Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
AKP’nin kullandığı havuç yönteminin tabii ki bilincindedir. Onlar da aynı havucu Türkiye’ye istediklerini yaptırabilmek için kullanıyorlar. AB BÜYÜK ÖDÜN PEŞİNDE AB kamuoyunun Türkiye’yi istemediği şüphe götürmez bir veridir. AB’nin gayelerinin Sevr’in başarılamamış olan koşullarının gerçekleşmesi olduğu biliniyor. Türkiye’nin iç işlerine karışılması, kendilerinin yüzyıllardır yaşayarak öğrenmiş oldukları etnik ayrılıkların yıkıcılığını, Türkiye’yi bölmek için kullanmaları arzusudur. İnsan hakları, azınlık hakları, ekümenikliğin tanınması, vakıfların haklarının değiştirilmesi, ruhban okulunun canlandırılması, Kıbrıs, Pontus, adalar, nehirler, barajlar, Alevi, gibi konuların son günlerde çok ısınmış olması da, AKP’nin artık AB havucuna ihtiyacı kalmadığını görmeleri, belki de onlar iktidardan düşmeden önce önemli ödünleri koparma çabaları olarak düşünülebilir. TSK’nin son günlerde yapmış olduğu uyarılarda, her ne kadar daha havucun gölgesinde, AB’ye gire(me)memize sebep olmakla itham edilmek korkusunda oldukları görülüyorsa da, AB’nin gayeleri için çok endişe verici bir gelişmedir. AB Türkiye temsilcisi Hansjörg Kretschmer’in, AB genişlemesinden sorumlu Komser Olli Rehn’in son sözleri yenir yutulur olmayan gaflar olarak belirse de, onları kasıtlı olarak ne koparırsak kardır düşüncesiyle yapılmış, etkilerinin hala Türkiye üzerinde geçerli olduğunu belirten beyanlar olarak düşünmek, daha yerinde olur. ABD Ankara Büyükelçisi Ross Wilson’un hakareteamiz "kakafoni" gibi sözlerinin söylenebilmesi, çok yerde AB, ABD gayelerinin birleştiğinin, ve iktidarın ikisine de etkisiz kalmak zorunda olduğunun kanıtıdır. Türkiye’nin Washington Büyükelçisinin böyle bir şey söylediğinde derhal çekilmesinin isteneceği şüphe götürmezken, (bu yazı hazırlandığında) bizim kırılmış olduğumuzu söylemekle yetinmemiz, zafiyetin boyutlarını ortaya koyuyor. Atatürk’ün şu sözünü anımsayalım: Bir Ulus kendi gücüne, yanlız kendi gücüne dayanmazsa, şunun bunun oyuncağı olur. Son altmış yıldır izlenen politikalar Atatürk ilkelerinden ayrılmamıza, yabancıların tarafından idare edilen yönetimlerin elinde kalmamıza, ekonomik olarak bağımsızlığımızı kaybetmemize neden olmuştur. En aşağılayıcı koşullar bile öne sürüldüğünde, AB içine girmeye sıcak bakmış bir toplumun düşünce tarzını anlamak kolay değildir. Bu konuda, hiçbir şeyi kedi gücümüzle yapamayacağımıza inanmış, aydın geçinen geniş bir kitlenin göstermiş olduğu ön neden; şayet AB bizi zorlarsa ancak o zaman yapmamız gereken gelişimleri başarabileceğimiz, ancak onların içine katılınca uygarlık düzeyimizi yükseltebileceğimiz, insan haklarına daha fazla saygı göstereceğimiz, ancak onların arasına karışarak onlar gibi olabileceğimizdir. Atatürk, en zor durumlarda, en geri kalmış olduğumuz bir aşamada, hiçbir zaman Batı kelimesini kullanmamış, batıyı taklit etmeyi önermemiş, Avrupalılaşmak gibi bir öneride bulunmamış, daima kendi irademiz ve gücümüzle, başkalarının yapmış olduğu ilerlemelerden öğrenerek, gelişmemizi önermiştir. Bu milletin varlık ve yapı gücüne güvenlerini kaybetmiş, daima kendisini Batı mit’inden aşağı görmeye alışmış, sözde aydınların, AB’den bekledikleri gelişmelerin bazılarına bakmak sırasıdır: İspanya’da Engizisyonlar, Fransa’da Vendee soykırımı, Amerika kıtasında Kızılderililer’in ve Aztekler’in soykırımı, 1. Dünya savaşı, ardından Almanya’nın cendereye sokulması nedeniyle Hitler rejiminin 2. Dünya savaşını başlatması, Almanya’da Holokost, Fransa’nın Cezayir soykırımı, Rumların C S TRATEJİ 9 çıkarmayı teklif eden, aynı Batı demagogları değil midir? Kendileri hala suç işlemekte iken, insan hakları mahkemeleri kurup, milletleri yargılamak küstahlığını gösteren Batı, demokrasi kisvesi altında, sadece maddi çıkarlarının, refahlarının devamlı olmasını garantilemek için Irak’ı işgal eden, yüz binlerin heba olmasına aldırmayan, dünyanın en kritik bir bölgesini gelecek uzun yıllar boyu ateşe atan, ayni demagog değil midir? Daha bir ay evvel İsrail’in Lübnan’ı işgaline ve 80 bini Çocuk, 120 bin masum halkın katledilmesini desteklemiş olan ABD, çıkarlarından ötürü seyirci kalan AB, demagogları değil midir? OLMAMIŞ AB Devrimizde insanlık anlamı içinde uygarlıktan çok uzak olan bu olayların içinde ol(ma)dığımıza sevinecek ve gurur duyacak iken; milli gurur, bütünlük, egemenlik, karakter ve haysiyetimizi vermeye rıza göstererek, onlar gibi olmaya çalışan toplumumuzun AB hayalinde koşan kısmına nasıl bir gözle bakmak gerekir? Bu kişiler çok zaman –AB’nin bize ihtiyacı var, mecburen alacaklar, iddiasındalar. Şayet bu bir gerçekse, bırakalım onlar bizi çağısınlar dememiz yerinde olmaz mı? AB henüz olgunlaşmamış, içerisinde çelişkiler olan, milliyetçilik ayrılımlarından kurtulmamış, hiçbir zaman da kurtula(ma)yacak bir toplumdur. Bir anayasası bile olamamış, olması çok şüpheli görülen, üyelerinin bir kısmı en esas kurallarından biri olan tek para birimini kabullenmemiş, birkaç büyük ülkenin hegemonyasını kurmaya çalışmasıyla yürütülen birlik, henüz birlik statüsüne bile erişememiştir. AB artık içindeki zorlukları saklamamakta, genişlemek istemediğini söylemektedir. Bizi içine almak istemediğini, şayet referandumlar olumlu çıkarsa, belki, 1015 yıl sonra, şartlı olarak, serbest dolaşma izni olmadan, almayı düşüneceğini açıkça ifade etmekte iken, 2025 yılı programında Türkiye’nin adı bile geçmez iken; Türk toplumunun, şimdi yarısından azının da olsa, hala bu havuca kanması, hala bu kirli geçmişe ortak olmaya çalışması, ve bu yolda ödünler vermeye razı olması, anlaşılır gibi değildir. TSK’nin son bir ayki tutumu biraz güven verici olmakla beraber, demokrasi kuralları ve Anayasamızın gerekçelerine uygun olarak yapıldığı halde, bazı çevrelerde askerin siyasete karışması olarak yorumlanmaktadır. Hakiki bir demokraside, söz ve fikir özgürlüğü olan bir ortamda bunların olması doğaldır. Ancak bu düşüncelerin Batı’nın çıkarlarına hizmet eden türden olduğunu düşünmemek de elden gelmiyor. İktidarın olaylara bakışının demokrasi şeffaflığından uzak olması nedeniyle, yaklaşımlar demokratik bir düzeyde olduğunda, ters bir sonuca yöneleceğini, kamu oyunu olumsuz etkileyebileceğini de daima göz önünde bulundurmak gerekmektedir. İzmir’in kurtuluşu günlerinde İngiliz donanması daha limanda iken, amiralin Atatürk’ten azınlıkların korunmasını küstah bir şekilde talep etmesi üzerine, elinde kullanabileceği bir tek sandal bile yok iken, sabah olmadan limanı terk etmelerini emretmesi ve amirali odadan kovması, bazı koşullar altında alınması gereken doğru bir yöntem olabilir. Bazen ise bir kokteyl partisinde güler yüzle, kimsenin duymayacağı bir şekilde diğerinin kulağına fısıldanan iki sözcüğün, orduların harekatından çok daha etkili sonuçlar verdiği kullanılmış olan yöntemler olarak mevcuttur. TSK üzerinde AB havucunun baskısının azalmış olduğu, TSK’nın bu yurdun bekçisi olduğunu hatırlatması ihtiyacı kesindir. Ancak son olaylar, yapılan girişimlerin değişik bir şekilde yapılmasının yararlı olup olmayacağı sualini akla getiriyor. Batılı demagoglar, bölücülüğü bizzat yarattıktan sonra azınlıklara hak istiyorlar. Bazı ‘aydınlar’ ise AB’yi her soruna çözüm olarak gösteriyorlar. Atatürk, bunlara uygulamalarıyla zamanında yanıt vermiş… Kıbrıs soykırımı, elliye yakın Türk diplomatının Ermeniler tarafından yapılan suikastlara öldürülmesine Batı’nın seyirci kalması, Yogoslavya soykırımına Avrupa’nın iki yıl seyirci kalması, Azerbaycan’da Ermenilerin yaptığı soykırıma Batı’nın seyirci kalması, ABD’nin Guantanomo Bay esir kampı, Irak işgal gücünün Abu Garib esir kampı, Batı’nın insan haklarına ne kadar değer vermekte olduğunun utanç verici tarihi kanıtlarıdır. Bugün Ermeni diasporası davulunu çalan ülkelerin, tarihçilerden oluşan çok uluslu bir gurubun bu konuyu araştırması çağrılarımıza, bütün ısrarlarımıza karşın, araştırılarak bir sonuca bağlanmaktan kaçındıkları sözde Ermeni soykırımını, demoklesin kılıcı gibi daima karşımıza çıkarıyorlar. İsviçre’de, Hollanda’da ve Fransa’da, soykırımı kabul etmeyenlere hapis cezası vermeyi sağlayacak yasa önergeleri vermeye cüret eden demagoglar kimlerdir? KİM BÖLÜCÜ? İfade özgürlüğünün yurdumuzda olmadığını iddia ederek, azınlık sorununu kendileri yarattıktan sonra, bize şartlar koşan, insanların fikirlerini, inançlarını belli etmelerini yok edecek yasalar geçirmeye çalışan, ayni demagog AB toplumu değil midir? Bir taraftan terörle mücadele davulu çalarken, teröristler listesinde olan PKK’ya maddi manevi yardımlar yapan, örgütlerini barındıran, yurttaşlarımızı aleyhimizde kışkırtan, aynı Batı demogogları değil midir? Şimdi PKK’yı yasallaştırmak, sonra da Irak’ta kurulması gerçekleşmek üzere olan Kürt devletine eklemek için, NATO’nun teröristler listesinden ‘YABANCI ÖĞÜDÜYLE BAĞIMSIZLIK’ Halbuki tarih bunun hiçbirisinin gerçek olmadığının kanıtlarıyla doludur. Batının hegemonyasından, esaretinden bizi kurtaran Atatürk ilkeleri bunun tam tersinedir. Atatürk’ün uyarısını yeniden anımsamakta fayda var: "......... Halbuki, hangi istiklal vardır ki ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin palanlarıyla yükselebilsin?.. Tarih, böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!". Bu uyarıyı seksen yıl evvel yapan