25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

? mirhane açar. Bir müzik parçası gibi otomobilden, benzinden, egzoz dumanından, hızdan, yarışlardan ve dostluklardan; kandan ve ölümden söz eder Baricco. Babaoğulun arasındaki çok özel ilişki egzantrik ve yarışsever bir kontun kapılarını çalmasıyla çetrefilleşir, karışır. Baba yarışlara ve motorlara düşkünken, oğlan gönlünü yollara ve virajlara kaptırır, arabalarsa sadece birer ayrıntıdır. Son, kafasında kusursuz bir yol hayaliyle kendini I. Dünya Savaşı’nda gönüllü asker bulur. Baricco İtalyaAvusturya cephesini tarihi gerçeklere bağlı kalarak ama çok farklı bir açıdan, cephede yaşanan kayıtsız şartsız ve sorgusuz sualsiz erkek kardeşliği açısından anlatır. O kadar ki, savaştan kurtulup da köylerine ve tekdüze yaşantılarına dönen erkekler bu kardeşliği öyle bir özlerler ki, ancak yirmi bir yıl savaşsızlığa dayanabilirler. O ruh ikizi olma halinin savaşın dehşetine ve cepheye ihtiyacı vardır ne yazık ki. Alessandro Baricco ALİZAVETA VE SON Hikâyenin bundan sonrası daha hızlı bir ritimde akar diyebiliriz. Bin Dokuz Yüz (A. Baricco, Can Yayınları) kadar ayrıksı bir karakter olan Son’un hiçbir yere varmayan, aslında yarışmaya da uygun olmayan “kusursuz” bir yol inşa etme takıntısı bir yandan varoluşunun lanetiyken bir yandan da ihanetle sarsılan ailesinin ve art arda gelen savaşlarla sarsılan dünyanın lanetinden kaçışıdır; mahkumiyetin ve kurtuluşun akıl almaz bileşimidir. Bu takıntı Bolşevik Devrimi’nden kaçmış Rus soylusu Elizaveta ile Son arasındaki başı sonu belli olmayan aşk hikâyesinin bir temsili, bir resmi gibidir. Baricco hikâyenin bu kısmını daha çok kötü kalpli Elizaveta’nın tuttuğu günlük aracılığıyla, kopuk, kırık, noktalama işaretleri yetersiz, neredeyse özet ama bir o kadar da derin ve kusursuz; kısaca tipik Baricco cümleleriyle anlatır. Son için Elizaveta hayatının aşkıdır; çünkü kendi sözcükleriyle, “kötüdür, delidir, her şeyi yanlıştır. Gerçektir. Akla sığmaz dönemeçlerle dolu bir yoldur ve bomboş kırlarda geri dönmeyi düşünmeden, nereye gittiğini de tam bilemeden koşar durur.” Böyle bir ikilinin aşkı nereye varır? Peki ama yaşamda tamamlanmış bir hikâyenin varlığından söz edebilir mi kimse? Yaşamak bir arayıştan başka nedir ki? Ve bazen, sırf bir sona pek de arzulanmayan bir sona vardığını görmemek için, bile bile yarım bırakmaz mıyız hikâyeleri? Bir de Baricco’nun en sevdiği tema var elbette: Aşkın doğası gereği imkânsız oluşu. İki tarafı da eşdeğer besleyen, iki tarafın da aynı hayalleri gördüğü bir aşk yaşanmış mıdır dünya yüzünde? Baricco varoluşa ilişkin tüm bu soruları yanıtlamıyor elbette, sadece yarım kalmış bir öyküyü; bir babaylaoğulun, savaşlabarışın, uzaklıklayakınlığın ve yaşamlaölümün birbirinin içine geçmiş ve nihayetine ermemiş hikâyelerini kendi gerçeküstü üslubuyla, kırık, yarım cümleleriyle ve cümlelerinin arasına serpiştirdiği sessizliklerle anlatıyor. Yoksunlukların içine anlık doyumları yerleştirmeyi ihmal etmeyerek belki de felsefe eğitiminin getirdiği bir bilgelikle varlığı da yokluğu da aynı noktaya götürüyor: hiçliğe. Baricco’nun fantastikten en sert gerçekliklere o hayal âlemi atmosferini hiç kaybetmeden dura kırıla akan yaşantılarını sevenler için... ? Yarım Kalmış Bir Hayal/ Alessandro Baricco/ Çeviren: Şemsa Gezgin/ Can Yay. 272 s. kurtulup dalgalanmaya başlarız, titreşmeye. Dalgalanan, titreşen bir ‘dirim’ olduğumuzun farkına varmak az bir şey midir? Az bir şey midir farkına vardığımız ‘dirimin’ bizden bir ‘oluş darbesi’ beklediğini görmek? Tam da burada farkındalık iradeye doğru bükülür, bu iradeyle, yani şiirle bağlanırız varoluşumuza. Ahmet Oktay, Lirikler’de, kutsal bir üçgen kurar, ‘iç açılarının toplamı her defasında hayat olan’. Farkındalık, irade ve bağlanış arasında akışkan bir hat. Böylece devre kapanır ve yanar Ahmet Oktay ışıkları dünyanın. “Her tezgâhın önünde bir savaş, yenilgiler ve zaferler. Her ürün ayartıcı bir Siren.” (s. 9) Bu dizelerdeki ‘Siren’ sözcüğü doğal olarak aklıma hemen Odysseia’daki Sirenler’i getirdi. Kirke, Odysseus’a (şiirin ismi de Odysseus’tur) Sirenler’e KİTAP SAYI Lirikler ? Uluer AYDOĞDU Ş airler, kendilerinin değil, şiirin hayatını sürerler. Şiirin hayatı onlarda öyle baskındır ki şiirin hayatı şairin hayatı olur. Bu değişmece kendiliğindendir. Şiir en içten, en alttan başlayarak yayılır şaire, oradan doğru da kaplayacaktır dünyayı. Şiirin hayatı akışkandır, “Ama/akıp geldim bugünlere”, en derin bilgi olarak içinde saklar bunu. Hayatı bütün ilişkileri ile içinde barındırır, “hadi” der “sana bir dünya yarattım, gir”. Gireriz. Bu hiç bitmez, her defasında yeniden, bir daha doğmak gibidir şiir yazmak. Dolayısıyla okumak da... Sancılıdır, acıtır özellikle de sol yanımızdaki cevahiri, kanırtır. Katılığımızdan SAYFA 24 ? CUMHURİYET 908
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear