtaran... Daha sonra birtakım
kişiler 'erkekliğimizi yitirdik' gibi sözler söylediler! Nasıl ki şim-
di Bay Özal gibi düşünen küçük bir azınlık Türkiye erkek ol-
duğunu kanıtlamair diyorsa o zaman da ileriyi göremeyen,
dar görüşlü kişiler vardı. Ama büyük bir asker, usta bir poli-
tika adamı işbaşındaydı.*Türk ulusu 1940'larda Enver Paşa:
nın serüvenci polrtikasını yaşamadıysa bunu İsmet Paşa'ya
borçludur.
15 ocak yaklaşıyor. Bakıyorum Bay Özal ve ona bağlı olan-
ların savaşçı tutumları günden güne artıyor. Ne demeli bil-
mem ki! Anımsatmak istediğim bir şey var, halkımızı kanlı bir
serüvene sürüklemeye kalkışanlar bu yanlış gidişin hesabı-
nı er geç vereceklerini iyi bilmelidirler!
Sanat ve Anayasa
Sanat özgürlüğünün anayasalarda yer alması Weimar
Anayasası ile başlamış, zamanla öbür anayasalara, 1961
Anayasası'yla da anayasa hukukumuza geçmiştir.
Prof. Dr. FARUK EREM
"Pir Sultan Abdal" adı altında hazırla-
nan bir oyun hakkında emniyet müdürlü-
ğünce "oynatılamaz" karan verildiğini, oyu-
nun yazan Erol Toy'un ise bir açıklama yap-
tığını basından öğrenmiş bulunmaktayız.
Biz bu yasak karannın anayasamız açısın-
dan doğru mu yanlış mı olduğunu tartışmak
istiyoruz.
Bugün hukuk açısından ulaşılan düzey
"sanat'ın anayasalara geçiş" çağıdır. Türk
Anayasası bu caga >abancı kalamazdı. Aoa-
yasaya göre "sanat" nasıl bir güvence altın-
dadır? Başka bir deyişle; sanat atıayasa hu-
kuku açısından incelenirse hangi sonuçla-
ra varılabiür?
Anayasa, sanat'ı her şeyden önce
"özgürlük" olarak ele almıştır. "Insanda ar-
tık yeni bir şey yoktur" savı yanlıştır. Insan
ve "insanlık" sonsuzdur. Fakat unutmamak
gerekir ki toplumsal sefalete neden olacak
mutlulukta ortak olmayan kişi "insan"dır.
"Çalışarak insan olan insan". O halde "in-
sanlık ölmedikçe sanat da ölmeyecektir"
(Fischer-Çapan, C. Sanatın Gerekliliği,
1980, s. 246). Sartre şu sözünde acaba hak-
sız mı idi: "Ben dünya değişince her şeyin
daha iyi olacağına inananlardanım" (Sartre-
Ergü, s.60). Kaldı ki "insanlık henüz bir
kurtuluş yolunun başındadır" (Duby). 1%1
Anayasası'nın 21, yürürlükteki anayasanın
27. maddesinin başlığı "BUim ve Sanat Hür-
riyeti"dir. Böylece "insan'ın yaratıcıhğı"na
engel veya sınır getirilemeyeceği açıklanmış-
tır. Bu, "Ümanist Doktrin" anlayışıdır (bk.
Erem, Ümanist Doktrin Açısından Ceza
Hukuku, Ankara 1980). "Ve Çeliğe Su
verildi" romanını yazan Ostrovski'nin ölü-
münden sonra şunlar yazıldı: "O'nun savaş-
çı ve ümanist kişiliği, bütün ilerici insanh-
ğın belleğindeki canlı, etkili ve değerli yeri-
ni her zaman koruyacaktırf'
Anayasalanmız "sanat hürriyeti" başlı-
ğı altında kişinin nelere sahip olduğunu gös-
termek suretiyle bu özgürlüğü daha somut-
ça belirtmek istemiş, kişinin "sanatı serbest-
çe öğrenme, öğretme, açıklama, yayma,
arastırma hakkı"na sahip olduğunu açık-
iamıştır.
Sanat özgürlüğünün anayasalarda yer al-
ması Weimar Anayasası ile başlanuş, za-
manla öbür anayasalara, 1961 Anayasası-
yla da anayasa hukukumuza geçmiştir. Kus-
kusuz Weimar Anayasası'ndan önce de bazı
anayasalarda dağınık ve duraksamalı hü-
kümlere rastlanıyordu. Fakat sanat özgür-
lüğüne açıkça yer verilmesi, Weimar Ana-
yasası ile olmuştur. Weimar Anayasası'nda-
ki hüküm (m.142) şu idi: "Sanat, bilim ve
bunlann öğretimi serbesttir. Devlet bunla-
rı korur ve gelişmelerine katılırî' Weimar
Anayasası'nın bu hükmü İtaiyan Anayasa-
sı hazırlanırken örnek tutulmuştur.
