24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Ferhan Şaylıman’ın son romanı Merkez Kitaplar’dan çıktı ‘Zaman Geriye Dönmez’ Umberto Eco “Bir anlatı metninde okur her an bir seçim yapmaya zorlanır” der. Ferhan Şaylıman’ın Haziran 2006 tarihli ‘Zaman Geriye Dönmez’ adlı romanında bu “zorlama” fazlasıyla var. Gazete ve dergi sayfalarının “sınırları” da bu noktada okuryazarı, bir başka “seçim”le karşı karşıya bırakıyor. Aşağıdaki yazının içine aldıkları ile dışında bıraktıkları da tamamen söz konusu “zorlama” sonucunda ortaya çıkıyor. ? Alaattin TOPÇU mberto Eco, Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti’nin bir yerinde şöyle der: “Bir anlatı metninde okur her an bir seçim yapmaya zorlanır.” Doğrusu ben, Ferhan Şaylıman’ın Haziran 2006 tarihli ‘Zaman Geriye Dönmez’ adlı romanında bu “zorlama” ile fazlasıyla karşılaştım! Gazete ve dergi sayfalarının “sınırları” da bu noktada okuryazarı, bir başka “seçim”le karşı karşıya bırakıyor. Sanırım bu yazının içine aldıkları ile dışında bıraktıkları da tamamen söz konusu “zorlama” sonucunda ortaya çıkıyor. Yapacak bir şey yok! Roman on bölümden oluşuyor. Yazar her bölüme bir başlık koyma gereği duymuş. Aslında bu adlandırmalar, bölümle ilgili doğrudan olmasa da dolaylı bir ipucu veriyor. Örneğin birinci bölümün adı olan ‘Le Grimaudin…’, romanın en önemli karakteri olan Mişon ile anlatıcı (o da romanın bir unsurudur) arasındaki ilişkide bir simge. Anlatıcı ilk kez içtiği bu şaraptan çok etkilenir. Öyle ki “Mişon’dan çıkarken yanıma aldığım boş şişenin üzerindeki etiketin güzelliğini eve dönünce daha iyi algıladım” der. “Sararmış üzüm salkımları arasında, uzakta bir kale yükseliyor. Etiketin altındaki yazı bordo renginde küçük harflerle başlıyor. ‘Le Grimaudin’ VIN DE PAYS DES MAURES MIS EN BOUTEILLE PAR S.C.V. LES VIGNERONS DE GRIMAUD 83360VARFRANCE” “… Mişon’un hazırladığı masanın şarabı...” Şarabın anlatıcı üzerindeki etkisini sonraki bölümlerde de görürüz. Öyle ki örneğin ikinci bölümde de şöyle bir not düşer: “Şişenin güzelliğine vurulup kalkarken yanımda götürdüğüm ‘Le Grimaudin’in’ yol haritasında…” roman şekillenmeye başlar… Ayrıca, her bölüm kendi içinde de biriki vuruşluk boşlukla “geçişlere” zemin hazırlamış. ha yakından tanıma olanağı buluruz. Giderek çocukluğunun dünyasıyla, özellikle işgal altındaki İzmir’le göz göze geliriz… Mişon savaşın acımasızlığıyla karşılaştığı anı: “Zabit, gür sesiyle kurt sürüsüne doğru neredeyse kükrer: ‘İstahzo Bre, Istahzo Bre!’ (‘Durun durun!’) diyerek dışlaştırır. Üçüncü bölümün adı Gazi… Adından da anlaşılacağı üzere, bu bölümde de Gazi Mustafa Kemal ile Mişon’un karşılaşmaları işlenir. Bu karşılaşma sonucu Mişon’un yaşamında çok önemli değişiklikler meydana gelecektir. Tesadüf bu ya, Gazi, Mişon’un çalıştığı fabrikayı denetlemek üzere Nazilli’ye gelir. Yanında Fevzi Çakmak ve Celal Bayar da vardır. Bu denetim sırasında Gazi’nin dikkatini “o koca adamın yanında dikilen çocuk” çeker. Gazi, Mişon’un “Balkan göçmeni olduğunu çoktan anlamış”tır. “Yanaklarını gülümseyerek okşarken, soruyor; ‘Nerelisin?’ ‘Macırız efendim.’ “ Sonrası malum: “Gazi’nin emirleri doğrultusunda hazırlanan yazıda, harcamaları devlet tarafından karşılanmak üzere, … Dumlupınar İlkokulu’na kaldığı yerden devam edeceği… belirtilmektedir.” Dördüncü bölümün adı: ‘Essana Poli Sagapo…’ Doğrusunu söylemek gerekirse, bu bölüm ‘sevginin’ ne menem bir “özveri”yi (!) de beraberinde getirdiğini gözler önüne sermesi bakımından çok ilginçtir. Mişon’un “bir ahtapotun kollarını andıran ilişkileri” bizi şaşırtmaya devam eder. Doksanını aşan Mişon, “esansa poli sagapo” (“seni çok seviyorum”) dediği kadını, anlatıcıya “edebi” sözlerle “ikram” etmeye çalışır. Neden? “Ayrımız gayrımız yok. O benim canım, ama tabiat kanunu bu, bir noktadan sonra kabulleniyorsun. Şimdi yalan yok, riya yok, bitiyor bir yerde, sönüyorsun.” Sönünce ne yapacaksın? “Esansa poli sagapo” dediğin kadını “Yaşınızın, zamanınızın kıymetini bilin… Birbirinizin tadına varmaya çalışın” diyerek yakın arkadaşına/anlatıcıya sunacaksın! Anlatıcı bu sahneyi şöyle özetler: “Türkân’a doğru elini uzatıp beni gösteriyor. ‘Öp onu hadi.’ “ İkilinin tedirginliğini gören Mişon, ısrar eder: “Öptüğünü görmek istiyorum, hadi.” Anlatıcımız devam eder: “Türkân yavaşça eğiliyor. Odanın, şarabın, konuşmaların hararetinden du U dakları alev sıcaklığında. Yakıcı bir dokunuş bırakıp, çekiliyor. Hayır, bu Mişon için asla yeterli değil. Bu defa bana dönüyor. ‘Ona sarıl, ellerini boynunda görmek istiyorum, hadi, hadisene.’ “ Artık hepimizin dünyasında “esansa poli sagapo” (“seni seviyorum”) sözü çok daha derinlikli (!) bir yer edinir. MİŞON’UN ÇOCUKLUĞU Beşinci bölümün adı Guşalı Mecit…’ tir. Bölüm “Mişon’un Günlüğü” ile başlar. İki günlüğün dökümü yapıldıktan sonra, tekrar Mişon’un çocukluğuna doğru yolculuğa çıkarız. Anlatıcı “düz bir çizgi” izlemez. Okuru bir labirente sokma gereği duyar. Sürekli olarak ilerigeri, geriileri atlamalar, dönüşler yapar. Burada tekrar “Gazi’nin emirleri” devreye girer. Salih Kolçak (namı diğer Mişon), “Dumlupınar İlkokulu’na ayrıldığı kısımdan, beşinci sınıftan devam edecektir.” Öyle de “Mecit” buna pek sempatiyle bakmaz. “Anlatılanları gülen gözlerle, can kulağıyla dinleyen Mecit, son duydukları karşısında önce afallıyor. Ardından fişek hızıyla kabaran Arnavut damarı öyle bir patlıyor ki susturabilene aşk olsun. ‘Yok bre more, ben çocugimi asker mi yapecem? Kıyar mısınız bu kuzucuga? O bizim evlatcıgimiz, onu kimseye vermeyiz.’ “ Sonuç “Altı yaşında annesinin rızasıyla gönderildiği o ev, hayatının bütün dönemlerini anımsadığında, sıcaklığını, içtenliğini hiç unutamadığı tek yer” artık mecburen terk edilecektir. Gazi’nin emridir. Yerine getirilecektir. İŞGAL ALTINDAKİ İZMİR... İkinci bölümün başlığı ise ‘Istahzo Bre, Istahzo Bre…’ dir. Bu başlık ise Mişon’un “etnik kökeni” hakkında bir ipucu verir. “Hadi evlatcıgim, gel gari yatacagiz.” “İlişme kalsın, çocugim burada yatsın.” Bu arakısa tümcelerin peşine takılarak Mişon’u daSAYFA 22 Altıncı bölümün adı Madam Anna…, yine “Mişon’un Günlüğü” ile başlar. İki uzun günlükten sonra, bu kez Mişon’un inişli çıkışlı dünyasının özellikle gençlik yıllarına gideriz. Yani “Deniz Gedikli Erbaş Hazırlama Ortaokulu” yıllarına. Müzik, resim, dans tutkusunun köklerini burada buluruz. Dahası, İkinci Dünya Savaşı’na doğru yol aldığımızı da burada öğreniriz… “Savaş yorgunu bir ülkenin sınırlarının çok yakınında yangın çıkmak üzere. Ülkeler ve insanlar toplama kamplarında, gaz odalarında kökleri kazınarak, cephelerde, siperlerde tank paletlerine, havan toplarına, makineli tüfeklere, el bombalarının üzerine sürülerek yok edilecekler. Az kaldı. Hangarlarda bekletilen savaş uçakları, kan dökme saatleri geldiğinde, gövde altlarındaki kapaklarını kartal kanadı gibi iki yana açarak ölüm kusan yüklerini boşaltmak için sabırsızlanıyorlar. Karne kuyrukları, karartma yılları…” İşte tam da bu yıllarda “Genç deniz astsubayı… Heybeliada’dan vapura binerken fark etti onu.” Kimi? “Anna”yı elbette! “Kalabalık yavaş adımlarla çıkışa ilerliyor. İşte o an küçük bir gülümseme beliriyor kadının yüzünde. Ricadan çok, isteğinin yerine getirilmesini bekleyen bir ses tonuyla karşıya işaret ediyor. ‘Elado vire!’ (‘Buraya gel!’) … ‘Kollasi.’ (‘Hoş geldin.)” Garipsenebilecek bir tanışma faslıdır. Olabilir. Her türlü tanışma fasıllarına hazırlıklı olmak gerek! “Küçük bir suskunluğun ardından devam ediyor. ‘Anna.’ O an yalnızca kadının adı dolanıyor aklın ? KİTAP SAYI 857 CUMHURİYET
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear