28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

12 C S TRATEJİ Akalın; Venezuela, Bolivya ve Şili’deki iktidar değişikliklerinin ardından Latin Amerika’daki gelişmeleri değerlendirdi: ‘Sırada meksika var’ Barış DOSTER atin Amerika’da birbiri ardına iktidara gelen sol liderler, bir yandan ABD’nin öfkesini kabartıyor, diğer yandan da "öldü, bitti, tükendi, modası geçti" denilen sol için, umut ışığı oluyorlar. Bizde hızla merkeze kayan, liberalleşen, "aşkla, meşkle" uğraşan, Batıcılaşan, Atatürk’e saldırmayı marifet sayan "sola" inat, Latin Amerika’da solun ayakları, ülke topraklarına basıyor. Oradaki sol, ulusal, ilerici, antiemperyalist geçmişine, birikimine sahip çıkıyor, bölge merkezli dış politikayı ve ezilenlerin dayanışmasını öne çıkarıyor, halkçı, antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçı L Morales bir törende... politikalara vurgu yapıyor. Genellikle ABD’nin "arka bahçesi" olarak tanımlanan bu coğrafyada ülkelerini yöneten solcu liderleri ve yükselen Amerikan karşıtı hareketin olası sonuçlarını, bölgeyi yakından izleyen bir siyaset bilimciyle, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Cüneyt Akalın’la konuştuk. Latin Amerika ülkelerinde ulusalcı, solcu yönetimler birbiri ardına iktidara geliyorlar. Bu ülkelerin yapılarını kısaca özetler misiniz? Latin Amerika 550 milyon nüfuslu, zengin kaynaklara sahip bir coğrafya. Ama 100 milyon insanın geliri günde 1 dolardan az ve toplamda 200 milyonluk yoksul bir kitle yaşıyor. Büyük bir yoksulluk, çaresizlik, sosyal adaletsizlik söz konusu. Bu durum nedeniyle, sadece zenginler değil, orta sınıflar bile, çevresi yüksek duvarlarla çevrili, sıkı korunan mahallelerde yaşıyorlar. Adi suç oranı çok yüksek. Üç, beş kuruş için adam öldürüp, yolun kenarına atan katiller var. Ayakları ülke topraklarına basan, milli karakterli, gerçekçi ve bağımsızlıkçı bir solun işi çok kolay değil, ama önü çok açık. Latin Amerika’da solcu ve ABD karşıtı dalganın, onların deyimiyle Bolivarcı Hareketin iktidarı Venezuela ile başladı. Bölgenin görece varlıklı ülkeleri arasında olan Venezuela önemli bir petrol ülkesi. Buna bağlı olarak 20. yüzyılda ciddi bir ekonomik gelişme sağlamış. Porto Riko ile birlikte, Latin Amerika’da sosyal demokrasinin güçlü bir geçmişe sahip olduğu iki ülkeden biri. Brezilya, bölgenin en büyük ülkesi, dünyanın 5. büyük ekonomisi. Büyük metropolleri, nispeten ileri bir montaj sanayisi, bizimkini andıran bir kapitalist gelişme çizgisi var. Köykent, sanayitarım, varsılyoksul uçurumu çok derin. Arjantin 20. yüzyıla büyük umutlarla girmiş, büyük bir tarım ülkesi. 1. ve 2. Dünya savaşlarında Avrupa’yı beslemiş. Günümüzde büyük sıkıntılar çekiyor. Şili, bölgenin orta ölçekli ülkelerinden. Önemli maden yataklarına sahip. O da düşe kalka ilerlerken, 1973 ‘550 milyon nüfuslu Latin Amerika’da 200 milyon insan yoksulluk sınırında yaşıyor. Bölgede tam bir Amerikan karşıtı rüzgar hakim. Şimdi sırada Meksika var. Bu ülkeyi yöneten Fox’un karşısındaki solcu liderin ayak sesleri duyuluyor.’ darbesiyle birlikte büyük sıkıntıya girmiş. Bölgenin ikinci kategorideki ülkelerinden olan Bolivya ve Peru’da durum çok kötü. Uruguay ve Paraguay ise daha çok beyaz azınlığın yaşadığı, ağırlıklı olarak ticaretle uğraştığı nispeten küçük ülkeler. Nikaragua ise Sandinist hareketin etkisinin güçlü olduğu bir ülke. Latin Amerika’da solcu liderlerin 2000’li yıllarla birlikte iktidara gelmesinin, Bolivarcı uyanışın nedenlerini anlatır mısınız? 1960’lı, 70’li yıllara kadar Latin Amerika ABD’nin "arka bahçesi" olarak görülürdü. SSCB de bu durumu biraz kabul ederdi. Washington da, bazen açıktan, genellikle aba altından sopa göstererek gücünü korurdu. Ama Küba Devrimi bu sistemi altüst etti. Küba Devrimi’nden kopya çekmeye çalışan kolaycı eğilimler, küçük grup hareketlerini, yani Fococuluğu önerdiler. Kent ve kırlardaki silahlı eylemlerle, siyasi iktidarın ele geçirilmesini savundular. Moskova yanlısı siyasi partilerin de başarısız olması nedeniyle, Fococuluk bir rüzgar estirdi. Ama bu küçük grup hareketlerinin adının anarşizm olduğunu ve uzun süre başarılı olamayacaklarını kabul etmek gerekir. Nitekim öyle oldu. 60 ve 70’lerde ciddi siyasi kargaşa yarattıktan sonra, havlu attılar. Bu ülkelerin önündeki ikinci engel sosyal demokrasi oldu. Latin Amerika halkları, 1980’lerden itibaren çeşitli IMF politikalarıyla yüz yüze geldiler. IMF politikalarını savunan siyasiler, ya Batı destekliydiler, ya önde gelen Amerikan üniversitelerinden mezun olmuş, IMF, Dünya Bankası gibi kurumlarda çalışmış teknokrat, bürokratlardı (aynen bizdeki Kemal Derviş gibi), ya da Venezüella, Brezilya, Arjantin gibi ülkelerdeki sosyal demokrat kadrolardı. Ama IMF politikaları 10, 15 yıl içinde tam anlamıyla göçtü. Sonuç ise Arjantin’deki market yağmaları oldu. Chavez’in Bolivar Hareketi tam da bu noktada, 2000’lerin başında filiz verdi. Chavez’in programı ana hatlarıyla şöyle: Amerikan müdahaleciliğine karşı olmak, kendi kaynaklarına sahip çıkmak, IMF politikalarını reddetmek. Kısacası milli ve halkçı politikaları geliştirmek. Chavez, bir adım daha atarak, İran, Irak, Libya gibi Washington’un lanetlediği ülkelerle de ilişki kurma cesaretini gösterdi. Bu da onun programının dış ayağını oluşturdu. Chavez’e, Fidel Castro’nun yıllardır izlediği bağımsızlıkçı ve ABD karşıtı dış politika da
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear