25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri Yarışması 5. Yılında 5 kitapta 85 seçme işçi öyküsü ? Necmi SELAMET ünya, küresel anlayışın egemenliğinde kapitalizme terk edildi. Kapitalizm ise pis, zor ve ancak çok sayıda insan gücüyle yapılabilmesi olanaklı işleri yaptırabilmek, insanı daha uzun ömürlü sömürebilmek için makineleşme teknolojisini geliştirdi. Nâzım Hikmet, “Benerci Kendini Niçin Öldürdü?” adlı şiirinde bu konuyu etkili biçimde betimler. Makineleşmenin doğal sonucu olarak kapitalizm, dünya ekonomisini ve ekonomik sistemleri dilediği biçimde yönlendirebiliyor... Türkiye’de ve dünyada aile, (19. yüzyılın başlarına kadar kapitalist anlayışa göre işgücü olarak atıl duran) kadın ve çocukları ile, iş yaşamına katılmış bulunmakta. Bunu hazırlayan ana neden, makineleşen sanayilerde, işe başlamak ve sürdürmek için gerekli işgücünün azalması ve kolaylaşması, ucuz işgücü arayışıdır. Aile artık bir bütün olarak iş yaşamındadır! Söyleyecek sözü çoktur ama buna zaman bulamaz! Hem sözlü olarak yüz yüze konuşma hem de kendi çevresine açılma ve kendini ifade etme gereksinimi giderek artmaktadır. Buna karşın özenti ve tüketim ekonomisi onları (çalışmak zorunda kalan baba, anne ve çocukları) giderek kendilerine daha çok yabancılaştırmaktadır. Bu bağlamda “Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri Yarışması”, işçinin yazın adına söz alabildiği, sadece çalışan aile reisinin değil, çalışan ve çalışmayan kadın ile çocukların duygu ve düşüncelerinin de işlendiği en önemli yazınsal etkinlik oldu. Bu yıl beşincisi yapılacak yarışmanın jürisi (geçen yıl olduğu gibi) Remzi İnanç, Vecihi Timuroğlu, Necati Tosuner, Tuncer Uçarol, Ahmet Yıldız’dan oluşuyor. Son katılma tarihi 9 Kasım 2007. Yarışmayı Baştürk ailesi yürütüyor, Edebiyatçılar Derneği ile Disk / Genelİş Sendikası destek veriyor. 2003 yılından 2006 yılına kadar bu yarışmaya katılanların sayısı yıllara göre 107, 89, 118, 135; gönderilen öykü sayısı 160, 122, 184, 205 oldu. Yani geçen dört yılda, 400’ü aşkın öykücü, toplam 671 işçi öyküsü yazdı. Şimdiye kadar onlardan yapılan seçmelerle “İşçi Öyküleri”, “İşçi Öyküleri 2004”, (2005 yılı seçmelerinden oluşan) “Timsahın Ağzındaki Usta”, “Kadın İşçiler” ve “Çocuk İşçiler” adıyla beş kitap yayımlandı, bunlar Genelİş Sendikasınca işçilere ve ilgilenenlere parasız dağıtıldı. Bu kitaplarda toplam 85 seçme işçi öyküsü yer alıyor. Kitapların ilkini Ahmet Soner, sonrakileri Tuncer Uçarol yayıma hazırladı. GENELİŞ ve DİSK’in genel başkanlıklarını yapan Abdullah Baştürk (19291991), gençliğinde çeşitli işlerde çalışmış, daha sonra sendikacılık ve üç dönem milletvekilliği yapmıştı. Onu saygı ve minnetle anarak söyleşimize başlamak istiyorum. “İşçi Öyküleri Yarışması” fikri Abdullah Baştürk’ün yeğeni Aytül Uçarol’dan çıktığından ilk SAYFA 16 sorum Aytül Uçarol’a: NASIL BAŞLADI? “Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri Yarışması”nın başlaması, Baştürk’ün aramızdan ayrılışının on ikinci yılına denk düşüyor. Epey bir ara bu. Neden çok sonra aklınıza düştü; sizi tetikleyen bir olay mı oldu? Sağlığında kendisinin böyle bir düşüncesi var mıydı? Amcamla böyle bir etkinlik düzenlemeyi konuşmamıştık. Amcam, genel başkanlıklarını yaptığı Genelİş ve DİSK tarafından ölüm yıldönümlerinde mezarı başında hep anılır zaten. Ancak yitirilen genel başkanlar, yöneticiler, her yıl gerektiği ölçüde anılıyor mu, sanmıyorum… Tuncer; arkadaşının başdanışman olduğu Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK)’nun yeterli bir fotoğraf arşivi olmadığını işitince, onlara bir sanat fotoğrafçısı önermişti, o olmayınca bir fotoğraf yarışması… O kabul edilince, sizin öykülerinizi de usta kalemlerden okumak, başkalarına okutmak istemez misiniz, bir öykü yarışması da yapalım, demiş… Sonunda o iki yarışma yapıldı… Ama yarışmaları önerdiği için; çalışma alanı şiir eleştirisi olmasına karşın, öykü yarışmasının seçiciler kuruluna girmek zorunda kaldı. Kitapların hazırlanması da üstüne kaldı! Öykülerden seçmeleri iki kitap olarak 2002 yılında yayıma hazırladı. Beğenildi. Ben de beğendim. Ancak esnaf ve zanaatkâr öykülerinden çok asıl işçi öyküleri yazılmalıydı; kıskandım… Çünkü o yıllarda edebiyatçılarımızın 12 Eylül yasakları dolayısıyla neredeyse yirmi yıldır içlerine fazla kapandıkları, bunaltı edebiyatı yaptıkları, sorunları giderek daha da artan dar gelirlilerden hiç söz etmedikleri toplantılarda hep konuşuluyordu. 12 Eylülden sonra işçi, memur ücretleri de çok düştü! En kötüsü işsizlik arttı. 12 Eylül yönetimi, amcamları (DİSK yöneticilerini) hapsetmişti. 72’si idam istemiyle, dört yıldan fazla süreyle yargılandılar. Hem bundan hem işsizliğin artmasından, herkes bir sendikaya girmekten korkuyordu. Çok kişi sigortasız işe bile razıydı. Edebiyatçılar, yayıncılar üstünde de bu yöndeki edebiyat üstünde görünmez bir yayın yasağı vardı… Edebiyatın temel amacı insanı yazmak değil mi?.. Edebiyat sadece dilden, anlatıdan mı ibaret?.. Tuncer’e, İşçi Öyküleri Yarışması’nı önerdim, o da yazmanlığını kabul etti, kardeşim Ahmet Tuncer ve Aytül Uçarol Soner de aile D adına seçiciler kurulunda üye olarak görev aldı… Düşündük ki 1980 sonrası edebiyatımızdaki o ilgisizliği, bu yolla bir yerlerinden biraz olsun belki kırarız... Şiir değil de “tek öykü yarışması” da, çalışanların, ailelerinin giderek bozulan durumlarını anlatmaya en uygun türdü, onda karar kıldık. Amatör, profesyonel herkes yarışmaya katılmalı, olabildiğince çok kişi bu öyküleri yazmalıydı… Bu yarışmanın amcam gibi çok tanınmış bir işçi liderinin adını taşıması ise, hem bu öykülerin daha çok yazılmasını sağlayacaktı, hem de amcamızı daha etraflıca anmış olacaktık… 2003 yılında öyle başladı yarışma. “Edebiyatın temel amacı insanı yazmak değil mi?..” söylemi bağlamında Tuncer Uçarol’a sormak istiyorum: “İşçi Öyküleri” deyince, yazınsallığın özüne doğrudan ‘insan’ yerleşiveriyor. ‘İnsan’ özü, içerik olarak ya da toplumcu bakış açısıyla bugün yazınımızda, özellikle şiirde somut biçimde 40’lar ile 70’ler arasındaki gibi işlevsel değil. 12 Eylül’den sonra yazında ‘insan’ öğesi giderek etkisini yitirdi... Peki! Yarışmaya gelen “İşçi Öyküleri” hâlâ 12 Eylül’ün etkisini taşıyorlar mı? İlginç soru… Ama ilk yarışmanın seçiciler kurulu toplantısına yazman raportör olarak, sonraki üçüne Baştürk ailesi adına seçici kurul üyesi olarak katıldım, yarışmacı öyküler üzerinde devam eden bir 12 Eylül baskısı, anlatımda oralardan gelen bir korku, sansür izlenimi edinmedim. 2003 ve sonrası zaten 1980’li yıllar gibi ürkütücü değil bu tür konuları yazmada. Üstelik çok kişinin dolabında, belleğinde, bir türlü yayımlatamadığı, içini yakan yeni dönem işçi öyküleri bekliyordu… Ancak bu öyküler üstünde 12 Eylül’ün etkileri, daha doğrusu sonuçları elbette sürüyor... Bu süreç tüm toplumsal yaşamımızda sürüyor… Bu yıl AKP’nin seçimi ikinci kez kazanması, cumhurbaşkanının AKP’den seçilmesi nedenlerini bile 12 Eylül Yönetimi ideolojisinde, uygulamalarında, aramalı… 2003, 2004, 2005, 2006 yıllarında yarışmaya katılan 671 öyküden şimdilik seçme 85’i beş ki tapta toplandı (2006’lar daha basılmadı); bu kitapların son sayfalarında belirtilen öykücü özgeçmişlerinden görülüyor ki o 85 öyküyü yazanların çoğu 12 Eylülü, öncesini yaşayanlar. 1980’lerde yetişen gençlerden işçi öyküsü, dar gelirli öyküsü yazan yok gibi!.. En önemli 12 Eylül etkisi bu… Gençler genelde bugün bile bunaltı edebiyatı yapıyor, aşk edebiyatını, lüks yaşam özentilerini yazmayı seviyor. Çok satan kitapların peşinde… O dönemin çok önemli bir etkisi de; yarışmaya gelen öykü konularının daha çok iş bulma derdiyle işsizlikle dolu olması. İşini kaybetme korkuları, iş kazalarıyla ilgili olması… Bunun anlamı şu: 1980’lerden bu yana işsizlik arttı, ücretler düştü. Teslimiyetçi, ürkek, hakkını aramada eli kolu bağlı, çıkmazda insan tipleri yaşıyor daha çok bu metinlerde… ÖYKÜLERDE MUTLULUK Hepimiz, toplumumuzda hakların savunulması ve alınabilmesi ile ilgili bir suskunluk, edilgenlik olduğundan şikâyetçiyiz. Bilindiği gibi KamuSen, MemurSen, Havaİş, TGSD, Haberİş, EğitimSen gibi sendikaların toplu sözleşme sürecinde tıkanıklık, kıskaç altında kalma gibi umarsızlıklar yaşanıyor. 85 tane işçi öyküsüne bakarak, “mutlu son”a ilişkin çözüm yolları, yöntem öneren, bu konuda açılımlar içeren öykülerden söz edebilir miyiz? Bu sorunuzu yanıtlamak için 85 öyküyü bu gözle süzüp süzüp notlar almak, yorumlamak, iletilerini (öykülerdeki mesajları) yakalamaya çalışmak gerek. Çünkü öyküler; daha çok duygularla ilgili bir durum dökümü, “olanların anlatılması” üstüne kurgulu; makaleler, bilimsel raporlar gibi sorunların “çözüm yolları”nı araştıran, düşünüp sıralayan bir tür değil. Şimdilik şunları söyleyebilirim: Son üç kitap (Timsah, Kadın İşçiler, Çocuk İşçiler) 2005 yılı yarışmasından seçmelerdi. Şu sıralar 2006 yılı seçmelerini bitirdim, aralarında “mutlu son”la biten başarılı öykü sayısı bu kez biraz fazlaydı, bunlara bakıp durunca sonunda onlar şu bölüm başlıkları altında toplanabilir diye düşündüm: “Hakkımı Aldığım Gün”, “Direnme”, “Aramak Taramak”, “Şans”, “Çivi Yerinden Çıktı!”. Bunların içinde ne gibi çözümler/yöntemler görünüyor? Şöyle: İş bulmak için aklını kullan. Sigortalı değilsen o işten ayrılıp başka iş ara… Verilmeyen ücretini, haklarını, cesaret ve özgüvenle ele geçir… İşsizsen işsizliğe direnerek bekle… Süt iznini (kadın işçi) özel dayanışmalarla kullanabilirsin!.. Bunlarda bile “sendika, grev” sözcükleri ender geçiyor!.. Yani küreselleşmenin uzun ve kısa erimli tuzakları içinde bu çağda boynu bükük, bireysel çözümler… Bu yarışma, işçi öykülerinin yazılmasını arttırdı mı? Görünür bir artış var mı? 2003 yılından bu yana 400’ü aşkın katılımcı yarışmaya toplam 681 KİTAP SAYI ? CUMHURİYET 920
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear