25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 31 AĞUSTOS 2010 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Milyonları Karanlıkta Bir Ülke! PENCERE Nereden Nereye?.. Enver Bey 29 yaşında. Berlin’de askeri ataşe. İmparator Wilhelm, genç kurmaya önem veriyor, Türkiye’nin gelecekteki önderi sayıyor, bu hava saraya yayılıyor. İmparatorun genç yeğenlerinden bir Alman prensesi, Türk binbaşısına ilgi duyuyor. Ancak tüm kadınca yaklaşma çabalarına karşı Enver’in yaptığı tek şey, prensesin karşısında dikilip topuklarını birbirine çarpmak, mahmuz şıkırtısıyla genç kadına yanıt vermek... Prensesin konağındaki bir “kabul günü”ne Enver çağrılıdır. Prenses odasına çekilir, hafif ve açık bir giysiyle divana uzanır, havaya aşk kokusu sinmiştir; ama, Enver kapıdan girip durumu görünce yine hazır ola geçer, topuklarını birbirine çarpıp ayakta dikilir.. Prenses divandan fırlar, yüzü mosmor kesilir, öfkeyle atar kendisini dışarı: “- Fakat bu bir manken!..” Şevket Süreyya bu olayı iki tanıktan dinledikten sonra yazmış... Genç zabitin utangaç davranışını doğal saymak gerekir. O yılların Osmanlı delikanlısını daha küçük yaştan etkileyen töreler, davranışları belirliyordu. Enver Bey sonunda İkinci Abdülhamit’in kardeşi Şehzade Süleyman Efendi’nin kızı Naciye Sultan’la evlendirilir. Naciye Sultan anılarında o günleri anlatıyor: “Yazları Nispetiye Köşkü’nde, kışları Feriye Sarayı’nda otururduk. Yan yana olan kardeş saraylarının arasında bile yüksek duvarlar vardı. Her çocuğa maaş bağlanırdı. Her çocuğun kalfası, arabası, lalası ve tablacısı vardı. Bir aile sofrası görmemiştik. Hepimiz kendi başımıza yemek yerdik. 40-50 odalı saraylarda bile yemek odası diye bir şey yoktu. Herkesin yemek tablası kendi odasına gelirdi. Şehzadeler ve sultanlar için mektep de yoktu. Dışardaki mekteplere de tabii gönderemezlerdi. Biz gene saraya gelen özel hocalardan bazı dersler alırdık. Hülasa serbest hayatın hasretini çekerdik. Nitekim bugün düşünüyorum da, her şey pahasına, tekrar o hayata dönmek istemem.” Naciye Sultan 30 yaşındaki Enver Bey’le nişanlandığı zaman 12 yaşındadır. 1911’de nikâh kıyılır. Enver Bey Naciye Sultan’ı ancak 1914 yılında görebilecek, düğün de o yıl yapılacaktır. Son yıllarda 1923 Devrimi’ne karşı çeşitli kesimlerden saldırı başladı. Cumhuriyet ile demokrasiyi birbirinden ayırıp 1923 Devrimi’nin Türkiye’ye hiçbir şey getirmediğini söyleyecek kertede aklını yitirmiş olanlar ortaya çıktılar. Oysa 1923 Devrimi’nden önceki yaşam, ülkenin tepesindeki saraylarda bile ilkeldi. Cumhuriyet yeni bir insan yarattı. Yeni bir kadın... Cumhuriyet devrimini gerçekleştiren kuşaktan gençlerin evlenecekleri kızı ancak nikâhtan sonra gördüklerini düşünmek, yaşananların derinliğini bize anlatabilir. Ama bu yeterli mi?.. Türkiye bir yana, günümüzde Türkiye’ye ders vermeye kalkışan sözde ileri toplumlarda bile kadın ile erkeğin eşitliği sağlanamadı. Peki, kadın-erkek eşitliğinin sağlanamadığı bir toplumda demokrasi eksik değil midir?.. 1923’te kurulan Cumhuriyet kadın hukukunda inanılmaz bir demokratik devrimi gerçekleştirdi. Yine de tüm insanlıkla birlikte yürüyeceğimiz yol çok uzun... (6 Eylül 1998 tarihli yazısı) O rhan Pamuk, kendisiyle yapõ- lan bir röportajda referandumda “evet” oyu kullanacağõnõ açõklamõş (Radikal, 26.08.2010). Dilediği gibi oy kullanmak, özgürlüğün ge- reğidir. Ama bu özgürlüğü kullanan kişi, Nobel Edebi- yat Ödülü almõş bir yazarsa, açõklamasõnõn temel daya- nağõnõn sorgulanmasõna da açõk olmasõ gerekir. Burada “Anayasadan çok fazla an- lamam, çünkü siyasi ve hukuki bir belgedir” de- mesini ciddiye almõyorum. Sanõrõm ona özgü bir “te- vazu” belirtisi olmalõ. Çün- kü Pamuk, hukuksal ve si- yasal belgelerle ilgisiz bir ya- zar değil. Esasen bir aydõn için doğru olan da budur. Pa- muk’un söylediklerine katõ- lõrsõnõz ya da katõlmazsõnõz. Ama onun, edebiyatçõ ve aydõn kimliği ile hukuk ve si- yaset alanõnda düşünce açõk- lamasõ, bu kimliğe yakõşan bir davranõştõr. Ancak Pamuk’un hal- koylamasõna sunulacak olan anayasa değişikliğini “12 Eylül ile hesaplaşma bel- gesi” olarak değerlendirme- si ve bunu kullanacağõ “evet” oyunun tek gerekçe- si olarak açõklamasõ, AKP ileri gelenlerini bile bõyõk al- tõndan güldürecek nitelikte büyük bir yanõlgõdõr. Ama ben kendisinin buna içten- likle inandõğõnõ varsayõyo- rum. Yoksa bu yazõyõ kale- me alma zahmetine girmez- dim. 22.08.2010 tarihli Vatan gazetesinde, bana yöneltilen bir soruya verdiğim cevap- ta özetle şunlarõ söylemiştim: “Halkoylaması için, ‘12 Eylül’den daha uygun ve anlamlı bir gün buluna- mazdı. Çünkü iktidar çev- relerince halka ‘12 Eylül’le hesaplaşmak’ diye sunulan bu paket, özünde 12 Eylül anlayışının daha da ko- yultulmuş olarak AKP’ye uyarlanmasından başka bir şey değildir. Özünde derken, Anayasa Mahke- mesi (AYM) ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuru- lu (HSYK) ile ilgili mad- deleri kastediyorum. Bun- lar anayasa değişikliğinin asıl amacı ve kalbidir. Ge- risi bunu örtmeye yönelik zevksiz bir makyajdır.” Cumhuriyet okurlarõ için belki tekrar olacak ama, iş- te kanõtlarõ: 1. Cumhurbaşkanõnõn AYM’ye dolaylõ olarak se- çeceği üye sayõsõ, yürürlük- teki anayasaya göre sekizden ona, doğrudan seçeceği üye sayõsõ ise biri yedek olan üç üyeden dört asõl üyeye çõ- karõlmaktadõr. Böylece 12 Eylül Anayasası’nın cum- hurbaşkanı odaklı anlayı- şı, daha da pekiştirilmiş ola- rak sürdürülmektedir. Mec- lis’ten geçen anayasa deği- şikliği paketinde cumhur- başkanõnõn bu süreçteki be- lirleyici rolünün özel ön- lemlerle takviye edilmesi, - ki bu önlemler daha sonra AYM tarafõndan iptal edildi- 12 Eylül anlayõşõnõ, daha da ileri götürme amacõnõn bir başka kanõtõdõr. Tek farklõlõk, TBMM’nin dolaylõ olarak seçeceği üç üyedir. Ancak bu seçimlerin üçüncü oylamasõnda, oyla- maya katõlanlarõn basit ço- ğunluğuyla karar alõnabil- mesi, uzlaşmayõ ortadan kal- dõran ve tek bir partinin (ya- ni somut olarak AKP’nin) belirleyiciliğini sağlayan bir düzenlemedir. Üstelik Mec- lis bunlardan birini Baro Başkanlarõ toplantõsõnda öne- rilecek üç aday arasõndan seçecektir. Ama bu seçimde yirmi binin üstünde üyesi olan İstanbul Barosu ile üye sayõsõ onlarõ geçmeyen kü- çük bir taşra kentinin baro- su eşit oya sahip kõlõnmõştõr. Avukatlarõn temsili hiçbir biçimde yansõtmayan böyle bir ortamda, Meclis’teki AKP çoğunluğu, baro baş- kanlarõ seçiminde ilk üçe giren adaylar arasõnda en az oyu almõş olsa bile, kendi ideolojisine yakõn bir kim- seyi, AYM gibi bağõmsõz olmasõ gereken bir kuruluşa seçmekte güçlük çekmeye- cektir. Nasõl mõ? Üniversite rektörlerinin nasõl atandõğõ- nõ, kardeşi Prof. Dr. Şevket Pamuk’a sorarak, bu ko- nuda bir fikir edinebilir. Oysa AYM’nin, kendi görev alanõyla ilgili olarak 2003 yõlõ sonunda hazõrladõğõ anayasa önerisinde, yüksek yargı temsilcileri bakı- mından cumhurbaşkanı- nın belirleyici rolü devre dışı bırakılmış ve böylece 12 Eylül modeli aşılmıştı. Yüksek mahkemelerden ge- lecek üyelerin seçimi, doğ- rudan mensup olduklarõ mahkemenin kararõna bõra- kõlmõştõ. Ama AKP, kendi- sine bağlõ bir mahkeme is- tediğinden, bu görüşlere iti- bar etmemiştir. 2) 12 Eylül anayasa anla- yõşõ, HSYK ile ilgili deği- şikliklerde de sürdürülmüştür. a) AB organlarõnca Türki- ye ile ilgili olarak hazõrlanan İzleme ve İstişari Ziyaret Raporlarõnda, Adalet Baka- nõ ve müsteşarõnõn HSYK doğal üyesi olmaktan çõka- rõlmasõ õsrarla önerilirken, 12 Eylül Anayasasõ’nõn yapõ taşõ niteliğinde olan bu ku- rala dokunulmamõştõr. b) AB Komisyonu istişa- ri ziyaret raporlarõ cumhur- başkanõnõn dolaylõ da olsa Kurul’a üye seçme yönte- minin kaldõrõlmasõnõ önerir- ken, anayasa değişikliği pa- Orhan Pamuk ve Referandum Prof. Dr. Fazıl SAĞLAM Orhan Pamuk’un halkoylamasõna sunulacak olan anayasa değişikliğini “12 Eylül ile hesaplaşma belgesi” olarak değerlendirmesi ve bunu kullanacağõ “evet” oyunun tek gerekçesi olarak açõklamasõ, AKP ileri gelenlerini bile bõyõk altõndan güldürecek nitelikte büyük bir yanõlgõdõr. Türkiye’de tam 8 milyon okumasız yazmasız varmış. Kadınların yüzde 85’i de öyleymiş... Gerçek buysa, gerçeği görelim! Bir de kalkmış demokrasiden söz ediyoruz yıllardır! Halkın kendini kendi eliyle yönetmesi değil mi demokrasi? Demek bizi ‘başka, bambaşka’ eller yönetti, yönetiyor, daha da yönetecek!.. Ülkenin büyük bölümü ‘evet’i de ‘hayır’ı da hangi bilgiyle, görgüyle ayırt edebilecek? Ülkemin onuncu yılında yaşadıklarımı düşündüm! On yaşındaydım. Beyazıt alanındaki büyük askeri geçidi seyrettim. Gururla, onurla, güvenle... Yıllar geçti, ama ben, hep 10. yılda kaldım... Türkiye halkını kurtaranlar Cumhuriyet’ini kuranlar, çağdaş bir ülke olarak, geliştirmeye çalışanlar vardı o günlerde... Ordu gibiydi onlar. Öğretmeniyle, subaylarıyla, öğrencileriyle, yöneticileriyle hepsi bilime, kültüre, aydınlığa yönelmiş insanlar... Halkevleri kurulmuştu, neden? Halkı eğitmek, halkı çağdaş uygarlığın kültürüyle, bilgisiyle, yaşamasıyla tanıştırmak için... Köy Enstitüleri kurulmuştu, köy çocuklarını küçük yaştan okullara alıp, onların hem yaşam koşullarını değiştirmek, hem de gerçek dünya güzellikleriyle tanıştırmak, ülkenin yaşantısına, tüm ulusun en gencinden en yaşlısına kadar tümüyle çağdaş aydınlanmanın bireyleri yapmak için... Şimdi kitaplar çıkıyor! Daha da ne kitaplar çıkacak? Hepsi olup biten çirkin, belli amaçlı durumları açıklıyor. En son Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın “Simon”ları... Yıllardır çözülmemiş, daha doğrusu çözümlenmeyen nice olaya ışık tutuyor... Köy Enstitüsü gerçeğini bir kez daha anımsatan bir başka kitap: Niyazi Altunya’nın ‘Köy Enstitüsü Sistemi’... Öte yandan bir iktidar, elindeki olanakları yitirmemek için akıl dışı işlere kalkışıyor, hepimizin gözü önünde... Bütün bunları insan görürse utanç duymaz mı? Bir ömür boyu yazdıklarının, savunduklarının korkunç bir karabasanda uçup gittiğini görünce!.. Genç kuşaklar bir farkında olsalar, olabilseler dönen dolapların!.. Artık biraz uyansalar, uyandırılsalar!.. Boşuna mı benim yazdıklarım, bir gevezelik mi? Yaşadığımız gerçekleri apaçık göstermeye kalkışmam?.. keti, cumhurbaşkanõna dört üyeyi doğrudan atama yetkisi vermek- tedir. c) Aynõ raporlar, “henüz kariyer aşa- masında olan, gele- cekteki atanma du- rumu ile ilgili beklen- tisi olan kişiler”in Ku- rul’un yapõsõnda ağır- lık taşımamasını, da- ha bağõmsõz davrana- cak olmalarõ nedeniyle “kariyerinin doruk noktasında olan kişi- ler”in belirleyici ol- masını tavsiye etmek- tedir. Oysa anayasa de- ğişikliğinde, tam ter- sine yüksek yargının temsilcileri Kurul’da sembolik bir azınlık olarak bırakılmakta- dır. Böylesine ters-yüz edilmiş bir yapõ, yargõ- yõ siyasal iktidara ba- ğõmlõ kõlmanõn en kes- tirme yoludur. d) 12 Eylül modeli- nin hâkimler ve savcõ- larõ aynõ çatõ altõnda toplayan ve yargõç gü- vencesini savcõ güven- cesine indirgeyen çiz- gisi aynen ve õsrarla korunmaktadõr. Oysa raporlarda çok açõk bir biçimde “yargıç ve cumhuriyet savcıla- rının mesleki görev ve haklarının işlevsel ve kurumsal ayrımı- nın sağlanması için anayasanın değiştiril- mesi” tavsiye edil- mektedir. Bu örnekler “12 Ey- lül ile hesaplaşma” iddiasõnõn kofluğunu ortaya koymaya yeter- lidir. Tabii bunlarõ tam kavrayabilmek için, 1961 Anayasasõ ile ge- len bağõmsõz yargõ dü- zenini iyi bilmek gere- kir. Buna karşõlõk, -hu- kuk devleti ilkeleri için- de kalõnacaksa- anaya- sa değişikliğinin mak- yaj bölümünde geçici madde 15’in kaldõrõl- masõ, 12 Eylül sorum- lularõnõn yargõlanma- sõnõ sağlayamaz. Bu- nun için darbe hukuku gereklidir. Şimdi Orhan Pamuk, bunlarõ bile- rek, yapõlan değişikli- ğe evet diyecekse, ül- keyi güçler birliğine ve çoğunluk diktasõna götürecek olan bu de- ğişikliklerin sorumlu- luğunu dürüstçe üst- lenmeli, “12 Eylül ile hesaplaşma” masalõ- nõn arkasõna sõğõnmak- tan vazgeçmelidir. 196Sayfa,‹nceleme,12TL
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear