05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Cahit Sıtkı, şairliğinin gölgesinde kalmış bir öykücü. Gün Eksilmesin Penceremden’deki öyküler üzerinde, Cahit Sıtkı’nın ellinci ölüm yıldönümünde (13 Ekim 19562006) yeniden duracağım. Siz şimdilik okuyadurun bu ürünleri, benzersiz tat bulacaksınız bu öykülerde… M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası 1 993 sonlarına vardığımızda, olanaksızlıklar öylesine bunaltmıştı ki bizi, eylemli tiyatroyu bırakmak zorunda kalmıştım çaresizlik içinde. Sahnelediğimiz son oyun, İzzet Polat Ararat’ın Cahit Sıtkı Otuz Beş Yaş adlı çalışması olmuştu. Tiyatro topluluklarımız, perdelerini açarken anlı şanlı bildiriler yayımlar da kapandıklarında bu ölçüde durmazlar bunun üzerinde. Biz de “de tiyatrosu” olarak 199394 tiyatro sezonunda perde açamayacağımız gerçeğiyle karşı karşıya kalınca kaleme sarılmak gereği duymuştum. Yazıyı Milliyet Sanat’a göndermiştim ya, yayımlanamadı onca istememe karşın. Epey zaman sonra Zeynep Orala bunu anımsattığımda ne çok yazıklanmıştı. Eline geçmemiş olmalıydı, bir türlü anımsayamıyordu yazıyı, yoksa böylesi yazı nasıl olurdu da yayımlanmazdı? Yazı bir yerde yayımlanacaktı elbette. Tuttum ben de arkadaşım Burhan Günel’e gönderdim. Nitekim Karşı dergisinde yer aldı yazı: “Perdeler Açılırken Siz Hiç Perde Kapadınız mı?” (Aralık 1993, sayı 80). Geçici de olsa bir veda yazısıydı bu. 199394, yaşamımın önemli kırılma yıllarından biri olacakmış meğer. Nitekim eylemli tiyatroyu bırakırken yayımlanan ilk romanım Bin Yüz Bir Giz (Ümit, 1993) devreye giriverdi birdenbire. Arkadaşım Okan Çançin’in önerisi, kışkırtısıyla belgesel sinemada yönetmenliğe de yine bu dönemde geçtim. Derken arkadaşım Sevgi Özel’in arkamdan itekleyivermesiyle de harıl harıl dergilere yazmaya koyulmuş biri olarak buldum kendimi. Diyeceğim eylemli tiyatro görece bitti belki, ama sanat alanındaki üretimim bir arttı ki sormayın. Ararat’ın Cahit Sıtkı Otuz Beş Yaş adlı oyunu için ben de çalışmıştım o günlerde. Ama daha çok şiirleri ölçüt alınmıştı yaşamının odaklandığı bu sahne çalışmasında. Mektuplarından, yaşamöyküsünün öne çekildiği bir iki monografiden yararlanılmıştı ek olarak. Az sayıda bir kaynakça vardı zaten, bunların çevresinde dolaşılmıştı bundan ötürü. Bense Cahit Sıtkı’nın yazılarından, bir iki öyküsünden de yararlanmaya girişmiştim sahneleme sırasında. Bütün bunları Cahit Sıtkı’nın Gün Eksilmesin Penceremden (Can, 2006) adıyla yayımlanan öykü kitabı elime ulaştığında yeniden düşündüm diyebilirim. ŞAİRLİKTEN ÖYKÜCÜLÜĞE... Can Yayınları, Cahit Sıtkı’nın öykülerini, 2005 güzünde göndermişti bana, dosya halinde. O sıra Bodrum’daydım. Çarçabuk okudum öyküleri. Etkileyici bir atmosfer oluşturmuştu öykülerinde Cahit Sıtkı. Yayınevi, daha doğrusu Erdal Öz, bu öyküleri konu alan bir yazı kaleme almamı istemişti benden. İlk olarak 2005 baharında Can’daki bir açılışta söz etmişti bana bu konudan. Cahit Sıtkı’nın öykücülüğünü benim yazmamı istiyordu. Sonrasında Celâl Üsterin başlattığı Can Cep dizisinin tanıtımında bir kez daha değindi buna Erdal Öz. Hazırdım çalışmaya. Ben de geçmişteki Cahit Sıtkı oyunumuzdan söz ettim kendisine. Şairin öyküleri üzerine yazmaktan onur duyacağımı ekledim. Yaz ayrılıkları da gelip çatmıştı. Faruk Duman üstlenmişti işin takibini. Zaten Bir öykücü olarak Cahit Sıtkı... dosyayı Bodrum’a gönderen de oydu. Ama kitaplaşması sonraya kaldı, yayınevinin programı doğrultusunda. Oysa Erdal Öz gitmişti, aramızda derin, tükenmez, hep süregidecek bir soluk ya da diyelim boşluk bırakarak. “Ad babası” görememişti kitabın yayımlanışını. Dosya, kitaplaşmış olarak bu yeni haliyle elime geçtiğinde bunları da düşündüm elbette. Yaygın anlamda “şair” olarak tanınan Cahit Sıtkı “öykücü” yanıyla da önümüze geldiğinde, bunu nasıl karşılayacak acaba yazın kamuoyu? Ben tam da bu noktada onun “Abbas” şiiriyle “Abbas” öyküsünü örnekleyerek sürdüreyim istiyorum konuyu. “Abbas” şiiriyle “Abbas” öyküsü arasındaki kesişmenin içinden bakılarak Cahit Sıtkı’nın şiiröykü tahterevallisindeki konumu ölçümlenebilir pekâlâ. Gerçekten her iki verimin de onun yaşamsal deneyiminden sızarak şiire, öyküye kaynaklık yaptığı görülüyor. Ne var ki aynı adla üretildikleri halde birini şiir, ötekisini öykü olarak verimliyor Cahit Sıtkı. Sözgelimi “Abbas” şiiri bizi imgelem dünyasına uçuruyor. Şiirdir bu. Olgusal bağ kurulması olanaksızlaşmıştır, üstelik öyküyü okuyup, şiire dayanaklık yapan altyapıyı öğrendiğiniz halde, bir “hikâye ediş”e rastlamazsınız, imgelem dünyasında gezinirsiniz sürekli. Oysa “Abbas” öyküsü anlamlandırmalarla örülü olsa da olgusaldır. Cahit Sıtkı, şiirini, kesikli biçemle on altı dizeyle örerken öykü, onun öteki verimleri göz önüne alındığında en uzunlarından biridir. Şiir ilk kez 19.9.1942’de İnkılapçı Gençlikte, öykü ise 30.7.1944te Cumhuriyet’te yayımlanıyor. İkisi de aynı adla. Sonra Mayıs 1945’te şiirin bir kez daha yayımlandığı görülüyor. Ardından ünlü Otuz Beş Yaş’a (1946) alıyor şair bunu. Cahit Sıtkı, yaşadığı kestirilebilecek aynı olaydan yola çıkarak üstelik aynı adla, birbirine çok yakın iki tarihte hem şiir hem öykü verimliyor. Ama biri ötekine bulaşmıyor. Ne şiir öyküleşiyor ne de öykü olay aktarıyormuşçasına sıradanlaşıyor. Yalnız bu karşılaştırma bile Cahit Sıtkı’nın gerek şair gerekse öykücü olarak ne denli sağlam yerde durduğunu göstermez mi? Öyleyse biz, bir öykü yazarının ürünleriyle karşı karşıyayız Gün Eksilmesin Penceremden’de. CAHİT SITKI’NIN ANLATICISI... İster özöyküsel ister elöyküsel anlatımla karşımıza gelsin Cahit Sıtkı’nın öykülerindeki kahramanlar, birinci dereceden yalnızlık çeken, bu yalnızlıklarını gidermek için de içkiye sarılan kişiler hep. Çünkü anlatıcı, her sıkıntısında içkiye, sigaraya sığınıyor. Aslında Cahit Sıtkı’da arayış egemen! Gerçekten Cahit Sıtkı’nın anlatıcısı, bir türlü buluşamadığı sevgilisini arıyor sürekli. Oysa rüyasında bile bir araya gelemediği, buluşamadığı görülür bu sevgiliyle. Anlatıcının peşine düştüğü sevgililer genelde iki farklı karakter olarak kendilerini koyuyor. Bir yanı düşkün kadınlar bunların, öte yanı melek kadınlar… Düşkünler, anlatıcının sevişme isteği duyduğu kadınlar daha çok. Ama melek kadınlara geldiğinde sıra, bir derin anne imgesi de gezinmeye koyuluyor öykülerde. İkizil bir kadın duygusu sanki bu. Nitekim arka planda anlatıcıyı yönlendiren iki güç kaynağına dönüşüyor sevgili ile anne. İlişkide zaman zaman apaçık ortaya çıkan “sanal” boyut, somutlanmış görünen ilişkilerde de sevgilinin varlığını kuşkuya düşürüyor. Sözgelimi sevgilileri çokluk rüyasında görünüyor anlatıcıya. Ya da bakıyorsunuz, anlatıcı onu hayalinde canlandırmış oluyor. Buna göre kadınların, varmış gibi görünseler de olmadıklarını sezeriz. Anlatıcının sürekli sevgili değiştiriyormuş havasında arayış içinde oluşu, kadınlarla bir türlü buluşamayışı, ilişkilenemeyişi bu kanıyı iyice güçlendiriyor. Demek ki anlatıcı, kadınlar konusunda dışa yansıyan yüzüyle değil, içteki yıkılışı, çöküşü bağlamında alınmak zorunda bu nedenle. Oysa bu kadınlar birer mıknatıs gibidir aynı zamanda. Anlatıcı onların çekim gücüne direnemez, günün birinde kendisinin de bunlardan biri tarafından çekileceğini bekler umutla, ne ki beklediği gerçekleşmez bir türlü. Bu anlamda aşk buluşması olanaksız gibidir. Anlatıcı onca girişimine, çabasına karşın bir türlü buluşup bir araya gelemez sev diği, ilgilendiği kadınla. Çünkü kadınların ilgisini çekecek biri olarak göremez kendini. Sevilmediğini düşünür sürekli, ötesinde sevilmeyecek biridir o kendince. Bir kadınla buluşacaksa anlatıcı, ilkin parayı düşünür. Yoksa cebinde parası, borç aramaya girişir. Sonra iki kadeh de parlatmış olmalıdır ne yapıp edip. İkinci güven gereci de “alkol”dür çünkü. Rakı “vefakâr arkadaş”tır onun için. Bu nedenle öyküler, adeta geniş bir meyhane coğrafyasına sürükler bizi. Bu, belki de bir denge kurma zorunluluğunun sonucudur. Cahit Sıtkı’nın öykülerindeki anlatıcı, borç içindedir sürekli. Borçluluğu, savrukluğundan kaynaklanır onun. Meyhanede son kuruşuna dek parasını harcayabilir örneğin. Ardından oldukça güç durumlara düşebilir. Ne var ki bunca deneyimin ardından bakarsınız parasını meteliğine dek yine meyhanelerde harcayıvermiştir. Hayatını kazanmanın bir “zaruret” gibi görünüşü de aldatıcıdır. Çünkü borç içinde yüzse de, küçük memur bütçesinin karşılayamayacağı bir savurganlık içinde sürekli para harcar anlatıcı. Belli ki kısa süre içinde yaşamı, yeniden olağan akışına kavuşmaktadır. Belki de görünmeyen el ya da eller bu bütçeye katkıda bulunmaktadır. Nitekim borç almak için sıklıkla arkadaşlarına başvurduğu düşünülürse, anlatıcının hem de sürekli olarak ekonomik durumunu düzelttiğini, düzeltebildiğini sezmek olası. Öyleyse özde bir sıkıntısı olmasa gerek anlatıcının. Ama son kuruşuna dek içkiye harcamaktan çekinmez o anki parasını. Anlatıcının memuriyeti üzerinde de önemle durulmak zorunda. Bir çalım, on dokuzuncu yüzyıl Rus gerçekçiliği içinde yer alan memur karakteriyle özdeşlik kurulabilecek bu anlatıcı memur, “mutsuzluk kaynağı” olarak yaşar sürekli bunu. Bürokrasinin kara anlatı yoluyla eleştirisi denebilir buna. Yazı masası, imza defteri, sumen, yakalık, kravat, müdür, maaş, yevmiye kesintisi vb. hemen her öyküde karşımıza çıkar. Anlatıcının kimileyin “Cahit Sıtkı”nın kendisi oluşu yanıltmamalı bizi. “Telefonda Bir Konuşma”, “Otel Hizmetçisi” böylesi örnekler. Ancak yine de herhangi öykü anlatıcısı olarak almak gerekiyor bu kişiyi, adı “Tarancı” da olsa! “ANLATICI”DAN YAZARA... Cahit Sıtkı’yı oynadığımız yıllarda okuyabilmiş olsaydım bu öyküler toplamını, doğrudan bu öykülerin kahramanı anlatıcıyı oyunlaştırmayı önerebilirdim İzzet Polat Ararat’a. Anlatıcının Cahit Sıtkı olduğunu düşünmemden kaynaklanmıyor bu. Yazarlarla anlatıcıları arasında koşutluk kurmaktan yana da olmadım hiçbir zaman. Ama müthiş bir oyun çıkardı herhalde diye düşünmekten alamıyorum kendimi. Öte yandan kahraman aracılığıyla arkasındaki yazar da belirginleşirdi kuşkusuz. Onun ne güçlü bir kalem olduğu da. Peki, öykücü olarak nereye koyabiliriz Cahit Sıtkı’yı? Şairin öyküleri üzerine bugüne dek en kapsamlı çalışmayı kaleme alan Selâhattin Önerli’nin görüşlerine bir göz atabiliriz bu noktada: “Hikâyeciliğimizin birçok yönden bütünlendiği (…) bir dönemde, kuşkusuz, Cahit Sıtkı Tarancı’nın hikâyeleri büyük önem taşımaz. Önem taşımaması, bu hikâyelerin önemsizliğinden ileri gelmiyor. (…) Şiirleri çok ünlenmiş bir ozanın hikâyeleri üzerinde kimse durmaz.” (Cahit Sıtkı Tarancı’nın Hikâyeciliği ve Hikâyeleri, Akran Matbaacılık, 1976, 6) Evet, katılıyorum Önerli’ye; Cahit Sıtkı, şairliğinin gölgesinde kalmış bir öykücü. Gün Eksilmesin Penceremden’deki öyküler üzerinde, Cahit Sıtkı’nın ellinci ölüm yıldönümünde (13 Ekim 19562006) yeniden duracağım. Siz şimdilik okuyadurun bu ürünleri, benzersiz tat bulacaksınız bu öykülerde, benden söylemesi…? SAYFA 19 CUMHURİYET KİTAP SAYI 857
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear