Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
olduğu görüşlerinin gerçeği yansıtmadığı değerlendirilmektedir. Zaten Etki Raporu’nun "Giriş" Bölümü bu konuya açıklık getirmekte; rapordaki mülahazaların, Avrupa Birliği Devlet ve Hükumet Başkanları Konseyinin Aralık 2004’te alacağı karar açısından sağlanması gereken ilave kriter veya koşul teşkil etmeyeceği belirtilmektedir. C S TRATEJİ 17 TÜRKİYE ETKİN OLMALI Sonuç olarak: Etki Raporu’ndaki inceleme konumuz olan ifadeler olsa olsa AB çevrelerindeki hastalıklı bakış açısının sürdüğünün, süreceğinin, AB’nin de senaryolarının olabileceğinin veya senaryolara bulaşabileceğinin göstergesidir. Bu nedenle Türkiye’nin; AB sürecinde ulusal duyarlılıklarını gözardı etmeden, bu tür girişimlerin her aşamada karşısına çıkabileceği özeniyle davranması kaçınılmazdır. Aslında dayanağı ve hukuki temeli olmayan bir önerme olmasına karşın müzakere hafızasına giren bu cümlenin muhtelif biçimlerde yeniden karşımıza çıkabileceği unutulmamalıdır. Dahası Türkiye; entegre havza yönetimi, ortak yönetim gibi kavramları bütün ayrıntıları ile, olası senaryolarla tartışmalı ve üç aşamalı planın esasen havza yönetimini öngördüğünü, çözüm ve iş birliği önerilerini komşularının tutumları ile birlikte ortaya koymalıdır. Fırat–Dicle’nin kullanımı, bu akarsularla ilgili projeler ve bölgede su yönetimi AB’yi; çevre, sürdürülebilir kullanım, bu akarsularla ilgili stratejilerde havza yönetimi anlayışı ile hareket etme ve bu konularda suya kıyıdaş ülkelerle iş birliği boyutunda ilgilendirmektedir. Bu çerçevenin dışında bir girişim hiçbir hukuki temele dayanamaz. Uluslararası hukukun geçmişin birikimleri ve günümüz gelişmeleriyle her gün, her olayda yeniden yapılanacağı dikkate alınsa dahi insanlığın; hak, hukuk, çözüm adına geliştirdiği değerlerin ters yüz edilmesi söz konusu olmadığı takdirde AB’nin bu ifadesi, üyelik ve müzakere anlayışı ile izah edilmekten uzaktır. Ancak burada dikkat çekilmesi gereken bir husus, bu biçimde hiçbir uygulama, örnek olmamasına karşın böyle bir yapılanmanın Türkiye’nin kabulü hâlinde –tabii ki Irak ve Suriye’nin de gerçekleşmesinin mümkün olacağıdır, ki asıl tehlike buradadır. Yani böyle bir yapılanma, örneği görülmese de mümkündür. Uluslararası hukuk bir boyutu ile de, kabul/katılım ya da ayrışma/göze alma meselesidir. Türkiye, şimdiye kadar savunageldiği her şeyi bir kenara atarak, hiçbir sınıraşan su çözümünde rastlanmayan, kıyıdaş devletlerin dışındaki devletlerin de söz sahibi olacağı bir düzenleme önerisine ilişkin duyarlılığını her şeye rağmen sürdürmelidir. Kurtuluş’tan hemen sonra geliştirdiği stratejilerle yönlendirdiği uluslararası süreci, Lozan, Boğazlar Sözleşmesi’ne göre kurulan uluslararası nitelikteki "Boğazlar Komisyonu" koşullarından Montreux Sözleşmesi’ne taşıyabilen Türkiye’den, hele hukukî statüsü tamamen farklı Fırat–Dicle’si için bir uluslararası yönetime razı olması beklenemez. Atatürk Barajı’nın uydudan görünümü AB TÜRKİYE’Yİ ANLAMALI Ayrıca su konusunun, 24 Ekim 2005 tarihli MGK toplantısında ele alınmasını da stratejik boyutta değerlendirmek, MGK bildirisindeki "hidroelektrik üretiminde teknik ve ekonomik potansiyelin tümünün 2023 yılına kadar kullanılması için alınması gereken önlemlerle sınıraşan sular üzerindeki barajların bir an önce tamamlanması" ifadesini 2004, 2005 ilerleme ve Katılım Ortaklığı raporlarındaki hususlara yönelik olarak algılamak gerekmektedir. Aksi takdirde Türkiye’nin AB’ye girişine kadar GAP’ın bitirilmesi ve su politikalarının yaşama geçirilmesi, sanki AB müktesebatına uymayan/uymayacak, AB’ye girdikten sonra gerçekleştirilemeyecek uygulamaların gerçekleştirilmesi gibi anlaşılabilecektir, ki bu Türk dış politikasında, Fırat–Dicle ile ilgili öneri ve öngörülerde şimdiye kadar rastlanmamış bir anlayışı yansıtacağından haksızlık olacaktır. AB sürecinde Türkiye’nin karşısına çıkacak ve AB mevzuatı ile uyumlaştırılması istenecek hususlar katılım ortaklığı ve ilerleme raporlarında belirtildiği gibi; Su Çerçeve Direktifi, Sınıraşan Su Yollarının Korunması, Kullanımı ve Uluslararası Göllere İlişkin Sözleşme ile Sınıraşan Boyutta Çevresel Etkilerin Değerlendirilmesi Sözleşmesi’nde öngörülen hususlar ile sınırlıdır. Bu mevzuatla belirlenen hususlar; olabildiğince, şimdiye kadar olduğu gibi Irak ve Suriye’ye önerilecek, iş birliği ile çözüm yolları araştırılacak, bu arayışların sonuç vermesinin bugüne gelinen süreçte olduğu gibi Türkiye’nin gayretlerini aşması hâlinde sınırlarımız içerisinde havza yönetimi planları yapılacaktır. Dolayısıyla AB, Türkiye’nin iç siyasi koşulları ne olursa olsun, çağdaş dünyaya katkıda bulunan ve bu sorumlulukla davranan bir devlet olduğunu unutan mütehakkim tavırlar yerine; Türkiye’yi anlamaya, doğru değerlendirmeye ve sorunun Türkiye’nin sorunu olduğunu hazmetmeye çalışmalıdır. AB, Türkiye’nin çağdaş dünyaya katkıda bulunan ve bu sorumlulukla davranan bir devlet olduğunu unutan baskıcı tavırlar yerine; Türkiye’yi anlamaya ve sorunun Türkiye’nin olduğunu hazmetmeye çalışmalı.