25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B GÖRÜŞ AHMET TAN Asgari Simit İktidarı “5 kişilik bir ailenin sadece çay ve simit yemek için bile ayda 270 liraya ihtiyacı var. Asgari ücret ise 163 milyon lira. Bu hükümet, benim vatandaşıma bir çay ve simidi layık görmüyor. Bunlar duymaz, görmez ve gerçekleri konuşmaz. Bunların saygısı da yok.” (Bu sözler Tayyip Erdoğan’ın, 3 Kasım 2002 öncesindeki bir konuşmasından - OdaTV) 2010 yılı TBMM’de bütçe görüşmeleri… CHP İstanbul Milletvekili İlhan Kesici, Başbakan Erdoğan’ın iktidara gelmeden önceki bu sözlerini anımsatarak: “Başbakan’ın çay-simit hesabı yaptığı dönemde 5 kişilik bir aile üç öğün bir çay ve simit yerse, bu ayda 180 milyon lira tutuyordu. Asgari ücret ise 184 milyon liraydı. Şimdi ise aynı ailenin aynı hesapla aylık harcaması 900 TL, asgari ücret ise 546 TL” diyor. Kesici’ye simit yanıtını Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek veriyor: “Simit ve çayın hesabını Çankaya’ya göre yapıyor. 1 lira nereden çıktı? Simit konforlu, hijyenik şartlarda da satılıyor. Ama ortalama satısı 50 krş. Tezgâhta kalmasın diye, akşama doğru ‘4 simit 100 krş. olur’ dediler. (Yani 1 simit 25 kuruşa da düşüyor!) Bir simit 50 krş, çay 50 krş, toplam 1 lira yapar. 5 nüfuslu ailede günde 5 lira, ayda 450 lira yapar. Siz çıkardınız, 900 liraya!) Gariplik sürüyor. 2010 yılı bütçesini çay ve simit fiyatına göre açıklayan hükümet, vatandaşın sadece 1 tek bardak çay ve 1 adet simit ile doymayı başarsa bile ancak 450 TL’ye beslenebileceğini kabul ediyor. Ama meydanlarda “yok öyle 25 kuruşa simit edebiyatı” yaparken şu anda 599 lira olan asgari ücretten geriye kalan 149 lira ile bir ayı nasıl geçireceğini anlatamıyor… Hükümet sözcüsü Çiçek, İlhan Kesici’nin hesap hatasını sözde düzeltmeye kalkarken... Ama geçen ay zamlanan 599 TL’lik asgari ücretin sadece çay ve simit için yeteceğini itiraf etmiş ve kanıtlamış oluyor. Kanıtlanan bir başka konu daha var. Bunu da dün CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce anımsattı: “Başbakan meydanlarda yok öyle 25 kuruşa simit, deyip duruyor. Başbakan bir şey için var diyorsa o mutlaka yoktur, yok diyorsa mutlaka vardır!.. Bu, bir kural oldu artık. Bu kuralın geçerliliğini sınamak üzere bir araştırma yaptırdım. CHP’li Susurluk Belediyesi’nin simidi 25 kuruşa sattığını tespit ettim. Sayın Başbakan artık miting meydanlarında ‘Yok öyle 25 kuruşa simit’ falan demesin!” Başbakan aklı sıra bıçkın laf edecek. “Yok öyle 25’e simit!” falan diyerek Kasımpaşa raconu kesecek. Ama simit üzerinden bıçkın edebiyatı yaparken, farkında olmadan asgari ücretli kesimi simit/çaya mahkûm ettiğini kanıtlamış oluyor. Daha da önemlisi kendi geçmişindeki bir ayıbı da anımsatmış oluyor: Tayyip Bey, yeni başbakan olduğu günlerde şahsi internet sitesinde övünçle anlattığı “Ucuza bayat simit alıyordum. Soba üstünde buhardan geçirdikten sonra taze diye satarak daha çok kâr etme” marifetini sonradan kaldırttı. “Bayat simitleri taze diye satma” marifeti belli ki Başbakan’ın aklının gerisinde iyi yer etmiş. Meydanlarda yerli yersiz “Yok öyle 25 kuruşa simit!” deyip durmasının başka izahı olamaz! Böyle dedikçe de geçmişteki bayat simitleri soba üstünde kaynayan suyun buharından geçirerek sattığını hatırlatıyor. Eskiler bu tür övünmelere, “Şecaat arz ederken sirkatin söylemek” yani “kendini överken ayıbını söylemek” derlerdi. Acaba Başbakan’ın çocukları ve referandumda “evet” diyecekler ne diyor? MERİÇ VELİDEDEOĞLU 14 Temmuz’da “1789 Devrimi”nin 221. yılı kutlandı Fransa’da. Demek, Paris halkının ünlü “Bastille” tutukevini yerlebir edişinin üzerinden 221 yıl geçmiş. Tarihteki en ünlü tutukevleri olarak genelde “Londra Kulesi” ve Bastil’den söz edilir; kimi zaman bunlara “Yedikule Zindanı” da eklenir. Bunlar kendi tarihsel dönemlerinin adeta “ceza ve infaz” kurumlarıdır; bir bakıma günümüzün, örneğin, “Silivri Ceza ve İnfaz Kurumu” gibi. Her üçü de tutukevi, zindan olarak yapılmamış; sonradan dönüştürülmüşlerdir. Her üçünün de konukları; devleti yönetenler, soylular, politikacılar, -özellikle Londra Kulesi ve Bastil’in- bilim adamları, düşünürler, yazarlar, avukatlar, kimi meslek loncalarının başkanları v.ö’ler. Peki, bu tutukevlerinde işkence gören, öldürülen, yaşam boyu ya da yıllarca özgürlükleri ellerinden alınan bu insanların suçları neydi? Kısaca söylersek; ülkelerindeki iktidarlara karşı gelmek, eleştirmek, yönetimin yanlışlarını, gizli kapaklı işlerini açığa çıkarmak, bir bakıma hesap sormak, nasıl sömürüldüklerini halka anlatmak. Dolaysiyle iktidarın başı olan kral, kraliçe, sultan, senyör v.ö’ler tarafından, çoğunlukla, yönetimi devirmek -zamanın moda deyimiyle- “Coup d’Etat” yani “darbe” yapmak isteyenler, kısacası, “darbeci”ler olarak görülüyorlardı. Öte yanda, bu üç tarihsel tutukevinin, zindanın bugünkü durumlarına bakarsak; “Londra Kulesi”nde, kraliyet mücevherleri, elmasları sergileniyormuş; “Yedikule Zindanı” ise gösteri, eğlence dünyasına hizmet veriyor. “Bastil”e gelince; 14 Temmuz 1789’dan bu yana yaşamıyor, “yok”, yerinde göğe uzanan “Bastil Sütunu” var yalnızca. Ama görülüyor ki, “Bastil”i bambaşka bir “anlam”la günümüze dek yaşatan, daha da yaşatacak olan bu ayrımlı (farklı) durumudur; açıkçası “yok” oluşudur. Ve bu yok edilişin “nedeni”dir. 14 Temmuz’da Fransa’nın başında olan 16. Lui kendinden öncekiler gibi, tüm “erk”leri (yasama, yürütme, yargı) kendinde toplamıştı. Bir bakıma, “Kanun benim!” yani “Canlı kanun” anlayışını sürdürüyordu, “meclis” varlığından söz edilse de. Ekonomik yaşamdaki çöküntü ise, Kral’ın keyfiliğinin, baskısının artmasına dolaysiyle - çok az da olsa- var olan “adalet”in büsbütün “yok” olmasına neden olmuştu. Kendine, yönetimine karşı, “düşün” boyutundaki en küçük bir eleştirinin bile “yargısız” infazlarla susturulduğu düzeni sürdürmeye kararlıydı 16. Lui. Böyle bir infaz sonunda, genç Voltaire’in de yolu düşer Bastil’e. Aylar geçtiği halde ne bir sorgulama ne bir yargılama vardır; bekler durur. Kral’a değil de “naib”ine dokundurduğu yazısı dolaysiyle suçlandığını kabul etmek istemez. Zaten kendine de neyle suçlandığı söylenmez.(*) On birinci ayın sonunda salıverilir; “suçsuz” bulunmuştur. Peki, Bastil’de geçen “on bir ay” ne olacaktır? Yönetim kendine aylık bağlarsa da, Voltaire yaşamından çalınan bu “sürec”in acısını unutmaz. Bu “adaletsizliği” ne boyutta duyumsadığını da: “Bir suçsuzu mahkûm etmek, bir suçluyu bırakmış olmaktan daha ağırdır!” diyerek ortaya koyar. Bilindiği gibi, daha sonra bu konuda yazdıklarının, 14 Temmuz günü Paris halkının Bastil’e karşı harekete geçmesinde kuşkusuz payı olacaktır. 14 Temmuz günü, Bastil’in bulunduğu Saint-Antoine Mahallesi halkının başını çektiği Parisliler “muhafız”lardan sağladıkları beş topla birlikte tutukevinin önüne gelirler. Onlar için “Bastil” Kral ve yönetiminin kendilerine yaptığı ağır baskının, acımasızlığın, adaletsizliğin bir “simge”siydi. Çünkü, Bastil’de yıllarca, tutuklulara uygulananlar da bunlardı. Voltaire’den çok daha uzun süre Bastil’de tutuldukları halde, suçlarının ne olduğunu bilmeyenler mi vardı? Adeta bir “koyun”, bir “dana” gibi sonunda boğazlanmak için mi tutuluyorlardı Bastil’de? Yargılanan Bastil mahkûmları, Kral’ın isteği doğrultusunda, bin bir ustalıkla hazırlanan “delil”lerle mi suçlanırlardı? Bastil iddianameleri, birinde yazılanı öbüründe değiştiren, yüzlerce, binlerce sayfadan mı oluşuyordu? Mahkemelerde davalar, Moliere’in kimi yapıtları gibi “komedi” ile “trajedi” arasında mı gidip geliyordu? Bastil’in önünde toplanan “halk” bu soruların yanıtını biliyordu; dolaysiyle uygulanan adaletsizliğin, acımasızlığın ayrımındaydı; “zulme karşı gelme hakkı”nı kullanacaktı. Kullanır; Bastil yıkılır. Bu “hak”, 45 gün sonra kabul edilen “İnsan ve Yurttaş Hakları” bildirgesinin “ikinci” maddesini oluşturacaktır. İşte böyle bir “yok oluş”, “Bastil”e Londra Kulesi ve Yedikule Zindanı’ndan çok daha başka bir “anlam” kazandırdı. Bu gidişle “Silivri” de tarihe geçecek gibi görünüyor. Yazgısı bu “üçlü”den hangisine benzeyecek dersiniz? 12 Eylül’de “Hayır” oylarımızla Bastil’e benzetebiliriz... Not (*): Albert Soboul, 1789 Fransız İnkılabı Tarihi, Cem Yayınevi, 1969. Neden Bastil? m.velidedeoglu@hotmail.com 20 AĞUSTOS 2010 CUMA CUMHURİYET SAYFA 17 HSYK kilitlenmiş. Kozmik odaya mı! Huzur Sadi Yak: “Recep, ‘TOBB’a ‘Huzurumuza geldiğinizde biz de sessiz oluruz’ demiş. Demek ki Recep’in padişahlığı garanti!” Kalpazan Hamza Saykan: “İki Türk, Azerbaycan’da kalpazanlıktan tutuklanmış. Üretim fazlası kalpazanları ihraç etmeye mi başladık!” Soyka Muhsin Salman: “Bundan böyle soy ağaçları üçe ayrılacakmış; boylular, soylular ve de soykalar. Kim üçünü alır kim üçün birini alır Recep bilir!” YağmurDeniz Türk Eczacıları Birliği’nin sessizliği ECZACILARIN her düşünceden geniş bir tabana sahip olduğunu söylüyor eczacı Yahya Kemal Kaya ve bu bakımdan eczacılara siyasi baskı yapılmasının zorluğundan söz ediyor: “Ancak unutulmaması gereken bir acı gerçek vardır ki; o da eczacıların ve özgür eczanelerin üzerinde bu iktidar döneminde hiç bir küme, topluluk ve meslek için uygulanmayan, ezici, baskıcı, yok edici yöntemler sergilenmiştir, sergilenmektedir. Eczacılar tüm bunların ışığında nasıl oy vermeleri gerektiğini değerlendirip yerine getireceklerdir. Bu bağlamda etki altında kalmaları söz konusu değildir. Değildir de Türk Eczacıları Birliği Merkez Heyeti olarak tüm eczacıların hak ve çıkarlarını korumak, kollamak görevindeki kişilerin görüş ve düşünceleri nedir? Bu uygulamalara ‘karşımızda devlet var’ pısırıklığıyla razı gelen, benimseyen tutumlar sergilerken, arada sırada tabanı okşamak amacıyla göstermelik eylemler düzenleyen ve hiç bir sonuç alamayan Türk Eczacıları Birliği bu yakıcı gündemin neresindedir? Yoksa her zamanki edilgenliklerini mi sürdüreceklerdir? Bu konuda Eczacı tabanı mutlaka bir açıklama beklemekte haklıdır. Çünkü olay bir evet- hayır ikileminden çok, İslamcı iktidarın bir tür güven oylamasına dönüşmüştür.” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” 1987 yılı. İzmir’de toplanan tutuklu ve hükümlü yakınları Konak Meydanı’nda oturma eylemi yapıyor. Siyasi iktidar cezaevlerini birer işkence merkezine dönüştürmüş. İktidardaki ANAP, yandaşlarını beslemek için ekonomide kendine göre “reform”lar yapıyor ve 12 Eylül faşizmini aynen sürdürüyor! Konak Meydanı’nda toplanan halk, sivil giysili polisler ve resmi giysili polisler tarafından çember içinde çembere alınmış; coplar, tekmeler, tokatlar, yumruklar havada uçuşuyor. İzmir Valisi emir vermiş, polis kimsenin gözünün yaşına bakmıyor. Polisin elinden birkaç tekme-tokatla kurtulan şanslı sayılıyor çünkü gözaltına alınanları “merkez”de valinin işkencecileri bekliyor. Bu arada daha sonra Balıkesir’den CHP milletvekili seçilecek Necati Cebe de olayların içinde kalmış canını kurtarmaya çalışıyor: “O günü tümüyle unutsam bile, ‘Çocuğum orada kaldı, izin verin alayım’ diye yalvaran orta yaşlı bir kadının ‘Yürü orospu, bir daha doğurursun’ diyerek tekmelenmesini asla unutamam. Unutamadığım bir başka gerçek ise orta yaşlı kadını tekmeleten polisin valisi Vecdi Gönül’ün sonraki yıllarda AKP’ye geçerek dış destekli ümmetçi iktidarın Milli Savunma Bakanı olması ve ‘demokrasi havarisi’ geçinmesiydi. Bu katıksız demokrat(!) ‘Bu referandum bildiğiniz gibi bir seçim değildir; bir idealin gerçekleşmesi veya gerçekleşmemesi olabilir’ diyor. Acaba iktidarın yüksek yargıyı ele geçirmeyi amaçlayan Anayasa değişikliğini topluma dayatırken, gerçekleştirmek istediği ideal ne olabilir? Demokrasi mi, dikta mı? Aklı başında ve dürüst olan kime sorarsanız sorun size ‘üç erkin (yasama, yürütme ve yargı) üçünün de tek elde toplandığı düzenin adı diktadır’ diyecektir. 1987’nin İzmir Valisi’nin bir ‘ülkü’ diye nitelediği girişimin, diktaya gidiş olduğu kuşkusuzdur. Vecdi Gönül’ün, diktaya gidişi demokrasiye gidiş olarak yutturmaya çalışan dikta özlemcileri korosuna katılması, hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. 12 Eylül’de devlet gücü ve hile ile sonuca ulaşsalar bile, ideallerini yaşama geçiremeyeceklerdir. Zira insanlığın yürüyüşü, bazı ileri geri gidişler olsa da geriye değil ileriye doğrudur. Son kararı verecek olan ise özel yetkili savcı ya da yargıçlar değil, tarih baba olacaktır.” Dikta ülküsü KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc@yahoo.com HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Marmaris il- çesinde, doğal güzelliğiyle ta- nõnmõş bir koy... Baryum elementinin simgesi. 2/ As- ya’da bir ülke... Argoda çok ça- lõşan öğrenciye verilen ad. 3/ Türk müziğin- de bir makam. 4/ Akõm, õsõ, ses gibi şeyleri geçiren mad- de. 5/ Ay takviminin sekizinci ayõ. 6/ Gü- reşte bir oyun... Bir şeyin özünü oluşturan ana öğe. 7/ “Biz de - -- oynatõrõz dur hele meydan olsun” (Sait Paşa)... El ya da yüz hareketleriyle göster- me. 8/ Dağcõlõk. 9/ İstanbul’daki Bizans kiliseleri- nin en tanõnmõşlarõndan biri. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ “Uydurma söz, yalan” anlamõnda argo sözcük. 2/ Sõnõr nişanõ... İçinde Türkçenin de yer aldõğõ dil grubu. 3/ Kadõn rahip... Bir nota. 4/ Bilgiçlik tas- layan kimse... Uluslararasõ Basõn Enstitüsü’nün sim- gesi. 5/ Ölü yõkanan kerevet. 6/ Toprağõ sürmek için birlikte koşulan iki hayvan... “İkinci” anlamõnda es- ki sözcük. 7/ “Tüysüz şeftali” de denilen bir meyve. 8/ Yumurta akõ ve pudra şekeriyle yapõlan bir tür kuru pasta... Sezme yeteneği. 9/ Eski Türk- lerde deniz tanrõçasõ... Türkmenistan’õn plaka imi. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 L E V İ R A T S İ K A M E T N O P Ü R H A S A R O R İ G A M İ O G İ D İ A T A R R A R A N K A A N T İ L P O T M E D E M İ R T R A V E S T İ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 T.C. BAKIRKÖY 10. İCRA MÜDÜRLÜĞÜ TAŞINIRIN AÇIK ARTIRMA İLANI 2010/1815 TAL Bir borçtan dolayõ REHİNLİ bulunan ve aşağõda cins, miktar ve kõymetleri yazõlõ mallar satõşa çõkarõlmõştõr. Birinci artõrma; 26.08.2010 saat 11.00-11.10 arasõnda MAHMUTBEY YOLU YENİBOSNA KARAYOLU CAD NO 7 ROYEL OTO PARKI YENİBOSNA adresinde yapõlacak ve o gün kõymetlerinin % 60’õna istekli bulunmadõğõ takdirde 31.08.2010 günü aynõ yer ve saatte 2. arttõrmanõn yapõlarak satõlacağõ; şu kadar ki, arttõrma bedelinin malõn tahmin edilen kõymetinin %40’õnõ bulmasõnõn ve satõş isteyenin alacağõna rüçhanõ olan alacaklarõn toplamõndan fazla olmasõnõn ve bundan başka paraya çevirme ve paylarõn paylaştõrma giderlerini geçmesinin şart olduğu; mahcuzun satõş bedeli üzerinden alõnacak oranõnda KDV’nin alõcõya ait olacağõ ve satõş şartnamesinin İcra dosyasõndan görülebileceği, gideri verildiği tak- dirde şartnamenin bir örneğinin isteyene gönderilebileceği fazla bilgi almak isteyenlerin yukarõda yazõlõ dosya numarasõyla Müdürlüğümüze başvurmalarõ ilan olunur. TELALLİYE BORÇLUYA AİT OLACAKTIR. 23/07/2010 Takdir Edilen Değeri Lira Krş Adedi CİNSİ (Önemli nitelik ve özellikleri) 14.000 TL 1 34 EJ 1451 PLAKALI CITROEN BERLİNGO 1.9 TİPLİ MOTOR NO: 10DXGF6008811 MOTOR NO’LU ŞA- Sİ VF7GJWJYB93360727 NOLU EZİK VE ÇİZİĞİ OLMAYAN YEDEK TEKERLEĞİ OLAN TEYBİ MEVCUT, RUHSATI BULUNMA- YAN ANAHTARI OLAN İÇİ BOŞ SIRA KOLTUKLU ARAÇ. (Basõn: 57251)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear