20 Mayıs 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
‘Sen Yoktun’ bizlerle 6 Pazar 13 Eylül 2015 Hakan Yılmaz ve Kadir Şan Tarhan’ın ortak çalışması “Sen Yoktun” Ada Müzik imzasıyla müzik marketlerde. Ezginin Günlüğü ile birlikte 1994 yılında yaptığı ilk albümü sonrası müzik çalışmalarına uzun bir ara veren Hakan Yılmaz; 2012 yılında çalışmalarına başladığı albümü “Sen Yoktun” ile dinleyicisiyle buluşu yor. Ezginin Günlüğü ile birlikte Sabah Türküsü, Ala Gözlü Yar ve Doğu Türküsü albümlerinde birlikte çalışma yürüten Hakan Yılmaz, aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Profesörü. Albümde tüm sözleri Hakan Yılmaz’a ait 10 şarkı yer alıyor. 3 şarkının bestesi kendisine, 6 şarkının bestesi Kadir Şan Tarhan’a aitken, bir şarkının bestesi ünlü besteci Haji Khanmammadov imzası taşıyor. Önümüzdeki bir iki ay içerisinde albüm tanıtım konseri düşünüldüğünü vurgulayan Yılmaz; konserde Ezginin Günlüğü şarkılarıyla birlikte “Sen Yoktun” albümündeki eserlerin seslendirileceğini belirtti. Hayko Cepkin’in Müzisyen Hayko Cepkin, Selçuk’ta kurduğu ‘Varil Kamp’taki huzurlu hayatının çıkış noktasını bizimle paylaşırken, oldukça rahat: “15 yıldır bunu konuşuyoruz. Birlikte hareket edelim, bir arsa alalım, kendi evlerimizi yapalım. Basit olsun, küçük olsun. Bağımız, bahçemiz, kedimiz, köpeğimiz, keçimiz olsun. Yıllardır bu geyik dönüyor. Ben bir ay içinde karar aldım; çok net, yırttım.” OYA AYMAN EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK ‘Varil Kamp’ı E seyle agresif bir ilişki kurmuyorsunuz.” Kuşadası’na yerleştikten sonra, kampı kurabileceği bir alan aramış. “Toprak çok kıymetli. 20 katlı bir evin dokuzuncu dairesini satın almak çok saçma. Ben dünyanın sonuna hazırlananlardanım. Toprakla ilgili bir şeyiniz olduğu zaman, herhangi bir durumda buraya yedi ceddinizi sığıştırabilirsiniz.” İki ortağıyla kurduğu Varil Kamp’ta, yıllardır kurduğu hayale adım adım yaklaşıyor: “Öyle bir yer ki, hayvanıyla tatile gelebilsin, TV programından kayıt stüdyosuna kadar kullanabileceğimiz bir yer olsun, davulcu kaydını yaparken basçı havuza girsin, diğeri kumda voleybol oynasın. Konserlerin, festivallerin, akustik performansların yapılacağı bir yer...” Konuk profilini zaman içerisinde seçerek bir süre sonra kulüpleşme niyetini anlatıyor. Kulübelerin dekorasyonundan çadır şeği Midas’la koşturuyor, kedilerinin mırıltılarına kulak veriyor. Kışın varillerde yakılacak ateşi, plaj voleybolu için gelecek kumu planlıyor. Tepelerde dolanan şahinleri izliyor, kolunda yürüyen karıncayla sohbet ediyor. Bahçıvanla peyzajı konuşuyor, ustalarla şakalaşıyor... Hayko Cepkin, iki yıl önce İstanbul’u terk edip Kuşadası’na yerleştikten sonra, Selçuk’ta, yeni açtığı Varil Kamp’ı gezdirirken yerinde duramıyor. Yeni hayatını anlatırken, “Herkes bizi şatoda oturup, durmadan şarap içiyoruz sanıyor,” diyor ve kahkahayı patlatıyor. Enerji küpü, 37 yaşında bir adam. Hareketli, konuşkan, samimi, eğlenceli... Sadece müziğiyle, sahne performansıyla, ekstrem sporlara olan ilgisiyle değil, özel yaşamında da “nevi şahsına münhasır” deyimini ziyadesiyle hak ediyor. Varil Kamp’ta ağaçların altında oturmuş sohbet ederken, sanki çocukluk yıllarından beri tanışıyormuşuz gibi hissediyorum. Sanırım böyle düşünmemde, sohbetin sonlarına doğru, “kuuuş sesleriiii, ovalara yayılıııııır” diye şarkı söyleyerek kahkahalarla gülmemizin de etkisi var. Çoğunluğun aksine, onun doğa sevgisi çocukluk yıllarına dayanmıyor. “Ben doğacı değildim,” diyor; “Betonarmenin, öküzün önde gideniydim. Sonradan tanıştım doğayla. Doğa katliamı o kadar çoğaldı ki, tepki duydum vücudumda belki. Yoksa şehirli bir adamım.” Peki, sahnedeki performanslarıyla ürkütücü, fantastik, karmaşık ve plastik olarak nitelenen bir insan, neden kenti terk edip, kasabada, doğayla iç içe yaşamayı tercih eder? Sorumu, lafı dolandırmadan yanıtlıyor: “İstanbul son 15 yılda çukurunu daha da derinleştirdi. Trafiği, kaosu, sıkıntısı, sırf kendisi için yaşamaya çalışan insanlar. Mesela her ambulans geçtiğinde üzülüyorum. Yetişmesi çok zor. İnsanlar artık ambulans için bile yol vermiyor. Arkasından daha hızlı gidebileceği bir araç olarak görüyor. Tamamen kendisi için en iyi olanı tasarlayıp oradan gidebilmek. Diğerinin ne olduğu önemli değil!” Uzun yıllar kendisini hazırladığı bir değişiklik bu. Müzik, tiyatro, TV camiasından arkadaşlarıyla yıllardır aynı muhabbeti çevirdiklerini anlatıyor: “15 yıldır bunu konuşuyoruz. Birlikte hareket edelim, bir arsa alalım, kendi evlerimizi yapalım. Basit olsun, küçük olsun. Bağımız, bahçemiz, kedimiz, köpeğimiz, keçimiz olsun. Yıllardır bu geyik dönüyor. Ben bir ay içinde karar aldım; çok net yırttım.” gitse peşinden geliyor. “Görev hayvanı, enerjisini atacak yer arıyor” diyor. Sadece eşek değil, tavuklar da peşinde... “Rockçı satanist tavuklarımız da var, simsiyah. Onları koyduğumuz yerde öyle takılıyorlar.” Doğa hız kabul etmiyor Yeni yaşamın keyifli olduğu kadar zorlu yanları da var. Hiç hesapta olmayanlar mesela. Kendi deyimiyle, kofti bir şehircinin bahçe anlayışı... “Bahçeli evde oturuyorum diye, şu kadarcık (eliyle bir yuvarlak çiziyor), bir yeşiliniz olur ya, öyle değil ki. Benim bahçem burası; dokuz dönüm. Burada iş bitmiyor. Doğa zaten yaşıyor. Bakacağım deseniz canınız çıkıyor. Doğa seni kendi bünyesine almaya çalışıyor. Siz de kendi yaşam alanınızı korumaya çalışıyorsunuz.” En çok yavaşlamakta zorlanmış: “Çok hasar almışız. Biz İstanbul’da her şeye yetişmeye çalışıyoruz. Her şeyi yapmaya çalışıyoruz, yetişemeyeceğimizi bile bile. Buradaysa her şeyi yapmaya çalışıyorsunuz, zamanınız olduğunu bile bile... Bir yere gidilecek mesela, zaman olsa da ‘hadi kalkın’ diyorum. ‘Gideriz, vakit var’ diyorlar. Olsun, kalkalım diyorum, bir şekilde hareket edelim. Tezcanlılık değil bu, hastalık. Tembelliği hiç sevmem, oturamam ama ışıklarda bekleyememek, duramamak falan; bunlar İstanbul, büyükşehir hastalıkları. Bunun farkındayım da atlatılır bir şey değil, kolay değil.” Yine de şehrin karmaşasından uzakta rahatlamış görünüyor. Çünkü artık sokağa çıktığında rahatsız olmuyor. “İstanbul’da sokakta yürümek sıkıntı. Burası kasaba. Buranın yüzde 70’iyle fotoğraf çektirmişimdir. Herkes artık bıktı. Berberim yerel, burada tanıdık yüzler, bildiğiniz restoranlar. İnsanlar sizi zamanla ünlü biri olarak değil de, normal biri olarak görmeye başlayınca, orada yaşam alanınız başlıyor.” Toprak, orman, deniz, hayvanlar ve dostlar arasında olmak ona iyi geliyor ama içindeki huzursuzluk olduğu gibi duruyor. “Aslında ben çok öfkeli, kaos seven bundan beslenen bir adamım. Burada da huzursuzum, merak etmeyin. Diyorum ya, çok darp almışız, değişmez. En son 70’ime doğru sandalyede elinde silahla oturan adam olabilirim. ‘Geçme buradan, basma çimene, yeni ektim onu’ falan diyen. Ya bambaşka, hiç beklemediğim bir hayata sürükleyeceğim kendimi ya da bildiğim şekilde huysuz, lanet adamın teki olacağım” diyor. Türk sineması uçuyor! sı sınırlarına dek uzanmakta. Ozan Açıktan’ın “Silsile”si (2014) derinlikli toplumsal çövet, Türk sineması artık zümlemeler içeren ve rahat izuçuyor; hem de çok yükseklerde ve her coğrafya lenen başarılı bir gerilim denemesi. Pirhasan’ın “Son Duda uçuyor! rak Kurtuluş”u (2012), seçkinin Sinemamızın 2000’li yıllarla birlikte yeniden doğuşundan, en ilginç yapıtı: İstanbul’da aynı binada oturan, sosyal, etnik frenkçesiyle rönesansından söz ve dinsel kimlikleri farklı kaetmiyorum. Tüm dünya farkında bunun artık. Bu farkındalığın dınların, erkeklerin egemenliğine ve mahalle baskısına karşı çıgetirdiği elverişli ortamda kimi yönetmenlerimizin kendileri karak, özgür olma haklarını sani pompalayarak uçmaya çabala vunmak için direnişe geçmelemaları da değil söz konusu olan. ri, entelektüel genç kadın karakter Eylem’in örgütlemesiyle tüm İçeriğiyle değilse de biçimiyle topluma sıçrayacak bir kadınlar hafif, serin bir tatil yazısı olsun hareketine önayak olur... istediğim için uçmak fiilini biGeriye kalan filmler, tükerincil anlamıyla kullanıyorum... tim sinemasının en sıradan örBeş yıldan fazla oluyor. Tokyo nekleri ne yazık ki. Ayrıca, NaFilm Festivali’ne THY ile uçartuk Baytan’ın Kemal ken yolculara sunulan kişisel eğlenCumhuriyet’in Sunal’lı 1970’lerden kalma, koyu Yeşilce programları arasinema çam işi iki filmi, sigasında önemli bir yeri olan filmler seçkisi yazarlarından ra uçları ve içki bardakları bulanık göMehmet nin uzun listelerinde rüntüleriyle birer Türk sinemasından Basutçu, saygısızlık örneği. Bu bir örnek bile bulamaTürk Hava arada Kemal Sunal’ı yınca, festival yazıyaşama geri döndüYolları’nın larımdan birinde bu rüvermiş THY. Söz binlerce anlamsız duruma dekonusu filmlerden ğinerek tepki göstermetrede servis birinin yapım tarihi miştim. Giderek geliettiği sinema 2011 olarak not edilşen geniş uçuş ağıyla miş... Eğlence progfilmlerini küresel düzeyde büekrana tıklabüyüteç altına ramının yük bir havayolu şirma ve kaydırma yönketi olan THY’nin ulu aldı. temleriyle daha da sal sinemayı tanıtmodernleştirilen yeni maktaki bu akıl alversiyonunda sorun köktenci bir maz kusuru, daha önce de gazeyöntemle çözülmüş: Filmlerin telerde eleştirilmiş ama hiçbir yapım tarihleri tarihe karışmış! şey değişmemişti. Belki de, hep İzleyicisine ve sinema sanailk sıralarda yer alma hedefini tına daha saygılı, en az 70/80 absürd bir çizgiye taşıyan THY, filmden oluşacak, konunun uzdünyada kendi ülkesinin sinemanlarıyla ve meslek örgütleriymasından örnekler sunmayan le işbirliği içinde oluşturulacak tek büyük havayolu olma biringeniş yelpazeli ve nitelikli bir ciliğini kimselere kaptırmak isseçki beklemek hakkımız. THY, temiyordu! Bugün durum farklı: ulusal sinemanın tanıtımı konuUluslararası uçuşlarda tam 21 sunda ciddi bir rol üstlendiğinin Türk filmi izlemek mümkün. Te bilincinde olmalı... Söz havadan mel sorun çözülmüş, telif haklasudan açılmışken, biraz da yerı konusunda dağıtımcılarla (asmek servisine değinelim. Uçuşlında tek ya da iki dağıtımcıyla) larında, ekonomi sınıfı yolcularıuzlaşılarak bir paket oluşturulna bile 20 küsur değişik lezzette muş. Sıfırdan 21’e atlamak iyi yemek seçeneği (aralarında kogüzel de, sunulan ‘seçki’ hem yu vejetaryan Hint mönüsü bile var) sunan THY’nin, örneğin yetersiz, hem de tutarsızlıklarla dolu. Yılmaz Erdoğan’ın geniş domuzsever etobur yolcularını kitle sinemasının anlamlı örnek da göz önüne alarak, özel domuz mönüsü de sunduğu gün; dinleti leri olan üç filmi de Türk sinemasını az tanıyan meraklı yolcu programında yer alan dinsel müzik seçkisini bütün dinlerin kutlar için güzel bir seçim. Handan sal şarkılarına yaydığı, yani gerİpekçi “Çınar Ağacı” (2011) çekten küreselleştiği gün, Türk ile, geleneksel Yeşilçam işi aisineması seçkisi de herhalde kule melodramına daha gerçeksursuz olacaktır. çi bir örnek getirerek, yaşlanan Galiba domuzluğum tuttu yiinsanların sorunlarına eğiliyor; Asya’dan ya da Avrupa’dan uçan ne, kusura bakmayın. Ama neden olmasın? Nasrettin her yolcuya seslenen bir film... Hoca’dan bu yana göle maya çalÇıta, genç Türk sinemasınmayı severiz... dan iki örnekle, sanat sinemaMEHMET BASUTÇU E Herkes tanıdık olunca Anında gazlayıp gitmek Fotoğraf: Hazal Sıla Akduran İlk aklına gelen yer, beş yıldır serbest paraşütçülük yaptığı, kafa dinlediği, yeni projelerini planladığı Selçuk olmuş. Önce Kuşadası’nda deniz kokusunu alabileceği bir eve taşınmış. “Kuşadası da kötü betonlaşmış bir şehir, ama en azından deniz var. Bir de burada adet az. 17 milyon insan arasında karşılaştığınız problemle 30 bin kişi arasında karşılaştığınız problem arasında net bir fark var. 30 bin kişide bir kişinin, iyi tanıdığınız birinin akrabası çıkma ihtimali çok yüksek. Onun için burada kim alanının ihtiyaçlarına, otoparktan mutfağına her şeyle yakından ilgileniyor. Yakındaki beş dönümlük arazide de, Varil’in mutfağını besleyebilecek bir bahçe planlıyor. Burası hayvanlarla dolu bir yer. Eşeği Midas, bir köpek gibi nereye Ancak öfkesi ve huzursuzluğu yok edici değil, aksine yaratcılığını besliyor. Yeni hayatında yaşadığı değişimin müziğine, projelerine katkısı büyük. Öyle ki, İstanbul’dan taşınırken dokunmadığı klavyelerle burada barışmış: “İstanbul’da üretimim bitti. Yani yitirdim, kısırın içine düştüm, orası aklımı bitirdi. Sıkıntı, üzüntü, kaos, trafik, kalabalık, şantiye, iklimi değişmiş, yağıyor mu, duruyor mu, ne halt olduğu belli değil. Son iki yıl İstanbul’da hiç piyano çalmadım. İçimden gelmiyordu. Buraya taşındım. Evde, salonda otururken elimde klavye ile çalabiliyordum. Baktım burada ufak ufak üretim başladı. Besteler çıkıyor yavaş yavaş, projeler, fikirler...” İstanbul’a provalar ve kayıtlar dışında gitmeyi tercih etmiyor. Kasım ayında çıkarmayı planladığı albümle birlikte daha sık gitmesi gerekecek ama zaten o da boş durmayı sevmiyor. “Boş günümde sıkıntıya düşerim” diyor: “Son dönem bütün meşgalem burası. Bazı yapılar henüz tamamlanmadı ama yine de tam taşınamam buraya. Çünkü yatıra dönüyor sonra. Telli Baba’nın evi gibi Hayko’yu görmeye gidelim mi, falan...” Kamp yerinden ayrılırken, onu yakında yaşadığım köye, pekmez yapımına davet ediyorum. Bizi kapıya kadar geçirirken, “Biz de ceviz toplayacağız, takas ederiz” diyor. Uzaklaşırken bildik bir melodiyi farklı sözlerle mırıldandığını duyuyorum: “Kuduruk, kuduruk, kuduruk, kuduruk bizlere kutlu olsun...” ‘İstanbul aklımı bitirdi’ C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear