29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

? Ya, yazmaktan çekindiğiniz işkenceler, dayaklar?.. Anneannem bana ne anlattıysa, ne kadarını anlattıysa, kendime saklamadım, yazdım. Ama, yer yer gözlerini kapadım okurun, yalnızca sesleri duyurdum. Biliyorsunuz, resmî tarih kalıplarla yazılır, kalıplardan beslenir. Kahraman Türk askeri, düşman Yunan askeri... Bundan etkilenen eserlerdeyse, Kahpe Bizans, Kahpe Yunan... Ben işte bu kalıpları parçaladım. Hiçbir cümlede, hatta sayfada, düşman ve Yunan sözcüklerini bir arada kullanmadım. Sakladıkları misafirlerinin yerini söyletmek için eve gelen, konuşturmak için çoluk çocuk demeden işkence yapan askerlerin bile insan yönlerini göstermeye çalıştım. Onlar da bayılmıyorlardı herhalde minicik çocuklara eziyet etmeye... Savaş ortamı bu. Emir demiri keser. Sonra savaşın yarattığı travma, geçici delilik halleri de var. Büyükdedeniz, Emin Ulucan, İttihatçı kimliği dışında bir diğer kimliğiyle de çıkıyor karşımıza: Mevlevî dervişi kimliğiyle... Evet. Romanda konu edilen bir diğer dram da bu. İçinde sevgiden nefrete dirhem yer kalmamış bir insanın eline silah almak zorunda kalması... Anneannem, ondan öğrendiklerini bizlere de aşılamaya çalışırdı. “Nerede bir ayrılık görüyorsan, bil ki birlik oradadır” dermiş büyükdedem. “Bize benzemeyen, bizim gibi görünmeyen, bizim gibi düşünmeyen bir insanla karşılaştığımızda, dört elle sarılmalıyız ona. O bizim en hakiki öğretmenimizdir. Bize benzeyenlerde kendimizi ararız, kendimize yaklaşırız yalnızca, onda kendimizi buluruz”. Romanınızda pek çok Mevlevî düşüncesine de yer vermişsiniz . Güzel bir tesadüf... 2007, tüm dünyada Mevlana yılı olarak kutlanıyor. Evet, hoş bir tesadüf oldu. Yalnız bir de kötü tesadüften söz etmeden geçemeyeceğim. Romanın adı ‘Ateşler İçindeydi Germencik’. Bu yaz ne yazık ki, Bodrum ateşler içindeydi, Marmaris ateşler içindeydi... Ormanlarımız yandı. Analar savaş ortasında kalmış gibi, bebeklerini sırtlarına vurup evlerinden kaçtılar. Düşman askerine ihtiyacımız yokmuş, diye düşündüm ben... Biz bize yetermişiz. SONRASI İnsan bu muhteşem belgesel romanı okuyunca ister istemez merak ediyor. O bütün ülkeyi saran büyük ateşten çıkmış aile, çocuklar, sonra nasıl bir yaşamı seçtiler? İsterseniz, ailenin en küçük ferdinden, o sıralarda altı aylık bir bebek olan büyükdayım doktor Cezmi Ulucan’dan başlayayım. Cezmi dayım tıp fakültesi yıllarında komünist oluyor. Türkiye’de ilk yasadışı komünist partisinin (TKP) etkin üyelerinden biri. İşkenceyle başlayan hayatı, maalesef kötü bir kader gibi, işkencelerle sürüyor. Mihri Belli ve Müeyyet Boratav ile birlikte tutuklanıp hapis yatıyor. Sonrasında evinin bir bölümünü muayenehane haline getirerek mesleğini uyguluyor. Haftanın iki gününü halk Celal ve Emin... günü ilan ederek hastaları ücretsiz muayene ediyor. Camına astığı “Halk günü. Ücretsiz muayene” afişi nedeniyle, gazetelere haber olmuştu. Onun bir büyüğü Fethi dayım, Üniversite Kitabevi ve matbaasının sahibiydi. Sirkeci patlamasında matbaası yerle bir oldu, büyük bir şans eseri ölümden kurtuldu ve matbaasını sıfırdan kurdu. Evin en büyük oğlu Ekrem dayım, sigortacı oldu, Milli Reasürans şirketinde önemli mevkilere ulaştı. Anneannem, Cumhuriyetin ilk yıllarında, ilkokullarda gönüllü öğretmenlik yapmış; daha sonra kendisini ailesine ve doğaya verdi. Babasının ve eşinin tayinleri nedeniyle gittiği kasaba ve şehirlerin ağaçlandırılması için kolları sıvadı, sokaklara fideleri tek tek elleriyle dikerek cennet mahalleler yarattı. Bugün bile, 70 yıl önce Aydın Aytepe’ye diktiği ağaçlar nedeniyle hatırlanıyormuş. Evin büyük kızı Güzide Hanım, annebabalarının vefatından sonra kardeşlerini toparlayan, bir arada tutan kişi oldu. Ninemle Celal Bayar, yaşadıkları nedeniyle, birbirlerine kardeş sevgisiyle bağlanmışlar. Celal Bayar, Fethi Dayım’ın Florya’daki evinin inşaatı sırasında, sürekli ninemi ziyaret etmiş, her yıl Çankaya’da ağırlamış. Ve son olarak büyükdedem Emin Bey... Savaş sonrası bir süre kaymakamlık görevini sürdürmüş. Düşünsel olarak uyuşamadığı İttihatçılar yüzünden zorluklar ve sıkıntılar içine düşmüş. Erken emekliye ayrılmış, genç yaşta vefat etmiş. Adnan Benk gibi bir yazarın, titiz bir eleştirmenin önce öğrencisi sonra da mesai arkadaşı oldunuz uzun yıllar. Onun size bıraktığı manevi mirası nasıl tanımlarsınız? Yazarken onun omuzlarınızın üstünden baktığını düşünüyor musunuz? Çok derin bir yarama parmak bastınız. Hocam, yazmaya başlamamı çok istiyordu. Hep cesaretlendirmeye çalışırdı beni. Hatta, bir keresinde, ders sırasında, sınıf arkadaşlarıma beni gösterip, ‘bu arkadaşınıza dikkat edin, günün birinde çok iyi bir yazar olacak” demişti. Hayatımda o kadar gururlandığım başka bir anı hatırlamıyorum. Ne yazık ki çok geç kaldım. Göremedi yazmaya başladığımı. Bunda onun altını çizdiğiniz titizliğinin de rolü var elbette. Bu işi çok ciddiye almama neden oldu. Bir türlü cesaret edip, kendimi yeterli görüp de başlayamadım yazmaya. Keşke dediğiniz gibi bakabilseydi omuzlarımın üstünden. Beğenirdi, beğenmezdi... O başka mesele. Ama öyle çok isterdim ki, yazdıklarımı okumasını... ? Ateşler İçindeydi Germencik/ Feyza Zaim/ İş Bankası Kültür Yayınları/ 200 s. 920 SAYFA 19 CUMHURİYET KİTAP SAYI
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear