29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
5 EYLÜL 2013 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr KÜLTÜR 15 Özel tiyatrolar ‘vergi borcu’ altında ezilip destek beklerken, bakanlık jüriyi toplayamıyor ‘Ne destek var, ne salon’ Özel tiyatrolar sezona ‘sorunlarla’ başlıyor. Destek için oluşturulacak jüriyi bakanlık henüz belirleyemedi. Bugüne kadarki destekler zaten yetersiz. Tiyatrolar kendi yağıyla kavrulamıyor. Salonsuzluk da tiyatroları göçebe durumuna düşürüyor. SELDA GÜNEYSU ANKARA Türkiye’deki özel tiyatrolar da ödenekli tiyatrolar gibi 1 Ekim’de yeni oyunlarla perdelerini açabilmek için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca her yıl verilen destek yardımlarını bekliyor. Bakanlık, özel tiyatro yardımları için oluşturulacak jüriyi bile henüz belirleyemezken, ülkedeki pek çok tiyatro, yapılandırmaya gitse de vergi borcundan kurtulamıyor. Vergi borçlarına bir de başta kira ve personel gideri olmak üzere çeşitli borçlar eklenince, özel tiyatrolar yeni sezona “sorunlarla” başlıyor. Dostlar Tiyatrosu’nun kurucusu Genco Erkal, Türkiye genelindeki özel tiyatroların en büyük sorununun “salonsuzluk” olduğunu vurgulayarak “Salon olmayınca bütün tiyatrolar göçebe haline geldi, oradan oraya gidip, oyunlarını sahneliyorlar. Çünkü yerleşik bir tiyatro salonunda sanat yapmak çok pahalı” diyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı her yıl özel tiyatrolara “destek yardımı” adı altında kaynak aktarıyor. Bakanlık geçen yıl, 64 profesyonel, 25 çocuk oyunu, 54 amatör ve 35 geleneksel kategoride olmak üzere toplam 178 özel Dostlar Tiyatrosu’nun “Yaşama Dair Bursa Cezaevi’nden Mektuplar” oyunundan tiyatronun projesine 4 milyon TL’lik destek sağlamıştı. Destek yardımları kapsamında, bir özel tiyatroya verilen en yüksek miktar ise 85 bin TL. Özel tiyatrolar da ödenekli tiyatrolar gibi 1 Ekim’de perde açacak. Ancak özel tiyatrolar her yıl olduğu gibi bu yıl da yeni sezona “borçlarla” başlayacakken, bakanlık destek yardımını belirleyecek jüriyi toplayamadı bile. Yardımlar ancak sezon açıldıktan sonra verilebilecek. Sıkıntı yaşayan tiyatrolardan biri Ankara’nın en eski tiyatrosu Ankara Sanat Tiyatrosu (AST). Tiyatronun Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Güven, özel tiyatroların yıllardır vergi borçları nedeniyle zorluklar yaşadığını, bakanlıktan gelen yar dımların da genellikle tiyatronun giderleri için kullanıldığını ve bu paranın geldiği andan itibaren yaklaşık 15 dakika içinde tükendiğini belirtiyor. “Borçlarımızı bu parayla ödeyince bize bir şey kalmıyor. AST 50 yıldır aynı binada, ancak bu binayı satın dahi alamadı” diyen Güven, bugün Türkiye’de özel tiyatroların “kendi yağlarıyla kavrulamadığına” dikkat çekiyor. Dostlar Tiyatrosu’nun kurucusu Genco Erkal ise Türkiye’deki özel tiyatroların en büyük sorununun “salonsuzluk” olduğuna vurgu yapıyor. Erkal, “Batılı ülkelerle karşılaştırıldığı zaman bize yapılan destek yardımları sembolik kalıyor. Çok az bir miktar yardım yapılıyor. Ancak ‘15 dakikada tükeniyor!’ ‘Bütün tiyatrolar göçebe...’ bu durum, hiç yardım olmamasından iyidir. En azından devlet, özel tiyatroların varlığını kabul ediyor, ‘desteklenmeli’ diyor” görüşünü dile getiriyor. Erkal, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Artık ne yazık ki Türkiye’deki tiyatro salonları kültür merkezleri şeklinde. Hal böyle olunca her bir tiyatronun ayda bir ya da iki kez oyun sahneleme olanağı var bu salonlarda. Böyle tiyatro yapılmaz. Örneğin Dostlar Tiyatrosu. Biz geçen yıl, bütün sezonu dolaşarak geçirdik. Oysa, önce bir merkezi olmalı tiyatroların, ölü sezonlarda turneye gitmeleri gerekir. Yani tüm tiyatrolar artık göçebe. Bugün ülkede bir apartman dairesinde faaliyet gösteren tiyatrolar da var. 50, 60 kişilik salonlar bunlar. Çok da güzel oyunlar sahneleniyor. Tiyatro sanatının canlılığı için bu tür tiyatrolar da olmalı elbet. Ancak tiyatronun kitlesel bir gücü de var. 400, 500 kişilik salonlarda bir şeylerin paylaşılabildiği, ana akım olacak tiyatrolar gerekli. Ana akım tiyatro zayıfladı.” Dostlar Tiyatrosu’nun içinde bulunduğu durumdan örnek veren Erkal, Muammer Karaca Tiyatrosu’nun statik problemleri var denilerek kapatıldığını, hal böyle olunca oyunlarını tarihi Ali Paşa Hanı’nda sahnelediklerini ancak bu hanın açıkhava tiyatrosu olarak kullanılabildiğini söylüyor. Erkal, “Kış geliyor. Oyunlarımızı nerede sahneleyeceğiz? Yine göçebe olacağız. Bu koşullarda prova yapmak da, yeni oyun çıkarmak da zor. Özel tiyatroların bu sorunları görmezden gelinmemeli” diyor. Savaş Çıkmayacak Diye Telaşlanmak... Kimi insan çok istediği bir şeyi yapamayınca telaşlanır, panikler, eli ayağı birbirine dolaşır, ağzından çıkanı kulağı duymaz olur... Sanır ki daha çok ve daha yüksek sesle bağırırsa, daha çok kükrerse, kendinden başka herkesi daha çok suçlarsa, daha çok yalan söylerse daha inandırıcı olur. Böyle bir durumu yaşamaktayız şu sıralar... ABD, İngiltere ve Fransa “dur hele” dedikçe, “Amaç Esad’ı devirmek değil; kimyasal saldırıyı cezalandırmak” dedikçe, ne zamandır savaş tellallığı yapan Başbakan daha çok, daha çok telaşlanır oldu. Doğrusu bugüne dek savaş çıkacak diye telaşlanan yöneticileri bilirdim, ama savaş çıkmayacak diye bunca telaşlananını ilk kez görüyorum. Belki de bu telaştır, Başbakan’a tuhaf şeyler söyleten. Yoksa dönüp dolaşıp Gezi Direnişi’ne bunca takılı kalabilir miydi! Dünkü gazetemizin manşeti durumu çok iyi özetliyordu: “Erdoğan’a göre AKP yeşilin hastası, medya özgür, göstericiler ise polis kurşunluyor!” Bir yalanı binlerce kez tekrarlayınca onun gerçek olduğuna artık çocuklar bile inanmıyor! Gezi Direnişi sırasında “Camiye girip seks yaptılar”, “Camiye girip içki içtiler” yalanının yüzlerce, binlerce kez tekrarlanması, o olayın gerçek olduğunu değil; bu yalanı tekrarlayanların aczini ortaya koydu. Şimdi de anlaşılan, bundan sonra sık sık direnişçilerin polisi (yakında “polislerimiz” yani çoğul olur) kurşunladığı, öldürdüğü söylenecek! Tanrı aşkına, siz gerçek mermiyle öldürülen tek polis duydunuz mu, böyle bir şey oldu mu? Kim bu polis? Olduysa niye şimdiye dek ortaya çıkarılmadı, dillendirilmedi! (Tek polis öldü. O da merdivenden düşüp öldü!) Öldürülen, yaralanan, sakat kalan, gözünü kaybeden, ciğerleri iflas eden gençlerdi; direnişçilerdi. Altı genç öldürüldü. 11 genç kör oldu. 8 bin genç yaralandı. 11 bin kişi gazdan etkilendi. Bunları yok saymak için mi savaşı körükleyip duruyor bunlar? “Medya özgür” denildiği gün Vatan gazetesi, Can Ataklı’dan sonra Mustafa Mutlu’nun da işine son veriyor; yandaş gazeteler aynı başlıklarla, aynı manşetlerle, hükümetin direktifleri doğrultusunda çıkıyordu. Başbakan’ın “Yeşilin hastasıyım” sözüne ise cevap vermek bile bence gülünç. Son on yıldır İstanbul olsun, kıyılarımız olsun, her şey ortada. Ben Başbakan’ın “Yeşilin hastasıyım” sözünü ilk duyduğumda, doğrusu İslami yeşilden mi, derin devletin “Yeşil”inden mi, Amerikan dolarının üzerindeki yeşilden mi, hangi yeşilden söz ettiğini pek anlamamıştım. Ama dilindeki yeşilin, ağaçlarla ya da çevrecilikle ilintili olabileceğini hiç ama hiç aklıma getirmemiştim. Üçüncü Boğaz köprüsü, İstanbul’a yeni havalimanı, nükleer santrallar, HES’ler; kentsel dönüşüm adı altında yerlerinden edilen azınlıklar, yoksullar ve daha nice nice uygulamalar... Bu mu çevrecilik? Doğanın içine okuyan, doğanın dengesini yok eden bir zihniyet! Ve bunlara karşı çıkan bilim insanlarının, bilimsel ya da akademik raporların yok sayılması! Ve de bunlara karşı çıkan yurttaşlara şiddet uygulanması, orantısız polis gücüyle çevreye ilişkin protestoların bastırılması! Bu mu çevrecilik? Tarihe de, doğaya da, coğrafyaya da saygısı olmayan bir iktidarın, kimseye sormadan, yurttaşa danışmadan ben böyle istedim böyle olacak buyruğuyla dönüştürülen bir çevreden ve çevrecilikten söz ediyoruz! Belki de bütün bunları örtbas etmek içindir bunca savaş kışkırtıcılığı, bunca savaş özlemi! Ne dersiniz? Yalanı bin kez tekrarlarsan ‘Savaş yönetici sınıfın yararınadır’ Kültür Servisi Türk edebiyatının usta yazarı Yaşar Kemal’e, Ermenistan Kültür Bakanlığı tarafından “Krikor Naregatsi” nişanı verildi. Nişan, Yaşar Kemal’e “Ermeni kültürel mirasına gösterdiği saygı ve cesaretinin yanı sıra, adalet, özgürlük ve insan onuruyla ilgili evrensel değerlere olan bağlılığı” gerekçesiyle sunuldu. Nişanı sunmak üzere Türkiye’ye gelen heyette Ermenistan Kültür Bakanı temsilcisi Seyranuhi Geghamyan, Ermenistan milletvekili Aragats Akhoyan ile Batı Ermenileri Konseyi temsilcileri Vahan Melikian ve Sevag Ardzruni yer aldı. Heyet, dün yazarı Vaniköy’deki evinde ziyaret ederek nişanı takdim etti. Bakanlık temsilcisi Seyranuhi Geghamyan, törende yaptığı konuşmada, “Benim halkım, insani bir bakış açısıyla ve yüzyılların getirdiği birikimle, yeni nesillere hiçbir olumlu adımın karşılıksız bırakılmaması gerektiğini öğretti. Ermeni mimarisinin başlıca örneklerinden biri olan Ahtamar’daki Surp Haç Ermeni Kilisesi’nin yıkımına karşı çıkarak bireysel yüreklilik gösteren birine halkımızın takdir duygularını iletmeye geldik” derken, Akhoyan “Bugün sizi halkım adına Ermenistan’ın Krikor Naregatsi nişanını alan Yaşar Kemal: u Nişanı alırken bir konuşma yapan Yaşar Kemal, çabaların en kutsalının düşmanlıklara karşı koymak, barışta direnmek olduğunu söyledi. Ünlü yazar, “Savaş ve kıyımlar her zaman halkların dışında, yönetici sınıflar ve tabakaların faydaları uğruna olur” dedi. Seyranuhi Geghamyan, Yaşar Kemal ve Aragats Akhoyan. selamlıyorum. Halklarımızın yeniden diyalog kurmasında çok kararlıyız. Bu yolda birlikte ilerleyebileceğimize inanıyorum” dedi. Yaşar Kemal ise yaptığı konuşmada, Anadolu’nun binlerce yıldır pek çok büyük uygarlığın toprağı olduğunu, aynı zamanda bu topraklarda büyük acıların, kıyımların yaşandığını söyledi. “Savaş ve kıyımlar her zaman halkların dışında, yönetici sınıfların ve tabakaların faydaları uğruna olur. Yaşanmış çok büyük acılar, yitirilmiş çok büyük değerler var, ama insanlığın bütün kirlerinden arınması çabası da var. Çabaların en kutsalı da düşmanlıklara karşı koymak, barışta direnmektir” diyen Yaşar Kemal sözlerini şöyle sürdürdü: “Bugün dünya, özellikle de bölgemiz yoğun bir kavga içinde. İnanıyorum ki ortak dileğimiz düşmanlıkların dostluğa, öfkenin sevgiye dönüştüğü bir dünyadır. Her zaman söylerim, dünya birbirini besleyen bin çiçekli, bin renkli bir kültür bahçesidir. Kültürler, silahlı emperyalizme kadar birbirlerini silmeye uğraşmamışlar, birbirlerini beslemişlerdir. Bundan sonra da çiçeklerin, renklerin, kokuların har vurulup harman savrulmasına izin vermeyelim. Dostlukta ve barışta birlikte direnelim..” Törene, Ara Güler, Zülfü Livaneli, Mıgırdiç Margosyan, Ahmet Güneştekin, Osman Kavala ve Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Genel Müdürü Tülay Güngen katıldılar. 2012 yılından bu yana sunulan ve adını şair, filozof Grigor’dan (Krikor) alan ödül, Yaşar Kemal’den önce yazar, şair Krikor Bledian’a, filolog ve tarihçi JeanPierre Mahe’ye ve Romualdo Del Bianco’ya verilmişti. Yeşillerden yeşil beğen tablo II. Dünya SavaşI’nDa imha olmuştu Yok edilen ‘Van Gogh’un fotoğrafı Kültür Servisi Ünlü ressam Vincent van Gogh’un kayıp bir “Ayçiçekleri” resminin fotoğrafı bulundu. Japonya’daki bir müzenin arşivinde bulunan fotoğrafta, resim, Van Gogh’un görülmesini istediği biçimde, portakal rengi bir çerçevede görülüyor. Van Gogh’un 1888’de yaptığı resim 1945’te Japonya’da yok edilmişti. Sanat uzmanı Martin Bailey, “Van Gogh bu çerçeveyi yapıtının ayrılmaz bir parçası olarak görüyordu” dedi. “Beş Ayçiçekli Vazo” adıyla bilinen tabloda, koyu mavi arkaplanda bir vazo içindeki ayçiçekleri betimleniyordu. Resim 1920 yılında bir Japon sanat koleksiyoncusuna satılarak gemiyle Japonya’ya gönderilmiş, ancak İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD’nin Osaka şehrini bombalaması sırasında imha olmuştu. Van Gogh’un bir başka “Ayçiçekleri” resmi 1987 yılında 25 milyon sterline satılarak döneminin en pahalı tablosu olmuştu.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear