Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Hiç kuşku yok ki insan sevdiği şairlerle, yazarlarla kazanır okuma alışkanlığını. Ne var ki bir yere geldi mi şair, yazar kısmı, repertuvarını genişletmeye, dağarını bükümlendirmeye bakmalı, yoksa helvası basılır gide gide, tekdüzeleşir kendiliğinden. Ben kendi payıma şöyle demiş olayım şuracıkta: “İtina ile her türlü kitap okunur.” M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası le, yazarlarla kazanır okuma alışkanlığını. Ne var ki bir yere geldi mi şair, yazar kısmı, repertuvarını genişletmeye, dağarını bükümlendirmeye bakmalı, yoksa helvası basılır gide gide, tekdüzeleşir kendiliğinden. Ben kendi payıma şöyle demiş olayım şuracıkta: “İtina ile her türlü kitap okunur.” “OKUNMAYAN YAZARLAR ANSİKLOPEDİSİ” Her kitaptan alınacak bir şeyler olduğunu düşünürüm kendi payıma. Eğer okur olarak bunları süzmediysek, alabileceğimiz halde buna gönül indirmediysek kim kaybeder bundan? Beğenilen yazarla, hep onda kalınarak bir altın vuruşa gidilebilir mi? Günümüzde kimi genç yazarlar diyelim Márquez’i, Borges’i, Calvino’yu, Orhan Kemal’i, Tanpınar’ı, Sabahattin Ali’yi ya da Oğuz Atay’ı, Bilge Karasu’yu tanımayı yeterli görebiliyor. “Tamam, bu iş bu kadar” diyebiliyor yuvarlamaya yatkın bir anlayışla. Siz bal yaparken çiçek tozunu reddeden arı gördünüz mü hiç? Kaldı ki okumalar çapraz yöntemle gerçekleşmez mi? Bu çerçevede güncel, hatta günü birlik okumalar kadar bunların yanında klasikleşmiş, görece kalıcılık sağlamış ya da üzerinden en azından bir iki kuşak geçmiş yazarların da okunması gerekmiyor mu?… Eğer yazın, alımlamaya dönük etkinlikse yani tüm çelicilere karşın tüketilmeden yerini koruyabiliyorsa, genç yazar adaylarının bunu dikkate alması zorunlu bence. Şimdi Behçet Necatigil’in Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü’nden öykücü, romancı kimi yazar adları sayayım size: Samet Ağaoğlu, Ahmet Naim, Aka Gündüz, Dursun Akçam, Sabahattin Kudret Aksal (öyküleriyle), Sermet Muhtar Alus, Fikret Arıt, Behzat Ay, Samiha Ayverdi, Selçuk Baran, Faik Baysal, Ethem İzzet Benice, Muazzez Tahsin Berkand, Kemal Bilbaşar, Ayhan Bozfırat, Rakım Çalapala, Suat Derviş, Hasan İzzettin Dinamo, İlhan Engin, Fahri Erdinç, Sadri Ertem, Nahit Eruz, F.Celalettin, Güzide Sabri, Muzaffer Hacıhasanoğlu, Orhan Hançerlioğlu, Abdülhak Şinasi Hisar, Ümit Kaftancıoğlu, Esat Mahmut Karakurt, Osman Cemal Kaygılı, Kenan Hulusi, Kerime Nadir, Samim Kocagöz, Yaman Koray, Kerim Korcan, Enis Behiç Koryürek, Abdullah Ziya Kozanoğlu, Cevdet Kudret (romanlarıyla), Bekir Sıtkı Kunt, Şükran Kurdakul (öyküleriyle), Mükerrem Kâmil, Nahit Sırrı Örik, Oğuz Özdeş, Tezer Özlü, Reşat Enis, Oktay Rifat (romanlarıyla), Abbas Sayar, Selami İzzet Sedes, Selahattin Enis, Zeyyat Selimoğlu, Mehmet Seyda, Şahap Sıtkı, Salim Şengil, İlhan Tarus, Kemalettin Tuğcu, Cengiz Tuncer, Feridun Fazıl Tülbentçi, Cahit Uçuk, Tomris Uyar, Fikret Ürgüp, Mahmut Yesari, Bekir Yıldız, Halide Nusret Zorlutuna. Neredeyse tamamı artık yaşamayan her yaştan, her kuşaktan yazar… Bu adlara, daha pek çok ad eklenebileceğini belirteyim. Necatigil sözlüğünde yüzde onluk bir bölüm oluşturuyor bu yazar grubu… Listeye şairleri, oyun yazarlarını da eklediğimizde kabaca dörtte bir, hatta üçte bir oranında bir şair, yazar grubunun, ötekilere oranla daha düşük düzeyle dolaşımda olduğu söylenebilir yazınımızda. Çok farklı estetik anlayışa sahip, yapıtlarını farklı kıyılarda verimleyen bu yazarların görece de olsa ilgisizliği hak ettiğini kim söyleyebilir? Biziz onları yarı yolda bırakan! Adım gibi biliyorum, elli yıl sonra birileri kalkıp yukarıdakine benzer biçimde bu kez günümüz yazarlarını listeleyecek, hem de daha kalabalık ad ordusu halinde… Okumayı bir yana bırakıp yalnızca yazmak istiyorsanız eğer, elli yıl sonra bu kez sıra size gelecek; kimse okumayacak sizi, Titus gibi yazmaktan vakit bulamayacak çünkü bir türlü… ? SAYFA 29 K im demiş yazıya sırtını dönmüş toplumuz diye? Tam tersine yazıyı öyle seviyoruz, yazının öylesine tutkunuyuz ki, her yer bunun göstergesiyle dolu. Çevirin gözünüzü dağlar taşlar, denizler ormanlar tıklım tıkış yazıyla dolu. Öyleyse kestirmeden söyleyebiliriz: yazıyı seven toplumuz! Dünya toplumları arasında sıralama yapılsa, yazı severlik bağlamında birinciliği alırmışız gibi geliyor bana… Sağlaması kolay bunu. Evlerimizden iş yerlerimize, doğumevlerinden mezarlıklara, lokantalardan meyhanelere, sokaklardan caddelere, anayollara, otomobillerden otobüslere, kamyonlara, duvarlardan tuvaletlere dek usunuza gelebilecek her yerde olağanüstü bir yazı çoğulluğuyla, ötesinde karmaşasıyla karşı karşıya olduğumuz ortada değil mi sizce de? Aramızda dolaşan bir söz vardı: “Ağzı olan konuşuyor.” Ağzı olanın konuşmasından daha doğal ne olabilir oysa? Bunun gibi, “Eli kalem tutan yazıyor” da diyebiliriz, hiç kuşkusuz bu da doğal… Eli kalem tutan birinin yazması doğal değil yalnız güzel de aynı zamanda. Ancak yazıya bunca düşkün bir toplumun hiç değilse ilaç için okuması beklenirdi, bu sırt dönmüşlük anlaşılır şey değil! Dünyanın yazmaya, yazıya en düşkün toplumu olup ama aynı zamanda dünyanın okumaya karşı bunca düşmanlık duyan toplumu olmayı nasıl başarıyoruz bilmiyorum. Böyle garabet gösteren dünyanın tek toplumuyuz belki, öldür Allah okumayışımızı başka türlü açıklayabilmenin olanağı var mı? Bu durum, bir kısır döngü yaratıyor elbette. Çünkü toplumumuz yazmayı seviyor da okumayı sevmediği için kendi yazdığını bile okumuyor… İnanılır gibi değil, ama toplumca böyleyiz, hep yazan hiç okumayan bir toplumuz neredeyse… Bu durumun benim gibileri ne büyük sıkıntılara düşürdüğünü anlatamam. Öyle ya bir mutsuz azınlık var bu mutlu çoğunluğun karşısında… Mutlu çoğunluk şıpın işi yazıvermeyi öylesine benimsemiş, bu arada okumamakta ayak diremeyi öylesine becerir hale gelmiş ki aykırı davranan mutsuz azınlık buna bakarak şaşkına dönüyor neredeyse. Kendileri için yazmak bin bir sıkıntıya yol açarken çalakalem yazmakta üstüne yok çünkü ötekilerin! Okumaya kuzgun yazmaya şahin... çarşaf bilgilendirdiği yazılara dek okuma Ülkü Tamer ya… Belgesel için yollara çıktım diyelim, kitap okuya okuya geçiyorum gündüzki yolları. Kendi seçtiğim okumalar bunlar, ama öykü roman ama deneme eleştiri, mutluyum. Başımı kaldırmaya göreyim, yazmayı sever toplumumuzun yazı tapkısına dönüştürdüğü “dinlenme tesisleri”, “gezici pavyon” kılığındaki kamyonlar, “en büyük asker bizim asker” çıkartmasıyla klonlanmış otomobiller, beynim zorunlu okumalarla virüs kapmışçasına kıvranıyor… İşin tuhafı ben okurken yazan mutlu çoğunluğumuz ya horultularla uyuyor ya da film seyrediyor otobüste. Her şeye karşın yanındaki koltukta beni böyle edebiyle okurken gören kimi yazı severlerimizin de ilgisini çektiğim oluyor elbette. Soruyorlar, “Ne iş yaparsınız?” Boş bulunduğum oluyor, vay sen misin “Yazarım” diyen? Hemen adımı soruyorlar, çok okuyorlar ya, mutlaka tanıyacaklar! Artık yolunu buldum, “Yaşar Kemal” olduğumu söylüyorum çokluk. Yaşar Kemal gücenmesin, ama Tanrı sizi inandırsın, yazan mutlu çoğunluğumuzun azımsanmayacak bölümü Yaşar Kemal’in adına bile tuhaf bir yabancılıkla bakıyor. Çoğu da Ermenilerle, Kürtlerle ilgili soru yöneltiyor hemen, yazarım ya, ben ne düşünüyorum acaba bu konuda? Arada mutlu çoğunluğun temsilcisi konumunda kendini tanıttığı oluyor yol komşumun. Telif hakkı olarak kazanılan parayı sormayı unutmuyor kesinlikle… Amacının para kazanmak olmadığını ekliyor hemence. İyi bir yayınevi tarafından yayımlansın şiirleri, yazıları yetecek ona, istediği fazla bir şey değil. Amacı okunmak yalnızca, evet evet okunmak, kendisi okunmasa da, yararlansın halkı, değil mi ama? Erdal Öz YAZAN MUTLU ÇOĞUNLUK, OKUYAN MUTSUZ AZINLIK Sizi bilmem, ama okuma takıntılı biri olduğumu söyleyebilirim… Herhangi bir yerde yazı görmeyeyim, nerede olursam olayım okumaya girişirim hemen yazıyı, ister tuvalette veya tramvayda olsun, ister sinemada filmin veya ilaç kutusunun içinde, okumazsam kıpır kıpır dürter bir şey. Kızarım kendime, yazı dediğin şu simgeler dizgesine yazı olarak değil de leke biçiminde baksan ne olur sanki be adam? Yapamam, yapamıyorum da… Okuma takıntılı biri olduğuma karar verdim sonunda. Bunun ne denli zor bir durum olduğunu nasıl anlatabilirim size, bilmiyorum. En başta yoruluyor insan. Diyelim deniz kıyısına indiniz, çıngıl çıngıl çay içeceksiniz, ne gezer, hemen başlıyorum motorların, teknelerin, boğazdan salına salına geçen her türden taşıtın bağrındaki yazılardan tutun da çevreyi kaplayan kafelerin, barların, büfelerin halkımızı çarşaf CUMHURİYET KİTAP SAYI YAZMAYA DÜŞKÜN, OKUMAYA DÜŞMAN Erdal Öz’le dost değildik, ama her görüşmemizde yükseklerde seyreden bir söyleşi havası doğardı aramızda kendiliğinden. İlkin o fıkralar anlatırdı, bense patır patır gülerdim, sonra usulca yazının içlerine doğru yolculuğa çıkardık birlikte. Sözünü ettiğim bu tür görüşmelerimizin birinde konu dönüp dolaştı, teknik anlamda enikonu yazarlığı öğrenmiş, ama bu arada okumaya pek de gönül indirmeden durmadan yazdığı izlenimi veren genç yazarlara geldi… Ülkü Tamer’den bir şiir okudu o sıra, yazmasını rica ettim, tuttu “Can Yayınları”nın yüreğini taşıyan bir küçük karta şu dizeleri karaladı: “Titus ne şiir okur/ ne hikâye, ne ro908 man/ Ne yapsın zavallıcık/ Vakti yok ki yazmaktan” (Şiiristan) Bu dizeleri onun yazdıklarına bakarak aktarıyorum “Kitaplar Adası”na. Güle güle kalmıştık böylesi şairleri, yazarları düşünerek. Ne kadar zaman geçti bunun üzerinden, anımsayamıyorum şimdi. Ülkü Tamer’in toplu şiirlerini içeren Yanardağın Üstündeki Kuş’u (Kırmızı, 2006) açtım, bulamadım yukarıdaki dizeleri. Tuttum yayınevini aradım, Genel Yayın Yönetmeni Fahri Özdemir’le görüştüm. Ülkü Tamer’in bu dizelerini alıntılayacağımı, ama buna toplu şiirlerinde rastlayamadığımı söyledim. Özdemir incelikli bir tutumla şiiri kendisinin de anımsayamadığını belirtip Ülkü Tamer’in telefonunu verdi bana. Aradım, ancak yanıt alamadım bir türlü. 1950 kuşağı olarak adlandıracağımız yazar kuşağı ile yine bu yıllarda ortaya çıkan ikinci yeni şairler kuşağı cumhuriyet yazınımızın belki de okumayı “meslek” edinmiş son yazıncı kuşağıydı. 1960’larda yazmaya koyulanlar için de okuma eylemi erdem anlayışıyla örtüşen bir kuşaktı denebilir sanıyorum. Oysa günümüz genç yazarları, eylemini yazma yararcı bir olgu olarak değerlendirirken okumanın erdem olduğunu düşünmüyor ne yazık ki! Sözgelimi yukarıdaki dizeler, kimi genç yazarların tutumunu çok iyi yansıtıyor doğrusu. Ülkü Tamer de hin mi hin, “Virgül Şiir Yazıyor” başlıklı şiirinin ilk üç bölümündeki dizeler, insanımızın okumayı neden sevemediğini de ele veriyor bir çalım: “Adını duymamıştır bir çok şairin,/ Ama duysaydı severdi,/ Adlarından bile sevilen bir çok şairin/ Şiirlerini okusaydı severdi,// Chaucer, Lewis Carroll, Edward Lear,/ Benim başkentim yalnız sizlersiniz,/ Kim demiş Paris diye./ Bunu okusaydı Max Jakobu severdi,/ Andrade ile Alberti ile Apollinaire de/ Sevilir olurdu onun için,// Ama çifçinin oğlu var ya, İşte onun insanı sınıfta bıraktıran,/ Açılmış bir şemsiyeye benzeyen kitabına/ Ziya Gökalpi koymuşlar, bir,/ Namık Kemali koymuşlar, iki,/ Victor Hugoyu koymuşlar, üç,/ Bu şairleri sevmek güç,”. (120) Hiç kuşku yok ki insan sevdiği şairler