28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Sözün gücünü halk şiiri geleneğinden tanıyoruz. Divan şiirinde ne denli derinleşirse derinleşsin, halk şiirindeki bir yalın söz, Türkçenin gücünü gösterdiği için önemlidir. “O rhun Yazıtları”nı yazı dilimizin en eski belgesi sayarsak Türkçenin bin yılı aşkın bir geçmişi var. Hiçbir dil doğduğu gibi kalmaz. Değişerek gelişir. Bu değişim yaşama koşullarına bağlıdır. Günlük dil de, yazı dili ile şiir dili de bu değişimden payını alır. Anadolu Türkçesinin şiir dili, Türklerin yoğun olarak Anadolu’ya göçtüğü XI. yüzyıldan sonra daha belirgin bir gelişme göstermiştir. Binlerce yıl önce Anadolu’ya yerleşmiş nice toplulukların kültür birikimi, yeni bir coğrafyayı yurt edinmenin özellikleri, Türkçenin dokusuna da işlenmiştir. Bir yandan çok uluslu bir devletin dili olarak Osmanlıca şiir diline değişik anlam derinlikleri kazandırırken, öte yandan halk şiiri geleneği Türkçenin eksilmeyen gücünü göstermiştir. Irmak kendi yatağında derinleşir. Türkçe de kendi yatağında derinleşen bir ırmak gibidir, Osmanlıca isteyerek dışlanamazdı. Zaman Türkçenin yararına işledi, Osmanlıca gündemden düşerken Türkçe gelişme gösterdi. Ancak yaşama koşullarının, bilimsel değişimin Türkçeye yansımasına yarayacak, süreklilik isteyen çalışma yeterince yapılmadığı için, Batı uygarlığı sözcükleri dilimizi kapsamaya başladı. Giderek ivme kazanan, süreklilik isteyen bir özleştirme çalışmasına glrişilemezse, Türkçeyi yabancı dillerin yayılmasından kurtarmak zorlaşacaktır. Mustafa Şerif ONARAN Değinmeler Halk şiiri geleneği Dilbilimle uğraşanlar Türkçenin ayrıntılarından gerçek kimliğe varabilir. Bize düşen bulduklarımızla yetinmek, şiir geleneğini yorumlayarak kendi gerçeğimize varmaktır. “Benim doğduğum köyleri Akşamları eşkiyalar basardı. Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem Konuş biraz.” Cahit Külebi Tokat’lıydı. Kul Himmet XVI. yüzyılda yaşayan bir hemşerisiydi onun. Külebi’nin de sevemediği yalnızlığın sarmalında yaşayan bir ozandı: “Kendi efkârımma okur yazarım Bir dost bulamadım gün akşam oldu.” Yüzyıllar ötesinden günümüz gerçeğine yansıyan bu yalnızlığı kullanıp “muhalif tavır” içinde olmasını bilen ozanlar da var. Onlar Osmanlıya baş kaldıran halk ozanları gibi, günümüz siyasetçilerine “gün akşamlıdır” demesini bilmelidir. Halk şiiri geleneğinden öğrendiğimiz bir şey daha var. Yaşamanın kolaylığına, ucuzluğuna kapılanlar insanın değerini anlayamayanlardır. AHMET KUDSİ TECER’İN GİRİŞİMLERİ Halkın gizilgücünü Sıvas’ta öğretmenken sezen Ahmet Kudsi Tecer halk şiiri geleneğini gönlümüzde de yaşatmak istemiştir. “Halk Şairleri Bayramı”nda Âşık Veysel, Talibi, Ali İzzet gibi halk ozanları da üne kavuşmuştur. Ancak günümüz ozanları için halk şiiri geleneğini yinelemek edebiyata ne kazandırır? Metin Turan’ın sözünü anımsayalım: “Kimi bağlanmalarla geleneğin yorumlanamayacağı ve bu birikimden anlamlı bir biçimde yararlanılamayacağı açıktır.” Âşık Veysel yaşamanın içinden gelen, küçük yaşta kör olmasına karşın, gönül gözüyle görmesini bilen, kendine özgü felsefesi olan bir ozandı. “Güzelliğin on par’etmez Bu bendeki âşk olmasa” dizeleri yaşamalıdır. Çünkü sevgilinin güzelliği gelip geçicidir ama, o güzelliği yaşatan dizeler kalıcıdır. Gene de şiirin gelişmesi adına inancımız, geleneği dönüştürmek olmalıdır. Çağdaş şiirin potasında, halk dilinin dağal gücünü kullanarak şiire yeni bir biçim veremezsek, eski dizeleri yinelemiş oluruz. Karacaoğlan diye bildiğimiz o Türkmen Beyi halk şiirinin nice inceliklerine ermişti. Onu aşabilmek için halk dilinin içinden yeni bir dil çıkararak çağdaş şiir anlayışı içinde yorumlamak gerek. Cahit Külebi gibi. Daha sonraki yıllarda gelen halk ozanları da o gömüden kendine göre yararlandı. Metin Turan, XIX. yüzyıl ozanlarından Dadaloğlu’nu anlatırken diyor ki: “Her sanatçı gibi, Dadaloğlu da yetiştiği toplumun kültürel değerleri üzerine oturtuyor ürünlerini. Bu birikim irdelendiğinde, Dadaloğlu’nu Karacaoğlan şiiri ile Köroğlu şiiri üzerine oturmuş; bunların bileşimini yaratıcı bir yetenekle yeniden işleyebilme ustalığı göstermiş kişilikte görürüz.” KENT KÜLTÜRÜ Doğa kültürü ile kent kültürünü yorumlamak, önce yetenek, sonra birikim ister. Doğa ile kentin gizlerine varmak yaşamayı kolaylaştırabilir. Özellikle kent kültürü yaşama kültürü anlamına gelir, “Kültür ve Turizm Bakanlığı” kütüphanelerin çok amaçlı kullanılması çalışmalarının bir ön girişimi olarak İstanbul’da Beyazıt, Ankara’ da Adnan Ötüken Kütüphanesi’nde dizi konuşmalar başlattı. Kütüphanelerde kültür ortamının oluşmasını İsteyen Turizm ve Kültür Bakanlığıı Müsteşarı Prof. Dr. Mustafa İsen, özellikle kent kültürüne öncelik tanıyan bir edebiyat insanıydı. Katılımcılığın böyle bir etkinliği daha güçlü kılacağına inandığı için VEKAM’la işbirliğini uygun gördü. VEKAM (Vehbi Koç ve Ankara Araştırmaları Vakfı) özellikle kent kültürüne önem veren bir kuruluş. Başında Zeynep Önen adında bir kültür insanı var. Vakfın en iyi koşullarda işlevi olması için çaba gösteriyor, Edebiyatı kültürün ayrılmaz bir parçası olarak görmek gerekir. Gene Mustafa İsen’in özendirmesiyle, VEKAM’m katkılarıyla Milli Kütüphane’de her ay şiir akşamları düzenleniyor. Konulara uygun seçilmiş şiirlerle benim çizdiğim çerçevede şiirleri Rüştü Asyalı yorumluyor. Bu yılın son söyleşisi “Halk Şiiri Geleneği” üzerineydi. Âşık Veysel ŞİİR GELENEĞİNDEN YARARLANMAK Şiir dilinin gelişmesinde gelenekten yararlanmak için yeni bir bakış açısına gereksinim vardır. Metin Turan bu sığlığı şöyle yorumluyor! “...geleneği anlama ve yorumlama konusunda, tıpkı gelenekten yararlanmada olduğu gibi, (yanlışımız) bakış açımızın derinleşmemişliğidir” (TARİHTEN MEKÂNA TÜRK HALK ŞİİRİ, Ürün Yayınları 2006). Demek ki “derinleşen bakış açısı” geleneği çağdaş yorumla değerlendirecek, eskilerden gelen Türkçeyi güncel dilin dolanımına kazandırabilecektir. Demek ki “kimi bağlanmalarla geleneğin yorumlanamayacağı ve bu birikimden anlamlı bir biçimde yararlanılamayacağı açıktır.” Geçen zaman içinde halk şiirimiz nereleri yurt edinmiş, o yerlerin kültür coğrafyasında nasıl bir birikim var? Metin Turan bu gerçekleri halk şiirimizde bulabileceğimize inanıyor: “Türk halk şiirinin halkın gerçek tarihinin yazılmasına olduğu kadar, kültürel coğrafyasının anlaşılmasına da önemli boyutta katkısı olmaktadır.” Halk şiiri derken, o şiirlerde bir yaşama biçiminin özelliklerini de tanıyoruz. O şiirler “göçebe Türk boylarının yurtsama anlayışlarını, mekân duygularını da yansıtmakta” önemli birer kaynak olarak görülmelidir. Nedir ki sözlü kültürümüz halk ozanlarının kimliğini, şiirlerinin özgün dokusunu gölgelemektedir. Yunus Emre bir Türkmen kocası, Karacaoğlan bir Türkmen beyi, Dadaloğlu bir Avşar göçeri, demek onların kişiliklerini aydınlatmaya yetmiyor. Hangi Yunus, hangi Karacaoğlan? demek gerekiyor. Yaşama serüvenleri söylencelere karışmış, dilden dile geçen şiirleri “taşları düzleyen rüzgâr gibi” değişik özellikler kazanmışsa, gerçeklere varmak nasıl olacak? SAYFA 18 üzerine çalışırken insanbilim verilerinden yararlanıp özgün bir çalışma yapmışsa da; insanı anlamak kolay değildir. “L’homme cet inconnu” (İnsan, şu bilinmeyen) diyen Alexie Carrel’e inanmak zorundayız. Göçebe bir ulusun diline yansıyan özelliklerle yaşamasını biçimlendiren özellikler, yerleşik ulusların düzencesiyle örtüşünce, Türkler için şaşırtıcı bir kişilik oluşturur. Bu uyum yeteneği Türklerin bir başka özelliğidir. Artık yerleşik düzende kent insanı olmanın sorumluluğu içindedirler. CAHİT KÜLEBİ SOKAĞI Antalya’da, kent kültürünün yaşaması için edebiyatın önemine inanan bir ozan var: Metin Demirtaş. “Hikâye” şiirinin yazıldığı sokağa “Cahit Külebi” adının verilmesi için Murat Paşa Belediye Başkanı’nı bilinçlendiren bir ozan. O sokak Cahit Külebi’nin adıyla, “Hikâye” şiiriyle yaşayacak (TOURİSM WORD, “Sevdiğim Sokak Adları Gibi”, Mayıs 2006). Günümüzde adı anılan nice siyasetçi silinip gidecek. “Cahit Külebi Unutuldu mu?” diyordum ya, Cahit Külebi unutulmayacak. Belki yıllar sonra işgüzâr bir belediye başkanı o adı değiştirip ölen bir meclis üyesinin adını sokağa vermek isteyecek. Ama artık o sokağın adı Cahit Külebi’yle bütünleştiği için başka adlar mektup zarfının üzerinde kalacak. Orası hep “Cahit Külebi Sokağı” olarak anımsanacak. Şiir dilimizin gelişmesinde ona neler borçlu olduğumuzu Ataol Behramoğlu şöyle anımsatıyor: “Cahit Külebi, sevgili arkadaşım Metin Demirtaş için olduğu gibi, benim de şiirde ilk göz ağrılarımdandır. Çankırı’da, lise öğrenciliğimde, dilime Türkçemizin tadını yerleştiren ilk sairlerimizdendir” (CUMHURİYET, Pazar Söyleşileri, Cahit Külebi Sokağı, 28 Mayıs 2006). Sokak tabelasının altındaki şiire dalan yolcu, bir dörtlüğün çağrışımıyla yalnızlığa sığınacak? KİŞİLİĞİMİZDE ŞİİRİN YERİ Bin yılı aşkın şiir geleneğimiz olduğuna göre, Türk ulusunun kişiliğinin oluşmasında şiirin yeri yadsınamaz. Ancak Osmanlıya baş kaldıran halk ozanlarını da anımsarsak, ozanların “muhalif tavır” içinde olmaları, Türklerin sert doğasına da yansıyabilir. Kişilik oluşmasındaki çelişkili durumları doğal karşılamaya alışmalıyız. Her ne kadar Bozkurt Güvenç TÜRK KİMLİĞİ TÜRKÇENİN GÜCÜ Yüzyıllar ötesinden yankılanarak gelen Türkçenin gücüdür. Cemal Süreya istediği kadar Yunus Emre şiiri için “Türkçenin süt dişleri” desin, savaşı bile kesen bir gücü vardı o dilin: “Söz var keser savaşı Söz var götürür başı Söz var ağılı aşı Bal ile yağ ede bir söz.” Sözün gücünü halk şiiri geleneğinden tanıyoruz. Divan şiirinde ne denli derinleşirse derinleşsin, halk şiirindeki bir yalın söz, Türkçenin gücünü gösterdiği için önemlidir. Ulus olarak varlığımızı korumamız da Türkçenin gücünü yaşatmamıza bağlıdır. Bu yüzden şiir dilini geliştiren ozanlara çok şey borçluyuz. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmeniz için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderirseniz memnun oluruz. MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sk. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 Ahmet Kudsi Tecer CUMHURİYET KİTAP SAYI 857
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear