Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
? da. Biraz şaşkın. Yanıt vermeyi neden sonra akıl ediyor. ‘Salih Kolçak.’ ‘Bizim sirtakiyi güzel çalarsın. Zamanın olursa bir gün seni dinlemek isterim.’ “ Arkası gelir. Büyük bir aşk doğar. Bütün aşklar gibi “sorunlu”dur. “Avrupa bir yangının içine düşmek üzere”yken Anna çekip gider. Giderken yanında/içinde Mişon’dan da bir parça götürür. Yıllar sonra Mişon, Anna’dan bir oğlunun dünyaya geldiğini, daha sonra da onun bir “armatör” olduğunu öğrenir. Sadece öğrenmekle kalır. Bir büyük aşk da böylece “ölmeden ölür”; savaşın kanunları her yere, her şeye sirayet eder. “OLMAZSA OLMAZ KÖLELİK...” Yedinci bölümün adı Abanoz’un Afro’su… “Megapsestin gardiyamo”… Anlatıcı kendine ilişkin bir açıklamada bulunur: “Uzun yıllardır tatil yapmadım. Bir memur için tatil yapma düşüncesini nedense hep garipsemişimdir. İki haftalığına çıkılan bir yolculuğun bütçede açtığı gedik ancak aylar sonra kapatılabiliyor.” Doğrusu, anlatıcımemurumuz biraz iyimser! Artık “aylar sonra kapatmak” da mümkün olamıyor. İki aylık tatil, ömür boyu köleliğe dönüşüyor! Bir tür “alışkanlık”, hatta “olmazsa olmaz”a dönüşüyor. “Olmazsa olmaz köleliğe!...” Dahası, içki kalitesinde de bir eksilmeyi beraberinde getiriyor! “İlle de alacaksan alttaki bakkaldan, ucuzundan al.” Öyle ya hep ‘Le Grimaudin’le kadehler tokuşturulacak değil ya!... Neyse, biz bölüm başlığıyla ilişkimize dönelim. “Abanoz, sefer emri bekleyen bahriyelilerin hafta sonu düşlerini süsleyen sokağın adı. Abanoz, Erkin Gemisi’nin yalnız gecelerde kaçak rakı sofralarının en sağlam mezesi. (…) Abanoz’a girildiğinde faça sağlam olmalı. Sokağın başındaki 1 numaralı evin sakinleri Mişon’u her zaman olduğu üzere, masallardaki prenslere benzetmeli. Mişon, Afro’nun gözde prensi. Afro, Abanoz’un mermer taşı; sert, kaygan, beyaz, pürüzsüz. Bir zamanlar Asmalı Mescit’in Anna’sı neyse, şimdi Abanoz’un afro’su da o.” Dahası?… Hulusi Kentmen’in itelemesiyle sonu hüsranla biten bir evlilik Mişon’u bekler. Sonra elli bir yıllık bir başka evlilik… Sekizinci bölümün adı Nanatitoooo… Bu bölümün girişi de doksanlık Mişon’un “sağlık sorunları” olduğunu duyurur. Normal karşılamak gerek! Ama söz konusu kişi Mişon olunca, anlatıcı da inanmakta zorlanır. “Her canlı gibi onun da hastalanabileceğini nedense hiç düşünemez.” “Şimdiye kadar orasını burasını hiç kurcalatmamış” Mişon, bir anda “ölümlülerin dünyasında sıradan birisine” dönüşerek karizmayı çizdirir! Demek ki “kahramanlar da diğer ölümlüler gibi ishal olabilir”miş!... “KİM BU ŞİRVAN?” Bu girişten sonra, “Özlenenlerin rüyalarıyla yüklü film makaralarını geriye sardırıp içinden seçtiklerinden perdeye düşen görüntüleri” izlerken “Hey nanatitoo!” hikâyesi çıkar karşımıza. “Kardeşi Gülçin’in uydurduğu” bu sözcük, Mişon’un yaşamındaki bir başka “karakutu”yu ifade eder. Gülçin, “nanatito”yu “sevgi gösterisinde bulunmak istediğinde” kullaCUMHURİYET KİTAP SAYI nır. Fakat Mişon, “Gülçin’i, Nazilli’den ayrılıp İzmir’e döndükten sonra bir daha hiç görmez.” Dizanteriden ölen Gülçin, bazen “rüyalarına girer”… “Rüyalar Mişon’un ikinci evreni.” Dokuzuncu bölümün başlığı, sekizinci bölümün sonuna doğru verilir. Şirvan… “Kim bu Şirvan?” “Hani şu Diyarbakırlı öğrencim. İki yıldan bu yana terlikleri ayakkabılıkta giyilmeyi bekleyen kız. Dönseydi geriye, yaptıklarımı bağışlasaydı, sonsuza kadar başka ne isteyebilirdim?” Şirvan geriye döner, ama Mişon’un “yaptıklarını” bağışlamamış olarak döner! Anlatıcımız, bölüme başlarken “Ana kapıdan içeriye girdiğimde, merdivenleri çıkarken duyuyorum bağırtıları” diyerek bölümün hiç de hayra alamet olmadığı izlenimini uyandırır. Oysa bağırtıların Şirvan’la bir ilgisi yoktur. “İletişim Fakültesi son sınıf öğrencileri, ortaklaşa yürüttükleri bu filmde paranoyak, intihar tutkunu genç bir kızla, yine onun âşık olup evlenmek istediği, benzer karakterde ihtiyar bir adamın beraber geçirdikleri son günleri ele alıyorlar.” Fakat Mişon, “İletişim Fakültesi öğrencileri”nin iş ahlakından memnun değildir. “Mişon senaryodaki ölüm sahnesinde söylemesi gereken sözleri gerekçe gösterip ortalığı ayağa kaldırmış durumda.” Şirvan sahneye daha sonra çıkacaktır. Artık Veda vakti gelmektedir. Onuncu bölümün de başlığı olan Veda ile aslında çok şeye “veda” edilir. Örneğin Mişon yaşama “veda” eder. Şirvan ile bir altüst oluş anında “malum silah” patlayıverir. “Silah çekmecenin gözünde” diye başlayan romanın ilk cümlesi, böylece dorukta bir “veda” sahnesinde işlevini yerine getirir: “Patlar!” Şirvan, saçlarını kesen; inanmayı, güvenmeyi yitirten; yaşam karşısında kendini çırılçıplak bırakan; güzelliğini yok eden… Mişon’dan intikamını alır. “Avcı” Mişon, bu kez “av” olur. Soru: “Mişon’un ardında bıraktığı gerçekten neydi?” Romanı okuduğunuzda buna biraz da siz karar vereceksiniz. Çünkü bu yazıda özetlenen aslında hiçbir şey yok. Her şey romanın derinliklerinde… “Şiddet ve Kadın Tutkunu Mişon’u Tanımak” bu yazının odak noktası olmadı. Onu “Mişon’u Tanıyalım” başlıklı bir başka yazıma saklamış durumdayım. Ama siz, en iyisi bu yazıları okumak yerine, doğrudan romana başvurun. Aslolan odur çünkü; Umberto Eco’nun dediği gibi aslolan “ormana girmek”tir! “Ormanın derinliklerinde kaybolmayı göze almak”tır. Korkmayın; mutlaka bir çıkış yolu bulunur!... ? www.alaattintopcu@dostmail.com Zaman Geriye Dönmez/ Ferhan Şaylıman/ Merkez Kitaplar/ 206 s. 857 SAYFA 23