05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Selim İleri ile ‘İstanbul Hatıralar Kolonyası’nı konuştuk “İstanbul edebiyata geçtiği için ölümsüz bir kenttir...” S elim İleri’nin yeni yapıtı ‘İstanbul Hatıralar Kolonyası’nı şu sıcak yaz günlerinde okuyorum. Anılar mı serinletiyor, Selim’in yalın, seçik, içten anlatımı mı, bilemiyorum. Selim İleri İstanbul serüvenine ‘İstanbul Yıİdızlar Altında’yla başladı. Bu kitap öyle sanıyorum ki çok sevildi. İstanbul yazıları herhalde öyle sürdü. Art arda ‘İstanbul Seni Unutmadım ve ‘İstanbul’un Sandık Odası’ dergilerde, özellikle Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan öteki yazılar, denemeler çıkageldi. ‘İstanbul Hatıralar Kolonyası’ bu diziden. Selim İleri ile bu kitabını konuştuk. ? Yaşar İLKSAVAŞ stanbul yazıları sürecek mi? Daha önce de vurgulamıştım, İstanbul’u elim kalem tuttukça, ömrüm el verdiğince yazmak istiyorum, bunun belli başlı iki sebebi var. İlki, İstanbul’da geçmiş bir yaşam. Doğduğum şehir İstanbul. Elli yedi yıldır bu kentte yaşıyorum. Pek çok semtinin, sokağının, evlerin, yapıların anıları bende yazma isteği uyandırıyor. İkincisi, İstanbul’un tarihi hikâyesi. İstanbul’un Bizans, Osmanlı, Türkiye dokuları sonsuz bir zenginlik. Türkiye derken... Cumhuriyet döneminin ilk yirmi beş yılı. Çünkü o çeyrek yüzyılda İstanbul için hem yenilikçi hem de eski İstanbul mimarisinden büsbütün kopmamış bir mimari arayış söz konusu. Belki de İstanbul’a son saygı. Sonradan apartmanların bile küçümsendiği korkunç gökdelen devri başlayacak. Bugünün mimarisinden galiba nefret ediyorum. Peki ama, başka ne olabilirdi? Tarihi İstanbul sur içindeydi. Sur içi bence mutlaka korunmalıydı. Ahşap mimarinin çok güç korunurluğuna rağmen korunmalıydı. Yeni İstanbul belki tarihi dokunun dışında gelişmeliydi. Kişisel düşüncemi sorarsan, böylesi bir yapı silsilesiyle gelişmemeliydi. Uygarlıklarına bağlı ülkeler tarihi kentleriyle daima övündüler. Roma, Venedik, Viyana... Özellikle Venedik. Abdülhak Şinasi Boğaziçi’ni Venedik’e benzetir ve Venedik’ten güzel bulur, ya bugün? Korularına çirkin siteler kondurulmuş, kamuya açılacağı yerde üç beş yüz villayla sınırlandırılmış, kalpsiz zenginlere satılmış bir Boğaziçi tarihi İstanbul’a bence ihanettir... İstanbul Hatıralar Kolonyası’nda yer alan ‘İstanbul’da Sahte Aristokratlar’ yazısında o kişileri, o yaşama biçimini dile getiriyorsun zaten. Yaşama biçiminde değişen ne? İstanbul’un gerçekten de köklü bir yaşama biçimi vardı, I960 sonrasına kadar sürdü. Sonra ağır ağır çöktü, çok acı ama, büsbütün silinip gitti. Bu yaşama biçiminde başı ‘orta halli’ İstanbullu ve onun görgüsü çekerdi. Demokrat Parti devrinde başlayan iç göçlerin İstanbul’u göçerttiği çok söylendi. Ben bu düşünceye katılmıyorum. Çaresizlikten İstanbul’a gelenleri İstanbul’un sömürdüğü düşüncesindeyim. Önce çok küçümsedi, sonra dışlamaya yeltendi. Dışlamaya yeltenmeyip sevseydi, kendi kültüründe onlara yer açsaydı, bugünkü ucube çehre ortaya çıkmayacaktı, aradan orta halli İstanbullu da çekilince, şimdinin Teksas İstanbul’u saltanat kurdu. TEKSAS İSTANBUL... Teksas İstanbul... Kitapta Teksas İstanbul’u yazmıyorsun, aslında öteki, önceki İstanbul kitaplarında da yazmadın, genelde anılarm İstanbul’u öne geçiyor. Günün birinde Teksas İstanbul yazıya geçecek mi? Bilmiyorum. Kesin bir yanıt vermek zor. Yazı sizi nereye götürür, kestirilemez. Anılardaki İstanbul’u yazıyorum, çünkü yazmak zorunda olduğuma inanıyorum. Bir döküm çıkartmak istiyorum. Yaşadığım İstanbul’dan bendeki izlerin silinip gitmesine gönlüm el vermiyor. Bu yüzden kişisel İstanbulumu yazdım... Ama yazınsal yapıtlardaki İstanbul’u da sık sık anıyorsun. Evet. İstanbul edebiyata geçtiği için ölümsüz bir kenttir, sadece yakın dönem edebiyatımızın sayfaları bile bu kenti ölümsüz kılmaya yeter. Hemen Mai ve Siyah’tan, Araba Sevdası’ndan başlayarak, İstanbul’u enine boyuna kaleme getirmiş eserler var. Mai ve Siyah’ın İstanbul sokaklarına ayrılmış sayfaları çok şey söylüyor bugün de. İstanbul’un bin yıllara varan yazı birikimi yeryüzünde çok az kente nasip olmuş bir birikimdir. Yazık ki bu birikimin çok azını günümüzün ilgisine sunabiliyoruz. Yabancı kaynaklardan çok azı dilimize çevrilmiş. Yine yakın dönem edebiyatımıza döneyim. Yahya Kemal’in İstanbul şiirleri, bütün eseriyle Abdülhak Şinasi Hisar, Huzur’da İstanbul’un güzelliğini, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde acıklı gülünç portresini çizen Tanpınar, bazı içli romanlarında lümpen ve trajik İstanbul’a ilk temas eden Orhan Kemal, hem şiirinde hem unutulmaz romanı Bir Kadının Penceresinden’de İstanme getirmişler. Kişiler, mimari, doğa, çevre, iş yaşamı, falcılar, üfürükçüler, folklor, resim, peyzaj, Batılılaşma sorunları, ne ararsanız... YARINA KALMIŞ YAZARLAR İstanbul Hatıralar Kolonyası’nda andığın öteki edebiyatçılar, sözgelimi Mehmed Rauf, Peyami Safa, Kerime Nadir, Şefik Halid, hele şair Nigâr Hanım, Ahmet Rasim, Mahmut Yesari bugünün okuruna seslenebilirler mi? Günümüzün okurlarına pek bir şey ifade etmeyen bazı yapıtları dikbaşlılıkla yineleyip duruyorsun. Senin için, kolay okunurluk açısından bir tehlike değil mi bu? Günümüzün okuru kim? Belki önce onu tanımlamak gerekir. Kolay okunurluğun ardındaki kişileri hiçbir zaman küçümsemedim. Bana, romanlarınız çok zor okunuyor, dediklerinde bile. Hiçbir okur küçümsenmemeli bence. Ama ‘başka türlü’ yazanların da soluk alabildiği bir edebiyat ortamı da kolay okunurluğa feda edilmemeli. Söylediğin edebiyat adamları bence yarına çoktan kalmış kişiler. Ahmet Haşim’in şiiri özümsenmeden Türk şiirinin tadına varılabilir mi? Dil engeli denecek; unutmamak gerekiyor ki, Haşim özellikle son şiirlerinde Türkçenin en ince dizelerini yazdı. Aynı Haşim’in düzyazılarında şehir ve mimari konusunda inanılmaz saptamalar karşımıza çıkıyor. Ben Ahmet Haşim’in emeğini gündeme getirmeye çabalıyorum, Haşim’i bugünün insanına sevdirmeye çalışıyorum, hepsi bu... Kaldı ki, 1970’lerden bu yana beni, yazdıklarımı hiç yalnız bırakmamış okurlar var. Onlara gönül borcu duyuyorum. Onlarla Ahmet Haşim’i de, Hüseyin Rahmi’yi de paylaşabiliyorum. Öteki İstanbul kitaplarında olduğu gibi, İstanbul Hatıralar Kolonyası’nda da İstanbul peyzajları senin için yazı konusu. İstanbul ve resim sanatı diye sorsam? Yaşadığım İstanbul’u o resimlerle bir kez daha canlandırabiliyor, yaşatabiliyorum; peyzajdaki bir renk, bir ışık, bir ev, mesela Nazmi Ziya’nın fırçasından bir sokak, mor salkımların fışkırdığı bir duvar beni çocukluğuma götürüyor, yaşamadığım geçmiş zamanlara da götürüyor. Kitaplardan okuduğum İstanbul’a. Resimle birlikte bu şehrin ruhunu duyabiliyorum. Peyzajın gözden düşmediği dönemlerde tuvale geçirilmiş İstanbul resimleri iyi ki var diKİTAP SAYI 857 İ bul’u yaşatmış Oktay Rifat, çok sevdiğim eseriyle Peride Celal, elbette hikâyeci Ziya Osman Saba, İstanbul için çok özgül bir coğrafyada gezinen Sait Faik, demin vurguladığım orta halli İstanbullu’yu teşrih masasına yatırmış Necatigil, daha niceleri, unuttuklarım, işte onların sayfaları İstanbul’u sonsuza dek yaşatacak... Hatıralar Kolonyası’nda sık sık andığın Hüseyin Rahmi’yi unuttun gibime geliyor. Unutmadım. Hüseyin Rahmi unutulamaz! Onun büyük eseri İstanbul açısından okunsa, tek başına bir kaynaktır. Ahmet Rasim’de anılar aracılığıyla dile gelen on dokuzuncu yüzyıl sonu ve yirminci yüzyıl başı İstanbul, Hüseyin Rahmi’de romanın gerçekliğiyle bugün de yaşıyor, gerek Ahmet Refik Sevengil, gerekse Cevdet Kudret İstanbul ve imparatorluk başkenti konusunda Hüseyin Rahmi Gürpınar’a borçlarımızı ödeyemeyeceğimizi kale ? SAYFA 16 CUMHURİYET
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear