Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
TÜRKİYE ORTADOĞU DEĞİL 5 Eylül 2006’daki tezkere görüşmeleri sürecinde, iktidar partisi grubu adına konuşma yapan, İstanbul milletvekili sayın Egemen Bağış’ın yaptığı konuşma sadece polemiklerle değerlendirildi. Oysa, Bağış’ın konuşmasında ilginç bir tümce dikkat çekmiştir: "Türkiye Ortadoğu’dur." Gerçi bu tümcenin ardından, laik, demokrat ve müreffeh bir model olma zemininde, Türkiye’nin bölgeye esin kaynağı olacağını eklemiştir. Ancak, dil sürçmesi olduğunu umduğumuz, "Türkiye Ortadoğu’dur" sözü, sayın Davutoğlu’nun Türkiye’den tuttuğu pergel ucunu, Balkanlar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika yayını çizmesi için kullanmasına benzemektedir. Türkiye’nin bir Ortadoğu ülkesi olduğu doğrudur; tıpkı, bir Avrupa, Asya, Karadeniz, Doğu Akdeniz ve Kafkasya ülkesi olduğu gibi.. Ancak Türkiye, Ortadoğu değildir. Türkiye’yi Ortadoğu kabul ettiğiniz zaman, Ortadoğu’daki tüm sorunların çözümünü sağlayan bir ülke olma savıyla yola çıkıp, tüm bir bölge sorunlarını aynı zamanda ithal etmiş konumda olursunuz. Duverger’nin söylediği zeminde, çağdaş imparatorluklar, ideoloji ve teknoloji ihraç eder, sürekli yayılmak zorundadırlar. Önceki başlıklarda ele aldığımız çerçevede, kapitalizmin tüm özelliklerini belirleyen yayılmacı özelliğidir. Bunun da adı emperyalizm olarak geçmektedir. İleri teknoloji üretemeyen, yarı çevre bir ülkenin imparatorluk sevdasıyla yola çıkıp, başkalarının payandası olması C S TRATEJİ Türk askerleri Lübnan’a giderken... 23 Yazının başında belirttiğimiz üzere, 5 Eylül 2006 tarihi , Cumhuriyet tarihinde bir kırılma noktasını teşkil etmektedir. 1950’li yılların başında Kore’ye asker göndermemizin NATO üyeliğini ülkemize getirdiği bizzat sayın Dışişleri bakanı tarafından vurgulanırken, Lübnan’a asker göndermemizin bu bağlamda BM Güvenlik Konseyi’ne geçici üyeliğimizi sağlayabileceği ifade edilmiştir. Demek, Türkiye hep asker ihracıyla, uluslararası ortamda itibar ve konum sağlayacak. Türkiye, Mustafa Kemal’in çizdiği yolda, mazlum ulusların dayanışması anlamında, bölgeyi İngiliz emperyalizminden nasıl kurtaracağını düşünmüştür. Suriye’yi Fransız mandasından kurtarma anlamında, zihinsel egzersizler yapılmıştır. Menderes ise başbakanlığı sürecinde, ABD çıkarları çerçevesinde Suriye ya da Irak’a müdahale planlamıştır. Aradaki fark, Cumhuriyet’in bakış açısındaki temeli vurgulamaktadır. 5 Eylül 2006 kararı, yurdumuz için talihsiz bir yolun başlangıcı olmuştur. Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör müttefiklerimiz tarafından engellenemezken, Lübnan’a müttefiklerimizin güvenliği için gidiyoruz. Bu karardan bir gün elbet dönülecektir. Umarız, ulusça bunun bedelini ağır biçimde ödemeyiz. Dipnot: (1) Jacques Adda, Ekonominin Küreselleşmesi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005 (3.Baskı), s.1327. (2) (Bkz, AB 17 Aralık 2004 zirve belgesi, NATO 2004 İstanbul Zirvesi belgesi v.s.) riski, ibret verici boyuttadır. Risk sözcüğü, Türk siyasal yaşamında, bu günlerde, olur olmaz bir yüzeyde gündeme gelmektedir. Ekümenik patrikhane ya da İslam halifesi kavramları, Cumhuriyet’te söz konusu değildir, ancak imparatorluk ya da Ortadoğu olma savında, bölgeyi federal bir sistemle, çoklu bir ikinci nesil imparatorluğa dönüştürme emellerini beslemektedir. (Osmanlı modeli bu boyutta ele alınmalıdır.) Bu yüzden, iktidar ya da muhalefet sözcülerinin, ülke çıkarlarıyla ilgili konuşurken, çok dikkatli bir üslubu korumalarına gereksinim vardır. S T R A T E J İ K İ T A P L I Ğ I Kendisinin Ermeni tahtının ‘mirasçısı’ olduğunu söyleyen Lusinyan, Klikya’nın Türklerden koparılarak Ermeni devleti haline getirilmesi konusunda Pallmerston ve III. Napolyon’la görüşmeler yaptığını yaymaktadır… Birçok kişi Lusinyan’a umut bağlamıştır. Zeytunluların Napolyon’a başvuruları ve İstanbul’da Ermeni prensi Lusinyan’la ilgili bildirilerin yayılması, Osmanlı iktidarının isyanı bastırmak için ciddi bir güç göndermesine neden olmuştu. Zeytunlular bu durumda Napolyon’a ikinci kez başvurdular… Napolyon’un Klikya’yı Türkiye’den koparmak amacıyla Ermenileri Türklere karşı kışkırttığı saptamasını Boryan da paylaşır. Lusinyan’ın ortaya çıkışı, Zeytunluların bildirileri ve Napolyon’dan yardım istemeleri, hiç kuşkusuz Napolyon’un planının unsurlarıdır. Boryan’a göre Zeytun ayaklanması, Ermenilerin değil, kapitalist Fransa’nın çıkarları doğrultusunda Napolyon’un emriyle örgütlenmiştir." Perinçek’in çalışması, "Soykırım" yalanını yabancı kaynaklara dayanarak ortaya koyuyor… Ermeni Devlet Adamı B. A. Boryan’ın Gözüyle TürkErmeni Çatışması Yazar: Mehmet Perinçek Kaynak Yayınları, Eylül 2006, 96 sayfa. Ermeni iddiaları, günümüzde, Türk dış politikasının en çok uğraştığı konuların başında geliyor. Birçok ülke Osmanlı döneminde Ermenilere "soykırım yapıldığı" yönündeki iddiaları parlamentolarında aldıkları kararlarla tanıdılar. Bu kararların hukuki bir altyapısı bulunmuyor. Neyin soykırım olduğu, kimlerin kimi "kırdığı", yoksa yaşananların "karşılıklı bir kırım mı" olduğu kamuoyunda belgeleriyle, tanıklarıyla tartışılıyor. Türkiye’de bu konuda son dönemde ciddi araştırmalar ve ciddi çalışmalar yapılmaya başlandı. Osmanlı arşivleri araştırmacılara açıldı. Belgelerin aslı, günümüz Türkçesiyle ve İngilizce olarak yayımlanıyor… Diğer yandan "soykırımın yapıldığı" iddia edilen tarihlerde, o dönemde her ulusu olduğu gibi Ermenileri de kullanmak isteyen ve bu konuda belli ölçülerde başarılı olan devletlerin arşivleri de gözler önüne serilmeye başlandı. Mehmet Perinçek, uzun süre RusSovyet arşivlerinde çalıştı. Bu çalışmalarında, geçtiğimiz yüzyılın başlarında emperyalistlerin Türklere ve aynı zamanda Ermenilere kurduğu tuzakların ipuçlarına, belgelerine ulaştı. Öyle ki; Türklerin üzerine soykırım suçunu yıkmak isteyen çevrelerin, Ermenileri kışkırtan taraf olduklarını, daha da önemlisi Ermenilerin kendi belgeleri, yazıları, kitapları ve değerlendirmeleriyle ortaya koydu. Bunlardan biri, "Ermeni Devlet Adamı B.A. Boryan’ın Gözüyle TÜRKERMENİ ÇATIŞMASI". Boryan, soykırım yapıldığı iddia edilen tarihlerde, yine soykırım yapıldığı iddia edilen bölgelerde üst düzeyde görevler yürütmüş. Boryan, bu nedenle, "Ermeni meselesi üzerinde otorite olarak" kabul ediliyor. "Ermenistan, Uluslararası Diplomasi ve SSCB" adlı yaklaşık 1000 syfalık ve iki ciltlik yapıtı nedeniyle Ermeni milliyetçileri tarafından "hain ilan edildi". Perinçek, büyük yapıtın TürkErmeni ilişkilerini ilgilendiren bölümlerini, soykırım yalanını ortaya koyan tanıklıkları, kendi deyimiyle "hap" haline getirmiş. Yazar, konu ile ilgili diğer kaynaklardan da yararlanmış. Güncel olması açısından kitapta yer alan "ZeytunAdana Ayaklanması ve Fransa’nın Rolü" başlığı altındaki bölüme kısaca değinmekte yarar var. Bu bölümde Boryan’ın yapıtına atıfla şu tespitler yer alıyor: "Bu dönemde Zeytun’da kendisini prens ilan eden Levon Lusinyan isimli kişi ortaya çıkmıştır. STRATEJİ KİTAPLIĞI STRATEJİ KİTAPLIĞI STRATEJİ KİTAPLIĞI STRATEJİ KİTAPLIĞI STRATEJİ KİTAPLIĞI STRATEJİ KİTAPLIĞI