Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Gıda zincirinde izlenebilirlik R. Petek ATAMAN * G ıda zincirinde izlenebilirlik, gıda, gıda üreten hayvan, bitki veya gıda üretiminde kullanılan maddelerin, üretim ve dağıtımın tüm aşamalarında takip edilebilmesidir. Üretim ve dağıtım aşamaları, ithalat da dâhil olmak üzere birincil üretimden nihai tüketiciye satışa kadar olan aşamaların tümünü kapsar. Ayrıca gıda güvenliği ile ilgili olduğu durumlarda yemlerin üretim, imalat ve dağıtımı da bu kapsamda yer almaktadır. İzlenebilirlik sistemi, belirli bir ürün veya girdinin işletmeden çıkışından başlayıp, daha sonra izlediği ara aşamaların, işlemlerin, dönüştüğü yeni ürünlerin tüketiciye ulaşana kadar takip edilmesini sağlayan kayıt tutma prosedürleridir. Sistemin üç temel unsuru bulunmaktadır: tüm ürün ve girdilerin birim veya partilerinin tanımlanması; bunların nereden, ne zaman ve nereye hareket ettiklerine ilişkin bilginin toplanması ve saklanması ve bu iki veriyi birbiri ile ilişkilendirecek bir sistem olmasıdır. Herhangi bir gıdanın üretim ve dağıtımına ilişkin bu tür bilgilerin toplanması etkin denetimin önemli bir unsurunu oluşturmakta, bunun yanında tüketicinin doğru şekilde bilgilenmesini de sağlamaktadır. İzlenebilirlik sistemleri özellikle kriz durumlarında ve acil durumlarda tüketici sağlığının korunmasında kullanılan bir risk yönetimi aracıdır. Etkin bir şekilde işleyen izlenebilirlik sistemi insan sağlığına risk teşkil eden bir durum ortaya çıktığında gıdaların nerelere dağıtıldığının tespit edilmesinde ve piyasadan toplatılmasında önemli rol oynamaktadır. Ayrıca geriye dönük olarak yapılan izleme, sorunun kaynağının tespit edilmesini ve bununla ilgili tedbirler alınmasını da sağlar. Bu sebeple izlenebilirlik, reaktif kontrol sisteminin önemli bir parçasıdır. Gerek Avrupa Birliği’nin Genel Gıda Kanunu’nda, gerekse ülkemizde 5179 sayılı yasada bu konu ile ilgili hükümlere yer verilmiştir. Gıda zincirinde izlenebilirliğin sağlanması için gıda işletmelerinin ve hammadde üreticilerinin kayıt altına alınması gerekmektedir. Ancak bu yolla etkin bir etiketleme sistemi ile işletme kayıt numarasından ürünlerin takip edilmesi mümkün olabilecektir. Bu noktada, önemli sorunlar gündeme gelmektedir. Sorunların en önemlisi kayıt dışılıktır. Tarım Bakanlığı’nın çiftçi kayıt sistemi, hayvan kimlik sistemi oturtulamadığı gibi, maliye açısından da çok sayıda kayıt dışı firma vardır. Diğer bir sorun ise; üretici örgütlenmesinin yetersizliği, birincil ürün üreten işletmelerin ağırlıkla çok sayıda ve küçük ölçekli olmasıdır. Bu yapı, beraberinde zincir içerisinde çok fazla sayıda aracının olmasını getirmektedir. Gıda denetimlerinde yetkilerin tek elde toplanmasının başarılamaması da, gıda güvenliğini sağlamaya yönelik her adımda, ancak özellikle izlenebilirliğin sağlanmasında önemli bir açmaz yaratmaktadır. * Gıda Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Demokratik katılım sürecinde Bayram ÜNAL Yavuz YILDIRIM T Tarım reformunu düşünmek Prof. Dr. H. Mahir Fisunoğlu Doç. Dr. M. Fatih Cin T ürkiye tarımının temel sorunları; tarımdaki nüfusun fazlalığı, verimli tarım alanlarının sınırlılığı ve dolayısı ile tarımsal verimliliğin düşüklüğüdür. Bu durum, tarımdaki nüfusun da düşük gelir seviyelerinde kalmaları ve zamanla büyük kentlere doğru göç etmeleri sonucunu getirmektedir. Tarımın bu sorunsalı, yakın geçmişten itibaren yaşamakta olduğumuz küreselleşme ile birlikte daha da artmıştır. Küreselleşmenin en az bir sonucu olarak, tarımsal ithalatın artıyor olması, Türkiye’nin, bir tarım ürünleri ithalatçısı ülkeye dönüşmekte olmasını da beraberinde getirmiştir. Tarımda bu dışa açılmanın, tüketici refahı üzerindeki etkilerini ölçen çalışmalar sıkça yapılmıyorsa da, ithalat rekabetine dayanamayan çiftçilerin, üretim alanlarını değiştirme ya da üretimden tamamen çekilmelerine ait veriler bulunmaktadır. Özellikle sanayiye girdi olan tarımsal ürünler ithalatındaki artışı ve bunun yerli üretimin yerini almaya başlamasını istatistiklerden izlemek mümkün olmaktadır. Son yıllarda izlenen IMF ve Dünya Bankası destekli istikrar politikalarının bir sonucu olarak, tarıma sağlanan devlet desteğinin giderek azalması (bu desteğin yüksek olduğu zamanlarda da etkin olarak kullanıldığı söylenemez) tarımsal nüfusu olumsuz yönde etkileyen bir diğer neden olmuştur. Gelişmiş ülkelerin tarım kesimine sağladıkları destekleri sürdürmelerine karşılık, Türkiye, bu destekleri azaltıyor iken kesilen destekleri ikame edecek araçlar da çok az ya da hiç denecek kadar az seviyede verilmiştir. Dolayısı ile, ellerinden çeşitli araçları alınan ve alternatifleri de gösterilmeyen çiftçiler ise, yukarıda belirtildiği gibi, üretim yaptıkları alanlardan ve/ya ürünlerden çekilmektedirler. Tarımda uzun dönemde bir dengeye ulaşma olasılığı olduğu kadar, dengesizlik de mümkün görünmektedir. Tarım kesiminde, eğer yukarıda belirtilen sorunlar üzerinde genel bir görüş birliği varsa; yani, verimliliği düşük, uluslararası rekabete açık ve devlet desteği giderek azalan bir tarımdan konuşuyor isek, çözüm önerilerini de buna göre geliştirmemiz gerekir. Herhalde cevabı verilmesi gereken ilk soru, toprak reformunu da kapsayacak bir tarım reformunun yapılabilme/yapılamama olasılığı ve koşulları üzerinde durmaktır. Cumhuriyetin ilk yıllarından beri, birkaç kez denendiği halde gerçekleştirilememiş olan toprak reformu, tarım reformu ile birlikte, bir bütünsellik halinde ve tarım kesiminin yukarıda tanımlanan sorunlarına çözüm önerileri getirecek şekilde düzenlenmek durumundadır. Konu, teknik yanları bir yana bırakılırsa, toplumsal uzlaşmayı gerektiren bir konudur. Aynı şekilde; etkinliği arttırıcı ve tarımsal kaynakların ve özellikle tarımsal makine parkının etkin kullanımını sağlayan yöntemler, tarımsal bilginin ve pazar olanaklarının çiftçiye daha hızlı ve yaygın şekilde ulaşımını sağlayan yöntemler, kısaca kooperatifler, üzerinde çalışmak gerekmektedir. Bu durum, tarımsal üretim ve planlama süreçlerinde bir bütünsellik sağlayarak ölçek ekonomilerini yaratacak, rekabet edilebilirlik, sürdürülebilir tarımsal üretim ve Türkiye’nin gıda güvenliği konularına da yardımcı olacaktır. Tarımsal kooperatifçilik konusunda Türkiye’nin sahip olduğu deneyimler, eksikleri ve “yanlış uygulamaları” ile “doğru uygulamalar” şekline dönüştürülebilir. ürkiye’nin 1990’lardan sonra başlayan dünya ekonomisine entegrasyonu, ulusal ekonominin kendisini yapısal değişikliklere zorlamış ve tarım sektöründe de ülkemizin gittikçe dışa bağımlı hale gelmesinin önünü açmıştır. Özellikle azgelişmiş ülkelerin veya gelişmekte olduğuna inandırılmış ekonomilerin tamamıyla pazar haline getirilmesi ve bu ülkelerin ekonomik ve sosyal kırılganlıklarının artırılması olarak tanımlanabilecek küreselleşme, uluslarası değil ulusötesi dinamikleri hayata aktarmaya başlamıştır. Bu ulusötesi sistemi devreye sokan sermaye grupları, kendi hareketlerini kısıtlayacak her türlü hareketleri ortadan kaldırmak amacı ile ulusötesi regulasyon mekanizmalarını oluşturmaya başlamıştır. Bu yeni dünya sisteminde, turuncu yada kadife hamleler ile bir çok yereli dize getirmeyi başaran uluslarötesi sermaye, bir yandan hükümetlere, kendi istedikleri yönde yerel’i yönetmesini şart koşarken diğer yandan kendi çıkarına olacak doğruların tayini ve yeniden üretilmesini sağlayacak mekanizmaları geliştirmektedir. Siyasi erkin direnç geliştiremediği yerde, direnç sivil toplum örgütleri öncülüğünde geliştirilebilecektir. Bu sivil toplum öncülüğünde, toplumsal katılımcılığın esas olması ve yereller arası bir katılımın eksiksiz organize edilmesi gerekmektedir. Bu organizasyonun oluşumunda ise küresele karşı yereli savunabilmek için asgari müstereklerin belirlenmesi gerekmektedir. Katılımcı demokratik bir perspektifden bakılarak, özelleştirme sürecinin başlamasından bu zamana dek, Türkiye’de şeker sektöründe niçin toplumsal bir mutabakat sağlanılamadığı, ve ülke geleceği açısından oldukça hassas olan bir ürünün geleceğine dair ortak paydaların niçin yaratılamadığı en önemlı tartışma konularının başında gelmektedir. Şeker sektöründe yaşadığımız yıkım sürecinin önüne geçebilmek için yerel problemleri yerelden başlayan bir katılım ile organize edecek ve bölgesel ve ulusal düzeyde israrla hayata aktaracak yeni bir zihniyete ihtiyaç duyulmaktadır. 12. SAYFA