Anayasa güvencesi, değişik rejimlerde
farklı anlayışta ele alınmıstır. 1946 Amavut-
luk Anayasası (m.27) "Halkm kültürünü ge-
liştirmek amacıyla devlet, bilim ve sanatı
teşvik eder" hükmünü, 1948 Çekoslovak
Anayasası (m.20, n.2) "halkın kültür ihti-
yacı"nı sağlamak ölçüsünü benimsemiştir.
Sovyet Rusya Anayasasmda özel bir hüküm
yer almamıştır. Yalnız bu anayasadaki
(m.123) çalışanlann menfaatine uygun düş-
mek, sosyalist örgütleşmenin güçlenmesi
amacına yönelik olmak kaydı ile öz^ürlük-
lerin korunacağı yolundaki hükme dayanıl-
maktadır. ttalya'da faşizm döneminde, res-
mi tutum "faşist sanat poiitikası" olarak
özetlenebilir.
Görüldüğü üzere totaliter rejimlerde sa-
natın anayasal güvencesi farklı ve koşullu
anlaşılmaktadır. Totaliter devlet anlayışı
"resmi sanat politikası"na bağlıdır. Fakat
bu politika hep aynı kalamıyor. örneğin
Prokofiev (1891-1953) bir kaç kez lanetlen-
di, bir kaç kez Stalin ödülünü kazandı. Yi-
ne de "Gerçek Adam'ın Öyküsü" adh ope-
rası düşündürücüdür.
Belli bir türdeki sanatı korumak, bunun
dışındaküeri-yararsız, giderek zararlı say-
makla sonuçlanır.
Detnokratik anayasalarda "tercihli sanat
anlayışı" benimsenmemistir. Fakat bu ana-
yasalarda eksik olan, sanatın gelişmesi için
"devlet katkısı"nın açıklanmamış olması ya
da bu katlunm bulanık, yaptınmsız bırakıl-
mış olmasıdır. Bu nedenle 1961 Anayasası'-
nın (m.10) "Devlet, insanın maddi ve ma-
nevi varlığının gelişmesi için gerekli şartla-
rı hazırlar" hükmü yeterli değildi.
Özgürlüklerin anayasada yer alması, öz-
gürlüğün "devlet güvencesi" aJtında oldu-
ğunu göstermektedir. Fakat güvence ile
"devlet yardımı" eşanlamda sayıhnamakta-
dır. Kendi haline bırakmak, "gerekli şart-
lan hazırlamak" değildir.
Weimar Anayasası ile başlayan gelişme
özgürlüğün yanı sıra, bu anayasada yer alan
"devlet katkısı" -özellikle ülkemizde- aynı
gelişmeyi göstermemiştir.
Bununla beraber, bu gelişme içinde, bir
oyunun zabıtaca yasaklanması hukuka ay-
kın, "hukukun üstünlüğü" kurahm zede-
leyen bir davranıştır.
PENCERE
KARŞI
OLANLAR!
8. Sayı çıktı
Her Cuma Bayilerde
ÖLÜM
Merhume Gülnisar hanım ile ulemadan merhum
Ismail Hakkı efendinin oğlu, merhum Tahir efendinin
yeğeni; Saime Özcan'ın ağabeyi Cihad ve Sina
özcan'ın dayılan, Ferhat Gökçek'in sevgili babası,
Selma Gökçek'in eşi, Özbay, Çetinkaya, Hergenç,
Yetkin ailelerinin enişteleri,
Bahriyeli avukat (amca)
MUHİTTİN GÖKÇEK
27.12.1990 günü vefat etmiştir. 29.12.1990 Cumartesi
(bugün) öğle namazından sonra Karacaahmet
Camii'nden kaldırılarak Karacaahmet Mezarhğı'na
defnedilecektir.
AİLESİ
\ V L I X C A Z E T E
Zonguldak Direnişi (Özel Ek) • Partileşme Tartışmalan
Söyleşiler. Ş. Denizer, V. Karabay, M. Oğur, Cola ve Maden
Işçileri • Körfez Krizi • Kiiba ve Sovyetler Birliği: Haber ve
Yorumlar • Genel Grev, Partili Mücadele ve İşçi Stnıfı •
Menrez Büro: Nöbetrune Cad. Demirci Han No.42/5 Sirkeci-İST.
Kartal Büro: Atatürk Bulvan Karakas İşhanı No: 13/29 Kartal-İST.
GELENEK 33. SAYI ÇIKIYOR
SAYIŞTAY BAŞKANLIGI'NDAN
Başkanlığımızda, halen açık bulunan 4 üyelik ile seçim tarihine ka-
dar açılacak üyelikler için 832 sayılı Sayıştay Kanunu'nun değişik 4.
maddesınde beürtilen nitelikleri.taşıyan istekliler arasından, aynı ka-
nunun değişik 6. maddesi hükmü uyannca her boş kadro için üç kat'i
aday seçilecektir.
Cye adaylarmın üçte ikisi Sayıştay meslek mensuplanndan, üçte
biri de 832 sayılı kanunun 1.11.1990 tarih ve 3677 sayılı kanunla de-
ğişik 4. maddesinde sayılan diğer adaylar arasından seçilecektir.
tsteklilerin en geç 25.1.1991 Cuma günü saat 17.30'a kadar aşağı-
daki belgeleri ekleyecekleri bir dilekçe ile Sayıştay Başkanlığı'na baş-
vurmalan gerekmektedir.
1- Kendi el yazısı ile yazılrmş özgeçmişi,
2- Dairesince tasdikli adli ve inzibati muamelat ve mükafat kısmı-
nı kapsayan sicil özeti, (Sayıştay mensubu isteklilerden bu belge
aranmaz.)
3- Yeni çektirilmiş (6 x 9) ebadında iki adet fotoğraf, postadaki ge-
cikmeler dikkate alınmayacaktır. Ilgililere duyurulur.
Basm: 43461
TEŞEKKÜR
Acısı yüreğimizden hiçbir zaman silinmeyecek olan sevgili
eşim
UĞUR ALPER'in
ölumünden önce ve sonra bizden sıcak ve dost ilgilerini
esirgemeyen Sayın
Dr. BÜLENT ERDOĞAN
ve eşine, günlerce bizi yalnız bırakmayan, yardımlannı,
sevgilerini esirgemeyen sayın öğretmenlerime, sayın öğretmen
arkadaşlarıma, mezun ettiğim ve halen okutmakta olduğum
tüm ötrencilerimin ailelerine, komşulanma, çocuklanm
OBEN ve BURAK ALPER'in sevgili arkadaşlanna, gerek
bizzat gelerek gerek se telefon ve telgrafla arayan, çelenk
gönderen ve T.E.V.'e bağışta bulunan tüm dost, akraba ve
yakınlarımıza çocuklanm, kendim ve ailemiz adına yürekten
teşekkür ederim.
EŞİ: TAHtRE ALPER
Almanya lise çıkışlı
filoloji öğrencisinden
ALMANCA ve İNGtLİZCE
ders verilir.
136 08 86
Ne Yapmalı?..
İşçi öfkeli...
İşçi ayakta...
İşçinin gözleri çakmak çakmak, bir kibrit çaksan anında
parlayacak...
Kimi yerde grev...
Kimi yerde gösteri yürüyüşü...
Kimi yerde toplantı...
İş büyüyor...
Zonguldak, emekçinin başkenti oldu, yürüyüşün başını
çekti, ardından eylem yaygınlaştı, ülkeyi sardı saracak, ne-
reye baksan kıyamet havası...
Ne yapmalı?
•
İşadamları kaygılı...
Demeç veriyorlar:
— Çalışma barışı bozulmasın, işçi kendine gelsin, sendi-
kacı sağduyulu olmalı...
Sendikacı kös dinlemiş... .
Elinden bir şey gelmiyor... ^
Çünkü tabandan gelen baskıya karşı duramıyor. Sendika-
cı, sendikacılık yapmak istiyorsa alttan gelen homurdanma-
lara kulak vermek zorundadır. Sonra koltuğundan olur. İşa-
damı, sendikacıyı da anlamalı değil mi?
Peki, bu duruma nasıl gelindi?
On yıllık bir öykü bu.
•
On yıl önce eylül paşaları işçiyi düşman bildiler, işadam-
larının sofrasına oturdular...
Ne günlerdi değil mi!..
İstanbul'un lüks salonları ya hey!.. Sokaklarda tanklar
emekçinin haklarını çiğniyor; kimi paşalar holding babala-
rıyla ülkenin gelecegini çiziyor Neydi program? Süngüyle dü-
zeltilecek her şey. Grev yok, toplusözleşme emir ve kuman-
da zincirinde saptanacak, Türkiye 'ucuz emek cenneti' ola-
cak, faşizm belki kötü görünür, ama disiplinli kalkınrnayı ge-
tirir. Bak Güney Kore'ye, ibret al!.. Dış ve iç kredileri özel sek-
törün babalarına dağıtırsın, Türk Lirası'nı pula çevirip ihra-
catı dörde katlarsın, Türkiye köşeyi döner. Eylül generalleri,
yupiler ve işadamları bir araya geldiklerinde kalkınma ger-
çekleşmiş demektir. Önce kalkınma, sonra demokrasi. Siya-
sada faşizm, ekonomide liberalizm. Televizyonda işadamla-
rının biri görünüp biri kayboluyor. Ekranda bir eylül paşası
nutuk atıyor, ardından bir holding babası propaganda yapı-
yor. Adına emekçi denen yurttaş defterden silinmiş. Aydın kim
ola? Solcular ezilecek, emek horlanacak, sermaye ülkeyi ba-
şarıya kavuşturacak...
Eğri oturup doğru konuşalım, program bu değil miydi?
12 Eylül programı, silahlı kuvvetlerin emrü kumanda zin-
cirinde askeri disiplinle uygulandı.
Ne yazık ki başanya ulaşamadı.
•
1980'den 90'a on yıl geçti.
Fırsat kaçtı...
Çünkü dünya değişti, tek pazara dönüşüyor, yalnız eko-
nomik liberalizmle iş yürümüyor. Siyasette de liberalizm ge-
rekli. Türkiye, Batı ile nasıl bütünleşecek? AT'ye nasıl gire-
ceğiz? Bir yandan 'Helsinki İzleme Komitesi', öte yandan 'Am-
nesty International', beri yandan 'Avrupa Konseyi' Türkiye'yi
horluyorlar. Demokrasiye açılsan birtürlü, açılmasan birtüriü.
Ekonomi döndü dolaştı, yine tıkandı. Enflasyon durdurula-
mıyor. Peki, işçi nas,l durdurulsun? Bıçak kemiğe dayandı;
'ucuz emek cenneti'nde boğaz tokluğuna çalıştınlmak iste-
nen emekçiler eyleme geçmek zorundalar.
10 yıl emekçinin gıkı çıkmamıştı...
Sonunda kıpırdadı.
Ne yapmalı?
* >
En iyisi yeni bir askeri darbedir, ya da savaştır.
Değil midir?..
Eğer yeni bir askeri darbe ya da savaş yapamıyorsan, bir
tek seçenek kalıyor:
Demokrasi yapacaksın!..
NAZIM HIKMETDOSTLARINA
"Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat
Vakfı"nın kuruluş çalışmaları son
aşamasına gelmiştır. Bugüne değin
pek çok kişi ve kuruluş, mektupla
yapılan çağrılara ofumlu yanıt vermiş.
değerli çaba ve katkılarıyla destek
olmuştur. Ancak Nâzım'ın tüm
dostlanna ulaşamadık. Bu nedenle,
yazışma adresi ile banka hesap
numarasını vakıf girişimi ile
dayanışmak isteyenlerin bilgisine
sunuyorum.
Aynca eksikliklerımizin anlayışla
karşılanacağı umuduyla, vakıf kuruluş
çalışmalarına maddi ve manevi
katkıda bulunmuş ve bulunacak tüm
dostlara teşekkür ediyorum.
SAMİYE YALTIRIM
Banka hesap numarası: Samiye Yaltırım, Türkiye İş Bankası
İstanbul/Ayaspaşa Şubesi 1005-300-230038
Yazışma adresi; Prof. Dr. Aydın Aybay, Sıraselviler Cad. No.
87 Yeni Hayat Apt. Taksim/İstanbul
Başvuru adresi ve telefonu: Kıymel Coşkun. İstiklâl Cad.
Baro Han 101 Beyoğlu/istanbul Tel: 149 29 39
MEVLİT
Sevgili Annemiz
HÜLYA GÜÇMEN
Hanımefendiyi
Kaybedışimizin ikinci yılında tüm dostlarını 30/12/90
Pazar günü 14 30'da evinde yapılacak mevlidine bekliyoruz.
HEP-ALİ GÜÇMEN
GAZETECILER
CEMİYETİNDEN
"Basın Tarihi" yazım süresi uzatıldı
Cemiyetimizce, Cumhuriyetin ilanından günümü-
ze (31 Aralık 1989'a) kadar olan dönemin "BASIN
TARİHİ" yazdınlması uygun göriilmüş ve durum il-
gililere duyurulmuştu.
Yazariardan gelen başvurularüzerine katılma süre-
si ikinci defa uzatılmıştır. Buna göre yazarların eserle-
ıini en geç 30 Ocak 1991 tarihine kadar Cemiyetimize
teslim etmeleıi gerekmektedir.
İlk duyuruda açıklandığı gibi birinciye
20.000.000. ikinciye 10.000.000 ûçüncüye 5.000.000
TL. verilecektir.